Tarihten Ders Almak: Son Oyun - 2

Tarih olan olayları burda paylaşabilir, yorumlayabilir ve öğrenebilirsiniz

Tarihten Ders Almak: Son Oyun - 2

İletigönderen Pınar » Cmt Ara 20, 2008 9:20

SÖYLEŞİ: Prof. Dr. Mustafa Özcan ÜLTANIR – Prof. Dr. Ünsal YAVUZ
09.07.2008


BATI ŞİMDİ İÇERDEN TESLİM ALIYOR

En azından belli bir düzeye gelmiş olan ekonomik ve endüstriyel kalkınma, dışarıdan gelen yönlendirmelerle frenlendi. Türkiye yavaş yavaş, tıpkı yüz sene önce Osmanlı’nın kıskaç altına alınması gibi alınmaya başlandı.

Ültanır: Hocam müsaadenizle, o zaman şöyle bir saptama yapabilir miyiz? Türkiye ne zamanki dış dünyaya açılıyor, o zaman Batılılar akıllarındaki sarı nokta olan Sevr Anlaşması’nın hükümlerini değiştirilmiş bir senaryo ile kamufle edip, yeni bir tabak içerisinde pişmiş şekilde karşımıza koyuyorlar. Bunu diyebilir miyiz?

Yavuz: Tabii.

Ültanır: Oynanan oyun bu. Avrupa Birliği ilişkisini bahane saydılar, AKP iktidarının globalleşme diye attığı adımları da fırsat saydılar, ekonomimize de yönetimimize de haksız müdahaleden çekinmiyorlar. Türkiye’nin üzerine tekrar geldiler.

Yavuz: Evet. Gelişleri farklı, amaç aynı. Eskiden Ordular gönderiliyordu, şimdi ona gerek yok. Sermaye kaydırma, borçlandırma yoluyla, yani sizin midenize ve cüzdanınıza el uzatarak sizi içeriden teslim alabiliyorlar. Yapılan işte bu.

BATI BLOKU İÇİNDE ERİTİLMEK İSTENEN TÜRKİYE VE AB

Tabii dünyada İkinci Dünya Savaşı sonrası yeni bir bloklaşma sürecinin başlaması, soğuk savaş sürecinin başlaması Türkiye’yi ister istemez bir tarafta yerini almaya zorladı. Kuzeyden gelen birtakım tehditler, Boğazlar üzerinde ve Doğu Anadolu’da, Türkiye ister istemez hür dünyayı seçti. Seçerek bir bloğa giriyorsanız, o bloktaki yönetmelik, tüzük, kurallar neyse uymak durumundasınız. Türkiye yavaş yavaş bu blok içinde eritilmeye başlandı.

O zaman ne oldu? Bizim bildiğimiz Avrupa Ekonomik Topluluğu, 1959’da bir başvuru süreci, sonra 1964 Ankara Anlaşması ile müzakere süreci başladı. Bugün halen devam eden, duran, kesilen, hatta bugünlerde eğer Anayasa Mahkemesi ters bir karar alırsa durdurulacağı ifade edilen müzakereler o tarihlerde başladı. Ama, o tarihten sonra başka gelişmeler oldu. Ne oldu?

İşte dünya, tek kutuplu dünyaya kaydı. Sovyetler, Doğu Bloku dağıldı. Doğu Bloku’ndaki hemen hemen bütün ülkeler NATO’ya ve Avrupa Birliği’ne alındı. Bizim hâlâ müzakere sürecimiz devam ediyor ki, biz bu ülkelerin pek çoğundan daha da gelişmiş, kalkınmayı başarmış bir ülkeyiz.

