Nurcuların Mahkumiyet Belgesi ve İmralı Davetiyesi / Dr. Necip HABLEMİTOĞLU

Devrim Tarihçisi Yazar / Devrim Şehidi

Nurcuların Mahkumiyet Belgesi ve İmralı Davetiyesi / Dr. Necip HABLEMİTOĞLU

İletigönderen Oğuz Kağan » Pzt Haz 15, 2009 23:11

Nurcuların Mahkumiyet Belgesi ve İmralı Davetiyesi

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanıp yayınlanmış olan (Nurculuk Hakkında) adlı eserde: Nurculuğun milli ve dini birliği parçalayan zümrecilik olduğu...

Türkiye'nin ve de tüm Türk Dünyası'nın en önemli dış tehdit odaklarından biri olan Fethullahçılarla ilgili tartışmalara nurcular da -sadece Said Nursi'ye sahip çıkmak- noktasından katıldılar. Bir başka ifadeyle Fethullahçıları hiç savunmadılar. Bireysel anlatımlar, mektuplar, e-posta yoluyla mesajlar, nurcu propagandaya yönelik kitaplar ve nur risaleleri yoğun bir biçimde adeta «yağdı». Bu defa kişisel hakaret yoktu; ancak her zamanki gibi dinsel tehdit (dinden çıkma, din düşmanlarına alet olma, din düşmanları ile işbirliği vb.) bu yoğun bilgilendirmenin ana temasını oluşturmaktaydı. Bilgilendirme girişimcilerinin hepsinin ortak tezi şuydu: Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre nurculuk suç değildir. Nurcular aleyhine yüzlerce kez dava açılmıştır, ancak BİR TEK MAHKUMİYET KARARI ÇIKMAMIŞTIR...

Bu iddia, nurcuların tüm yayınlarında mevcuttur, keza nurcu kökenli Fethullahçıların yayınlarında da. Aleyhlerinde yargı kararı olmadığı iddiası niçin bu kadar önemlidir nurcular için?!. Bu sorunun cevabını, Cumhuriyetin ilk dönemlerinde, laikliğin kararlı bir devlet politikası olarak yürütüldüğü Atatürk ve İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı yıllarında aramak gerekir. 1923-1946 yılları arasında nurcular, nakşibendiler ve diğer şeriatçı tarikatların herbiri yakın takip altına alınırken, attıkları her adım özellikle savcılar tarafından izlenmiştir. Cumhuriyet aleyhine herhangi bir suç unsuru saptandığında ise hemen davalar açılmış; suçlular layık oldukları cezalara çarptırılmışlardır. İşte devletin yargı gücünün nefesini sürekli biçimde enselerinde hissetmeye alışmış olan nurcular, Demokrat Partisi döneminde -ilk kez- rahat bir nefes almışlardır. Geride kalan dönemi bir kez daha yaşamamak için de, D.P. ve sonrası dönemlerde gözlerini yargıya, meclise, mülkiyeye, emniyete ve eğitime çevirmişlerdir. Bir başka ifadeyle, bu nokta hedeflerde ama özellikle yargıda kadrolaşma, onlar için hayati, vazgeçilmez bir amaç olmuştur. Elbette bu kadrolaşmayı sadece bir korunma içgüdüsüyle açıklamak hatadır. Devleti ele geçirmek, hiç şüphesiz esas ve nihai amaçlarıdır. Bu itibarla, müritlerinden oluşan hakim-savcı ve bilirkişilerin marifetiyle aldıkları lehlerindeki kararları bir «övünme», bir «aklanma» nedeni olarak öne sürmektedirler. Haklarında hiç mahkumiyet kararı olmadığı iddiasına gelince, bu utanmazca söylenmiş koskoca bir yalandan ibarettir. Amaçlarına ulaşmak için yalan dahil her türlü sahtekarlığı ve ihaneti «takiyye» kılıfı altında sergileyen nurculara, arşivimdeki çok sayıda belgeden sadece biriyle cevap veriyorum (diğerleri daha sonra):

YARGITAY CEZA GENEL KURULU KARARI:

Mehmet (...) ve Tevfik (...) adında iki nurcu, (...) Ağır Ceza Mahkemesi tarafından «hükümetçe yasaklanan nurculuğa ait kitapları muhtelif şahıslara okumak veya vermek suretiyle laikliğe aykırı olarak nurculuğun propagandasını yapmaktan sanık olarak» yargılanır ve 17.4.1964 gün ve 963/116-964/39 sayılı kararla beraat ettirilir. Ancak, Cumhuriyet Savcılığının temyizi üzerine, Yar-gıtay Birinci Ceza Dairesi anılan kararı bozar. Mahkemenin kararında direnmesi üzerine dava Yargıtay Ceza Genel Kurulu'na gider. İşte Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun (20.9.1965 gün ve E. 234/D-1 K. 313, Tebliğname:1-1078) kararı, nurcuları tarih ve toplum önünde sağlam mantıki ve bilimsel delillerle mahkum eder. Kararın gerekçesine temel teşkil eden sorular şöyle saptanır:

1- Nurculuğun kurucusu Sait Nursi'nin kişiliği, hayatı boyunca gerçekleşmesi için uğraştığı sosyal ve siyasi düzenin mahiyeti,

2- Kur'anın tefsiri ve İslamlığın esaslarının izahı gibi sebepler altında yayınlanmış olan Nur risalelerinin gerçek amacı, bu risalelerde yer alan zararlı akımlar,

3- Nur talebeleri, görevleri, mükellefiyetleri,

4- Nurculuğun hakiki müslümanlığa uymayan yönleri,

5- Kanunlarımız karşısında nurculuk ve sanıkların hukuki durumları gibi hususların incelenmesine lüzum ve zaruret hasıl olmuştur.

İşte anılan kararın gerekçesinde bu soruların bilimsel cevapları mevcuttur. Nurcuların yayınlarının yanısıra, bizzat nur risalelerindeki aykırılıklarda kaynak gösterilerek verilir. Keza, Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya, Em. Gen. Faruk Güventürk, Dr. Çetin Özek, İlahiyat Fakultesi'nden Dr. Neda Armaner gibi araştırmacıların eserlerine sık sık atıfta bulunulur. İşte laik Türk hukukunun göstergesi olarak kabul edilebilecek bu muhteşem gerekçeli karardan bazı alıntılar:

SAİT NURSİ'NİN CEHALETİ VE İDEOLOJİSİ

Evvelce Said'i Kürdi olarak tanınıp bu ünvanı kullanan ve soyadı kanunundan sonra doğduğu Bitlis'in Nurs köyüne izafetle Nursi soyadını alan Sait Nursi, yarı cahil, okuyup yazmasını bilmez bir adamdı. Nur risalelerinden Tiryak adlı risalenin 68'nci sahifesinde kendisi de bu hususu itiraf etmekte ve risalelerini yardımcılarına (Nur şakirtlerine) yazdırdığını bildirmektedir. Eski Şeyhülislamlardan Mustafa Sabri Efendi tarafından yazıldığı bildirilen (Tuhfetürreddiye Ala Mezhebi Saidi Kürdiye) adlı risalede (okur, fakat yazamaz, imla bilmez, seksen sene içinde yaşadığı Türk Milletinin lisanına bile hakkıyla vakıf olamamıştır) denilmektedir.

