SİYASÎ İRADE- DEVLET ÜZERİNE (8)

SİYASÎ İRADE- DEVLET ÜZERİNE (8)

İletigönderen Habip Hamza Erdem » Cum Eyl 18, 2015 23:56

SİYASÎ İRADE- DEVLET ÜZERİNE (8)
En çok kullandığımız terimlerden biri de ‘Siyasî irade’dir.
Oysa ‘siyaset’, ‘irade’denin ta kendisi değil midir?
‘Ulusal’ olup olmadığına bakılmaksızın, ‘Devlet’in kendisi ‘siyasi irade’nin kristalize olmuş halinden başka bir şey değildir.
Kuşku yok ki, “politik zeka’nın ‘klasik çağı’ da Fransız Devrimiyle başlamıştır.
Ancak, o dönemin ‘devrimcileri’, ‘politik kötülüklerin kaynağını ‘eski rejim’e bağlarlarken, ‘pür demokratik’ ilkeleri de ‘Eski Yunan’da, Atina ve Isparta devletlerinde aramışlardı.
Ve yine, ‘toplumsal sefalet’in bir ‘politik bilinç’ yaratacağı, ‘baskı’nın bir ‘karşı irade’ doğuracağı düşülmüştür.
‘Zulmün artsın!’ denilerek, artsın ki o zulmü yıkacak irade de ortaya çıksın istenmiştir.
Oysa, “Prusya Kralı ve Toplumsal Reform” başlıklı makaleyi eleştirirken, Marx “politik zekayı doğuracak olan sefalet değil, tersine toplumsal gönençtir, diye yazacaktır”.
Hiçbirşey yoktan varolmayacağına göre, tinsel de olsa, ‘politik zeka’yı daha önce kim ‘donanmış’ ise, onda olması da, en azından ‘mantıksal’ olarak kabul edilebilir.
Toplumsal kötülükleri gördükçe, her sıradan insanın, ‘başbakan’ olması halinde ‘ortalığı nasıl dümdüz edeceği’ni tasarlamasından doğal ne olabilir?
Hele bir de ‘Başkan’ olunursa, alın size ‘kaymaklı ekmek kadayıfı’..
Bu durumdan kurtulmanın yolu, aynı bağlamda olmasa da, geçen yüzyılın başında, Albert Thibaudet’nin tanımıyla « Profesörler Cumhuriyeti »nden mi geçmektedir?
Hep söylendiği gibi ‘sıtma’ya yakalanmamak için, sivrisinekleri öldürmek yerine bataklığı kurutmak gerekmektedir.
Toplumsal adaletsizliği, ki tüm kötülüklerin kaynağıdır, ortadan kaldırmak için, Devlet’in ‘ele geçirilmesi’ yetmez. Başta ‘değişim’ olmak üzere, işbölümü, rekabet ve mülkiyet ilişkilerinin tümünün ‘elden geçirilmesi’ gerekecektir.
İşte tam da burada, ‘mülkiyet kutsal’, ‘piyasa tartışılmaz’, ‘işbölümü doğal’, ‘rekabet vazgeçilmez’ diye, ‘sözde düşünürlerin’ ‘sözde evrensel yasaları’ karşınıza çıkacaktır.
Bu ‘sözde yasalar’ öylesine tartışılmazdır ki, ‘dini kurallar’ bile tartışmaya açılabilir ama bunlar tartışılamaz.
Bu durumu Althusser, ‘Devlet’in ideolojik aygıtları’yla dile getirmeye çalışıyordu.
‘Devlet aygıtı’, özünde bir ‘ideolojik aygıt’ olarak ‘politik zeka’mızın kendisidir.
Belki de, ‘aygıt’ olarak ‘Devletin fethi’ insanın kendi kendisini fetetmesiyle birdir denilebilecektir.
Bu tamamen ‘felsefî’ konuya, ‘Devletin derini’ne daha fazla dalmadan, onun ‘araç’ olarak ne tür ‘değişim’ler geçirdiğini çözümlemeyi sürdürelim.
Diyorduk ki, 18.nci yüzyılın ikinci yarısında, ‘Devlet’in ‘özünde kimi ‘yapısal’ dönüşümler sözkonusu oldu.
İngiltere, Fransa, Almanya, Amerika ve yeri geldikçe Rusya ve Türkiye’de ne tür ‘dönüşümler’ oldu?
Zaten ‘belirleyici’ örnek sayısı, iki elin değil, bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıdadır.
Avrupa’da Devrim Dönemi
