SEVR’in Son Aşaması: PKK-CEMAAT Yakınlaşması

Tartışma Alanı

SEVR’in Son Aşaması: PKK-CEMAAT Yakınlaşması

İletigönderen Türk-Kan » Çrş Oca 19, 2011 19:50

SEVR’in Son Aşaması: PKK-CEMAAT Yakınlaşması

Malum odakların kiralık cazgırı ve yandaş medyanın şımarık oğlanı Rasim Ozan Kütahyalı, Fetullah Gülen ile Abdullah Öcalan’ın artık uzlaşması gerektiğini iki sene önce yazmıştı.

Onun aklının böyle şeylere yatmayacağına ve kerameti olmadığına göre, bu projenin malum güçler tarafından hazırlanıp, onun eliyle kamuoyunu alıştırmak üzere servis edildiği sırıtmaktaydı.

“Türkiye’nin ve Türk devletinin yüzleşmesi gereken iki realite var...

Bugünün Türkiye’sinde Kürt realitesi bağlamında herkesin bildiği sembolleşmiş bir isim var... Bugünün Türkiye’sinde İslam realitesi bağlamında da herkesin bildiği sembolleşmiş bir isim var... Türk devlet sisteminin varlığını ve gerçekliğini inkâr etmek istediği iki isim...

Bu isimler Fethullah Gülen ve Abdullah Öcalan...

Beni üzen şey bu iki hareket mensupları da birbirileri hakkında konuşurken hâlâ “devlet dili”yle konuşuyor... Gülen hareketinin yayın organlarında DTP’ye dair yapılan haberler JİTEM diliyle yapılıyor... Kürt hareketinin yayın organlarında ise Gülen hareketine dair yapılan haberler Cumhuriyet gazetesinin diliyle yapılıyor... İki taraf da birbirini muhatap aldığında birden bu toprakların hastalığı İttihatçı zihniyetin türbülansına giriyorlar... İttihatçı bir zihniyetin temsilcisi olarak birbirlerine çakıyorlar... Hemencecik türbülansına girdikleri İttihatçı zihniyetin hem dindarlara hem de Kürtlere düşman bir ideoloji olduğunu anında unutuyorlar...” [1]  sözleri PKK-Cemaat yakınlaşmasının altyapısıydı.

PKK ile cemaatin “yağlı ballı kuzu sarması” olmasını beklemek elbette saflıktır ve sırıtır. Ancak Sevr’in son aşamasına gelindiğinden; Türkiye’nin resmen değilse de fikren ve fiilen parçalanmasının ilk adımı olarak Güneydoğu’ya özerklik konusunda artık birlikte hareket edecekleri ve birbirlerini dolaylı destekleyecekleri bir süreç başlamıştır.

PKK-Cemaat barışı için şartların oluşturulması


PKK’nın fikri ve fiili lideri Abdullah Öcalan’ın, Gülen Hareketi’ni tanımlarken:

“Ben kendilerini bir tarikat-cemaat olarak görmüyorum. Hatta tek başına ne bir tarikat ne de bir cemaattir. Biraz sivil toplum örgütü, hatta bir siyasi parti işlevine sahip olduğunu düşünüyorum. Rolü önemlidir. Bana göre daha çok Türkiye ve Ortadoğu’da bir sivil toplum örgütüdür. Sivil toplum örgütleri gibi toplumun demokratikleşmesinde, aydınlatılmasında herhangi bir siyasi çıkar beklemeden rol alabilirler. Hatta Ortadoğu’nun bir siyasi partisi gibiler.” diyor.

“Doğru, Gülen Hareketi bir siyasi parti değil ama iktidarla ortak vaziyette..

Tanımlanmış bir siyasi iktidar perspektifi yok ama siyasetin içinde.

Kendisini devletle bağlı görmüyor ama devletin ta tepesinde..

Bir siyasi parti değil; ama bir sosyo-politik İslami hareket halinde..

Ulusaşırı (transnasyonal) nitelikte, ama Türk orijinli ve “Türk misyonerler” rolünde.

Ne modern, ne de geleneksel.

Ne şeffaf, ne de gizli.