Meşrutiyetin ilanından sonra Bitlis ve havalisinde şeyhlik faaliyetinde bulunmuş, sonra İstanbul'a gelerek siyasete atılmış ve (İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti) kurucuları arasında faaliyet göstermiştir. «İttihad-ı Muhammedi» den ne kast ettiğini Hutbe-i Şamiye adlı risalenin 84'ncü sahifesinde şu şekilde açıklamaktadır:

«İttihadı İslam olan İttihadı Muhammedi dediğimiz vakit umum müminlerin mabeyninde bilkuvve veya bilfiil sabit olan İttihat murattır. Yoksa İstanbul ve Anadolu'daki cemaat murat değildir. Amma bir katre su da şudur. Bu ünvandan tahsis çıkmaz, tarifi hakikisi şöyledir: Esas temel şarktan garba, cenuptan şimale mümted ve merkezi haremeyni şerifeyn ve ciheti vahdet tevhidi ilahi peyman ve yemini iman, nizamnamesi sünneti ahmediye, kanunnamesi evamir ve nevahii şer'iyye-kulüp ve encümenleri umum medaris, mesacit ve zavaya o cemaatin ilelebet ve muhallet naşiri efkarı umum kulübü islamiye ve her vakit naşiri efkarı başta Kur'an ve tefsirleri (şimdi risale-i nur). Yine mektubat adlı risalede «azametli, bahtsız bir kıt'anın, şanlı talihsiz bir Devletin, değerli sahipsiz bir kavmin reçetesi ittihadı islamdır» diye yazılı bulunmaktadır. (Mektubat, Doğuş ltd. Mat., Ankara 1958, s.436)

Said Nursi, 31 Mart vak'asından önce Derviş Vahdeti ile münasebet kurmuş o zaman yayınlanan Volkan Gazetesinde çıkan yazıları ile 31 Mart vak'asını körüklemiştir. Volkan Gazetesi, 5 Şubat 1908 tarihli 49'ncu sayısından itibaren (İttihad-ı Muhammedi) fırkasının yayın organı, mürevvici efkarı olduğunu başlığı altında ilan etmiştir (Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya, İslamcılık Cereyanı, s.119, 121).

SAİD NURSİ VE KÜRTLÜK

Said Nursi, yine o tarihte (kürt Teali Cemiyeti)ne girmiş, 1327 tarihinde (1911) yayınladığı bir kitabın gerekçesinde «Uyan ey Selahattini Eyyubi'nin torunları kürtler» diye kürtleri, Türkler aleyhine tahrike gayret etmiştir. (Güventürk, Nurculuğun İçyüzü, s.107). Mektubat adlı risalede, kendisinin Türk olmadığını, Türklük ile münasebetinin bulunmadığını, Türkiye'de kürt milleti diye ayrı millet mevcut olduğunu ileri sürerek memleketin birliğini bölücü hareket ve faaliyette bulunmaktan çekinmemiş ve (Türkçe kamet et diye benim gibi başka milletten olanlara teklif etmek hangi usuldendir. Evet hakiki Türkler pek hakiki dostane ve uhuvvetkarane münasebettar olduğum halde böyle sizin gibi frenk meşreblerin... Türkçülüğü ile hiç bir cihetle münasebetim yoktur. Nasıl bana teklif ediyorsunuz, hangi kanun ile eğer milyonlarla efradı bulunan ve binlerce seneden beri milliyetini ve lisanını unutmayan ve Türklerin hakiki bir vatandaşı ve eskiden beri cihat arkadaşı kürtlerin milliyetini kaldırıp onların dilini unutturduktan sonra belki bizim gibi ayrı unsurdan sayılanlara teklifiniz bir nevi usulü vahşiyane olur. Yoksa sırf keyfidir. Eşhasın keyfine tebaiyet edilmez ve etmeyiz) diye yazdığı görülmüştür «Mektubat...s.339». Yine Sait Nursi, o tarihte (Kürdistan Azmi Kavi) Cemiyetinin arzusu üzerine mahalli kürt kıyafeti ile boynunda dürbün, belinde kama ve tabanca İstanbul'a gelerek Cuma selamlığında Padişah'a cemiyetin Sait imzası altında yazdığı ve esası kürtçe tedrisat yapacak mektepler açmağa dayanan ariza takdim etmesinden dolayı bir müddet tımarhaneye konulup affedilmiştir.

ATATÜRK DÜŞMANLIĞI

Sait Nursi, İstiklal Savaşı sırasında Ankara'nın (halife)yi kurtaracağına inandığı için Ankara'ya gelmiş, laik bir devlet rejimi ve Cumhuriyetin kurulması üzerine Atatürk'e kızarak Van'a gitmiştir. Kendisi bu olayı şöyle özetlemektedir: (Garplılaşmak bahanesi altında Şeairi İslamiye aleyhinde bir cerayan hissettiğimden Ankara'dan ayrıldım) demektedir (Münazarat, s.4)...

Said Nursi, laik bir Devlet rejimi kurduğu için Atatürk'e düşman kesilmiş, onu Şualar adlı risalenin bir çok yerlerinde Ebusüfyan ve Deccale benzetmiştir.

Barla Mektupları adlı risalenin 53'ncü sahifesinde Atatürk'ü kastederek şöyle demektedir. (Tek gözlü Deccal, ya iman et, yahut bütün dünyanın maskarası olacaksın) (Dr. Neda Armaner, İslam Dininden Ayrılan Cereyanlar -Nurculuk adlı esere müracaat).

Sönmez adlı risalenin 21 ve 22'nci sahifelerinde yine Atatürk hakkında şu cümleler yer almaktadır: (Ayasofya camiini puthaneye ve meşihat dairesini kızlar lisesine çeviren bir adamı sevmemenin bir suç olması imkanı var mı?)... 1928 (1924) yılında vuku bulan Şeyh Sait isyanı ile ilgili görülmüş, İsparta'daki ikameti sırasında dini siyasete alet ve Devletin dahili emniyetini ihlal suçlarından Eskişehir'de yapılan duruşması sonunda bir seneye mahkum olup cezasını çektikten sonra Kastamonu'da ikamete memur edilmiştir (Güventürk, Nurculuğun İçyüzü, s. 106)

DENGESİZLİĞİ VE SAHTEKARLIĞI

Sait Nursi, keramet sahibi olduğunu iddia etmekte ve bunu her fırsat ve vesilede ileri sürmekten çekinmemektedir. Kapalı kapılardan kimseye görünmeden çıktığını, hapishanede iken camide namaz kıldığını, hiçbir şey yemeden yaşayabildiğini, kendisine gaipten sesler ve ihtarlar geldiğini, asırlarca önceden din büyüklerinin kendisi ve eserleri hakkında müjdeler verdiklerini, Kur'an-ı Kerim'deki Nur süresinin kendisi hakkında nazil olduğunu (Ya Eyyühel Müzemmil) ayeti kerimesinin Ey Saidi Kürdi demek olduğunu ileri sürmek suretiyle aklın ve bizzat İslamlığın kabul etmeyeceği iddialarda bulunmaktadır (Asayı Musa, 1949; Özek, s.246)

Bediüzzaman Cevap Veriyor adlı risalede şu satırlar yer almıştır: (Hiç bir geliri olmadığı ve kimsenin hediye ve ikramını kabul etmediği halde ne ile ve nasıl yaşadığı sualine karşı, bereket ve ikram-ı ilahiye ile yaşadığı, Kur'an hizmetinin kerameti olarak erzak hususunda ikram-ı ilahiye'ye mazhar olduğu kaydedildikten sonra bir gün Süleyman adlı bir misafir ile birlikte dağda yalnız kaldıkları ve yiyecek hiç bir şeyleri bulunmadığı sırada misafirlerine ne ikram edeceğini düşünürken altında oturduğu ağacın dalları arasında koca bir ekmek peyda olduğunu ileri sürmekte ve 20-30 gündür hiç bir insanın o tepeye çıkmamış olduğunu ilave etmekten de geri kalmamaktadır (Bediüzzaman Cevap Veriyor, Ankara, 1960, s. 113-114)

Sait Nursi'ye göre, araba ile dolaşırken bir yaşındaki küçük bebekler bile koşup elini öperlermiş. «Hanımlar Rehberi, s.105». Zülfikar adlı risalede hayvanların bile Nur risalelerine hayran kaldıklarını söyleyecek kadar ileri gitmiştir. (Dr. Armaner, Nurculuğun İçyüzü, İlahiyat Fakültesi yayınlarından, s.8 ).