DAHA 1856’DA BATI’NIN PARİS KONFERANSI’NDA

VERDİĞİ SÖZDEN SONRA İTELEME VE İşGAL


O halde Türkiye üzerinde ne isteniyor? Türkiye üzerinde istenen, aslında anımsayacaksınız, 1856 yılında Kırım Harbi sonrası bir Paris Konferansı, Paris Anlaşması var. Bu Paris Konferansı’nda, Batılar diyorlar ki, “Ortada durma gel, bizlerle beraber ol ve bizim hukuk sistemimiz içine gir. Böylece sizin hükümranlık haklarınızı, toprak bütünlüğünüzü, egemenlik haklarınızı Avrupa hukuk sistemi güvencesi altına alalım”.

Osmanlı da güle oynaya girdi. Girdi, ama ondan sonra da başına gelenler başladı. Çünkü bu sözün verilmesinden yaklaşık 20 sene sonra önce Ayestefonos, sonra düzeltilen Berlin Kongresi sonuçlarına baktığınız zaman biz Avrupa’dan itelendik. Bunun üzerinde 20-30 sene geçtikten sonra da gelip Anadolu’ya yerleştiler. Kimdi bu ülkeler? Bize Paris’te bu sözü veren ülkelerdi. Hem bu sözü verdiler, hem bizi itelediler, hem de topraklarımızı işgal ettiler.

Ültanır: Ayestefonos da Sevr gibi bir anlaşmaydı.

BATILILARIN TORUNLARININ KAFASINDA DA SEVR SARI NOKTASI VAR

Yavuz: Şimdi, peki bugün o politikaları güdenler kimler? O günkü adamların torunları. Hiç fark yok. Kafada yine bir Sevr sarı leke olarak duruyor. Fakat, bu Sevr’i nasıl gerçekleştirelim? Türkiye’nin burnunu sürtelim.

Bize dediler ki, “Siz en iyisi gelin Avrupa’nın kasabı, bakkalı, manavı olun”. Bizim yöneticilerimizde, “Hayır biz buraya girmek istiyoruz” dediler. “Peki, madem girmek istiyorsunuz, o zaman şöyle yapalım” dediler. “Sizi biraz dinlendirelim, biraz güçlenin, adaleleriniz güçlensin. Gümrük Birliği’ne alalım”. Balıklama daldılar. Yapılan en büyük hatalardan biri bence buydu.

ONLAR ORTAK BİZ PAZAR OLDUK!…

Çünkü, Gümrük Birliği’nin karar mekanizması Avrupa Birliği’ndeydi. Avrupa Birliği’nde biz yoktuk, ama bizim muazırımız olan ülkeler vardı, sayısı belki birdi, Yunanistan’dı, şimdi iki oldu Kıbrıs Rum Yönetimi ile birlikte. Ve bunların hepsinin veto hakkı var. Büyük bir silah. Verilen sözler tutulmadı. Bazı kotalar, bazı fonlar bizim için çalıştırılacaktı, bunların hiçbiri yapılmadı. Oraya, Gümrük Birliği’ne girerken biz sandık ki, ortaklarla beraber bütün pazarlara sızacağız. Fakat bir sene sonra ortaya çıkan sayısal veriler gösterdi ki, biz ortakların pazarı olmuşuz. Felaketli sonuç da bundan sonra.

Ültanır: Hocam zaten 1970’li yıllarda, Avrupa Birliği’ne o günkü adıyla Ortak Pazar diyorduk ve bu ilişkide tehlikeye dikkat çekenler de, “Onlar ortak biz pazar oluruz” diyorlardı. Bunu yaşayarak, kanıtlarıyla görmüş oluyoruz. Demek ki 1970’li yıllardaki görüş milliyetçi, ulusalcı ve çok daha tutarlı bir görüşmüş, tabii bugünkü Avrupa Birliği teslimiyetçiliğine karşı bunu söylüyorum.

Yavuz: Evet, doğru, ona katılıyorum.

Ültanır: AKP’nin yapmak istediği ve yaptığı AB elma şekeri ile halkımızı kandırarak, Sevr ile alamadıklarını, ekonomi kulvarından Batılılara vermek oluyor. Türkiye dik durmadıkça, kişilikli politika uygulamadıkça başka sonuç beklenemezdi.