Ne merkezi, ne de adem-i merkeziyetçi...” [2] 

28 Şubatçıların PKK'ya yanaşması


Haber 365 adlı, internet haber gazetesinin aktarmasına göre...

PKK kaynakları çok ilginç bir iddia ileri sürüyor, 28 Şubat döneminin güç odaklarının PKK’ya o dönemde mesaj gönderip “ateş kes” istediklerini belirtiyordu.

Yani, “28 Şubat’ta askerler ve onlarla birlikte hareket eden sivil yönetim, PKK’ya ‘Biz yeni bir Türkiye kurmak istiyoruz’ mesajı gönderiyordu.”

İddiaya göre, “Devlet kendine barış yapacak bir muhatap, çözüm niyetini PKK’ya iletecek arabulucular arıyordu.”

Bu sırada devreye Milli İstihbarat Teşkilatı giriyordu. Üst düzey MİT yetkilileri 7 Mayıs 1997 günü HADEP içinde ılımlılar olarak bilinen Sedat Yurtdaş, Sırrı Sakık gibi isimlerle Yıldız Sarayı’nda bir araya geliyordu. Mektup meselesi de bu sırada gündeme geliyordu.

“18 Ağustos 1998 tarihinde gönderildiği belirtilen bu mektup Ağustos Mektubu olarak biliniyor.” Önce el yazısıyla yazılıp daha sonra da üst düzey MGK, MİT yetkilileri tarafından imzalanan mektup, devletin en üst düzey yetkililerine de okutulup, onların da onayı alınıyordu.

Abdullah Öcalan tarafından İmralı’dan defalarca dillendirilen ama bir türlü “devlet” tarafından yanıt verilmeyen mektup işte bu oluyordu!

Yani Erbakan’ın Refah-Yol Hükümetini yıktıran Siyonist merkezler ve işbirlikçi teresler, Apo’yla irtibata geçip Kürdistan’ın kurulmasına zemin hazırlıyordu. 28 Şubat sürecinde Erbakan aleyhine faaliyet yürüten Fetullah Gülen’le bugün PKK çete reisinin irtibat girişimleri bizleri şaşırtmıyordu. Çünkü her ikisinin de küresel şebekenin piyonları oldukları tarafımızdan biliyordu.

Zaten İmralı’da Apo ile görüşen, sözde devletin adamları, gerçekte ABD’nin ajanları, eşkıya başına Cemaate barış ve işbirliği teklifi yapmasını telkin ediyor, döndükten sonra da kendilerini Yalova’da hazır bekleyen Zaman yazarı Hüseyin Gülerce’ye bu mesajı iletiyordu. Yani senaryonun İsrail Lobilerince hazırlandığı ve Sevr’in tatbikini amaçladığı her halinden sırıtıyordu. Bu aynı zamanda, “Bakınız, PKK bile cemaate mecbur ve mahkûm oldu” şeklinde Fetullahçıları en güçlü organizasyon olarak gösterme ve BOP kılıflı Büyük İsrail Projesinde, daha etkin roller yükleme operasyonuydu.

Hüseyin Gülerce’nin:

“Mehtap TV'deki Düşünce Günlüğü programımızda, bu görüşme ile ilgili geniş bir açıklamada bulundum. Dün de PKK'ya yakınlığı ile bilinen Fırat Haber Ajansı'nda bu görüşme yer aldı. Haberde bizim görüşmemizin aktarılmasından sonra, Öcalan'ın değerlendirmesi, "Gülen Hareketi'ne önemli roller düşüyor" başlığı ile verilmiş. Dolayısıyla sanki kendisine bir mesaj iletilmiş, o da bu mesaja cevap vermiş gibi yanlış anlamalara neden olabilecek bir algı doğabilir. Belirtmek istediğim şudur: Görüşmemizde, ben Sayın Cumhurbaşkanımızın, aylardır, Türkiye'nin en önemli meselesinin "Kürt sorunu" olduğunun altını çizdiğini hatırlatarak, bu meselenin ülkemiz ve geleceğimiz için çözülmesinin şart olduğunu belirttim. İki hususu da çok önemli bulduğumu ifade ettim: Samimiyet ve üslup...” [3]  itirafları Cumhurbaşkanı Sn. Abdullah Gülün de bu senaryoda dolaylı rol oynadığının ipuçlarını veriyordu.