Sait Nursi, bütün ömrünce Doğu'da Nur risalelerini tedris için bir medrese kurmak hevesiyle yaşamıştır. Bu medresenin adı Medresetüzzehra olacaktır. Bu medrese, Kahire'deki Camiülezher'in kızkardeşidir. Öğretim dili bakımından da (Lisanı Arap vacip, kürt caiz, Türk lazım) demektedir. «Münazarat, s.131, Dr. Çetin Özek, Türkiye'de Gerici Akımlar ve Nurculuğun İçyüzü, s.249-250». Sait Nursi'ye göre bu şark üniversitesi geleneğe dayanacaktır. Garplılaşma ve medeniyete ait tez bu üniversitede yer almayacaktır. İstanbul Üniversitesi'nde de bir Nur Medresesi yani Medresetüzzehranın açılması lazımdır (Gençlik Rehberi, 1951, s.77; Özek, ...s. 250-251)

Yine Gençlik Rehberi adlı risalenin 50'nci sayfasında (Eski Medreselerde 5-10 seneye mukabil inşaallah Nur medreseleri 5-10 haftada aynı neticeyi temin edecek ve 20 senedir ediyor, hem Hükümet bu millet ve vatanın hayatı dünyeviyesine pek çok faydası bulunan bu Kur'an lam'alarına ve Kur'an dellalı olan risalei Nur'a değil ilişmek belki tamamı ile terviç ve neşrine çalışmaları elzemdir ki, geçen dehşetli günahlara kefaret ve gelecek şiddetli belalara ve anarşiliğe karşı bir set olabilsin) diye yazılıdır (Said Nursi, Gençlik Rehberi, İstanbul Sinan Mat. 1959, s.50)

Kisvenin imanla bir alakası olmadığı halde Sait Nursi, hayatında şapka giymemekle övünmektedir. (Asayı Musa) adlı risalenin 136'ncı sayfasında (28 sene gavurlara benzememek için inziva ihtiyar eden bir islam fedaisi ve hakikat-ı Kur'aniyenin fedakar hizmetkarına denilse ki, sen kafirlerin papazlarına benzeyeceksin, onlar gibi başına şapka giyeceksin, bütün İslam ulemasının icmaına muhalefet edeceksin, yoksa ceza vereceğiz denilse, elbette öyle her şeyi Hakikat-ı Kur'aniyeye feda eden bir adam değil dünya evi hapis veya işgence, belki parça parça bıçakla kesilse, cehenneme de atılsa, katiyyen yüz ruhu da olsa bütün bu tarihçei hayatının şahadeti ile feda edecektir) diye yazıldığı görülmüştür.

Sait Nursi'ye ve Nurculara göre, kadınların örtünmesi bir islami adettir. Kadınların örtünmesine karşı açılmış mücadele Türk kadınının haysiyetine karşıdır (Lem'alar, Ankara, 1957, s.25; Tesettür risalesi, s.84-192).

AKIL-MANTIK-BİLİM VE TEKNİK DÜŞMANLIĞI

Fennin ve medeniyetin bir icadı olan ve nasıl çalışıp işlediği artık herkesçe bilinen radyonun Saidi Nursi'ye göre mahiyeti de şöyledir: (Radyo bilbadehe kudret-i ilahiyenin bir cilvesidir ve o cilvenin kürre-i havaya umumca temsil eden bu gelen hadis-i şerifin meali gösteriyor, şöyle ki: Bir melaike var, kırkbin başı var, her başında kırkbin dili var, her dilde kırkbin tesbihat yapıyor. 64 Tirilyon tesbihat aynı anda söylüyor. Demek kürre-i hava bu melaike gibidir. Yani bu melaikenin tesbihatı adedince her kelimei tayyibe hava sayfasına yazıyor. Kürre-i hava diyor ki, bu hadis benden veya buna benzer memur meleklerden haber veriyor, külli bir şuurla yapılan bu iş yalnız tek bir zerrenin vazifesi ne bana yani kürre-i havaya ve ne de bütün eşyaya vermesi hiç bir ciheti imkanı yok, demek her yerde hazır nazır, ahadiyet cilvesiyle ve içinde ihatalı bir irade, muhit bir ilim bulunan bir kudret-i ezelliyenin cilvesidir. Buna milyonlar şahitlerden birisi radyodur (ihlas Dergisi, 1964, Nu.9, s.3..)

Sait Nursi'ye göre elektrik kontağı ve meteor hadiselerinin fenni ve fizik ilmine uygun açıklaması dine aykı-rıdır, dinsizliğin ifadesidir. Bu ve buna benzer olaylar ilahi kudretin varlığının delilidir ve onun nişanesidir. Bunların hepsi Kur'anda vardır ve fizik kanunlarına göre açıklama yapmak Kur'anın kudretine, hikmetine aykırı düşmektedir (Sait Nursi, Ramazan Risalesi, s.1-15..)

Yine Sait Nursi'ye göre her şey, her zerre Allah'a ibadet eder, mesela pusulanın Kabe'deki Hacer'i Esvet'i işaret ederek titremesi, namaz kılmasıdır (Tiryak, s.116).

YARGITAY CEZA GENEL KURULU'NUN KARARA ESAS ALDIĞI BAZI FİKİR VE CÜMLELER

Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun Nur risalelerinde dikkate aldığı bazı cümleler ile bunlardan çıkan ana fikirler ise özetle şöyle belirtilir:

«Nur risaleleri 130 kadar olup dava konusu dosyada bulunanların yalnız (Asayı Musa), (Mesnevii Nur'iye), (Gençlik Rehberi), (Mektubat), (Tiryak), (Hubbei Şamiye), (Hanımlar Rehberi), (İki Mekteb-i Musibetin Şahadetnamesi veya Divan-ı Harbi Örfi), (Barla Hayatı), (Bediüzzaman Cevap Veriyor), (Lem'alar), (Bize Nurcu Diyenlere Diyoruz ki), (El-Hüccettüzzehra), (Ramazan Risalesi) ve (Sönmez) adlı risalelerden ibaret olduğu anlaşılmıştır.

Kur'an tefsiri ve islamlığı izanı maksadı altında yayınlanmış olduğu ileri sürülen bu risalelerin gerçek amaçlarına nüfuz edebilmek için bunların hepsinin teker teker ele alınıp dikkatle incelenmesi ve Nurculuk konusunda yazılmış eserlerin ve yazıların gözden geçirilmesi icabetmektedir. Nur risalelerinde yer almış olan aşağıdaki fikir ve cümlelerin üzerinde önemle durmak gerekmiştir.

1. Nurculuğun esasi fikirleri, maddiyatçı ve tabiatçı modern felsefeyi reddetmekte, dünyanın geçiciliği, ahiretin gerçekliği fikrini telkin etmekte, netice olarak da bütün dünya saadetlerini insanlara haram etmektedir.