TEK KUTUPLU DÜNYADA TÜRKİYE’DEN BATI’NIN İSTEDİKLERİ

Yavuz: Bu arada bir de Soğuk Savaş dönemi bitti. Tek kutuplu dünya düzenine geçildi. Siyasi politikalar, giderek azalan enerji rezervleri bölgeyi bir anda bir ateş çemberinin içine soktu. İşte orada, Türkiye’nin bu bölgede yürütülecek politikalarda bir aktör olması arzulandı.

Peki, Türkiye’nin ne yapması istendi? Bir kere Türkiye üzerine kurulan baskılarda, Türkiye’den bazı üsler istendi. Türkiye bunlara karşı durdu denilebilir. Bu olmayınca, hemen topraklarımızın yanıbaşında bir oluşum Batı şemsiyesi altında gerçekleştirilmeye başlandı. Böylece bu oluşumun içinde, eğer Türkiye bölgede İran’da, Kafkaslar’da, Orta Asya’da, bu eksende yapılacak, yapılması planlanan girişimlere cevaz vermezse, ya da izin vermezse, o zaman burada gerçekleştirilecek bir otonom devletin topraklarından bu iş yürütülecektir. Nitekim, İncirlik’e alternatif bazı hava alanlarının Kuzey Irak’ta gerçekleştirildiği biliniyor.

TÜRKİYE BATI’NIN BASKI POLİTİKALARINA

HER ZAMAN KAFA TUTABİLMİŞTİR


O zaman Türkiye’ye yine ne yapmak lazım? Türkiye’nin burnunun sürtülmesi lazım. Çünkü Türkiye, bu Batı’dan gelen baskı politikalarına her zaman kafa tutmuştur. Bunu biz her zaman derslerde çocuklara da söylüyoruz:

Amerika ne zaman üzerimizde baskı kurmaya çalışmışsa, Türkiye bunu karşılıksız bırakmamıştır. Hatırlayınız, 1959’da bir U1 casus uçağı skandalı vardır. Başımızı belaya sokuyordu. İncirlik’ten kalkan uçak Peşaver’den bütün Sovyet topraklarını geçip İsveç’e inecekti. Kare kare fotoğraflar çekilirken aşağı indirdiler ve pilot Powell da tutuklandı. Ve hiç vakit geçirmeden Sovyetler bize bir nota gönderdi, “Bir daha buna tevessül etmeyin, Amerikalılara söyleyin bu işi yapmasınlar. Siz ortamı hazırlıyorsunuz”. Bu sıkı bir notaydı. Biz de Amerikalılara nota verdik, “Bunu yapma”.

Sanki yap demişiz gibi, bir ay sonra ikinci casus uçağı, bu sefer Sovyetler bunu roketleyip Karadeniz’e gömdüler. Ondan sonra bakıldı ki, bu iş ters gitmeye başladı. Ve anımsayacaksınız, Yassıada duruşmalarından sonra 52’ye yakın üs olduğu anlaşıldı ve bunların belgeleri falan da yok. Yani kokteyllerde kadeh tokuştururken, “Biz burada dinlemek için kulak kuracağız” ya da “Bir üsse füze yerleştireceğiz veya atom başlığı” falan, “Buyur nerede istiyorsan kur…” şeklinde, böyle ahbap çavuş ilişkisi içinde yapılmıştı. Türkiye bunları ortadan kaldırdı.

Yine anımsarsınız, bizim gençliğimizde, “üs yok tesis var” sözü, Sayın Demirel’in ünlü yaklaşımıydı. Bunlar üs değil tesis, ama o sırada Sinop’taki üssün fotoğrafları bir geldi, millet dedi ki, “Bu ne biçim tesis, burada her şey var, biz yokuz!”… Ondan sonra konu topluma mal oldu, tartışmalar başladı, yavaş yavaş üsler kaldırılmaya başlandı.

