GÜNEŞİ GÖRDÜM YAHUT TAZE ENTELEKTÜEL MAHSUNUN GÜNEŞİ NORVEÇTEN DOĞURMA ÇABALARI
Yönetmen ve senarist koltuğunda eski arabesk müzik icraatçısı yeni entelektüel Mahsun Kırmızıgülün yer aldığı ve dergimiz yazı kurulunun isteğiyle, eleştiri yazısı hazırlamak üzere gönderildiğim Güneşi Gördüm isimli filmden, beylik cümlelerle iletilmeye çalışılan özgürlük ve kardeşlik mesajlarıyla bezenmiş; 112 dakikalık alabildiğine yoğun bir duygu sömürüsü izlemiş olmanın verdiği sıkıntı eşliğinde ve hiçbir şey görememiş olarak çıktım.
Güneydoğuda çatışmaların sıkça yaşandığı, nüfusunun yarısı göç etmiş ıssız bir dağ köyünde başlayan öykünün merkezinde oğullarından biri PKKya katılmış, diğeri askerde olan bir aile bulunuyor. Her günü bıçak sırtında geçiren aile üyeleri, PKK militanı oğul çatışmada ölünce askerin köyü boşaltma baskılarına da dayanamayıp, bir kısmı İstanbula, bir kısmı da Norveçe göç etmek üzere yola koyulur. İşte asıl hikâye de buradan sonra başlar. İstanbula yerleşen ailenin başına gelmedik felaket kalmazken, yasadışı yollarla Norveçe gidenler kelimenin tam anlamıyla refaha kavuşur, adaletli ve şefkatli bu Kuzey Avrupa devletinin himayesinde huzura ererler.
Hiçbir şey görememiş olmak olgusunu yazının hemen başında vurguladım; çünkü Kırmızıgül, derdinin sadece sinema sanatçısı olmak değil; aynı zamanda muhalif bir sanatçı olmak olduğunu beyan eden bir isim. Ancak Mahsun, -bizleri hiç de şaşırtmayıp- Kürt sorununu ekonomik ve siyasi temelli bir mesele olmaktan çıkararak, Kürt vatandaşları özgürleştirme kisvesi altında yabancılaştırıp, ötekileştiriyor. Bunu yaparken aynı özgür kimlik meselesini travesti-transseksüellere uygulamaktan da geri kalmıyor, nitekim ailenin kadınsı tavırları yüzünden sürekli olarak aşağılanıp, dövülen üyesi Kadri, İstanbula gelince bir grup travestinin himayesine girip, erkek fahişelik yapmaya başlayarak özgürlüğüne kavuşuyor. Kırmızıgül, ben artık eski arabesk Mahsun değilim, entel oldum! diye haykırarak dâhil olmaya çalıştığı neo-liberal aileye Kürt sorunu=Travestilere özgürlük denklemiyle selam çakıyor.
Burada bir parantez açıp soralım: Peki, kimdir Mahsun Kırmızıgül? Âlem Buysa Kral Benim isimli şarkısıyla büyük bir çıkış yaparak, 80 sonrası beyin yıkama kültürü ürünü olan varoş edebiyatı modasının ekmeğini en çok yiyenlerden biri değil midir? Mahsunun yıllarca hedef kitlesi olarak gördüğü, şarkıları sayesinde muhteşem bir şekilde uyuşturulan, bilinçsizleştirilen ve apolitikleştirilen o neslin hangi temsilini bulmaktayız filminde? Ya da şöyle mi desek, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu Sayın Kırmızıgül? Güya eleştirisini yapmaya soyunduğun ve maalesef beceremediğin- o sistemin çarklarının dönmesini sağlayan küçük figürlerden biri de sen olmadın mı?
