Tehlike çanları Türkiye için çalıyor “BÜYÜK ABİ” EMRETTİ….

Tehlike çanları Türkiye için çalıyor “BÜYÜK ABİ” EMRETTİ….

İletigönderen Başkomutan » Cmt Eki 16, 2010 8:12


“BÜYÜK ABİ” EMRETTİ….(1)

“Laik Cumhuriyet elden gidiyor.” ” İrtica kapıya dayandı.” “…….Belediyesi içki yasağı koydu.” “…….Hanım’ın türbanı…” “Şeriat tehlikesi kapıya dayandı.”

Onlar böyle dedikçe biz “ Aman değerli dostlar, dikkatli olun, Gerçek tehlike irtica veya şeriat değildir. İrtica emperyalizmin körüklediği ve şimdilik ortalarda dolaşmasına, boy göstermesine izin verdiği çakma bir sorundur. Gerçek tehlike bölünmedir, parçalanmadır. Hedef ulus devletin yıkılmasıdır. Ulus devlet yıkıldığı zaman onun yerine bir başka devlet kurulmaz, bir şeriat devletinin kurulmasına emperyalizm izin vermez.
Yeni özerk bölgeler, bölünmüşlük, şehir devletleri, eyalet sistemi çıkar ortaya…

Tehlikenin en büyüğü kapımızda, BÖLÜNMÜŞLÜK…Bir olalım, diri olalım.” dedik ama kimseyi inandıramadık, dinletemedik…


Tehlike çanları Türkiye için, artık sesini iyice yükselterek çalmaya başlamıştır.

Şimdi sizinle Taraf gazetesinin iftiharla sunduğu (!) bir haberi paylaşmak istiyorum.

Haberin tarihi 26. Haziran. 2010.. İşte haber. Okuyun. bir daha okuyun, gözünüzü akıl pencerenizi açarak bir daha okuyun ve sonra karar verin,
gerçek tehlike neymiş görün. Şeriat devleti mi yoksa bölünmüş bir Türkiye mi?…

” BDP’li Belediye Başkanlarının, İl Genel Meclisi üyelerinin, belediyeleri belediyelerin merkezi hükümetten bağımsız hale gelmesi yönündeki çalışmaları için ilk aşamada 9 pilot bölge belirlemiştir.

99 BELEDİYE BAŞKANLIĞI BULUNUYOR:

Geçtiğimiz günlerde Diyarbakır’datoplanan BTP’li Belediye Başkanları ve İl Genel Meclisi Üyeleri, belediyelerin merkezi hükümetten tamamen bağımsız hale gelmesi için mücadele etme kararı almıştır.BDP’liler tartışma yaratacak bu kararı, Avrupa Birliği Yerel Yönetimler Özerklik şartına dayandırmıştır. BDP’nin elinde bir büyükşehir, yedi il, elli bir ilçe ve kırk belde olmak üzere toplam doksan dokuz belediye başkanlığı bulunmaktadır.

PİLOT BÖLGELER:

Van ve Tunceli merkez, Urfa’nın Viranşehir ilçesi, Dıyarbakır’ın Bağlar ilçesi, Mardin’in Nusaybin ilçesi, Muş’un Varto ilçesi, Kars’ın Digor ilçesi, Bitlis’in Hizar ilçesine bağlı Kolludere beldesi ve Muş’a bağlı Erentepe beldelerinde demokratik özerklik projesinin ilk uygulamaları yaşama geçirilecektir.”

Dikkatlice okudunuz değil mi? O zaman PKK’nın lider kadrosundan Cemil Bayık’ın hezeyanları ile devam edelim.

” Kürt sorununu temelde çözmek istiyoruz. Eğer Kürt sorununun demokratik , siyasal çözüm yanlı çaba gösterdiysek, amacımız demokratik özerklik çerçevesinde bir siyasi çözüm amacı, demokratik özerkliği geliştirmektir. Yakında demokratik özerkliği ilan edeceğiz. Şimdi yapmak istediğimiz bunun resmi ilanını da yapacağız.” ( Fırat Haber Ajansı)

31 Mayıs’ta İmralı’daki mahkum hatırlarsanız, avukatları ile yaptığı rutin görüşmelerin ardından, “ Ben aradan çekiliyorum. KCK bundan sonra demokratik özerklik ilan edebilir.” demiştir.

Üstü kapalı da olsa demokratik özerklik, KCK’nın bir yan kuruluşu olan BDP’li belediyeler tarafından ilan edilmiş ve eyalet düzeninin, Türkiye’den kopuşun alt yapısı hazırlanmıştır.

İşin garip tarafı ise kendilerini Türkiye’nin merkezi sanan patronlar kulübünden TÜSİAD’tan bu ihanete ortak bir çağrı gelmiştir. Dini, imanı hatta vatanları bile para olan bu insanlar, demokratik özerkliği bir çare olarak görmekten, göstermekten ne yazık ki utanmamışlardır.

