Siyasetin Yapamadıkları ve Teröristin Dokunulmazı

İzlem (Strateji) - Bazen barışın, bazen de savaşın sanatı...

Siyasetin Yapamadıkları ve Teröristin Dokunulmazı

İletigönderen Ram » Pzt Mar 31, 2008 4:00

Terörle Mücadelede Siyasetin Yapamadıkları ve Teröristin Dokunulmazı

Bu ülke terörden çok acı çekti, yıllardır sürüyor, bitmedi, bitmiyor. Terör belası çocuklarımıza bırakacağımız bir miras olmamalıdır, diyen Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın bu söyleminin aksine miras kalacak çocuklarımıza, hem de şimdikinden daha da ağır bir tehdit olarak.

Neden? 1979 yılında Bucak aşiretinden Celal Bucak’a yapılan silahlı saldırı ile ilan edilen PKK terör örgütü şimdiye kadar neden yok edilemedi? Bugüne kadar değişik şekillerde sürdürülen bu mücadelede ne yanlış vardı, nerede yanlışlık yapıldı? Türkiye bu süreç içerisinde bir askeri yönetim yaşadı, tek parti iktidarı gördü, koalisyonlarla idare edildi ama sorun çözülmedi. 2002 yılından bu yana da AKP tek başına iktidarda ama terör gene bitmedi aksine artarak, siyasallaşarak, legalleşerek devam ediyor. Neden?

Bunun en önemli nedeni, terörle mücadelede ulusal bir stratejik plan ortaya koyulmayışıdır. Ulusal bir plan olmayınca, mücadelenin stratejik hedefi durumunda olması gereken unsurlar her siyasi otoriteye göre farklı anlam kazanmıştır. Hedef seçimdeki yanlışlıklara stratejik analiz eksikleri de eklendiğinde ortaya bir kör dövüşü çıkmış ve Türkiye’nin terörle mücadele süreci, “boşa geçen yıllar ve yok olan milli kaynaklar”, şeklinde bir anlamsız, sonuçsuz bir sürece dönüşmüştür.

Hedef Seçiminde Stratejik Hata

Ne yazık ki terörle mücadelenin merkezinde yer alması gereken stratejik hedefler, siyasi otoritelerin soruna farklı bakışları nedeniyle bir belirginlik kazanmamıştır. İç ve dış politik kaygılarla, kimi iktidar PKK terör örgütünü olduğundan çok küçük görmüş, kimisi de gerçeğin çok ötesinde değerlendirdiği için soruna doğru teşhis konulamamış, sorun belli olmayınca da asıl hedefler mücadelenin gerisinde kalmıştır. Gerçek boyutu belirsiz bir tehdit içerisinde doğru stratejik hedef seçimi de sağlıklı yapılamadığından, uzun yılları alan bu mücadele sonuç getirmemiştir.

Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in resmi ifadelerine göre, 1984-2001 arası otuz bin terörist etkisiz hale getirilmiştir. Bu çok önemli bir rakamdır. Aynı makam, Türkiye’nin terörle mücadelede 200 milyar dolarlık bir milli kaynağını (Bu rakam 1984-2001 arasını kapsamaktadır) harcamış olduğunu ifade etmektedir. Bu da göz ardı edilemeyecek düzeyde bir mali kaynaktır. Sarf edilen mali kaynaklar ile etkisiz hale getirilen terörist miktarı yan yana getirildiği zaman ortaya çıkan sonuç, bugüne kadar izlenen stratejideki hedefin dağdaki terörist olduğu gözler önüne sermektedir. Özellikle askeri alanda, dağdaki teröristleri etkisiz hale getirmek maksadıyla tüm gayretlerin gösterilmesine karşılık, hala terör ve terörist bitmediğine göre, hala şehit haberleri ve terör olaylarıyla Türkiye sarsıldığına göre, bu mücadelede seçilen hedefin doğru olmadığı, diğer bir deyişle mevcut hedefler arasında verilmiş olan önceliğin isabetli olmadığını bize düşündürmektedir.

Terörle mücadele uzun soluklu bir iştir, hedefin doğru seçilmesi ve milli kaynakların doğru hedefe yöneltilmesi suretiyle etkinlik kazanacaktır. Bu amaca yönelik ilk adım, bir bütün olarak ele alınması gereken terörle mücadele konsepti içerisinde doğru hedef analizi yapmakla atılmış olacaktır.