2. Nurculara göre laik bir devlet düzeni şeriata aykı-rıdır: Türkiye kuruluşu itibariyle dinden uzak kalmış ve dine karşıdır. Laiklik ile dinsizlik arasında bir fark yoktur. Hristıyanlık dünyevi esaslara sahip olmadığı için din ile dünya işleri birbirinden ayrıdır. Reform hrıstiyanlıkta mümkündür. Türk devrimleri dahi hristiyan reformunun bir taklidinden ibarettir. Zira islamiyet hiç bir reforma ihtiyaç göstermeyecek derecede mükemmeldir. (Mektubat,... s:401)

3. Laik cumhuriyetçi düzen 20 senelik inkılaplar sonucu doğmuştur ve dini müthiş sadmeye maruz bırakmıştır. (Münazarat, s. 135-141)...

4. Atatürk İdaresi, hadislerde gösterilmiş bulunan dehşetli ahir zamandır. Dinsizlik, konünistlik, ifsat komitelerinin faaliyet yıllarıdır. (Said Nursi, Sözler, 1957, s. 143)...

5. Türkiye genel olarak Ezan-ı Muhammedi'nin yasak edildiği, bidatların zorla topluma kabul ettirildiği bir devre yaşamıştır. Devrim kanunları muvakkattır ve hrıstiyanlık kanunlarıdır.(Said Nursi, Tiryak,...s. 65)...

6. Türkiye'nin siyasi rejimi Nur Saadetini söndürmeye çalışmaktadır. Kemalistler seviyesiz, anarşist kimselerdir. (Said Nursi, Münazarat. s. 17)...

7. Devlet, İslamın siyasi prensiplerine göre teşekkül etmelidir. Bütün hayatı nizamı onda mevcuttur.( İhsan Emci, Aradığımız Şuur, Mart 1964. Nu:8 )...

8. Alem-i İslamda yapılacak devrimler islamiyetin desatirine uygun olmak mecburiyetindedir, aksi halde gayri meşrudur. Bu bakımdan Meclis, aynı zamanda hilafet görevini de görmelidir. (Said Nursi, Mesnevi-i Nur'iyye, s.80-82)...

9. Şahs-ı Manev-i Hükumetin müslüman olması gereklidir. (Said Nursi, Hutbe-i Şamiye, s. 80)

10. Türk Devleti'nin dini islamdır ve bunun vikayesi milletimizin maye-i hayatiyesidir. Hükumet, islamiyet ve din için hizmet edecektir. (Said Nursi, Münazarat, s. 18 )

11. Müslümanlara Kur'an dışında bir anayasa lazım değildir. 1347 (1931) Tarihinde felsefenin tahakkümü ile bu dindar millet ehemmiyetli tahavvüllere düçar kılınmış ve Anayasa'da devlet dininin islam olduğu konusundaki hükmü kaldırmıştır.Bu şekilde gerçek kanuni esasi tatbik edilmediği gibi Kur'anda belirtilen şeri inkılap da tahakkuk ettirilmiştir. Halbuki Kur'an cumhuriyet anayasası gibi bir kaç kişinin iradesinin değil ilahi bir iradenin sonucudur. İlahi bir kanuni esasidir. (Said Nursi, Zülfikar-ı Mucizatı İslamiye ve Kur'aniye, Kısım 1, Mücizatı Kuraniye, s. 191-193, Tiryak, s. 65 Dr. Önek, .... s. 264)

12. İslamiyete ve hakikatı Kur'aniyeye karşı, mürtedane mücadele eden, bir dessas zındıktır ki, bize hücum etmek için istibdadı mutlaka Cumhuriyet namı vermekle irtidadı mutlaka-i rejim altına almakla sefahat-ı mutlaka medeniyek takmakla cebri keyf-i küfriye kanun namı vermekle bir isdibdadı askeriye ve dalalet kurmuştur. (Sadi Nursi, Sönmez, s. 21-22-48 )...

13. Sait Nursi milliyete ve milliyetçilik fikrine düşmandır. Ona göre milliyetçilik islam birliğine manidir. Nurculara göre milliyetçilik bolşevizm ve sosyalizme karşı mücadele edecek kuvvette değildir. Milliyetçiliğin bu zayıflığına karşı islam milliyetçiliği bolşevizmi, sosyalizmi, anarşizmi önleyecek kuvvettedir. (Bediüzzaman cevap veriyor... s. 47-51)...

14. İslam devleti için tek milliyet islam milliyetidir. İslam devleti sonunda bütün dünyayı hakimiyetine alacak ve İslam yapacaktır. Bu dünya milleti hayat-ı maneviyeye dayanacak ve mecra-ımesai-i şer'iyye ile açılacaktır. Bu İslam devleti de hakimiyet-i İslamiye ve milliye altında ittihadı muhammadiye dairesinde olan şeyh-i risale-i nur sayesinde kurulacaktır. (Said Nursi, Münazarat, s. 90-100)...

15. İttihad-ı İslam umum askere ve umum ehli islama şamildir. Hariç kimse yoktur. (Said Nursi, Hutbe-i Şamiye, s. 91)

16. Hutbe-i Şamiye'de millet-i İslamiyenin sebebi saadeti yalnız ve yalnız hakiki İslamiye ile olabilir ve hayatı ictimaiyesi ve saadeti bünyevisi şeriatı islamiye ile olabilir, denildikten sonra mesela şeriat hükmüne göre hırsızların ellerinin kesilmesindeki hikmet ve faideden bahsedilmekte ve işte ( bu cüz'i sirkat meselesine dair külli ve şumullü ahkam-ı ilahiyye kıyas edilsin, anlaşılsın ki, saadet-i beşeriyede dünya adalet ile olabilir) diye yazılmaktadır. ( Hutbe-i Şamiye, s.66-67)...

17. Said Nursi'ye göre islamiyet devletinin Mekke-i Mükerremesi ceziret-ül Arap olacaktır. Bu arada Osmanlılık da bir Medine-i Münevvere şeklini alacaktır. İslamiyeti bir ittihadı fikir teşekkül ettirecektir. Bu fikri Türkiye'de gerçekleştirmek görevi medresetüzzehraya düşmektedir. Kurulacak nizam islami esaslara dayanacaktır. Araplar ikisi bir araya geldi mi kavga etmeden duramayan, yıllarca esir yaşamaya alışmış millet de bu islam devletinin en hakiki unsuru olacaktır. (Said Nursi, Münazarat, s. 109-131)

18. İslam dininde inkılap yapmak şeriat alehtarlığı olduğu için islamiyetin desatirine aykırı, devrimler de islamiyete aykırıdır. (Said Nursi, Mektubat. s. 403)

19. Çok kadınla evlenmek islami olduğu için caiz ve şarttır. Teaddüdü zevcat, tabiata, akla, hikmete muvaffıktır. (Said Nursi, Hanımlar Rehberi, s. 57

20. Benim tesettür, ırsiyet, zikrullah ve teaddüdü zevcat hakkındaki Kur'an'ın sarih ayetlerine, medeniyetin ettiği itirazlara karşı onları susturacak tefsirindir. (Sait Nursi, Tiryak, s. 60)

21. Nurculara göre bugünkü aile sistemi de medeniyet fantazisinden ibarettir. Aile saadeti ancak daire-i şeriattaki adab-ı islamiyet ile mümkün olacaktır. Kadının erkeğinden boşanabilmesi islami esaslara aykırıdır. Şer'i evlenme ise bu imkanı ortadan kaldıracaktır. (Said Nursi, Kadınlar Taifesi ile bir muhavere, s.7)...