Kandil Karargahı!


Büyük İsrail hesabına Kürdistan projesinin kadın kalemşörlerinden Taraf Gazetesinden Habertürk’e geçen Amberin Zaman, ilk büyük röportajını Kandil’e çıkarak PKK’nın bir numarası Murat Karayılan’la yapmıştı. Daha sonra Show TV ve Türkiye gazetesine de konuşan Karayılan, 7 askerin şehit düştüğü Reşadiye pususu için, “Merkez eylemi değildi, tasvip etmedik” diyerek Cemil Bayık’ı hedef gösterip Amerika’yı aklamaya çalışmıştı. Karayılan, Habur şovu için de “Devlet üniformayı çıkar diyebilirdi” diyerek AKP’yi suçlamıştı.

Kandil bölgesinde vadi tümüyle PKK'nın kontrolünde bulunmaktaydı. Yaklaşık 400 köy, Süleymaniye sınırından Hakkâri’ye, Şemdinli'ye değin uzanan Zagros Dağları PKK’nın hükümranlığındaydı. Vadi 2000 yılından sonra tümüyle Amerikan destekli PKK'nın emrine bırakılmıştı; örgütten izin almadan ayak basmak imkânsızdı. Yüksek tepelerde bütün vadiyi gözaltında bulunduran mevziler vardı, karayolu da denetim altındaydı.

Bu yüzden, yıllardır yapılan sınır ötesi operasyonlarla, hava akınları ve atılan binlerce ton bombalarla ciddi sonuç alınamadı. Eğer düzenli orduyla gerillayı yok etmek mümkün olsaydı, ABD, Vietnam'dan yenik çıkmaz, Batista, tankıyla, topuyla, uçağıyla Castro'ya boyun eğmezdi. Onun için özel, gerilla savaşını bilen birliklerin bir an önce eğitimlerini tamamlayıp bölgeye gelmesi ve Kandil’e hücum etmesi şarttı, bu ise ABD’yle vuruşmayı göze almaktı.

Şimdi biz gene dönelim Karayılan'ın basın toplantısına! Irak'taki Kürt Yönetiminin başı Mesud Barzani'yle İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın kendilerine üç aşamalı bir plan ilettiğini söylüyor Karayılan. Önce uzun bir eylemsizlik süreci, derken silahlı güçlerin Kuzey Irak'a geri çekilmesi, sonunda da örgütün tümüyle silahsızlandırılması. Ancak Karayılan "Bu bir tasfiyedir. İrademiz dikkate alınmıyor. Bu tür girişimler sürecin işlemesine engel olur" diyor. Yani, ben bu işte yokum arkadaş demeye getiriyor. Onun istediği devletin PKK'yla masaya oturması. Uzlaşması. PKK'nın isteklerine boyun eğmesi ki bu BDP'lilerin de ağzından düşmeyen Kürt Özerk Bölgesi'nin kurulması anlamına gelir.

PKK İsrail’in kiralık eşkıyasıdır!

İsrailli istihbaratçılar Molla Mustafa Barzani döneminde de Kürdistan dağlarını kolaçan etmişler ve Barzani ile temasa geçmişlerdi. Kürt meselesini hem ideolojik hem de lojistik olarak destekledikleri inkârı kabil olmayan bir gerçektir. Molla Barzani de İsrail'in ilgisini karşılıksız bırakmaz ve İstihbarat raporlarıyla da teyit edildiği gibi İsrail'i defalaeca gizlice ziyaret etmiştir. Bu ziyaretin İbranice belgeleri de yayınlanmıştır. İsrail, Barzani ve Talabani (Şimon Peres'le Paris'te 1963 yılında Barzani'nin temsilcisi olarak görüşmüştür) ile görüşmesine mukabil Türkiyeli Kürtlerle de temasa geçmiştir. 28 Şubat sürecinde Erbakan’a karşı iç politikanın ve mücadelenin bir parçası olan İsrail, elbette ki bir rezerv olarak PKK gibi ayrılıkçı hareketlerle irtibata geçmiş, bu yönde uygun zamanı ve zemini değerlendirmiştir. Zaten başından beri PKK İsrail’in ve Yahudi Lobilerinin güdümündedir. Zira, İsrail için tabu veya dost yoktur. İsrail zaman zaman belgelendiği gibi ABD'ye bile ihanet etmiş ve hakkında istihbarat toplamıştır. Sözgelimi, Sri Lanka'da hem Sinhallerle hem de Tamillerle, Türkiye’de hem sağcı milliyetçilerle hem solcu sosyalistlerle, hem dincilerle hem laikçilerle ilişkilerini sürdürmüş ve tavşana kaç tazıya tut politikası izlemiştir.