Teröristin Dokunulmazları; Örgütün Lider ve Yönetici Kadrosu

Mevcut mücadele konsepti içerisinde yürütülen operasyonlarla, önemli ölçüde dağdaki teröristlerin etkisiz hale getirilmiş olduğu bir gerçektir. Ama bu etkinlik lider ve yönetici kadro üzerinde sağlanamamıştır. Sözde lider ve yönetici durumundaki Cemil Bayık, Murat Karayılan, Fehman Hüseyin, Rıza Altun gibi isimler uzun yıllardır örgütsel etkinliklerini sürdürmektedir. Örgütün bir zamanlar iki numaralı ismi olan bölücü başının kardeşi Osman Öcalan’ın, Süleymaniye’de fırıncılık yaptığı ve ikinci kez evlenmek üzere olduğu medyada birinci sayfa haberi olarak verilmiş olmasına rağmen, hükümetin neden harekete geçmediğini anlamak mümkün değildir. Terörle mücadele açısından çok çelişkili bir durumla karşı karşıya kalmıştır Türkiye’ye. Örgütten ayrılıp peşmerge olanlara karşı bir eylem stratejisi yoktur. Lider kadroda yer alıp Avrupa ve Irak’ta faaliyet gösterenler sanki bir dokunulmazlık zırhı içerisindedir. Aslında bu lider ve yönetici kadro örgütün beyin takımıdır. Bunlar yabancı istihbarat örgütlerinin destek ve yönlendirmesiyle strateji belirlemektedir. Bu strateji içerisinde dağ kadrosunun o yıl ki eylem hedefleri, iç politikada uygulanacak esaslar ve Avrupa’da yürütülecek siyasi cephe faaliyetleri yer almaktadır.

Bu stratejinin tespitinde dağ kadrosunun hiçbir ilgisi ve etkisi yoktur. Lider kadro tarafından alınan kararlar, sözde konferans ve kongreler yoluyla bir alt yönetimdeki dağ kadrosu sorumlularına iletilmektedir. Terör örgütüne can veren, çalıştıran, kandırılarak dağa çıkarılanları bir sözleriyle ölüme gönderen bu lider ve yönetici kadrodur. Konuya en basit mücadele mantığıyla yaklaşılmış olsaydı, terörle mücadele konsepti içerisinde birinci öncelikli hedefi bu kadro olması gerekeceği anlaşılacaktı. Ne yazık ki bunlar teröristin dokunulmazı olmuşlardır. Siyasi otoritenin yönetimindeki iç ve dış dinamikler nedense bu kadroyu etkisiz kılmak için yönlendirilmemektedir. Varsa eğer ilk adım, Süleymaniye’deki Osman Öcalan’ın yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi ve yargılanmasının yapılmasıyla başlanmalıdır.

Yaklaşık otuz yıldır süren mücadelede örgütün lider ve yönetici kadrosu hep arka planda kalmış, dikkatler ise dağ kadrosuna çekilmiştir. İmralı’da yatan bölücü başının, örgütünü buradan idare etmekte olduğu kitaplara konu olmuştur. Artık politik çabalarla bu kadronun etkisiz hale getirilmesi mümkün değildir. Mücadelenin birinci öncelikli stratejik hedefi olması gereken bu lider ve yönetici kadro, doğrudan eylem ile etkisiz hale getirilmesi halinde bu durum, örgütte paniğe yol açacak, şehit pahasına aylardır dağlarda sürdürülen operasyonların daha etkili olması sağlanacaktır. Türkiye, bu eylemi gerçekleştirebilecek iç dinamiklere sahiptir.