22. Said Nursi faizin yasak edilmesini istemekte, sınıf kavgalarının ortadan kaldırılması için bankalar kapatıl-malı, riba yasak edilmeli, Kur'an kadına üçte bir hisse vermektedir. Medeniyetin kadına erkek kadar hisse vermesi adaletsizliktir. (Said Nursi, Zülfikar, 1945, s. 38-39)

23. Said Nursi, Hanımlar Rehberi adlı risalenin 37. sayfasında, her zaman çıktığı Ankara kalesinden etrafı seyrederken, hilafet ve saltanatın vefatını hatırlayarak duyduğu teessür ve hüznü ifade ettiği görülmüştür.

24. Yine Sadi Nursi, Tiryak adlı riselenin 27. sayfasında «garp uleması ve filozofları itiraf ve ikrar etmişlerdir ki, islamiyetin kanunları yüksek bir tarzda alem-i islamın ıslahına kafidir» diye iddia edilmiştir.

25. 13 asır evvel şeriat-ı garra teessüs etteğinden ahkamda Avrupa'ya dilencilik etmek din-i islama büyük bir hıyatettir ve şimale müteveccihen namaz kılmak gibidir. (Said Nursi, Hutbe-i Şamiye, s. 79)

26. Eğer beşer çabuk aklını başına alıp adalet-i ilahiye namına ve hakaik-i islamiye dairesine mahkemeler açmazsa maddi ve manevi kıyametler başlarına kopacak, anarşilere, yecüc ve mecüclere teslim-i silah edeceklerdir diye kalbe ihtar edildi. (Said Nursi, Hutbe-i Şamiye, s. 67)

27. Zahiren hariçten cereyan eden Maarif-i cedidenin bir mecrası da bir kısım ehlimedrese olmalı da gıllü gıştan tesaffi etsin. Zira bu laikliği ile başka mecradan taahfün edegelmiş ve atalet bataklığından neş'et ve istipdat sümumu ile teneffüs eden zulüm tazyiki ile ezilen efkara bu müteaffin su, bazı aksülamel yaptığından musaffat-ı şeriat ile söz vermek zaruridir. Bu da ehli medresenin duş-ı himmetine muhavveldir. (Said Nursi, Hutbe-i Şamiye, s. 82)

28. Said Nursi, 31 Mart Vak'ası üzerine sevkedildiği Divan-ı Harpte verdiği ifadede (en mukaddes maksadım şeriat ahkamını tamamen icra ve tatbiktir) demiştir.(Sait Nursi, Bediüzzaman Cevap Veriyor, Ankara, 1960. s. 84)

29. Eskiden ilay-ı hikmetullah ve bakayı istiklaliyeti ve islam için farz-ı kifaye-i cihadı deruhte ile kendini yekvücut olan alem-i islama fedaya vazifedar ve hilafete bayraktar görmüş olan bu devlet-i islamiyenin felaketi alem-i islamın saadet ve hürriyet-i müstakbelesi ile telafi edilecektir. Zira bu musibet maye-i hayatımız olan uhuvvet-i islamiyenin inkişafını harikulade tacil etti. (Said Nursi, Mektubat,... s. 441)

30. İki Mekteb-i Musibetin Şahadetnamesi veya Divan-ı Harbi Örfi adlı risalede şu yazılar dikkati çekmektedir: A) (Yaşasın Şeriat-ı Ahmediyye), (Şeriat-ı garra kelamı ezeliden geldiğinden ebede gidecektir), (Ey evliyayı umur tevfik isterseniz Kavanini adetullaha tevfiki hareket ediniz) (s.43). B) (Rehberimiz şeriatı garra, kılıcınız berahini katı'adır) (s.45). C) (13 asır evvel şeriat-ı garra teessüs ettiğinden ahkamda Avrupa'ya dilencilik etmek din-i islama büyük bir cinayettir ve şimale müteveccihen namaz kılmaktır) (s.45) Ç) Aynı risalenin 48, 49, 50. sayfalarında büyük harflerle (Yaşasın Kur'an'ı Kerim'in Kanun Esasları) başlıklı paragrafında ey mebusan diye vaki hitabı müteakip (300 milyon müslümanın hayat-ı maneviyesine suikasttan ve cinayetten sizi tahlis eden. Ol Kur'an-ı Mukaddesin düsturları ünvanıyla gösterseniz ve hükümlerinize mehaz edinseniz ve düsturlarını tatbik etseniz acaba bu kadar fevait ile beraber ne gibi bir şey kaybedeceksiniz vesselam. Yaşasın Kur'an'ı Kerim Esasları) cümleleri dikkat çekmektedir.

NUR TALABELERİ (ŞAKİRTLERİ) VE GÖREVLERİ

Nurcular, kendilerine nur talebeleri adını vermekte ve hizbül Kuran olduklarını ileri sürmektedirler. Nur şakirtlerinin nurculuğa girebilmeleri için o mahaldeki en büyük nurcuya karşı bazı taahhütlerde bulunmaları gerekmektedir. Bu taahhütler, nurculuğa ve nurcuların büyüklerine sadakat, nurcuların sırlarını açıklamamak, gayeleri için istişarelerde bulunmak, nur'un gerçekleşmesi için gayret sarfetmek gibi şeylerdir. Nurcular, bulundukları yerlerde nurculukla ilgili olayları nur büyüklerine bildirmeye de mecburdurlar. (Dr. Çetin Özek... s. 252)

Nur talebelerinin diğer bir vazifeleri de nur risalelerini çoğaltıp dağıtmaktır. Said Nursi Asayı Musa adlı risalesinde, nur risalelerini yazıp dağıtmayı ihmal edenlere sitem etmektedir. Nurculuğun bilhassa ordu mensupları arasında yayılmasına önem verilmektedir. ( Dr. Neda Armaner,...s. 6-24)

Said Nursi risalelerinin yayınlanması için dini duyguları da istismar etmektedir. Sönmez adlı risalenin 3. sayfasında şu satırlar yer almaktadır: (Ahiret kardeşlerine mühim bir ihtar! İki maddedir. Birincisi risale-i nur'a intisap eden zatın en ehemniyetli vazifesi onu yazmak yazdırmak ve intişarına yardım etmektir. Onu yazan ve yazdıran risale-i nur talebesi ünvanını alır ve o ünvan altında yirmidört saatte benim lisanımla belki yüz defa bazan daha ziyade hayırlı dualarımda ve manevi kazançlarımda hissedar olmakla beraber benim gibi dua eden kıymettar binlerce kardeşlerim ve risale-i nur talebelerinin dualarına ve kazançlarına dahi hessedar olurlar.

İkinci madde, risale-i nur'un imansız ve amansız cinni ve insi düşmanları onu çelik gibi metin kalalarını ve elmas kılınç gibi hüccetlerine mukabele edemediklerinden çok gizli dosyalar ve hafi vasıtalarıyla sınırlı olmadan yazanların şevklerini kırmak ve fütur ve yazıdan vazgeçirmek cihetinde şeytanca hücum edip darbe vururlar).

Sadi Nursi'ye göre nur talebeliğini bırakmak, günah olduğu, nur talebelerine ilişenlerin vatan ve millet haini olduklarının ilan edilmesi, ayrıca tehditler savurulma-sıyla gizli bir teşkilatın taktiğine başvurulmaktadır. (Said Nursi, Hanımlar Rehberi, s. 53)

Nur talebelerinin bekar kalmaları telkin edilmekte, muhakkak evlenmek lazımsa bir nurcu ile evlenilmesi emredilmektedir. (Said Nursi, Hanımlar Rehberi, s. 53... Bediüzzaman Cevap Veriyor adlı risalenin 118. sayfasın-da, Said Nursi Hanımlar Rehberi adlı risalenin 4. sayfasında şöyle demektedir: ( talebeler bir kaç tabakadır, bir tabakanın hakiki ihlasi gaybetmemek ve hakiki fedakar-lık ve azami bir sadakat taşımak için dünya ihtiyaçlarına mümkün olduğu ömrünün muvakkat bir kısmında bu zamanda lazım geliyor...)