Murat Karayılan'ın açıklamalarıyla birlikte İsrail-PKK münasebetleri yeniden gündeme gelmiştir. Karayılan basına da akseden konuşmalarında Türkiye'yi ortak düşman olarak nitelendirmiştir. Bu esasen kendileri açısından doğru bir değerlendirmedir. Türkiye'nin ağırlığını İslam dünyasına kaydırması halinde bundan en zararlı çıkacak iki taraf vardır. Bunlardan birisi İsrail diğeri de PKK'dır. Zira, Türkiye'nin İslam alemine yanaşması ve etrafıyla kenetlenmesi, ittihad-ı İslam politikaları hem İsrail hem de PKK'nın antidotu ve panzehiridir.

PKK'nın bir numaralı ismi Murat Karayılan İsrail yönetimine Türkiye ile ilişkileri koparma çağrısı yaparak "Türkiye, İsrail'le bizim ortak düşmanımızdır" demiştir. Yanlış da değil. Kandil Dağı'nda İsrail Kanal 2 televizyonuna konuşan Karayılan, Türkiye'nin PKK'ya karşı kullandığı en gelişmiş askeri teknolojileri İsrail'den satın aldığını belirterek, iki ülke arasındaki askeri ilişkilerin PKK'ya zarar verdiğini söyleyip akabinde İsrail'e: "Bizi yok etmeye çalışanlara yardım etmeyin!" demiş, Türkiye'nin İran ve Suriye ile yakın ilişkiler kurduğuna dikkat çekerek; "Bizim düşmanlarımız İsrail'in de düşmanlarıdır" itirafı ile İsrail'le aynı cephede olduklarını söylemiştir. Bu bağlamda, Lübnan'da PKK'nın İsrail'e taşeronluk yaptığı da zapta geçmiştir. Buna göre, Lübnan güvenlik birimlerinin İsrail casus şebekelerine yönelik Eylül ayı başında (2010) başlatılan operasyonları kapsamında, Lübnan Askeri İstihbarat Teşkilatı, Başkent Beyrut'un yaklaşık 20 kilometre kuzeyindeki sahil kenti Junye'de gerçekleştirilen operasyonda 3 PKK'lının yakalandığı belirlenmiştir. Yakalanan örgüt mensuplarının sorgulanmaları sonrasında, ''Lübnan'da İsrail adına casusluk faaliyetleri yürüttükleri'' gerekçesiyle tutuklandıkları kaydedilmiştir. Ve yine, PKK'nın Lübnan'daki faaliyetlerinden rahatsız olan Hizbullah mensuplarının, PKK'lıların ''PKK'ya yönelik operasyonlar ve idamlar'' nedeniyle başkent Beyrut'ta İran karşıtı düzenledikleri protesto gösterisine müdahale etmeleri nedeniyle yaşanan çatışmada 2 PKK'lının öldüğü, 8'inin yaralandığı belirlenmiştir.

BDP’li Gülten Kışanak söylemek istediklerimizi gayet veciz bir biçimde özetlemiştir: “Türkiye ile duygusal kopukluktan fiziki ve fiili kopukluğa doğru gidiyoruz. İşte o oranda da İsrail ile duygusal ve fiziki ve fiili yakınlığa doğru ilerliyoruz. Zaten bunun böyle olması gerektiğine inanıyoruz. PKK'nın çözülmesi karın çözülmesi gibi olacaktır. Kontrolsüz bir sürü silahlı unsur ortaya çıkacaktır. Neticede, bunlar aynen Ebu Nidal gibi kiralık silah olmaya namzettirler. İsrail'le duygusal ilişkileri de bunu gösteriyor.” [4]  Yani PKK’nın siyasi kanadı BDP, Güneydoğu’da federatif yapıya kavuşursa, PKK’nın askeri kanadı ise İsrail’in kontrolünde çalışacaktır.

