Operanin Hikayesi
Opera sanatının anayurdu İtalyadır. Rönesansın başlıca merkezlerinden biri olan Floransa, çağımız müzikli sahne eserlerinin de beşiği sayılır. Incelemelerden, opera fikrinin bu şehirdeki bazı müzikçi ve şairlerin birleşerek,eski Yunan oyunlarına benzer eserler yazmak istemelerinden doğduğu anlaşılıyor. Örnek olarak Yunan Trajedisi alınınca eşlik edecek müziğin nasıl olacağı problemi tartışmalara yol açmış, mısraları Renuccini tarafından yazılan ve Peri tarafından 1594 de bestelenen Dafne adlı ilk opera,sanat çevrelerinde büyük heyecan uyandırmıştı. Böyle bir verimde, sarayını operanın ilk yaratıcılarına açıp onları destekleyen sanatsever Vernio Kontu Giovanni Bardinin rolü ve hizmeti büyüktür. Peri 1600 yılında Euridice adlı bir opera daha yazmıştır. Her iki verimi de basit şarkılarla donanmış ilkel opera örnekleridir.
Operada ilk gelişimi Monteverdide görüyoruz. 1607 yılında bestelediği Orfeo adlı operasıyla orkestrayı birinci plana almış, ses türlerini zenginleştirmiştir. Gagliani ve Rossi gibi bestecilerle koro, resitatif ve gelişmiş arya türleri doğmuş, 1637de Venedikte ilk opera binasının açılmasıyla sanatın merkezi Floransadan bu şehre geçmiştir. Burada koro ikinci plana alınmış, arioso, canzone, cavatine gibi yeni teganni-söyleme/icra- şekilleri katılmış, resitatif önem kazanmıştır. Cesti, Ziani, Draghi, Pallavicini, Vivaldi ve Lotti gibi sanatçılarla ''Venedik üslubu'' opera doğmuştur.
Italyan operası Avrupaya tez zamanda yayıldı. Almanyada 1627de ilk defa Schütz Daphne adlı Floransa stili bir opera besteledi. Müzikli sahne eserleri Alman şehirlerinde, özellikle Viyana, Münih, Dresden, Hamburg ve Leipzig tiyatrolarında yer buldu. Oynanan eserler İtalyanca'ydı. Ulusal Alman Operası 1644 yılında Staden tarafından yazılan ve ilk Almanca opera olan Seelewig- adlı eserle başlamış, Hamburg, Alman Operasının ilk belli başlı merkezi olmuştur. Strung, Kusser ve Keiser gibi besteciler de ilk önderlerdir. İngilterede Purcell, İtalyan üslubu birkaç opera bıraktı. Fransada opera zevki,1645 senelerinden sonra memlekete gelen İtalyan opera truplarının etkisiyle uyandı. 1671de ilk opera binası Académie Royal de Musique, Cambert adlı bestecinin Pomane- adlı eseriyle açıldı. Fransız Operasının o zamanki büyük yaratıcısı aslen İtalyan olan Lullydir. Klasik tiyatro eserleri, Corneillein trajedileri, Moliérein komedileri bestelendi, saray balesi ve çeşitli danslar operanın ana süsleri olarak kullanıldı. Lullynin günümüze kalmış eseri 1674te yazdığı Alceste dir. Lully okulunu Rameau 1733 de bestelediği Hippolyte de Aricie operasıyla sürdürdü. 17.yy. sonlarına doğru Napoli, İtalyan operasının merkezi olmaya başladı. Okul, Provenzale tarafından kuruldu ve Alessandro Scarlatti tarafından başarıyla temsil edildi. Bu okulda bir takım özellikler görmekteyiz; zengin melodik şarkılar bel canto, güzel, uzun aryalar, secco recitativo eşliksiz resitatif gibi
Scarlattiden sonra Leo, Durante, Feo ile Haendelin de etkisinde kaldığı bu okul, müziğin şiir ve söze üstünlüğünü kabul etmişti. Daha sonraları Zeno ve Metastasio gibi metin şairlerinin trajedilerini besteleyen Bonancini, Porpora ve Piccini opera sanatına yeni buluilar getirdiler. Orkestra eşliği ile yapılan resitatifler bunların arasındadır. Almanyada bu çağın büyük bestecileri Hasse ve Graun opera buffa gülünçlü opera türünde başarı gösterdiler. İtalyada yine bu çağlarda büyük operaların perde aralarında intermezzo denilen küçük, hafif sahne eserleri oynanıyordu. Pergolesi 1733 de bestelediği La Serva Padrona adlı intermezzosu ile bu tarzın üstün bir örneğini verdi.