” Özerklik temelinde devletle müzakere ederek bu sorunu çözeceğiz.” Bu söylem PKK’nın lider kadrosundan Cemil Bayık’a ait…

Bu beyanatın ardından AKP iktidarının sesi çıkmamış veya çıkamamıştır. Kimse bu adama “Sen kimsin? Hiç bir devlet bir terör örgütü ile müzakere etmez. Hele Türkiye Cumhuriyeti Devleti PKK gibi silah, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı yapan PKK gibi eli kanlı bölücü terör örgütü PKK ile müzakere etmez… Bir de söz konusu ülkenin milleti ile bölünmez bütünlüğü ise zaten konuşulacak tek bir sözcük dahi yoktur.

Şimdi birlikte Anayasa’mızın “değiştirilemez ve değiştirilmesi bile teklif edilemez” 3. Maddesi’ni tekrarlayalım.


III. DEVLETİN BÜTÜNLÜĞÜ , RESMİ DİLİ, BAYRAĞI, MİLLİ MARŞI ve BAŞKENTİ

Madde3.- Türkiye Devleti, ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür. Dili Türkçe’dir.

Bayrağı şekli kanunda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.

Milli marşı “İstiklal Marşı”dır.

Başkenti Ankara’dır.

(Anlaşılan odur ki, hazırlanacak yeni anayasa taslağının hedefi, Anayasa’nın değiştirilemez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez ilk üç maddesidir.12 Eylül halk oylamasının sonucunun verdiği güçten, iktidar cesaret almaktadır.)

O halde ” Demokratik özerklik” kararı alan ” yakında bunu ilan edeceklerini” söyleyen bütün BDP’li belediye başkanları, il genel meclisi üyeleri hatta patronlar kulübündeki o zat-ı muhterem de açıkça suç işlemekte ve Anayasa’yı ihlal etmektedirler.

Tamam, görünen köy kılavuz istemiyor, kabul, … Peki Cumhuriyet’in iddiacıları olan Sayın savcılarımız neden herhangi bir işlem veya ” suç duyurusu” yapmak gibi bir zahmete katlanmıyorlar? Malum bu Sayın Savcılarımızın unvanlarının başında, Cumhuriyet’in ilk Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’tan yadigar bir cumhuriyet sözcüğü vardır.

Şimdi İmralı’daki mahkumun 18 Haziran 2010 tarihli avukatlarıyla rutin (!) görüşmesinin ardından önerdiği teklifin satır aralarına bir bakalım.

” Eğer Hükümet bir temsilci gönderirse, bu konuda parlamentodan bir kanun çıkarıp önümü açarlarsa, ben iki günde bütün silahlı güçleri bir araya toplayabilirim. Buna gücüm de var……”

Bu adam 31 Mayıs’ta” Ben yokum.. KCK özerklik ilan edebilir.” dememiş miydi?..


KCK’nın Yürütme Konseyi Başkan Yardımcısı Cemil Bayık, İmralı’nın emirlerine aynen uyduğunu aşağıdaki söylemiyle açıkça göstermiştir.

” 1 Haziran’da başlayan yeni dönemdeki mücadele eskinin devamı değildir. Selhindanların ( kalkışma) geliştirilmesi de tamamen ilan edeceğimiz özerkliği korumak, geliştirmek, yaşatmak ve onu yaşanır kılmak içindir. Yakında bunun resmi ilanı da yapacağız. Serhildanlar…Devletin toplum üzerindeki hakimiyet alanını gerileten bir karakterde gelişecektir, demokratik iradenin geliştiği; siyasi, sosyal ve kültürel ve ekonomik alanda kendi kurumlaşmalarını geliştirdiği, özgür ve demokratik yaşam sistemini kendi kurduğu bir süreç olacaktır… Eğer Türk Devleti çözüme yanaşırsa, biz demokratik özerkliği Türk Devleti ile gerçekleştiririz. Kürt sorununu müzakere temelinde çözmüş oluruz. Türk Devleti buna gelmezse, Kürt sorununu demokratik özerklik temelinde yine çözeriz.”

    Görüldüğü gibi Bayık, KCK’nın kurucu ve onursal başkanı Öcalan’ın emirlerini aynen uygulamaktadır. Bu söylemler tavsiyenin, küçüğün büyüğüne olayı arzının çok ötesinde, Devlet’i tehdit amacını taşımaktadır.

Hemen aklımıza şu soru gelmelidir. Bu delice ve aymazca cesaretin, edepsizce kafa tutuşun, gafletin, delaletin ve hatta ihanetin arkasında çok büyük bir güç olmazsa ” selhindanlar” buna cesaret edebilir mi?


Sizce ?…. ” Büyük Patron”nun kışkırtması olmasın bu demokratik özerklik ilanı… Aklıma takıldı da…

Bizi son sekiz senede hızını sürdürerek artan, ” Büyük Patron”nun emirleri Katalan modelinin tartışıldığı günlere taşımıştır.. Bu nedenle bu süreci bazen eskilere giderek, bazen de günceli hatırlatarak paylaşmaya çalışacağım.