Yine nur risalelerinden Tiryak adlı risalenin 33. sayfasında ( mevt idam değil, tebdili mekandır. Kabir zulmetli bir kuyu ağzı değil, nuraniyetli alemlerin kapısıdır. Dünya ise bütün şaşaası ile beraber ahirete nisbeten bir zindan hükmündedir. Elimde zindan dünyadan bostan-ı canana çıkmak ve müz'ici ve dağdaai hayati cismaniyede alim-i rahata ve meydani tayranı?

İSLAM DİNİ YÖNÜNDEN NURCULUK

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanıp yayın-lanmış olan (Nurculuk Hakkında) adlı eserde:

1. Ayet-i kerimelerin tefsirinde mananın tahammül edemeyeceği tarzda batını ve indi manalar verilmeğe çalışıldığı, ebcet hesabıyla ve tefavuklarla manalar verildiği, bunların müslümanlık esaslarına göre dini ve ilmi kıymeti olmadığı,

2. Nur risalelerini toplu olarak okumanın bir nevi hizipçilik olduğu

3. Bir kısım ayetlerin, islamlığın reddettiği hurufilik usulüyle tefsirine kalkışıldığı,

4. Risale-i Nurun mukaddesat arasına katılmak istendiği yalnız nurcular için dua yapılarak müslümanlar arasında bin zümre meydana getirildiği ve tefrikaya yol açıldığı

5. Said Nursi'nin ve eserlerinin harikuladeliği ve kerametleri hakkında indi teviller ve mübalağalı ifadeler kullanıldığı,

6. Kuran'ı Kerim'in harflerinden bir takım manalar istihracına kalkışmak gibi ulamanın ekserisince benimsenmeyen bir yol tutulduğu, Asayı Musa adlı eserinde bazı ayet ve kelamı indi olarak tevil ederek bunların riselei nuru tebşir ve teyit ettiği iddiası,

7. Bu gibi indi tevil ve iddiaların islami esaslara uymadığı ,

8. Nurculuğun milli ve dini birliği parçalayan zümrecilik olduğu

9. Nur risalelerinde Kürtçülüğü körükleyen sözler bulunduğu belirtilmiş ve 22 ve 23. sayfalarında (Nurcuların inanış ve telakkileri, islam dininin, Kuran-ı Kerim'in ve sünnet-i seniyedeki kaide ve formüllerine uymayan bir akide tarzı olmuştur. Nurculuk dini meselelerde işi çığırından çıkaran bir istismara ilaveten milli ve ictimai konularda da birlik fikrini baltalayan bir zihniyeti temsil etmiştir. Risalelerde gösterilen sırf dini ifadeleri bile yapılan aşırı teviller ve keyfi görüşlerle yukarıda örnekleriyle gösterildiği gibi manevi, milli bütünlüğümüzü bozan gerçek ittikayı gölgeleyen bir hal almıştır. Bu risaleleri okuyanlar, kendilerini bütün müslümanlardan üstün görmüşler, yalnız ve yalnız nurcu olanları cennete ehil, nur risalelerini günahlara kefaret saymışlar ve netice olarak da nur risalelerini okumayı bir ibadet haline getirmişlerdir. Ey müslüman kardeş! Dine yararlı telif ve irşatta bulunanlar peygamberin hizmetkarları durumunda oldukları için, Kuran-ı Kerim'de peygamber efendimize hitap edilmiş ayetleri onların şahsına atfetmek yakışık almaz. Böyle bir telakkiyi benimsemek de müslüman tevuzuuna sığmaz... Nur risalelerini Kuran'ın en mükemmel tesfiri addetmek, Allah kelamının kıyamete kadar ondan sonra gelecek şeylere ve bütün ilimlere şumulünü bilmemek demektir) denilmek suretiyle nurculuğun ve nur risalelerinin gerçek islami esaslara uymadığının açık-ça ifade edildiği görülmüştür.

KANUNLARIMIZ KARŞISINDA NURCULUK VE SANIKLARIN HUKUKİ DURUMLARI

Yukarıda yapılan açıklamalara ve bizzat nur risalelerinden alının pasaj ve cümlelere nazaran;

1. Nurculuğun kurucusu Sait Nursi. hiç bir zaman Türklüğü ve Türk milletini kabul etmeyerek Kürt olduğunu övünerek beyan ve ilan etmekle beraber, 1327 (1911) tarihlerinde faaliyette bulunduğu anlaşılan (Kürt Teali) cemiyetinde çalışmak, memlekette Türklerden ayrı dili ve milliyeti olan bir kürt cemaati mevcut olduğunu ileri sürmek, yine o terihlerde kurulduğu bildirilen (Kürdistan Azmi Kavi) cemiyetinin mümessili olarak İstanbul'a gelip Kürtçe tedrisat yapan mektepler açılması için gayret göstermek ve « Uyan ey Selahattini Eyyubi'nin torunları Kürtler» diye tahrik ve teşviklerde bulunmak suretiyle memleketin bütünlüğünü bozmaya matuf amaç ve gaye takip ettiği anlaşıldığı,

2. Türk milliyetçiliğini red ve hatta zararlı ve tehlikeli olduğunu ileri süren Said Nursi'nin Türkiye'nin de dahil olacağı, tamamen şeriat hükümlerine ve islami esaslara göre düzenlenmiş ve merkezi Mekke olmak üzere bir islam devleti kurulmasını ve bu devlette Arapların hakim bir unsur haline getirilmesi lüzumunu nur risalelerinde teklif, telkin ve teşvik etmek suretiyle Türk Devleti'nin bağımsızlığını tenkis ve birliğini bozma yolunda hareketlerde bulunduğu,

3. Said Nursi nur risalelerinde: Türkiye Cumhuriyeti» nin tamamen şeriat esaslarına ve islamın siyasi prensiplerine göre teşekkül etmesi gerektiğini, hilafet ve saltanatın geri getirilmesi lazım geldiğini, devrim kanunlarının geçici olduğunu, Kuran dışında bir anayasaya ihtiyaç bulunmadığını, islamlığın düsturlarına uymayan devrimlerin meşru olmadığını mükerreren ve ısrarla yazıp telkin ve propaganda yapmakla beraber laik bir cumhuriyet rejimi kurduğu için Atatürk'e düşman kesilerek onu Ebusufyan ve Deccale benzetmek (tek gözlü deccal ya iman et, yahut bütün dünyanın maskarası olacaksın) diye ağır tecavüzlerde bulunmak suretiyle Türk Ceza Kanunu'nun 163. maddesini ihlal eden suç işlediği,

4. Yine nur risalelerinde, çok kadınla evlenmenin propagandasını yapmak, boşanma ve miras meselelerinin tamamen şeriat hükümlerine tabi olması lüzumunu açık-ça yazıp telkin etmek, faizin yasak olduğunu ve bu itibarla bankaların kapatılması gerektiğini ileri sürmek, bu günkü modern mahkemeleri kaldırıp yerlerine hakaiki islamiye dairesinde yani şer'i mahkemeler açılmasını teklif etmek, parlamento üyelerini Kuran düsturlarına göre harekete davet etmek suretiyle yine 163. madde hükmünün ihlal edildiği,