Terörün Bilinmeyeni; Örgütün Finansmanı

Milli bir stratejik eylem planında yer alması gereken ikinci stratejik hedef örgütün finansman kaynaklarıdır. Genel Kurmay II. Başkanı Orgeneral Saygun, örgütün yıllık gelirinin 500 milyon AVRO olduğunu açıklamıştır. Örgüt bu kara parayı kaçakçılıktan ve AB ülkelerindeki siyasi cephe faaliyetlerinden sağlamaktadır. BM’nin terör örgütlerine finansman sağlayan kaynakların dondurulmasına ilişkin kararı olmasına rağmen bugüne kadar PKK’nın finansman kaynaklarına ilişkin önleyici bir tedbir uygulamaya konulamamıştır. Terör eylemlerini finanse eden kaynaklar, kara para ve bu paranın trafiği halen ortaya çıkarılamamıştır. Örgüte ait para kasalarının İsviçre bankalarında olduğu İmralı’da yatan örgüt başı tarafından ifade edilmiş olmasına karşılık, bu konuda ne tür bir işlemin yapılmış olduğu da belli değildir. Aslında para trafiğinin deşifre edilmesi, örgüte mali kaynak sağlayanların ortaya çıkarılması ve haklarında yasal işlem yapılması için de hukuken bir zorunluluktur.

Sınırlarımızdan yapılan kaçakçılık ve bu yolla elde dilen kara paranın transferi ve aklanmasının önüne geçilmesi konusu da gündeme hiç taşınmamıştır. Terör, kaçakçılığı yönetenlerin başvuru yöntemlerinden biri haline gelmiştir. Kaçakçı-terörist bağı gün geçtikçe karmaşık ve çözülmesi güç bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü kaçak, sınır bölgelerinde bir illegal ekonomi yaratmıştır. Aşırı nüfus artışı ve işsizlik, komşu ülkelerdeki aşiret bağları, sınırların mevcut tedbirlerle korunamayışı, kaçağa konu olan mallarda ülkeler arası fiyat farklılıkları, uyuşturucu madde kaçakçılığında uluslararası mafyanın desteği ve en önemlisi kaçak ile terör arasında organik bir bağın mevcut oluşu, belirtilen kaçak ekonomisinin ortadan kaldırılmasını güçleştirmektedir.

Siyasi otoritenin gerek Avrupa’dan gerekse kaçakçılıktan doğan örgütsel finansmanın kesilmesine yönelik bir planı gündeme hiç gelmemiştir. Uzun yıllardır süregelen kaçak ekonomisinin yerine alternatif yasal ekonomik tedbirler de bugüne kadar hiç konuşulmamıştır. Avrupa’da siyasi cephe olarak faaliyet gösteren örgütün para kaynağını, gurbetçilere zorla satılan örgütsel yayınlar, zorla alınan haraçlar, sözde sosyal ve kültürel etkinlikler, televizyon yayınları ve örgütsel ticari faaliyetler oluşturmaktadır. AB ülkeleri nezdinde siyasi ilişkiler kurmuştur. Kırmızı bültenle aranan teröristler siyasi mülteci adı altında serbestçe dolaşmaktadır. PKK terör örgütü militan kaynağı hem finansman yönünden Türkiye’de ve Avrupa’da kurumsallaşmıştır.

Bu durumda mücadelenin iki ayrı alanda sürdürülmesi bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Birincisi, dış politikada milli bir duruş sergileyerek AB’nin desteğini kesmek ve örtülü operasyonlarla Avrupa’daki örgütsel ticari faaliyetleri etkisiz kılmaktır. İkincisi ise, kaçakçılığa alternatif ekonomik tedbirlere başvurmaktır. Her iki mücadele yönteminin organize edilmesi de siyasi otoriteyi doğrudan ilgilendirmektedir.

Halkımızın Çaresizliği; Dağa Çıkış Süreci ve Dağ Kadrosu

Dağ kadrosu ile dağa çıkış süreci birbirini tamamlayan bir olgudur. Otuz yıldır devam eden askeri harekât sonucunda hala Kuzey Irak dağlarında teröristlerle mücadele sürüyorsa eğer, bu; dağa çıkış sürecinin önlenememiş olduğunun açık bir göstergesidir. Dağ kadrosunun yok edilmesi küçük birlik askeri harekâtının taktik hedefidir. Türk Silahlı Kuvvetleri personeli ile polis özel harekât birlik personelinin almış olduğu eğitim, sahip olduğu deneyim, teşkilat, silah, araç ve gereçler bu harekâtı kısa sürede başarı ile sonuçlandıracak yetenektedir. Buna karşılık bu şekil bir mücadelede sonuç alınamayışın nedeni, siyasi otorite tarafından dağa çıkışı önleyecek etkin tedbirlerin alınmamış olduğunu bize düşündürmektedir. Terörle mücadelede “bataklığın kurutulması”, şeklinde dile getirilen kavram aslında, ekonomi, hukuk ve sosyal alanlarda siyasi iktidar tarafından alınması gereken tedbirleri ifade etmektedir.