Şimdi ikinci etap, Amerika’nın Küba’ya Domuzlar Körfezi çıkarması, Küba’nın muhasaraya alınması. Amerika ile Sovyetler Birliği’nin bizim dışımızda bir pazarlık yapmaları.

Ültanır: Hem de bizim üzerimizde bir pazarlık.

Yavuz: Evet, İnönü bunu tutanaklarla anılarında anlatır. Diyor ki, “Bizim böyle bir pazarlıktan haberimiz yoktu. Amerikalılar geldiler. Üslerdeki füzeleri söküp götürdüler. ‘Bunun yerine yenilerini getireceğiz, denizden karaya atılanları’ dediler. Halbuki Sovyetler’den zılgıtı yemişlerdi. Madem Küba’daki füzeler sizi rahatsız ediyor, kaldırıyorum. Sen de Türkiye’dekileri kaldır”. Şimdi bunlar bütün kamuoyunun dışında yapılmış olan, verilmiş sözlerin beraberinde getirdiği, Türkiye’yi hedef yapan birtakım politik uygulamalar. O füzeler de İtalya’ya götürülüp yerleştirildi. Ondan sonra biz uyanmaya başladık.

AMERİKA’YA GÖZDAĞI

Anımsarsanız, Kıbrıs’ta çıkarma gemimiz olmadığı için İnönü yine Amerikalıların müdahalesine rağmen uçakları uçurarak bir uyarı girişiminde bulundu.

Ültanır: Cengiz Topel’in uçağını düşürdüler, esir aldılar ve haince başına beton çivisi çakarak ve kanını damarından çekerek öldürdüler, şehit oldu.

Yavuz: Evet. Uçaklar uçtuktan sonra da “Johnson mektubu” geldi.

Ültanır: Tam 44 yıl önce 1964’de Başbakan İnönü’ye verilen mektup.

Yavuz: Ona da aynı şekilde cevap verildi. Yani, Türkiye bu misillemeler karşısında hiçbir zaman geri adım atmadı. Amerika istediği kadar büyük devlet olsun. Türkiye de küçük bir devlet değil.

Geliyoruz 12 Mart’a. 12 Mart’ta haşhaş üretimi yasaklandı. Niye? Amerikan gençliği haşhaş içiyormuş. O zaman gençliğine hakim ol. Haşhaş sadece içmek için üretilmiyor ki, kimyevi madde olarak eczada temel girdilerden biri bilebildiğim kadar. Ne yaptı? Ecevit bu yasağı kaldırdı. Ondan sonra bu iki deneyim Türkiye’nin gözünü açtı.

Düşünebiliyor musunuz? Yarımadada oturuyoruz, çıkarma gemimiz yok. Etrafımız, üç tarafımız denizlerle çevrili. Yanımızda Yunanistan’ın muhteşem bir ticaret filosu var, savaş filosu var, çıkarma gemisi var. O sular, bu sular. Bizim hiçbir şeyimiz yok. Ondan sonra, “vatandaş uçağını kendin yap, donanmanı kendin yap” kampanyaları ve bu muhteşem ulus, cebinde, elinde, yüzüğünde, gerdanında, yastık altında ne varsa vererek, uçağını da, donanmasını da yaptı. Şimdi biz böyle bir ulusuz. Bunlar hep Amerika’ya gözdağıdır.

1974’de ne yaptı, biz Kıbrıs’a çıkınca? Dedi ki, “Ben o silahları müttefikime karşı kullanasın diye vermemiştim”. Öyle mi? Ambargo. Öyle mi? “Peki biz de Pirinçlik’i kapatıyoruz” dedik. Biraz sonra ister istemez kulakları tıkanınca, ambargodan geri adım attı.