La Serva Padrona birçok İtalyan ve Fransız bestecisi üzerinde etkiler yaratarak opera comique in doğmasını sağladı. intermezzonun diğer ustaları şunlardır: Guglielmi, Paisiello ve Cimarosa
Halk müziğinin etkisiyle yazılmış gülünçlü operalar 18. yy.da özellikle İngilterede tutuldu. Ballad Opera denilen bu biçim eserlerden Gayin yazıp Pepuschun bestelediği Beggers opera dilenci operası büyük başarı kazanarak Londrada bulunan Haendelin yaygın ünü için tehlikeli oldu. Bu biçim Almanyaya Singspiel adıyla geçti. Weisenin yazdığı ve Standfussun bestelediği Der Teufel ist los adlı singspiel bu yolda ilk eser olarak kabul edilir. Aynı üsluptaki eserlere Fransada opéra comique dendi. Bunlara güzel bir örnek J.J. Rousseaunun Le Devin du Village adlı eseridir. Bu yolda eser veren diğer besteciler şunlardır: Duni, Philidor, Monsigny ve Grétry
Singspiel, Almanyada Mozartla en üstün, en zarif örneklerini kazandı: Die Entführung aus dem Serail ve Die Zayberflöte gibi... Haydn, Dittersdorf, Neefe, Benda ve Reichardt bu biçimin diğer tanınmış simalarıdır.
Ciddi opera Gluck ve metin şairi Calzabigi ile sürüp gidiyordu. Buna en belirli örnek 1762 de yazdığı ''Orfeo ed euridice'' dir. Fransız operası uzun süre Gluckun etkisinde kaldı. 19.yy. boyunca devam eden bu etki Cherubini, Méhul, Lesueur, Spontini ve Berliozda görülür. Beethoven tek operası Fidelio ile bu etkiden kısmen kurtulmuş, insan sesini çalgı gibi kullanmış, eşliksiz resitatifler dışında süreli bir sahne senfonisi vermemiştir. Mozart önce İtalyan daha sonra Gluck tarzını denemiştir. Operalarının çoğu İtalyanca yazılmış olmasına rağmen özlü bir karakter taşıyor, çok şey vadediyordu. Beklenileni kısa ömrünün sonlarında verdi; bu 1791de bestelenip oynanan Die Zauberflöte operasıydı. Mozart bu eserle Alman sanatında çağ açıyor, gerçek Alman operası başlıyordu.
Opera sanatı en büyük gelişmeyi 19.yy. da gösterdi. Yüzyılın ilk yarısında opera buffa İtalyada Rossini ve Donizetti ile dikkate değer örnekler kazandı. Bu bestecilerin zengin melodili neşeli eserleri her tarafta büyük rağbet kazanıyor, ciddi ve romantik opera Bellini ile gelişiyordu. Rossini Fransada yazdığı Guillaume Tell ile İtalyan melodi zenginliğini büyük Fransız operası tekniği ile bağdaştırıp başarılı bir eser verdi. Auber, Helévy, Meyerbeer ciddi Fransız operasının, Boieldieu ve Adam komik operanın başlıca temsilcileri oldular.
Yine aynı çağlarda İtalyan opera tarihinin en büyük simalarından biri, Giuseppe Verdi dünya sahnelerini kendisine bağlamaya başladı. Büyük sanatçı melodi zenginliği ve geniş ilhamıyla birbiri arkasına eser veriyor, bunlar büyük başarı elde ediyordu. Almanyada Weberle başlayan romantizm Manschner ve Spohr gibi bestecilerin eserlerinde belirli kalıplara yöneliyordu.
