Propaganda yoluyla şekillendirilen bir toplumla ilgili düşüncelerle başlayan bir yazı

Propaganda yoluyla şekillendirilen bir toplumla ilgili düşüncelerle başlayan bir yazı

İletigönderen serinselin » Sal Eyl 18, 2012 10:18

Daha önce halkın zihninde sağ-sol, kemalist-müslüman, vb. şekilde oluşturulan 'karşıtlıklar' yokken çeşitli propaganda yöntemleriyle insanları belli düşünce/davranış yönüne sevk etmek için insanların zihnine, olumlu/olumsuz duygulanım yaratma yoluyla simgelere (imajlar, ses, kelimelere, davranış, giyim, görünüm vb.) çeşitli anlamlar yüklendi.
Belli simgeler aynı olumlu/olumsuz hisleri verecek şekilde gruplanarak insanlara yeniden (ya da ilk defa) tanıtıldı ve o sunum bağlamında zihinlere, gerektiğinde davranışa dönüşecek şekilde yerleştirildi.
Eğer amaçlanan 'bölmek', bir bütünlüğü bozmak ise ilk önce insanların propaganda yoluyla tanıtılan yeni simgeler ile belli bir gruba ait hissedip o grubu 'biz' olarak algılama ve diğer grup ya da grupları dışlayarak 'onlar' olarak algılamaları sağlanır. Bugünkü duruma bakıldığında insanlar olabildiğince çok gruba (mesela önce ikiye sonra bu yeni oluşanlar da ikiye) bölünmüş durumdadır. Bu yolla birlik olup bir bütün olarak davranma kabiliyetleri engellenmiş olur. Güncel olayları incelersek, siyasi iktidarın bir cümleyle insanları (ya da belli grupları) birbirine olumsuz duygular besleyecek şekilde kışkırtabildiğini görebiliriz. Ülkemizde, 'müslümanlar' ve müslüman değerlere karşı olan anlamına dönüştürülmüş bozuk bir 'kemalist' anlayışı yaratılmaya çalışıldı. Sonra, belli bir grup olumlu, diğerleri olumsuz olarak anlaşılacak biçimde 'müslümanlar' kendi içinde gruplara ayrıldı (Sunni, Alevi, Şii). Bunun yanında etnik ayrımlar yapıldı ve birbirlerini ayrı gruplar olarak kabul ettirilip birbirlerine karşı kışkırtıldı. İnsanların birbirlerine bakışları şekillendirildi. Giyim, kuşam, yaşam biçimleri olarak Batılı, doğulu, gerici, entel, köylü, şehirli gibi ayrımlar zihinlerimize çeşitli anlamlar yüklenerek simgeler yoluyla yerleştirildi. Yaygın medya aracılığıyla oluşturulup sunulan simgelerin alıcısı olan ve günlük diyalog ve pratiklerin tekrarıyla bunları yeniden üreten toplum tarafından bir kişi nasıl algılanıyorsa kendini o gruba ait görür veya kendini bir gruba ait olarak gördüğünden dolayı o gruba yaklaşır. Grup içi yeni anlayışlar, paylaşımlar oluşur ve bunun devamında grup kendini daha çok 'biz' olarak algılar, kendi dışındaki daha çok 'onlar' olarak algılanır.
Bunun yanında, medya aracılığıyla Batılı devletlerin (daha çok A.B.D.) tüketim/yaşam biçimine özendirecek şekilde de zihinler biçimlendirildi. Batının tüketim kültürü/yaşam biçimi özenilir hale gelince, o değerleri yansıtan simgeleri edinebilmek gerekti ve böylece kişinin kendisini belli bir gruba ait hissetmesini sağlayan tüketim anlayışı da grupların şekillenmesinde aracı oldu. Grupları simgeler aracılığıyla belli bir davranışa yönlendirmek için medyayı araç olarak kullananlar tarafından bir grubun 'varsayılan' değerleri yüceltilip 'iyi' olarak zihinlere yerleştirilirken, bu gruba ait olmak teşvik edildi. Gruplar, kendini temsil eden simgeleri algıladıklarında 'biz' duygusu oluşuyor ve 'onlar'ı temsil eden simgelere karşı 'olumsuz' bir duygu gelişip 'onlar' dışlanır oluyor.