HER ŞEYİMİZ VAR, LİDERİMİZ YOK

Ta nereye kadar geliyoruz? Çuval meselesine kadar geliyoruz. Şimdi bunların hepsinin karşılığını bu millet vermiştir. Çünkü, Amerika’nın da, dost, düşman kim varsa, bunların hepsinin bilmesi gereken bir şey var; Türkiye Cumhuriyet’in 85’inci yılında ilerlerken, birinci yılındaki ülke değildir. Bugün Türkiye’nin Savunma Sanayii var. Elektronik sanayii var. Bakın, ulusal savunma sanayimizi kurduk. Artık dışarıdan mal almıyoruz, kendimiz üretiyoruz. Emekçi kitlemiz var. Holding patronlarımız var. Sermayedarımız var.

Her şeyimiz var, bir şeyimiz yok, lider. Türkiye’nin bu potansiyel gücünü Batı’nın karşısında savunacak , ortaya koyacak bir lider kadrosu maalesef yok. Peki nasıl bir lider kadrosu?

Ültanır: Hocam, müsaadenizle burada da bir saptama yapmak istiyorum.

Yavuz: Buyurun.

Ültanır: Biliyorsunuz, Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eşbaşkanı var. Eşbaşkan olduğunu söyleyen Başbakanımız var. Ama, aynı Amerika’nın dergilerinde de, önce askeri dergisi Armed Forces Journal içinde yayınlanan Türkiye’nin Güneydoğusunu, Doğusunu ve hatta Karadeniz’e kadar uzanan bir parçasını kapsayan Kürdistan haritası da var. Hem de Büyük Ortadoğu projesinin lanetli haritası olarak tanımlayabileceğimiz bir harita.

Yavuz: Şu Albay Ralph Peters’in haritası.

Ültanır: Evet. Dergimizin birinci sayısında o haritayla başlamıştık. İkincisi, Genelkurmay’ın 5-6 Haziran’da İstanbul’da düzenlediği “Ortadoğu’nun Belirsizlikler İçindeki Güvenlik Sorunları” konulu uluslararası sempozyumda, iki yabancı akademisyenin tartışmasını aktarmak isterim. Her ikisinin de siyasi ve uzman kimlikleri de var. İtalyan Dr. Giovanni Ercolani, Amerikalı Prof. Dr. Jack Croush’a, “Türkiye’nin kendi toprakları üzerinde bölgesel güç olmasını kabul eder misiniz?” diye sordu ve Crouch, bu soruya cevap vermek istemeyince, Ercolani, “Cevabı sizin yerinize ben vereyim, etmezsiniz” dedi. Geçmişte Bush yönetiminde Ulusal Güvenlik Danışman Yardımcısı olarak görev yapmış Crouch, kendi yerine verilen cevaba itiraz etmedi. Ama, sempozyuma katılan bütün Ortadoğu ülkelerinin sözcüleri, Türkiye’nin bir bölgesel açıdan önemli olduğunu ve Ortadoğu’nun güvenliğinde ciddi rol oynayabileceğini söylüyorlardı.

Siz bu lider yokluğundan söz ederken, buna değinmek istedim. Ve özellikle Amerika güçlü bir Türkiye ister görünmüyor. Onların tercih etikleri, bölgesel etken güç Türkiye değil, kolay kullanılabilecek bir Türkiye. Yine çok ilginçtir AKP iktidarında Türkiye’nin ABD nezdindeki temaslarında faal yer alan Cüneyt Zapsu, Başbakan Erdoğan’ı tanıtıp anlatırken, “Alın bu adamdan yararlanın, kullanın” anlamına gelen sözler sarf etmemiş miydi? Belki de Eşbaşkanlık ondan sonra ortaya çıkmıştır, ama Eşbaşkanlıkla ulusal ve bölgesel liderlik olmuyor. Bunları da göz önüne alarak yorumlamanızı rica edeyim.