Bu yüzden Kırmızıgülün Maldiv adalarında sarışın kızlarla oynak arabesk klipler çekip, sonra da böyle sorunun temeline kıyısından da olsa yaklaşamayan bir filmle Kürt sorununda muhalif tutum takınan sanatçı rolüne bürünmesi, doğrusu pek samimi ve inandırıcı gelmedi. Çünkü muhalifliği ancak ve ancak Kürt sorunu ile travesti sorunu arasında bağ kurabilmekten ibaret. Ve bu durum, Kürt ve Türkün kardeşliği davasını küçümsemekten öte bir anlam taşımıyor. Filmin başından sonuna kadar etnik vurgular, abartılmış şiveler, en yöreselinden ağıtlar, otantik müzikler adeta kafanıza kafanıza çakılıyor. Film sanki Türkiyede etnik olanı pazarlamak kolaylaştı, Avrupalı da bayılır bunlara mantığıyla hazırlanmış. Pariste oryantalizmin zirvesine çıkmış, 68in ortalama Fransız solcusu, şimdinin hızlı özgürlükçüsü tiplere buyurun izleyin, işte Doğu! diyen bir film. Avrupa solunun, emek mücadelesi ve ezilen milletlerin kurtuluş mücadeleleri zemininden kopup, etnisite solculuğu, cinsiyet solculuğu, çevre solculuğu, sivil toplum solculuğu zeminine kayması Mahsun gibi saf ve yeni liberallere de ancak Kürt sorununu eşcinsellik temelinde izleme imkânı tanımaktadır. Olması gerektiğini söylediği o muhalif tavrı ne Kürt sorunun babası olan ABDye karşı ne de filmde Türkiyedeki devlet kurumlarını sürekli olarak eleştirdiği halde şu an için devleti temsil eden AKPye karşı gösteriyor. Eleştirisinde de bir ortalama tavır tutturamamakla birlikte, filmin ideolojik temellerindeki omurgasızlık adeta her kareye sirayet ediyor. Orduya çatacak gibi yapıyor ama galiba yemiyor olacak ki aslında Orduda iyi noktasına çekiliyor. Çocuk Esirgeme Kurumlarındaki Devlet Anayı seviyor ama Dağları kendi haline bırakmayan Devlet Babaya düşman. Film Örgüt ile Devleti ikisi de olmasa ne güzel olurdu zihniyetiyle eşitliyor.
Norveçte Doğamayan Güneş
Filmde kilit noktalardan biri olan hayırsever akraba karakterinden de biraz bahsetmek gerek. Söz konusu şahıs, 80 darbesinden sonra hapishaneye düşerek işkence görmüş; arkasından da tası tarağı toplayıp Norveçe, yani kendi deyimiyle devletin devlet gibi olduğu, insanların insan gibi yaşadığı ülkeye iltica etmiş. İnsan tacirleri eliyle güç bela Norveçe ulaşan aile fertleri bu hayırsever akraba tarafından karşılanıyor. Solcu eskisi arkadaş insan hakları şampiyonu Norveç Devletinin konukseverliğiyle altına son model bir cip de çekmiştir. Darbeye rağmen ülkesini bırakmayarak mücadeleye devam eden binlerce devrimciye hakaret edercesine hala devrimci ayağı yapan bu halinden gayet memnun olan arkadaşımızın ağzında şairimiz Cahit Sıtkının Memleket İsterim dizeleri de iyice pespayeleşiyor. Ailenin Norveç içlerine doğru yolculuğu süresince sadece kuş seslerinin duyulduğu bu sessiz Avrupa ülkesinin nimetlerini dinliyoruz. Kaçaklar sonunda polis tarafından yakalanıp apar topar göçmen bürosuna getirildiğinde ise gözümüze her taraflarından insanlık akan Norveçli memurlar sokuluyor. Neden Norveçe geldiniz? sorusuna aile reisi tarafından verilen kısaca Biz ülkemizde huzur bulamadık, özgürlük bulamadık; burada ise barış, adalet ve insan hakları olduğunu duyduk biçimindeki yanıtla aile Norveçte kalmaya hak kazanıyor (!) ve dahası üstüne aylık fert başına çalışmadan maaş bağlanıyor. Norveçin gerçek insan hakları karnesine bakmak içinse googleda kısa bir arama yeterli. Ajanslardan alınan Ağustos 2008 tarihli bir haber, gerçekten ABD muhalifi olan bir Kürde Norveçte nasıl davranıldığını anlatıyor:
Norveç, Kuzey Iraktaki İslami oluşumların önemli isimlerinden Molla Krekarı sınır dışı etmek için son aşamaya geldi. Molla Krekar ise karşı bir atakla, Norveçi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine şikâyet etti. ABDnin en çok aranan teröristler listesinde de yer alan ve Kuzey Iraktaki Ensar ül İslam örgütünün lideri olan Molla Krekarın sınır dışı edilerek ABDnin eline teslim edilmek istenmesi, ABDnin Kuzey Irakta Celal Talabani ve Mesud Barzani ile daha rahat iş tutmasını sağlayacak. Çünkü bu iki güçten sonra gelen Kuzey Iraktaki İslamcı gruplar, her geçen gün, bölgede ağırlıklarını ve etkilerini arttırıyor. Molla Krekarın lideri olduğu söylenen Ensar'ül İslamın kampları, Körfez Savaşı sırasında, ABD uçakları tarafından füze yağmuruna tutulmuştu. Bizzat Talabani'nin adamlarının yer göstermesi ve koordinat vermesiyle gerçekleştirilen saldırılarda, Ensar'ül İslam, büyük bir darbe almıştı. Molla Krekarın sınır dışı edilmesi demek, ABDnin eline verilmesi anlamına geliyor.
Bu da bir başkası;
Uluslararası Af Örgütü, "ABDnin Irakı işgalinin insan hakları üzerindeki yan etkileri başlıklı yeni raporunu açıklarken, "Iraktaki savaşla bağlantılı insan hakları ihlalleri sadece Irak´la sınırlı değil -- savaşın insan hakları üzerindeki etkisi dünya çapında birçok ülkede görülmekte dedi. Af örgütüne göre Dünyanın birçok bölgesinde, sığınmacıların hakları kısıtlanmakta ya da ihlal edilmektedir. Avrupa Birliğinde, Danimarka, Norveç, İsveç ve Britanya Iraklıların sığınma talepleriyle ilgili kararları dondurdu.
Bu örnekler daha kapsamlı bir araştırmayla genişletilebilir. İnsan hakları şampiyonluğunu AB ülkelerinin ancak Güneşi Gördüm gibi filmlerde kazanabileceğini biliyoruz. Mesele gerçek göçmenler ve gerçek muhalifler olunca ise durum bambaşka. Özetlemek gerekirse; Mahsun Kırmızıgül milyonlarca yıldır Doğudan doğan güneşi Batıdan doğurmaya kalkmış ama acemi liberalliğinden olsa gerek ki yüzüne gözüne bulaştırmıştır.
Silahların sözlerden büyük olması, barış ve kardeşlik içinde özgürce yaşamanın imkânsız hale gelmesi, devlet babanın hep kötülük yapması vs
gibi beylik laflarla ifade edilen, dahası gökten zembille inmiş gibi sunulan olgulardan arkasına bakmadan kaçtıktan sonra, üstüne bir de kuşlu çiçekli cümlelerle memleket hasretini vurgulama derdine düşen neo-liberal yansıtıcı bilinç aydın tipine, biz de Nazımdan şu dizelerle karşılık vererek bitirelim:
Dörtnala gelip Uzak Asyadan
Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim!
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
Ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
Bu cehennem, bu cennet bizim!
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın
Yok edin insanın insana kulluğunu.
Bu davet bizim!
Yaşamak! Bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine.
Bu hasret bizim!
SELİN ÇELİK
KIRMIZI BEYAZ DERGİ
NİSAN 2009 Sayısı
*Yazısını bizimle paylaştığı için Selin Hanıma çok teşekkürler