Aslında besin, güvenlik, sosyalleşme, uyku, dinlenme, vb. ihtiyaçlarının karşılanması haricinde bir derdi olmayan insanların aklına propaganda aracılığıyla diğer insanların nasıl yaşadığı ne düşündüğü ile ilgili belli simgeler sokuluyor. Kişinin bu simgelerden anlam çıkarıp, karşısındakiyle ilgili 'kendine yabancı, öteki, düşman' ya da 'kendine yakın, bizden, dost' gibi olumlu ya da olumsuz bir duygu geliştirmesi sağlanıyor. Kişi, sokakta gördüğü biri hakkında bu simgelere dayanan kalıp yargılar geliştiriyor ve diyebiliyor ki 'şu tip şapka takmış, demek ki şöyle düşünüyor, şöyle yaşıyor, demek ki bu 'biz'den değil'. Bu kişiyle ilgili olumsuz bir duygu edinip, kendi bakışını, düşünüşünü, davranışını bu simgelerden edindiği duyguya göre belirliyor. İnsanlar kendilerini gittikçe daha da küçük bir gruba ait hissediyor, yaygın medya aracılığıyla iletilen simgelere göre de ait olduğu grubu ya desteklenmiş ya da kendi grubunu desteklenen başka bir grubun karşı olduğu bir grup gibi algılıyor. Böylece hayatı, belli simgeleri taşıyan insanları ve çevreyi güvensiz algılayıp bir 'tehdit' olarak görebiliyor. Kişi, kendi grubu içinde dayanışma sağlamak, bağlılık ve kendi değerlerini yüceltme yönünde düşünüş ve davranış sergileyebiliyor ya da diğer gruplara karşı olumsuz duygular besleyebiliyor.
Zihnimizi biçimlendirmek ve davranışlarımızı istenilen şekilde ayarlamak adına uzun senelerdir üzerimizde propaganda teknikleri uygulandığı için zihnimizde bir yığın içi boş, anlamı çarpıtılmış, anlamı silinip yerine başka bir anlam konulmuş, anlamı değişken, anlamın bilimsel bir şekilde değil de medyadan iletildiği anlam bağlamında şekillendirilmiş olan simgeler bulunuyor. Simgeler, tekrar etme yöntemiyle zihinlerimize 'doğruymuş gibi' algılayacağımız şekilde yerleştiriliyor. Tekrarlama, yaygın medyadan dağıtıldığı şekliyle sağda solda duymakla, görmekle, bunlardan bahsetmekle birbirimizin aklına sokmakla gerçekleşiyor. Etraftan tekrar yoluyla edindiğimiz simgeleri gerçekleştirir, ‘doğrular’ oluyoruz. Bu ise, 'sosyal uyum' sayesinde zaman içerisinde rahatça sağlanabiliyor.
Sağ, sol, terörist, anarşist, kemalist, amerikancı, emperyalist, demokrasi, hak, özgürlük, refah devleti, şehit, fransızlar, vb. kelimelerin ne anlama geldiği değil de, bize sadece belli olumlu/olumsuz duygu geliştirmemiz için verilmiş, bir açıklaması, sebep-sonuç ilişkisi, başka kavramlarla bilimsel bir ilişkisi olmayan bir yığın kelime zihnimizin içinde dolanıyor. Kullanan kişilere bu kelimeden ne kastediyorsun, ne anlıyorsun diye sormuyoruz, peki ben ne anlıyorum da ne tepki gösteriyorum diye durup düşünmüyoruz. Bunu yapmamızın sebebi de bunun etrafta bu şekilde yapılıyor olması, kültürümüz tarafından şekillendiriliyor olmamız. Mesela, kelimeleri (yani bir çeşit simgeyi) duyduğumuz anda kelimeyi kullanan kişinin kurduğu cümlenin bağlamından çıkmış haliyle, kullanan kişinin kim olduğu ve bugüne kadar nasıl biri olarak kendini tanıttığından bağımsız olarak, sırf o kelimeyi kullandı diye, o kelimeden algıladığımız olumlu/olumsuz bir duyguya göre davranışa geçebiliyoruz.
Bize yaygın medya aracılığıyla ulaştırılan simgelerin fonksiyonu, bu simgeleri çağrıştıran başka simgelere ve bu simgeleri kullanan kişilere karşı olumlu/olumsuz bir duygu beslememizdir. Eğer kullanan kişiye karşı olumlu bir duygu besleyip 'biz'den olarak algılarsak kişiyi dikkate alıp (o kişiyle yakınlık kurmak, diyaloga açık olmak, kişiyi sevmek, dinlemek istemek vb.) dediklerinden olumlu anlamlar çıkarcak şekilde bakarız. Eğer kullanan kişiye karşı olumsuz bir duygu besleyip 'onlar'dan olarak algılarsak, kişiye karşı bu algıdan sonra gelecek olan algılarımızı (jest, mimik, hareket, davranış, diğer simgeleler) olumsuz algılayacak şekilde geliştiririz, ya da kişiyi toptan dikkate almayız.