ÖZAL DÖNEMİNDE TÜRKİYE’NİN FEDERASYONA

GÖTÜRÜLMESİ YOLUNDAKİ FİKİR KIRINTILARI


Yavuz: Memnuniyetle. Şimdi, İkinci Dünya savaşı’nda Türkiye’yi tekrar Birinci Dünya Savaşı öncesine götürme yolundaki politikaların aynı amaca yönelik olarak, yöntem farklılıkları ile yürütüldüğünü söyledik. Bu 1983 sonrası hükümetlerle daha da hızlanmıştır. Türkiye’nin kuruluş felsefesinin temellerini oluşturan bazı kavramlar yerle bir edilmiştir. Örneğin, Vatan Hainliği Yasası’nın kaldırılması veya Ceza Yasası’ndaki 161’inci maddenin kaldırılması. Bunlar önemlidir ve bunu Özal hükümetleri yapmıştır.

O aşamadan sonra Özal’ın izlediği bir politika var. Onu beynime kaydettim, hiçbir zaman unutamıyorum. Yavaş yavaş, Atatürk’ün de eleştirilebilir olduğu yolunda halkı cesaretlendirmesi. Örneğin, Konya’ya gitti ve dedi ki, “Atatürk’ün hatası da vardır sevabı da”. Biz de yanıt verdik, dedik ki, “Atatürk’ün sevabını biliyoruz da hatası ne? Söyle”. O zaman Milliyet’e yazmıştık. Tabii bu yazı bizi biraz ön plana çıkardı, dikkatler üzerimize geldi.

Sonra Van’a gitti, dedi ki, “Toplumu bir arada tutan unsur dindir”. Bir cevap da ona yapıştırdık, “Toplumu bir arada tutan unsur din değildir”. Tarih boyunca din merkezli bir vahdetin, birlikteliğin, büyük bir devlet oluşumunun gerçekleştiğine tanık olmuyoruz. Toplumu, bireyleri bir arada tutan unsur tarihsel bilinçtir, ulusal bilinçtir, tarihsel kimliktir. Böyle bir cevap yazdık.

Yine anımsayacaksınız, Sonra Amerika Houston’da ameliyata giderken uçakta bir beyanat verdi. Dedi ki, “Artık Atatürk’ün Anadolu’yu Türkleştirmedeki misyonu sona ermiştir. Bundan sonra ülkede yaşayan etnik gruplara din ve kültürel özerkliklerinin verilmesi gerekir”. O zaman olay ortaya çıktı. Yani bir federasyona doğru Türkiye’nin götürülmesi yolunda fikir kırıntıları gayet profesyonelce toplumun gündemine oturtulmaya başlandı. Bundan sonra da arkası geldi.

NEDEN HEDEFTE ATATÜRK VE ATATÜRKÇÜLER VAR?

Sonra ne oldu? Batılılar eliyle bu iş yapılmaya başlandı. Ooslander’ı anımsayacaksınız, Ooslander, Andrew bunlar geldiler ve konuştular. Birincisi dedi ki, “Siz bu Kemalizmi bırakın. Çünkü, Kemalizm sizde öyle bir milliyetçilik anlayışı yaratıyor ki, ödün vermiyorsunuz. Ödün vermezseniz, Avrupa Birliği’ne giremezsiniz”. Öbürü de dedi ki, “Devlet dairelerinden şu Atatürk fotoğraflarını indirin”.

Ültanır: Arie Ooslander, Avrupa Parlamentosu Türkiye raportörü olarak öğüt veriyordu. Andrew Duff da, Türkiye-AB Ortak Parlamento komisyonu Başkan Yardımcısı ve Avrupa Parlamentosu üyesi olarak gelmişti. Her iki ziyaret de AKP’nin ilk iktidar dönemindeki ateşli Avrupa Birliği taraftarlığının yaşandığı döneme rastlıyor diye hatırlıyorum. Her ikisi de sömürge valisi gibi isteklerde bulunmuşlardı. AKP Hükümeti de bunları ağzı açık dinlemişti. Biliyorsunuz, Andrew Duff, “Atatürk’ün resimlerini indirin” demekle kalmadı ve ayrıca, “Diyarbakır’a otonomi verilsin” de dedi. Her ikisi de Batı adına hedef olarak Atatürk’ü almışlardı. Bunun nedenini siz açıklayıp yorumlar mısınız?.