Türkiye’yi Türksüzleştirme planları!


Tarihçi Prof. Dr. Selim Deringil’e göre, “bugün Türkiye’de gerçekten Orta Asya geni taşıyanlar yüzde 3 oranındaymış!”

Neşe Düzel:
Anadolu’yu biz anayurt olarak görürüz. Ama buraya geleli daha bin yıl bile olmadı. Biz buraya geldiğimizde Anadolu’da kimler vardı?

Selim Deringil: Bizans İmparatorluğu Anadolu’da o sırada kimleri yönetiyorsa, onlar vardı. Yüksek sayıda Rum ve Ermeni vardı. Kürtler vardı. Araplar, Süryaniler, Keldaniler, Nasturiler, Yahudiler vardı... Mesela Karaim denen Yahudiler Bizans zamanında İstanbul’da yaşıyorlardı. Rumlar, Ermeniler, Kürtler her taraftaydılar. Rumlar özellikle İstanbul, Karadeniz ve Ege sahillerinde, Ermeniler de daha çok Doğu Anadolu’daydılar. Bunların hepsi iç içe geçmiş nüfuslardı.

Türkiye’de bugün kendine Türk diyen nüfus... “Orta Asya’dan geldik” diyoruz ya... Bugün artık genetik araştırmalar yapmak mümkün. Bir arkadaşım bu konu üzerine çalıştı. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, bugün, TC’nin nüfusu içinde, damarlarında gerçekten “Orta Asya’dan” denebilecek genleri taşıyanların oranı yüzde üç gibi çok küçük bir oran.”


Bu saçmasapan iddialar, Türkiye’yi etnik olarak parçalama ve Türkleri yok sayma senaryolarına psikolojik zemin hazırlama çabalarıydı.

Halaçoğlu’nun eksik açıklamaları!


Türk Tarih Kurumu eski Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, geçtiğimiz günlerde yaptığı “PKK üst düzey yöneticilerinin yüzde 60 ila 80 itibariyle Ermeni kökenli” açıklaması, kafalarda soru işaretleri bırakmıştı.

İstihbarat birimlerinin de elinde olan ve PKK üyesi ve yandaşı 569 kişilik bir liste, Halaçoğlu’nun açıklamasının ardından daha bir önem kazanmıştı.

Listede, tam 569 PKK üyesi ve yanlısının gerçek etnik kökeni yer almaktaydı. Bu listede yer alanların yüzde 65’i Ermeni, yüzde 25’i Süryani ve yüzde 10’u da Yezidi kökenli çıkmıştı.

Özellikle bu teröristlerin üst düzeylerinin kökeni karışıktı.

Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Avaztürk’e yaptığı değerlendirmede “Ben bu açıklamayı şu nedenle yapmıştım: Türkiye’de asıl konu ile uğraşmak yerine sanki bir Kürt-Türk savaşı varmış gibi göstermeye, meseleyi o yöne çevirmeye çalışıyorlar. Bu nedenle sürekli bu meseleye dikkat çekmeye çalışıyorum” açıklamasını yapmıştı.

Halaçoğlu'nun elindeki belgeler ile Öcalan'ın kökenlerine dair tezleri yan yana koyunca aklımıza gelen en doğal soruları sıralamamız gerekirse:

    1) Gerçek adının Artin Agopyan olduğu iddia edilen Öcalan'ın ailesi, Kürtleşmiş Ermeni midir?

    2) Halaçoğlu'nun kamuoyuna açıklamadığı belgelerde, Öcalan'ın ailesinin köklerine dair kanıtlar nelerdir?

    3) Bu kanıtlar açıklandığı takdirde; Kürtçülük hareketi ile Ermeni tezlerinin yakınlaşmasından mı, yoksa Kürtçülük hareketinin içerisinde çatlaklar meydana gelmesinden mi endişe edilmektedir.

    4) Bu konuda Halaçoğlu'na: “Bazı gerçekleri açıkla ama bazı durumları ise özenle sakla!” tavsiyesi yapan kimlerdir?