5. Her ne kadar Hutbe-i Şamiye ile (İki Mekteb-i Musibetin Şahadetnamesi veya Divanı Harbi Örfi) adlı risalelerin cumhuriyetten önce hazırlanıp yazılmış oldukları ileri sürülmüş ise de bunların pek yakın tarihlerde yeniden bastırılıp dağıtılmış olması ve (İki mektebi musibetin şahadetnamesi ve Divanı harbi örfi) adlı risalenin ilk sayfasında ise « bu müdafayı şimdi bu asra daha muvaffık gördük güya o zamandan elli sene sonra bir hissi kablelvuku ile bir nevi ihbarı gaybi olarak hayatı ictimayiyeyi alakadar eden çok hakikatlara temas ettiğimden neşredildi» diye açıkça kaydedilmesinin dikkate şayan bulunduğu,

6. Said Nursi'ye bağlı nur talebelerinin ise, III sayılı parafrafta açıklanıp izah edildiği üzere, memleket ve devlet için bu kadar tehlikeli ve zararlı olan fikirleri ihtiva eden nur risalelerini yazıp çoğaltmak ve halka dağıtmak vazifeleriyle mükellef bulundukları, bu talebelerin, dikkatli okuyup incelediklerinde şüphe olmayan nur risalelerindeki bu zararlı ve tehlikeli akımları bilmedikleri ileri sürülemeyeceği, nur risalelerinde yer alan ve yukarıda temas edilen fikir ve kanaatleri kabul edip benimsemeyen bir kimsenin nur talebisi olmasının tasavvur edilemeyeceği ve sanık Mehmet... ile Tevfik... kendilerinin nurcu olduklarını ve dosyada mevcut olup yedlerinden zaptedilen ve dosyadaki bilirkişiler raporunda da suç olduğu izah olunan nur risalelerini okumak üzere halka verdiklerini kabul ve ikrar ettikleri ve bu hareketlerinin Türk Ceza Kanununun 163. maddesini açıkça ihlal eden suç teşkil ettiği ve Birinci Ceza Dairesi'nin bozma kararı varit ve yerinde bulunduğu halde nazara alınmadan ve mahkemece işin esası layıkı ile incelenip nüfuz edilmeden ve en yüksek dini müessese olan diyanet işlerince dahi, nurculuğun islam dinine aykırı olduğu tesbit edilmişken kanuna, işin esasına ve gerçeklere uymayan mesnetsiz mütalaalarıyla yazılı şekilde ısrara karar verilmesi yolsuz bulunmuştur.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan sebeplere göre ısrar hükmünün tebliğnamedeki düşünce gibi BOZULMASINA, 20.9.1965 gününde oy çokluğu ile karar verildi» .

TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNİN DUYARLILIĞI

Nurcu ve Fethullahçı propagandalarını çürüten bu en üst düzeydeki yargı kararı, Cumhuriyet Dönemi Türk Hukuk Tarihi'nin yüzakı belgelerinden biridir. Bu kararı kaleme alan ve kabul eden yargıçlara şükran borçluyuz. Ancak, bu karar, resmi makamların ve de sivil toplum örgütlerinin konuya duyarsızlığı nedeniyle maalesef tozlu dosyalar içinde unutulma riski ile karşı karşıya iken, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cemal Tural, bir «Ön Emir» yazısı ile sözkonusu yargı kararını matbu hale getirmek suretiyle «Bölük ve muadili birliklere kadar» tüm silahlı kuvvetlere dağıtımını gerçekleştirmiştir. 15 Nisan 1966 tarih ve Ad.Müş. 599-10-66 sayılı bu ön emirde yazılanlar da en az sözkonusu yargı kararı kadar önemlidir. Aynı zamanda bu «Ön emir», Türkiye Cumhuriyeti'ni iç ve dış tehlikelere karşı koruma ve kollama görevini başarıyla sürdüren Türk Silahlı Kuvvetleri'nin, bölücü ve de şeriatçı vb. her türlü tehdide karşı Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren günümüze kadar süregelen duyarlılığın da tipik bir göstergesidir.

1. Anayasamızın prensiplerinden biri olan laikliği kaldırmak ve din kurallarına göre devleti yönetmek ve bu suretle bir çeşit dini diktatorya kurmak amacını güden nurculuğu etraflıca açıklayan ve nurculuk propagandasının suç teşkil ettiğini belirten Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 29 Eylül 1965 gün, E.234-D-1, K.313 sayılı kararı yayınlanmıştır.

2. Bunun gibi devlet müesses iktisadi, sosyal, siyasi veya hukuki temel nizamlarını, bozmayı daima hedef tutmuş olan komünizm ve emsali cereyanlarda aramayı temelden atmaya matuf hareketlerdir.

Aşırı sağ ve aşırı sol denen bu gibi davranışlar ancak Türkiye'yi ve Türk milletini ilkel çağa götürür. Sonuç olarak egemenlik ve özgürlüğü yok eder.

Türk milletinin amacı; şanlı tarihi ile oranlı olarak ve Atatürk'ün gösterdiği yollardan ilerlemedir. Bu amaca ulaşmak için aydınların çabası şarttır. Aydın; bilgili anlamında değil, bilgiyle çevresini aydınlatmak ve topluma yararlı olmak anlamına gelir. Milletimizi bu gibi aşırı sağ ve sol cereyanlara kaptırmamak için devamlı çalışmak gerçek aydınların başlıca görevlerinden biridir.

Bütün Türk aydınları gibi Silahlı Kuvvetler personelinin de bu görevi titizlikle yapmaya devam edeceklerine inanıyorum.

3. Bu itibarla; memleket davalarından önemli bir konuyu ele alıp hukuki yollarla çözen ve hükme bağlayan mezkur Yargıtay kararının daima bir rehber olarak esas alınmasını ve bu emrin ve Yargıtay kararının bütün Silahlı Kuvvetler personeli tarafından okunmasını, erbaş ve erlere anlayabilecekleri şekilde açıklanmasını rica ederim. Cemal Tural-Orgeneral-Genelkurmay Başkanı» .

TÜRKİYE CUMHURİYETİ SAVCILARINA DAVET

Türkiye Cumhuriyeti'ni iç ve dış tehdit odaklarına karşı koruyup kollama görevi, sadece Silahlı Kuvvetlerin değil, anayasal açıdan en az yasama ve yürütme kadar yargınındır da. Nurcu bataklığında yetişen ve Türkiye'nin en tehlikeli şeriatçı yapılanmasını gerçekleştiren; takıyye yolu ile başta Türk Silahlı Kuvvetleri, Adalet, Milli Eğitim, Kültür, İçişleri Bakanlıkları ve de devletin tüm stratejik kurum ve kuruluşlarında kodrolaşmaya giden Fethullahçı suç organizasyonu, giderek güçlenmekte ve önü alınmaz bir imaja bürünmektedir. İmajın en az güç kadar önemli olduğu günümüzde, Cumhuriyet Savcılarının yeterince duyarlı olmayışından kaynaklanan yargının suskunluğu, sözkonusu imajın pekişmesine yaramaktadır. Cumhuriyet Savcıları'nın yasal sorumluluk alanı içinde, bu suç organizasyonu başta olmak üzere, nurculuk, süleymancılık, hizbullahçılık ve diğer tarikat ve radikal şeriatçı gruplara karşı yapabilecekleri onca görev varken, bu konulara duyarlılıkla sadece Cumhuriyet Başsavcısı Sayın Vural Savaş'ın ön planda hedef konumunda yalnız bırakılması, kamuoyunda haklı endişe ve kuşkulara yolaçmaktadır. Normalde, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 1965 tarihli kararı gibi nice kararın var olması gerekirdi. Zira, şeriatçı yapılanma 21. yüzyıla girerken, azalacağı yerde aksine çığ gibi büyümektedir. Türkiye Cumhuriyeti Sav-cılarının yasal ve de tarihsel sorumluluklarını hatırlayarak, duyarlılık göstererek önce en tehlikeli gelişim gösteren Fethullahçı suç organizasyonunu büyüteç altına almaları gerekmektedir. İşte suç duyurusu olarak kabul edilebilecek bazı doneler

1. Fethullahçılara ait, öğrencilerin kaldıkları ve dinsel eğitim adı altında resmen devlet ve rejim düşmanı olarak beyinlerin yıkandığı çok sayıda yurdun yanısıra, resmi izin alınmaksızın faaliyet gösteren Türkiye çapında binlerce «ev» ve «ışıkevi» bulunmaktadır. Onbinlerce öğrencinin barındırıldığı bu evlerin gelir kaynakları da, harcamaları da yasal çerçeve dışındadır.