Dağa çıkış süreci durdurulabilir mi? Bu; siyasi iktidarın mevcut soruna bakış açısına göre değişmektedir. Eğer mevcut sorun bir sosyal-hukuk düzeni sorunu, bir refah ve insanca yaşam arzusu sorunu olarak görülüyorsa eğer, bu süreç durdurulabilir. Türkiye’nin kaynakları çözüm için olanaklar sunmaya yeterlidir. Ama bu sorun, bir kimlik sorunu, bağımsızlık isteği, bir ayrışma şeklinde siyasi bir sorun olarak değerlendirildiği takdirde, ulus-devlet anlayışına sahip cumhuriyet felsefesinde bu sorunun bu şekilde çözümüne ilişkin bir alternatif olamaz. Zira bu etnik ayrımcılığı sürükleyenler, bölgesel sorunlardan da istifade ederek amaçlarına ulaşmak için her yolu deneyeceklerdir. Terörün şiddeti azalacak ama asla bitmeyecektir.

Soruna gerçekçi açıdan yaklaşıldığında, işsizlik, aşiret ve din baskısı, cehalet, yoksulluk, aşırı nüfuz artışı gibi sosyal, ekonomik ve hukuki tedbirler alınarak bu faktörlerin teröre olan etkisi azaltılabilir. Ayrılıkçı unsurlar kendilerine kaynak bulma da zorlanacaktır. Zira terörün arkasında halk desteği yoktur. Siyasi otoritelerin bu yaklaşım içerisinde olamayışlarının sebebi oy kaygısıdır. Cumhuriyetten bu yana gelen yönetimler, bölge halkı ile devlet arasında aşiret reisleri ile dini etkinliği olan kişileri otorite olarak tanımış ve bunlar vasıtasıyla devlet erkini ve imkânlarını paylaşmışlardır. Dolayısıyla gene bu kişiler seçimlerde halk ile siyasi partiler arasında aracı olmuşlardır. PKK terör örgütü ortaya çıkıp da bu otoriteyi paylaşmaya kalkınca yıllardır mücadele etmeye çalışılan bu sorun ortaya çıkmış, zamanında gerekli tedbirler alınmadığından teröristler kısmen de olsa bölge halkı üzerinde etkili olmuşlardır.

Şu an ülkemizin doğusunda yaşanan bir güç paylaşımıdır. Aşiret ve dini reisleri ile teröristler arasında süren çatışmanın kaynağı budur. Demokratik bir ülkede tek güç vardır, o da devlettir. Ama siyasi otorite tavrını devlet erkinden yana koymadığı ve çatışan her iki tarafı da oy kaygısıyla memnun etmeye çalışmak gayreti içinde bulunduğundan, dağa çıkış süreci de durdurulamamaktadır. Bu süreç kesilmediğinden de terörle mücadele bir türlü sonuçlanamamaktadır. Aslında bu durum, cumhuriyetin idaresinin çözmesi gereken temel bir sorundur. Doğu bölgemizde milyonun üzerinde vatandaşımız ne Türkçe okuma, konuşma ne de yazma bilmektedir. Bu sorunlar çözülmeden terör, değişik isim ve kıyafetler içerisinde yeniden karşımıza çıkacaktır.