Yavuz: Şimdi, neden Atatürk hedef? Üzerimize oyun oynayanlar şunu gördüler: Atatürk’ü, Atatürkçüleri devreden çıkarmadıkça, Türkiye’de istedikleri plan ve projeleri gerçekleştirmelerine olanak yoktur.

SİLAHLI KUVVETLER ÜZERİNDE OYUN

VE ORDU’NUN VERDİĞİ MESAJLAR


Peki, Türkiye’de Atatürkçüler kim? İlk başta Silahlı Kuvvetler, o ocaktan çıkmış olan insanlar ve onların üzerine oyun oynanmaya başladı. Bu gelen giden adamlar, Olli Rehn’ler, Lagendijk’ler, bunlar gelip gittiler ve hep şunu söylediler; “Demokrasilerde ordu hiçbir zaman rejime müdahale etmez. Bizde böyledir. Böyle bir şey olursa AB’yi unutun!…”. Söylenenler hep bunlar.

Ültanır: Evet, Avrupa Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin müdahalelerini tasvip etmiyoruz” diyordu. Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk de, “AKP’yi kapatmaya AB’nin büyük tepkisi olur” diyordu. AKP eliyle, Ordusu pasifize edilmiş bir Türkiye’yi teslim almak hayalindeler mi acaba?

Yavuz: Öyle. İçtekiler de boş durmadılar. Ordu’da askeri otoriteleri yıpratmak için ellerinden gelen her şeyi, bütün teknolojik olanakları, bütün sahtekârlıkları kullandılar, ama bunların hiçbiri istedikleri sonucu vermedi. Her şey rayında yürümeye, demokratik kurallar içinde yürümeye başladı.

Bu arada Silahlı Kuvvetlerimiz ufak bir güç gösterisi yaptı. Bütün dünya aleme bizim nemenem bir ulus olduğumuzu gösterdi. Biliyorsunuz Kuzey Irak’a bir gece operasyonu yaptılar. O operasyonu, silah teknolojisinin doruğunda olan silahlarla yaptılar. Ve bunu yapabilen 6-7 ordunun içindeyiz. Bununla da yetinmediler. Kışın ortasında muhteşem bir harekâtla bizim her şeye hazır olduğumuzu gösterdiler. Bu bölgede uzak yakın herkese birtakım mesajları getiren fevkalâde güzel, anlamlı bir hareketti. Kendi işlerini yaptılar, kenara çekildiler. Onların işi, ülkenin savunması.

ULUSA İŞ DÜŞÜNCE, ULUSALCILAR TERÖRİST Mİ?

Şimdi, iş ulusa düşüyordu. Ne oldu? Cumhuriyet mitingleri başladı. Peki, bu mitingleri yapanlara yapıştırılan yafta nedir? “Ulusalcılar teröristtir” buyurun. Baktılar ki, bu işin sonu bu şekilde de gelmeyecek. Bunlara bir şey yapıştırmak lazım. Ulusalcılar, hepimiz bir güzel terörist olduk mu? Baktılar bu da fayda getirmiyor, o zaman ben sizi susturmasını bilirim deyip, işte bu en son, sözde masalımsı bir hikaye, aslı astarı da gelmeyecek, iddianamesi hazırlanmamış insanlara atılan bir suç var, suçlama var. Yani, minareyi çaldılar da kılıfını yeni hazırlıyorlar. Daha hazır da değil. Gelecek hafta iddianamenin hazırlanacağı söyleniyor. Tabii bununla da verilmek istenen mesajlar; aslında Demokrat Parti’nin söylediklerinden farklı değil. Demokrat Parti de bu sıkıntıları gördü. Basını susturma, sansür yasaları neden çıkarıldı?