2. İzmir'de 12-13 yaşlarında birkaç kız çocuğunun sokak çocuklarına yardım toplamak için dans etmelerine «gözaltı» ile cevap veren resmi sorumlu makamlar, Fethullahçıların valilikten izin almaksızın damgalı makbuz sözkonusu olmaksızın her ay tüm Türkiye'de trilyonlarca liralık bağış toplamasına « kör ve sağırları» oynamaktadır. Bu ihmalde, görevi savsaklamada savcıların rolü de olsa gerektir.

3. Fethullahçı suç organizasyonuna ait-farklı şirketler adına- yurtdışında 300'ü aşkın okul ile çok sayıda ticari şirket faaliyet sürdürmektedir. Bunlara ait tüm harcamaların transferi, her ay ve de gerektiğinde çantalı kurye-öğretmenler aracılığı ile tamamen yasadışı yollarla gerçekleştirilmektedir. Bu transferlerle Türkiye'nin zaten kıt olan ekonomik kaynakları, halk deyimi ile «kaçırılarak» heba edilmektedir.

4. Fethullahçı organizasyona dahil medyada, finans piyasasında, sigortacılıkta ve ekonominin hemen her alanında faaliyet gösteren şirketlerin tüm kayıtlarının ve yurtdışı bağlantılarının araştırılması gerekmektedir.

5. Fethullahçı organizasyonun, yakın gelecekteki kadrolarını yetiştirmek için Milli Eğitim bünyesinde gerçekleştirdiği üstün zekalı öğrencileri saptama ve dersane yurtlarında yetiştirme, sonra da laiklik karşıtı militanlaştırma faaliyetleri yakından izlenmelidir.

6. Mülki yöneticiler arasında ciddi ölçülere varan kadrolaşmanın yanısıra, Emniyette-özellikle Polis Akademisi öğrenci ve mezunları arasında- yoğunlaşan kadrolaşmanın yakın takibe alınması şarttır. Örneğin, Emniyet Genel Müdürlüğünce hazırlanan özel istihbarat bülteninin Temmuz 1998 tarihli 70. sayısında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin başlattığı 28 Şubat kararları sürecinden olumsuz etkilenen ve moralleri bozulan müritler için yeni bir heyecan verilmesi amaçlanmakta, Fethullahçı suç organizasyonunu adeta göklere çıkarmaktadır.Hizmete özel gizlilik kaydı nedeniyle alıntı yapamadığımız bu raporu yazanların ve tüm onay makamında bulunan sorumluların acilen sorgulanması bir başlangıç olarak gerekmektedir. Bu ve bunlar gibi «suç duyurusu» olarak kabul edilebilecek bir başka ifadeyle yasal yargı sürecini başlatmaya yetecek nice örnekler bulunmaktadır. Yeter ki Türk Savcıları istesin!..

Ancak, gerçekçi olmak gerekirse, Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı'na bizzat hocaefendilerinin elinden ödül verdirecek, Başbakanı, Meclis Başkanı, Parti Genel Başkanları'nı kendilerini ziyaret ettirecek bağlan-tılara sahip bir suç organizasyonunu sadece Cumhuriyet Savcıları'nın çökertebileceğini ummak ve beklemek biraz safdillik ve hayalperestlik olur. Mutlaka, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kararlılık ve ısrarlı takibinin olması da zorunludur. Keza, Abdullah Öcalan örneğinde olduğu gibi M.İ.T.'in işbirliğinin de sağlanması gerekir. Sonra, demokrasiye ve laik hukuk devletine bağlı sivil toplum kuruluşlarının ve tüm aydınların da desteği şarttır. Bu bağlamda kamuoyunun sürekli biçimde bilgilendirilmesi kaçınılmazdır. Zira, yasama ve yürütme erki bu konularda kesinlikle güven vermemektedir.

SONUÇ:

Türk törelerine göre ölmüş birinin arkasından konuşmak doğru değildir. Ancak, konu Saidi Kürdi olunca iş değişiyor. Bu makalenin özünü teşkil eden yargı hükmünde de ifade edildiği gibi, Saidi Kürdi, azılı bir Türk düşmanı!.. Kürtçülükte Abdullah Öcalan'dan hiçbir farkı yok!.. Öclan, Türk askerini, polisini ve masum bebekleri öldürüyor; Saidi Kürdi ise, ölümünden sonra bile onbinlerce Türk insanının beynini yıkamaya, milli kültürüne, devletine, rejimine ve Türklüğe düşman yapmaya devam ediyor...

Saidi Kürdi bir meczup!.. Türkçemizin kaatili. Türk tarihinde, Türk topraklarında yaşadığı halde Türkçeyi gramer ve imlasıyla böylesine bilmeyen, arapça, farsça ve biraz kürtçe ile bulamacı andıran iğrenç bir yapay dili konuşan, yazdığını sanan başka bir örneğe rastlayamaz-sınız. Müslümanlığını değerlendirmek, hiç şüphesiz inançla bağlı olduğumuz Ulu Tanrı'ya ait, bize düşmez. Saidi Kürdi, cehaletini bilmeyen bir ebleh!.. Yargıtay hükmündeki radyo değerlendirmesi bile bu cehaletin, aczin, aşağılık bir çaresizliğin örneği. Saidi Kürdi bir bölücü!.. Müslümanları böldüğü, kendi müritlerine «üstünlük» ve «gerçek müslümanlık» ve de «tercihli cennet» vaadleri ile iğfal ettiği için!..

Nurcu bataklığında yetişen ve devletimizi, dinsel, siyasal, kültürel, toplumsal ve de ekonomik hayatımızı içten içe kemiren soysuz nurcu sürüngenlerin ve yine bu bataklıkta yetişen Fethullahçı böceklerin daha fazla güçlenmesine ve palazlanmasına izin vermek, vatana ihanetle eşanlamlı, Türk Devleti'nin ülkesi ve milletiyle bölünmezliği için, Türkiye'nin ve Türk Dünyası'nın çağdaş dünyada layık olduğu yerini alması için, ulus-devlet ilkesinin tam anlamıyla yaşama geçirilmesi için, Türklüğün barışı ve huzuru için mutlaka yapılması gereken bir başka önlem daha var:

İMRALI, Abdullah Öcalan'a çok büyük geliyor. İmralı'daki konukevi tesislerinden rantabl biçimde faydalanmak, marjinal yararı sağlamak için, başta Fethullahçı suç organizasyonunun önde gelen yöneticileri olmak üzere tüm şeriatçı yapılanmaların türedi-sahte şeyhlerinin de bu tesislerde ağırlanması gerekiyor... Türk Devleti'nin bilgilerine...


Dr. Necip HABLEMİTOĞLU
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Şu dizine dön: Necip HABLEMİTOĞLU

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x