Gündeme Hiç Düşmeyenler; Arşiv ve Para Kasası

Türkiye otuz yıldır terör ve teröristle mücadele etmektedir ama kimin terörist olduğu hala kesinlik kazanmamıştır. Siyasi otorite “dağdan insin, siyaset yapsın, ana kucağına dönüş’’ gibisinden bir arayış içinde olsa dahi örgütün arşiv kayıtları ele geçirilmediğinden kimin ne suç işlemiş olduğu belli değildir. Yetkilerin elinde terör eylemlerine ilişkin hukuken geçerli olacak nitelikte delil yoktur. Örgüt, çoğu kez kandırarak dağa çıkardığı zavallı ve çaresiz insanların kimlik kartını toplamakta ve bir kod adıyla dağ kadrosuna almaktadır. Yapılan terör eylemlerinde çoğu kez kod isimleri ön plana çıkmakta ve asıl kimlikleri bilinmemektedir. Terör eylemlerine ilişkin, yer, zaman, hedef, eyleme katılanlar, kullanılan silah cephane gibi suçun hukuki delillerini oluşturan hususlar örgüt arşivlerinde bulunmaktadır. Ayrıca bu arşivlerde PKK terör örgütün ilişkide bulunduğu istihbarat örgütleri, bu örgütlerle yapılan anlaşmalar, destek veren ülkeler ve ilişkilerin boyutu gibi çok önem taşıyan belgeler de bulunmaktadır. Son alınan bilgilere göre bu arşivin önemli bir kısmı Suriye’de, örgüt başının sağ kolu kod Delil isimli teröristte bulunmaktadır. Ancak bu belgelerin elde edilmesi için yapılan bir çalışma varsa da bugüne kadar açıklanmamıştır. Örgütün para trafiği ve bu hareketleri ortaya çıkacak olan banka hesaplarına ilişkin bir çalışma da bugüne kadar gündeme gelmemiştir. Terörle mücadelede göz ardı edilmeyecek ölçüde önem taşıyan önemli bu hususun mücadele konsepti içine alınmasının çok şaşırtıcı sonuçlara ulaştıracağı kesindir.

Terörle Mücadele Bir Siyasi Yönetim Sorumluluğudur

Özellikle Avrupa ve Ortadoğu’da Türkiye’nin bir milli duruşu sergileyemeyişi, dış politikada savaş ilanı anlamına gelen kırmızı çizgilerin ortaya konmasına karşılık, bu çizgiler aşıldığında karşılık verilmeyişi terörle mücadeleyi olumsuz etkileyen faktörler olarak karşımıza çıkmıştır.

Türkiye’de huzur ve güvenliği sağlamak, bu mücadeleye yönelik tavır almak ve kararlılık göstermek bir yönetim sorumluluğudur. Türkiye’yi bu terör belasından kurtarmak ve kaynaklarımızı toplumun huzur, refah ve güvenliği için kullanmak yönetenin öncelikli görevidir. Bu görev ve sorumluluğu taşımak iddiasında olan bir siyasi otorite, terörle mücadele için ulusal bir strateji belirlemeli, bir eylem planı ortaya koymalıdır. Bu mücadele stratejisi içerisinde en önemli husus, hedef seçmek ve bu hedefi ulusal çıkarlar doğrultusunda analiz etmek, olacaktır. Bu analiz öncelikleri belirleyecek, Türkiye’nin iç ve dış dinamiklerinin doğru bir şekilde hedefe yönlendirilmesini sağlayacaktır.

Terörle mücadele bir bütündür, askeri ve siyasi olarak, ayrı ayrı ve birbirini desteklemeyen yöntemlerle sonuca ulaşamaz. Otuz yıldır süren bu terörden kurtulabilmenin yegâne yolu, Türkiye’nin gerçekleriyle örtüşen bir stratejik planın uygulamaya konulmasından geçmektedir. Bu plan; askeri operasyonlara yer vermenin yanı sıra ekonomi, sosyal ve hukuk alanlarda siyasi otoriteye düşen görev ve sorumlulukları da kapsamalıdır. Bu plan; tek merkezden yürütülmeli, kurumlar arası koordinasyonu sağlayacak otoriteler tesis etmelidir. Bu plan; milli olmalı, hükümetler değişse de, plan güncelliğini korumalı ve ana fikrinden ayrılmamalıdır. Çünkü bu planın etkinliği, iç ve dış politikalarda değişmez bir kararlılık ve tavırlara bağlı olacaktır.

Siyasi partiler böylesine önemli bir ulusal davada bir araya gelmediği sürece, askeri harekâtlar sonuç getirmeyecek, terör ve terörist geleceğimizin ayrılmaz bir parçası olarak kalmaya devam edecektir.
Erdal SARIZEYBEK - İÇ GÜVENLİK VE TERÖR
Resim
Mevzuubahs olan; millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız¿? meselesi değildir. Mesele, zaten emrivâki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehâl, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usûlü dairesinde ifade olunacaktır.

Fakat ihtimâl, bazı kafalar kesilecektir!
Kullanıcı küçük betizi
Ram
Zûlme Karşı İsyan!
 
İletiler: 8167
Kayıt: Sal Şub 20, 2007 1:06
Konum: Aç haritaya bak!

Şu dizine dön: İzlem (Strateji)

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x