Propagandadan edindiğimiz simgeler, dünyayı gerçekdışı olarak algılamamıza sebep oluyor. Düşünce, duygu ve davranışlarımızı şekillendiriyor. Bu, bilimsel düşünceden uzak bir durum. Bu biçimde 'şekillendirilmiş', sosyal uyum sayesinde de yaygınlaşmış duygu, düşünce ve davranışlarımız gerçeklikle bağdaşmıyor. Bilimsel ilkelerin geçerlilik oranının yüksek olduğuna inanılan bilimsel çağımızda (bilgi çağında), propaganda ve belli kişilerin provokasyonu sayesinde, bilim-öncesi zamana ait bir nevi 'sanrı'ların şekillendirdiği zihinlerle yaşıyoruz. Herkes insan, herkes eşit, ırkçılık zırva, vs. gibi bilimsel çağın vesilesiyle oluşan insani söylemlerin övüldüğü bir dönemde yaşıyoruz. Fakat, yaşamlarımıza bakarsak, zihinsel olarak hala bilimselliğin öncesi bir dönemdeyiz. Zihinsel bir çağ gecikmesi yaşıyoruz. Bilimsellikten uzak bir zihni teşvik eden yaygın medya aracılığıyla iletilen simgelerle yaşayarak aslında geriye gidiyoruz, bölünüyoruz, birbirimizden uzaklaşıyoruz, olumsuz duyguların (sinir, korku, kaygı, hüzün, umutsuzluk) hakim olduğu bir döneme 'karanlık çağa' doğru yol alıyoruz. Hayvani güdülerimizle davranan varlıklardan öteye gidemiyoruz. İnsanın hayvandan farkı olan ‘önce algıla-algıdan bir duygu al-o duyguyla ilgili zihinsel muhakeme yap- duygunu dönüştür ya da pekiştir-sonra davanışa dönüştür’ değil de, ‘algıla-sonra duygu edin-sonra da davranışa dönüştür’ şeklinde gerçekleştirdiğimiz bir yaşama doğru geri gidiyoruz.
Sokakta görüp de bizden farklıymış gibi algıladığımız insan da karnı doysun, güvenliği olsun, uyuyabilsin, dolaşabilsin, çocuklarına iyi ebeveyn olabilsin, mutlu olsun, arkadaşları olsun, ölmesin, acı çekmesin vb. gibi hepimizin istediği şeyleri istiyor. Kimse aslında bizim düşmanımız değil. Kimse sandığımız gibi 'öteki' değil. Bizi 'öteki'leştiren zihnimize kakılıp durulan propagandalar. (propagandaya tüketici robot oluşturma propagandaları da dahil)
Artık, insanların seyircilerin gözü önünde inançları yüzünden parçalanmak üzere aslanlara atıldığı ve seyircilerin bundan keyif aldığı, kadınların insan olup olmadığı konusunun tartışma konusu olduğu, 5 yaşındaki çocuğun yetişkin kabul edildiği devirlerde yaşamıyoruz. İnsanlar, içinde yaşadıkları toplumlarla birlikte evrimleşiyor, daha iyi bir yaşam anlamında ilerliyor. Fakat, zihnimizdeki ‘gecikme’ durumunun farkına varıp, kendimizde bulunduğunu düşündüğümüz iyilik, anlayış, hoşgörü, vb. özelliklerimizin de bu ‘gecikme’ durumundan nasibini alır şekilde hala olması gerektiği düzeyde olmadığını anlamamız gerekiyor. Toplum sürecinde geldiğimiz son aşama ulus-devlet aşaması olduğunun bilincine varıp bunun gerektirdiği şekilde zihnimizi şekillendirmemiz gerekiyor. Bölük pörçük birbirini ‘öteki’ olarak algılayan gruplar halinde getirilmememiz gerekiyor. Sömürgecilik döneminden yakın zamana kadar soykırım yapmakla suçlanabilecek olan Batılı devletler nasıl bunu gündeme getirtmiyorsa, nasıl ırk, din, mezhep, kültür, soy, sop farkı gibi konuları gündeme getirtmiyor ve ulus-devlet sınırlarının içerisinde herkesi tek bir ‘sistem’e bağlayıp bir bütün olarak davranabiliyorsa, bizim de birbirimizi ‘biz’ olarak algılamamız gerekiyor. Bunu yapamazsak, durumumuz bunu yapamamış olan diğer devletler gibi olacak. Evrimde gelinen son nokta neresiyse orada olmamız gerekiyor. Evrimdeki bir sonraki aşamaya geçişi sağlayabilecek bir devirde olmamıza rağmen daha da geriye götürülmeye izin vermememiz gerekiyor.Yaygın medyada, yaygın medya tarafından şekillendirilen günlük diyaloglarımızda ve anlama değil de ezbere dayalı eğitim sistemimizde ‘ulus-devlet’, ‘toprak bütünlüğü’, ‘özgürlükler’, ‘sosyal evrim’, ‘özgürlükler’, ‘demokrasi’, ‘vatan bölünmez’, ‘emperyalizm’, ‘soykırım’ gibi kelime ve söylemlerle ilgili yalnızca olumlu/olumsuz