Opera sanatı Wagnerle yeni ilklere ulaşıyordu. Yapı yönünden getirdiği yenilik Leitmotivdir. Bu belirli motifler operalarındaki temel fikri açıklamaya uardım eder, bir olay veya kişiyi dinleyiciye yer yer hatırlatır. Wagner, operalarında bütün sanatları birleştirmeye çalışmış, temsillerde büyük önemi olan müzik, şiir, resim, ışık, mimari ile operaları topyekün sanat eseri halinde sunulmak istenmiştir. Bu büyük sanat politikacısı etkisini günümüze kadar uzatmış, opera sanatında yaptığı devrimler geniş yerleşme alanları bulmuşturç
19. yy.ın sonuna doğru İtalyada edebi etkiler Verismo denilen bir okul yarattı. Büyük temsilcileri Mascagni, Leoncavallo ve Puccinidir. Lirik dram tarzı Fransada Gounod, Thomas, Bizet, Delibes, Massenet, Charpentier ile güzel eserlerin doğmasını sağladı. Debussy, Pelléas et Mélisande dramı ile Wagnere karşıt bir akımın manifestosunu veriyordu.
Yine 19.yy.da yer yer uyanan ulusal müzik okulları, mahalli renklerle işlenmiş karakteristik operaların yayılmasını sağladı. Rus operası Glinka ile doğdu. Dargomişski, Borodin ve Rimsky-Korsakofla güzel eserler kazandı. Rubinstein ve Çaykovski daha çok lirik Fransız dramları etkisinde eserler verdiler. Operada ulusal dans ve şarkılara önem verilen diğer örneklerle Çekoslovakyada Dvorjak ve Smetana, Polonyada Muniuşkonun eserlerinde rastlıyoruz. Macaristanda Dohnanyi ve Bartok memleketlerinde ulusal operanın kurucuları oldular.
20.yy.ın ilk yarısında opera sanatı türlü etkilerle oldukça karışık bir durum gösteriri. Bazılarında Wagner ve Debussynin karşıt özellikleri birleşmiş, bazılarında caz ve romantizm katılmıştır. Bunun nedenlerini çağımızın bestecilerinin daima yenilik yolunda yaptığı denemelerde aramak yerinde olur. Italya ve Almanyada yeni klasizm ve yeni romantizm in halk tarafından kolay benimsenmesi Busoni, Orff, Montemezzi, Hindemith, Egk gibi bestecilerin biçim yönünden alışılmış fakat ses unsurları bakımından değşik eserler vermelerine sebep olmuştur. Yalnız Hindemith kısa operalarıyla biçim denemelerinin en parlağını yapmış, Orff, İkinci Dünya Savaşından sonra verdiği sahne oratoryaları ile bu denemelerin son zamanlarda en çok tutulan örneklerini bestelemiştir. Yüzyılın yaygın müzik müzik elemanlarından Jazzı Weill, Kşenek ve Gershwin kullanmışlardır. İngilterede Britten yine yeni romantizme bağlı kalmış, Amerikada genç besteci Menotti, vatandaşı Puccininin paletinden yararlanarak sevilmiş halk operaları vermeye başlamıştır. İsviçrede pek lirik iki besteci, Schöck ve Sutermeister yerli kalan bazı eserlerle tanınmışlar, Rusyada Prokokiyef ve Şostakoviç yeni Klasizmin çerçevesi dışına çıkamamışlardır.
Yüzyılın müzikli dram sahasında ilgiyle karşılanan diğer eserlerini ONİKİ TON kurallarıyla besteleyen sanatçılar, bu arada Berg, Schöberg ve Henze vermişlerdir. Ayrıca Stravinski, bazı Fransız bestecileri, bu arada Honegger, Milhaud ve Poulenc de değişik buluşlarla sahneyi ihmal etmemişlerdir.
Günümüzde opera ikinci bir dünya savaşının sarsıntılarından diğer sanat kolları gibi yavaş yavaş kurtulmakta, uygar ülkeleri yeni binalar, sahneler süslemekte, yüzyılın genç enerjik bestecileri yorulmak bilmez çalışmalarıyla eserler vermektedirler...