    5) Abdullah Öcalan’la Fetullah Gülen aynı kökenli midir? Pakradunilikle (Yahudi asıllı Ermeni dönmeliği) ilgileri varsa niçin gizlenmektedir?

    6) Türkiye’deki siyasi, iktisadi ve askeri yüksek bürokrasideki gizli kimlikli ve kirli niyetli kişiler hangileridir?
Fetullah Gülen’in açılım hazırlığı!

Varsayın ki ben bir cemaatin bilge hocası yapılıyorum. Kitleleri kendime bağlıyorum. Onlar zaman içinde bana öyle bağlanıyorlar ki hiçbiri sözümden dışarı çıkmaz oluyor. Eskiden her biri sıradan mütedeyyin birer Müslüman iken, benim etki alanıma girdiklerinde durumları değişiyor; artık her biri sürünün parçası haline dönüşüyor. Bu durum salt benim çabamla olmuyor tabii. Küresel güçler ve işbirlikçi çevreler beni destekliyor. Sosyalist ve Kemalist geçinen laikçiler dindışı söylem ürettikçe, benim dindarlık söylemim önem kazanıyor. Onlar, din dışı söylemle bana her saldırı yaptıklarında yine ben güçleniyorum.

Zaman içinde öyle sosyal etkileşimler oluyor ki, bana takılanlar, kendi çevrelerini etkiliyor, dalga dalga bütün toplumda varlığım hissedilmeye başlanıyor.

Artık ben karizmayım. Televizyonlarım, basın-yayın organlarım, okullarım, bankalarım, türlü türlü vakıflarım çoğalıyor.

Kısacası ben şöyle ya da böyle sistem içinde güç kazanıyorum. Bana bağlanan ve sürüye dönüşen insanların oluşturduğu koca grup/cemaat mensupları, televizyon ve gazeteler aracılığı ile sık sık Devletin Türklüğü dayattığını anlatıyor. Artık sunucularım, yazarlarım ve yorumcularım, devletin Kürtlere ne kadar haksızlık ettiğinden öylesine çok söz ediyorlar ki, bağlılarımın bunları tartışmasız doğrular gibi algılıyor.

Çünkü ülkemde Kürt ve Türk binlerce bağlım bulunuyor. Şimdilerde her bağlıma, öteki bağlılarım şu mesajı veriyorlar: “Bu ülkede Kürt diye bir etnik grup yok sayıldı. Bu grubun varlığını bu devlet hep inkâra kalkıştı. Kimi zaman dağlarda başına bomba yağdırdı. Köylerde halka zulüm yaptı. Bu durumda elbette Kürt realitesini kabul etmek ve onların sorunlarını çözmek lazımdı.” Diye sürekli beyin yıkıyor. Bunları duyan Kürtler; “Vay be! Demek ki biz farklı bir ırk ve mağdur bir milletmişiz. Türkler hiçbir şeyimiz değilmiş. Üstelik asırlarca bizim haklarımızı yemişler ve bizi esir etmişler!?” diye düşünmeğe başlıyor.

Türklerden olup da bu Hocaya din iman aşkına bağlananlar ise; “Yazıklar olsun, böyle devlet, böyle adalet görülmüş mü? İnsanın ırkını, varlığını yasayla, dayatmayla değiştirmek mümkün mü? Anadilde konuşturmamak, eğitim hakkı tanımamak zulümdür. Takip ettiğim cemaatimin gazete ve televizyonların yazarları, yorumcuları ne kadar haklıymış” şeklinde düşünüyor.

Taraftar böyle düşünürken süreç işliyor, zaman ilerliyor, ortam değişiyor. Derken sürecin sonuna geliniyor.