duygu ve belki çok basit tanımlar ediniyor, fakat neyin tam olarak ne anlama geldiği, neden önemli olduğu, dikkat etmemiz gereken tehlikeler nelerdir, bu kavramların başka kavramlarla bağı, bütünlüğü, ayrılığı nelerdir, vb. bilgileri edinemiyoruz. Bunları farkedip önemini kavramamız için özel olarak ilgilenmemiz ve zihnimizde bunlarla ilgili ‘şemalar’ oluşturmamız gerekiyor ki kavrayabilelim, daha geniş bir perspektiften bakabilelim. Kelimelere karşı sadece olumlu/olumsuz duygularımızın olması, onları kullananların elinde bir oyuncak robot olmamızı sağlar. Kelimelerin anlamlarını kavrayıp, aralarında ilişki kurup, gözlemlerimizi bu bağlamda yaptığımızda, kullananın icraatleri ile kelimeleri arasındaki farkı anlayabiliriz. Bilgiyi nereden aldığımız çok önemli. Gün içinde zihnimize girenlerin ne olduğu çok önemli.
Propagandanın etkisi haricinde esas olarak düşünce, duygu ve davranışlarımız ailemiz, içine doğduğumuz toplum, arkadaşlıklar tarafından şekillendiriliyor. Bilimsel bir zihin aşamasına ulaşamadığımızdan dolayı, dürtülerimizin belirlediği ihtiyaçlarımızı karşılamaya yönelik davranışlarımız haricinde, günlük yaşamımızda birbirimize karşı neredeyse ilk aklımıza gelen çağrışımla tepkide bulunuyoruz. Duygu, düşünce ve davranışımızı etkileyen aile, grup ve toplumumuzun şekillendirdiği haliyle, kültürel kodları kullanarak, bir insanın jest,mimik, çıkardığı bir ses, kullandığı bir kelimeden bir anlam çıkarıp ona göre bir düşünce, duygu ya da davranış oluşturuyoruz. Kültürel kodlar algımızı biçimlendiriyor, bu kodlara göre düşünce, duygu ve davranış oluşturuyoruz. Bilimselliği yakalayamamış zihinlere sahip olmamız karşımızdakileri daha gerçekçi olarak algılamamızı engelliyor. (Mesela, ‘kısa etek giymiş, demek ki bu kadın aranıyor’ gibi bilimsellikten yoksun, tekrar edilerek bu günlere gelmesinden dolayı doğruymuş gibi kabullenilip tekrarlamaya devam edilen bir söylem ve bu söylemin yansıttığı düşünce, bu düşüncenin de belki vesile olabileceği olumsuz davranış).
Bununla birlikte, stres, kaygı, hüzün, öfke, ümitsizlik, vb. gibi olumsuz bir duygu durumundaysak, algımızda seçeceğimiz karşı tarafa ait veriler ‘negatif’ olarak anlamlandırılarak zihine girebiliyor ve çıktısı ya da zihinde düşünce olarak yer ettiği hali olumsuz olabiliyor (ya da olumlu bir veri varsa onu algılayamayabiliyoruz). Tam tersine, olumlu bir duygu durumundaysak, verilerin algılanması daha az olumsuz bir duyguya, nötr bir anlama ya da belki de olumlu bir duyguya yol açabiliyor. Bütün bunları toptan değerlendirdiğimizde, bu durum aslında birbirimizi çok az ya da hiç anlamadığımız anlamına gelebiliyor. Anlamlandırmalarımız, bizi birbirimize yakınlaştırıp, uzaklaştırabiliyor. Anlamlandırmalarımızın geçerliliğini sorgulamadığımızda (mesela karşımızdaki insanın bir kelimesinden olumsuz bir duyguya kapıldığımızda karşımızdakine ne demek istedin?, neden öyle bakıyorsun sinirli misin?, benimle dalga mı geçiyorsun? vb. sorular sormadığımızda) varsayıma dayalı bir anlamlandırmada bulunmuş olabiliyoruz, bu ise ilişkilerimizi çok olumsuz etkileyebiliyor. Duygu, düşünce ve davranışlarımız kültürel kodlara göre biçimleniyor. Toplumumuzun bize verdiği tekrarlarla ‘doğru’ olarak kabul edilip tekrarlanmaya devam eden duygu düşünce ve davranışlarımıza göre biçimlenen zihnimiz de bilimsellikten uzak, daha geçerli bir ‘bilgi’den uzak olduğu için, zihinsel anlamda bilimsel aşamaya geçemiyoruz.
Kullanıcı küçük betizi
serinselin
Üye
Üye
 
İletiler: 3
Kayıt: Sal Eyl 18, 2012 8:28

Şu dizine dön: Sizin Makaleleriniz

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

cron

x