Şimdi ne yaptılar? Son bir yıldır birçok değerli arkadaşımız gözaltına alındı, sonra cezaevine gönderildi. İşte hukukçu arkadaşlarımız söylüyor, bizim alanımız değil, biz de onlardan öğreniyoruz, bildiğimiz şeyler, ama onlar daha iyilerini söylüyorlar. Dünyanın hiçbir yerinde, hukukun üstünlüğünü kabul etmiş bir ülkede, böyle bir rezalet yaşanmamıştır. Siz adamı içeri atıyorsunuz, neden atıldığını bilmiyor. Olacak şey mi bu?

PANİKLEYEN AKP’NİN SON ÇIRPINIŞLARI VE DARBOĞAZLAR

Şimdi en son tutuklamalar, bu bağlamda bana sorarsanız biraz paniklemiş olan AKP’nin son çırpınışları. Paniğin nedeni nedir? Bir kere ekonominin öyle anlattıkları gibi olmadığı ortada. Çok yakında, sonbaharla birlikte büyük sıkıntılar içine Türkiye’nin gireceği biliniyor. Enerji sıkıntısını biliyorsunuz, yavaş yavaş buralarda da elektrik kesilmeye başlandı. Kurak giden havalar, ister istemez bir su sıkıntısını da devreye sokmaya başladı. Barajlarda da su olmayınca elektriği nereden üreteceksiniz? Ha güzel, dışardan alırız. Dışarıdan alınıyor da, sıkıntıyı atlatmak için yeterince alınabilir mi?

Ültanır: Elektrik ithali bir miktar katkı sağlıyor, hele 2009-2011 arasındaki açığı kapatmaya yetecek kadar ithal olanağı yok. İşin komedi yanı, hâlâ fazla elektriği dışarı satarız diyen yöneticiler de var.

Yavuz: İthal de tam bir çözüm değil. Görüyor musunuz, bu kadar kaynak bolluğu içindeki bir ülkenin içine düştüğü enerji sıkıntısı.

Ültanır: Kendi kaynaklarımızın kullanımı geliştirilmedi tabii. Hâlâ, sudan yapabileceğimiz üretimin dörtte birini yapamıyoruz. Kömür rezervlerimiz tam bilinmiyor. Biz mevcut verilerle 2020 yılından sonra Türkiye’nin artan talebini yerli kaynaklarımız karşılamaya yetmez derken, şimdi 2008’de geliştirilmediği için kullanılabilen kaynaklarımız mevcut talebi karşılamaya yetmiyor. AKP döneminde hiçbir enerji yatırımı yapılmadı denilebilir. Yılbaşından bu yana eklenen kurulu güç 280 MW. Oysa bu yıl olması gereken kurulu güce göre eklenemeyen 3800 MW eksiklik var. 9’uncu Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın verileriyle söylüyorum. Ben de o planın hazırlanmasında özel ihtisas komisyonunda görev almıştım. Türkiye’nin karşılaşacağı bu darboğaz konusunda hükümet 2006 yılında Devlet Planlama teşkilatı tarafından uyarılmıştı. Hatta Dünya Bankası da aynı uyarıyı yaptı.

Yavuz: Tabii bunlar ekonomiyi olumsuz etkiliyor. İçerdeki siyasi ortamın da ekonomiye yansıması var. Ve enflasyon yavaş yavaş iki haneli rakamlara ulaştı. Pahalılık artıyor, bunu hepimiz hissediyoruz. Sendikalar ayakta. Sivil toplum örgütleri tepkilerini ortaya koyuyorlar. O zaman ne yapmak lazım? Bu bitli yorgandan kurtulmak lazım.

Resim
Halk tarafından devlete "Sen bana hizmet etmek için varsın, bunun ötesinde senin bir anlamın yok" dendiğinde herşey yoluna girecektir...

(Osman Pamukoğlu)
Kullanıcı küçük betizi
Pınar
Üye
Üye
 
İletiler: 1380
Kayıt: Çrş Haz 06, 2007 7:47

Şu dizine dön: Türk Tarihi

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x