1848 Devrimi döneminde, Marx ve Engels (*), 1648-1848 olmak üzere ikiyüzyıllık kapitalizm dönemini ele alırlar.
“1648’de, diyorlar, burjuvazi, soylular ve kiliseye karşı halkla birlikteydi. (..) 1789’da da mutlakiyet, feodalizm ve küçük burjuva düşüncesi dahil, burjuvazinin düşmanlarına karşı ayaklanıldı”.
Bu iki devrimi de İngiliz ya da Fransız diye nitelemek yerine, Avrupa tipi (style européen) diye adlandırmak doğru olacaktır.
“Bunlar, toplumun belirli bir sınıfının eski politik sistem’e karşı bir başarısı olarak değil, fakat yeni Avrupa toplumu için (yeni) bir politik sistemin ilanı olarak” değerlendirilmelidir.
Yeni toplumsal sistem, yani burjuva mülkiyetinin feodal mülkiyet, ulusal duygunun memleketçilik (feodal parçalanmışlık) üzerine, rekabetin korporatizm üzerine, mirasın burjuva bölüşümünün babadanoğula düzeni (majorat) üzerine, toprak mülkiyetinin topraktan doğan mükiyet üzerine, aydınlığın batıl üzerine, ailenin soy üzerine, sanayinin tembellik üzerine, burjuva hukukunun ortaçağ ayrıcalığı üzerine zaferidir.
Böylece Anthonny de Jassay’ın salt ‘özel mülkiyet’ üzerine oturttuğu ‘kapitalist devlet’in, kapitalist ‘üretim biçimi’ne ait ‘Devlet’ten nasıl ayrılması gerektiği de ortaya çıkmış olmaktadır.
Şöyle de söylenebilir: Bir ‘üretim biçimi’nin ‘kapitalist’ ya da ‘kapitalist olmayan’ ‘biçimi’, öyle sıradan ‘üretim’, ‘değişim’, ‘bölüşüm’ gibi salt ‘ekonomik’ ögeler üzerinden değil ama ‘alt ve üst yapılarıyla’ bir ‘bütünlük’ içinde ele alınmak durumundadır.
Bu bağlamda 1648 Devrimi, 17nci yüzyılın 16 ve 1789 Devrimi de 18nci yüzyılın 17nci yüzyıl üzerindeki baskılığını getirmişlerdir.
1848 Devrimi ise, kimi savların tersine, Marx ve Engels tarafından, deyim yerindeyse, ‘çağ atlatan’ bir Devrim olarak görülmemektedir.
1848 Şubat devrimi, diyorlar, anayasal krallığı devirmiş, Mart ayındaki Prusya Devrimi de, bir ‘Avrupa Devrimi’ olmanın ötesinde, ikincil bir devrim olmuş ve Paris’te ölen bir toplumun Berlinde doğmasının ötesine geçememiştir.
Hatta ‘Ulusal’ yani ‘Alman Devrimi’ bile olamamış, taşralı (provinciale) bir devrim olarak kalmıştır.
Viyana, Kassel ve Munih ayrı ayrı ‘başkaldırı’ yapmışlardır.
Böylece ‘Ulusal Devrimler’in, ‘Burjuva Demokratik Devrimler’in, zorunlu bir sonucu olmayacağı dile getirilmiş olmaktadır. En azından gelişigüzel bir biçimde biribirleri yerine kullanılmayacağı gösterilmeye çalışılmıştır.
İzleyen yirmi yıl sonunda, Almanya’nın hem ‘ulusallığı’ keşfedip hem de kapitalist gelişmede ‘öne geçmesi’ ayrıca incelemeye değer.
Ki gelecek yazıda bu konuyu inceleyeceğiz. Belki de Bismark’la birlike ‘siyasi irade’nin artık ‘yeni biçimleri’ne doğru yol alacağız.
Habip Hamza Erdem

(*)Nouvelle Gazette rhénane (10-31 Aralık 1948)’da “Burjuvazi ve Karşı-devrim” başlıklı yazı dizisinden.
Kullanıcı küçük betizi
Habip Hamza Erdem
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1526
Kayıt: Cum Haz 26, 2009 20:01

Şu dizine dön: Habip Hamza ERDEM

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x