Oraya vardığımızda karşımıza ne mi çıkıyor? Kürtlerin sınırları belli bir devleti ve vatanı oluyor, Türklerin ise bölünmüş ülkesi ve çözülmüş devleti kalıyor. Beyni uyuşturularak, sürüye döndürülmüş Türklerin kendi rızasıyla böldükleri küçültülmüş ve bölünmüş ülkesi ortaya çıktığında artık yapacak bir şey kalmıyor çünkü iş işten geçmiş oluyor. İşte bu toplumu buraya sürükleyen yol, onlarca kurmacanın ve tuzağın bir sonucu ortaya çıkıyor.” [5] 

AKP’nin 37 milyon dolarlık "Kürt kapanı"


“AKP hükümeti, Birleşmiş Milletler’den Diyarbakır Siirt Batman illerinde kırsal kalkınma projesi için 37 milyon dolar borç alır. 37 milyon dolarlık fon önce AKP’li Tarım Bakanı Mehdi Eker ve ardından Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir ekibini harekete geçirir. Diyarbakır’da dağıtılacak karşılıksız 10 milyon dolarlık hibe ve çeşitli ihaleleri kapsayan 37 milyon dolarlık projenin kullanımı için bürokratlara baskılar artar; onlar direnir. Bunun üzerine çeşitli senaryolar, yıldırma ve bertaraf etme politikaları ortaya konur. Paranın amaç dışı kullanımı için ortaya konacak senaryoların kılıfını “demokrasi”, “insan hakları”, “eşitlik” gibi evrensel değerler oluşturur. Başta Birleşmiş Milletler yetkilisi olmak üzere kimi bürokratlar bu tertiplere direndikçe olaylar tırmanır ve tertibin içine AKP’li Tarım Bakanı Mehdi Eker ve Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir ekibinin ardından, Taraf Gazetesi, Kemal Derviş, Etyen Mahçupyan, George Soros ve sözde demokrasi kahramanı çeşitli sivil toplum örgütleri eklenir. Bu örgütlerin içinde TESEV Yönetimi, Diyarbakır İnsan Hakları Derneği Başkanlığı, SOROS Vakfı, Batman İnsan Hakları Derneği Başkanlığı, Diyarbakır Barosu Başkanlığı, Uluslararası Af Örgütü gibi insan hakları ve demokrasi savunucusu olduğu iddiasındaki kuruluşlar vardır...” (“Türk malı” Yazarı: Bartu Soral)

Bartu Soral, “Bertaraf edilme tertipleri ile karşı karşıya kalan dönemin Birleşmiş Milletler Yetkilisidir.” Türkiye’nin çok iyi yetişmiş aydınlarından birisidir. Kalkınma ekonomisi alanında uzman bir isimdir. Yolsuzluk ekonomisi, “Türkiye’de Bitmeyen Ekonomik Kriz” üzerine kitapları ile bilinmektedir.

Pazarlık parçalanmaya dayandı!

Apo ile pazarlıklar ve Cemaati palazlandırmalar Türkiye’yi uçurumun kenarına taşımıştır. Cumhurbaşkanı Gül, “Devlet, terörle masaya oturmaz, pazarlık yapmaz, ama kurumları vardır. Devlet, terörü bitirmek için her yolu dener” diyerek “pazarlığa” meşruiyet kazandırmıştır. Danışman Yalçın Akdoğan da, “Elbette devletin ilgili kuruluşlarının cezaevindeki bir mahkûmla ister istemez bir diyalogu olacaktır” fetvasıyla “pazarlığa” kılıf hazırlanmıştır.

Erdoğan ve partisi “pazarlığı” inkâr ederken bile tekzip mi, tasdik mi etti anlaşılmadı. Muhalefet pazarlığı dillendirince Erdoğan meydanlara çıktı, bağıra çağıra, “Bu alçakça bir iftira. İspat edemezseniz şerefsizsiniz” şeklinde horozlanmıştı. Ama bir gün sonra “Hükümet değil devlet görüşür” itirafıyla da ayarını ortaya koymuşlardı.

Bu “pazarlık” olayı Habur rezaletinde de aynen yaşandı. Hatırlanacaktır, Habur’a, önceden yapılan anlaşma gereğince, devletin valisi, kaymakamı, müsteşarı, hâkimi, savcısı sınıra götürülmüş; Kandil’den gelen teröristler karşılanmış; kurulan çadır mahkemesinde alelacele duruşma yapılıp, “Biz pişman değiliz. Önderimizin emriyle barışı görüşmeye geldik” diyen eli kanlı teröristler, yasaların çiğnenmesi pahasına serbest bırakılmıştı.

Haysiyet kırıcı bu tablo için Recep Erdoğan: “Dün Habur Sınır Kapısı’nda yaşanan manzara karşısında umutlanmamak mümkün mü? Türkiye’de iyi şeyler, güzel şeyler oluyor. Devletin yetkili kurumları orada gerekli bir şekilde kendilerini karşılar, gerekli muameleler yapılır. Sonra da serbest bırakılanlar bırakılır ve bu süreç başarılı bir şekilde devam eder. 34 kişi sınırı geçti ve sabah saatlerinde 29’u, ilgili yasalarımız çerçevesinde bırakıldı. Bunu son derece olumlu ve sevindirici bir gelişme olarak gördüğümü ifade etmek istiyorum. Şu anda yargı diğer 5’i ile ilgili çalışmalarını da sürdürüyor. Neden bu coşkuyu, bu umudu milletle paylaşmıyorsunuz?” (20.10.2009 AKP Grubu) açıklamasını yapmıştı.

Bunların 2006’da terörist başının affına kapı açacak yasa tasarısını Meclise yollamasını, 2002’de başlatılan açılım tuzağının, etnik siyasallaşmanın hukuki ve psikolojik alt yapısının büyük çapta tamamlanmış olmasını da unutmayalım. Göreceğiz ki sıra, Cemil Çiçek’in ifadesiyle, Irak’taki kukla yönetime benzer bir “özerkliğe”, resmen bölünmeye gelmiş olacaktır.” Tespitleri acı gerçekleri yansıtmaktaydı.

Iraklı Kürt İslam Birliğinin Terör Örgütüne çağrısı: İsrail’in taşeronu olmaktan vazgeçin!


Iraklı şuurlu Kürtlerin, İsrail-PKK yakınlaşmasından ve teröristlerin İsrail tarafından bölge ülkelerine karşı kullanılmasından rahatsızlık duydukları açıklanmıştı. Irak'ta faaliyet gösteren Kürt İslam Birliği (KİB), İsrail'in bölgenin zengin yeraltı kaynaklarının peşinde olduğunu öne sürerek, Iraklı Kürtlerin Irak'ın kuzeyindeki faaliyetlere yönelik dikkatli olmasını hatırlatmıştı.

Kürt İslam Birliği'nin resmi yayın organı ''Yergirtu'' isimli haftalık dergide yayınlanan yazıda, İsrail'in dostluğunun Iraklı Kürtler için hiçbir değeri olmadığına işaret edilerek, Kandil'deki PKK yönetimine ''İsrail'in bölgedeki emperyalist emellerine hizmet etmekten vazgeçmeleri'' yönünde çağrı yapılmıştı.

Yazıda, İsrail Gizli Servisi'nin, suçsuz insanları katletmekte uzun sabıkası olan terör örgütü PKK'yı ve onun İran uzantısı PJAK'ı desteklediğine ve taşeron olarak kullandığına işaret edilerek, şöyle denilmişti:

''Geçen hafta Lübnan'da 3 PKK mensubunun İsrail adına casusluk yaptıkları gerekçesiyle yakalanması, PKK'nın bölgede İsrail’in hizmetinde olduğunun açık ispatıdır. Murat Karayılan, İsrail yayın organlarına yaptığı açıklamada, İsrail'in düşmanı bizim de düşmanımızdır diyerek, Tel-Aviv’den PKK'nın düşmanı olan ülkelerle ilişkilerini kesmesini talep etmesi, PKK'nın Siyonist rejimine ne kadar bağımlı olduğunu ortaya koymaktadır. PKK, İsrail'in emirlerini yerine getirerek, bölgede Siyonist rejimin lehine değişiklikler yapılmasına çaba harcamaktadır.”



 [1]  22.04.2009 / Taraf
 [2]  Kadri Gürsel / Milliyet
 [3]  09.12.2010 / Zaman
 [4]  Mustafa Özcan / Milli Gazete
 [5]  Ahmet Gürsoy / 28 Ağustos 2010 / Yeniçağ


Ahmet AKGÜL, Aralık 2010, Millî Çözüm Dergisi
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Şu dizine dön: Devlet ve Siyaset

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 2 konuk

x