Önümüzü daha net görebilmemiz için, bazı belgelerin ışığında biraz uzun bir yolculuğa çıkmamız gerekmektedir.


Figen ÖZEN
26 Eylül 2010




“BÜYÜK ABİ” EMRETTİ (2)

Yazının birinci bölümünün sonunda bu demokratik özerklik ilanının arkasında “Büyük Abi”nin kışkırtmaları olabilir mi sorusunu sormuştuk, öyle değil mi ?…
O zaman devam edelim, bakalım var mı yok mu?…

Ortadoğu ve Kürt uzmanı Henri Barkey, ABD Başkanı Obama’ya ” Kürdistan’da Çatışmayı Önlemek” konulu tam 67 sayfalık bir rapor vermiştir.

Raporda geçen ” Kürdistan” sözcüğü olmayan, fakat ABD’nin Ortadoğu’daki bir başka taşeron devleti olmaya aday, sadece Amerikan askeri haritalarında ve AB raporlarında sınırları çizilen kurulması, emperyal güçler tarafından öngörülen sanal bir devlet.. H. Barkey bu sanal devletteki çatışmayı önlemek için neler öneriyor, bir bakalım.. Ancak bu raporun satırları arasında biraz dolaştığımız zaman, bu raporun David Phillips’in 2007 “PKK’nın Silahsızlandırılması” çalışması ile ve Öcalan’ın PKK’yı kurarken açıkladığı programla birebir örtüştüğünü görmek bizi şaşırtmayacaktır.

    Bu raporun 1. ve 2.ci maddeleri son derece dikkat çekicidir ve bize bir ABD düşünce kuruluşu olan CFR‘yi anımsatmaktadır. CFR mi? Hani şu başında Yahudi kökenli Amerikalıların bulunduğu Abraham Abi’mizin bizim Başbakan’ı elinden tutup görücüye çıkardığı şu meşhur Amerika’nın dış ülkelerdeki çıkarlarını korumak için kurulmuş olan kurum.. Yani Concil Of Foreign Relations…

Şimdi tam sırası gelmişken, sizinle “Milli gömleği” çıkarmadan önce, Yahudileri insanlığın düşmanı ilan eden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ABD seyahati esnasında,Evangelist Protestan Yahudilerin yönettiği CFR ile gene görüştüğünü, paylaşmak gereğini duyuyorum. Gene diyorum çünkü, bu görüşme Sn. Gül’ün ilk görüşmesi değildir. Ve son görüşmesi olmayacağı da bir gerçektir. Belli ki Sn. Gül, kendisini Cumhurbaşkanlığı makamına taşıyan, kurucusu olduğu partiyi iktidar yapan ABD’li Yahudi dostlarına, ülkesinin çıkarlarını göz ardı edecek kadar medyunu şükrandır.

Henri Barkey’in raporunun 1. ve 2. Maddeleri…

Madde 1:
Kürt sorunu ABD açısından yaşamsal bir çok konuyla bağlıdır.

Madde 2: Türkiye ve Bölgesel Kürt Yönetimi’nin işbirliği yapmalarına yardımcı olmak, ABD’nin başarısı için çok önemlidir.

ABD’nin hangi konuda başarısı için önemlidir bu birliktelik?..

Madde 14: ABD bu sürece Avrupa’nın katılımını sağlamalıdır. Avrupa ülkeleri silah bırakma sürecinde, PKK’nın dernek ve işletmeler olarak iyi örgütlenmiş altyapısına daha katı düzenlemeler getirmelidir. Ayrıca AİHM’nin hukuk dışı bulduğu yöntemlerle hapsedilmiş PKK üyelerinin durumunu gözden geçirmeye ikna etmek için AB’ye üyelik bağlamında Türkiye üzerinden nüfuz kullanabilir.

Madde 21:Türkiyeli Kürtlerin bağımsızlık eğiliminde olmadığı söyleniyor. ama 15 veya 20 yıl sonra bu düşüncelerinin değişmeyeceğini kim söyleyebilir?

Öcalan ise PKK kuruluş ve bölücülük manifestosunun bir bölümünde aynen şöyle demektedir:

” Kürdistan sömürgeci dört devlet ( Türkiye, İran, Irak ve Suriye) tarafından dörde bölünmüştür. En büyük parça Türkiye Kürdistan’ıdır. Burada yarı feodal ilişkiler geçerlidir. Devrimde Türkiye Kürdistan’ı önderlik yapacaktır. Devrimin niteliği ulusun demokratik devrimidir. Asgari hedef sömürgeciliği yıkarak bağımsız, demokratik ve birleşik bir Kürdistan Devleti kurmaktır.”

    Öcalan’ın asgari hedefi ve Henri Barkey’in raporunun 21,Maddesi’nde işaret edilen nihai hedef ve BDP’li 99 belediyenin ” Demokratik Özerklik” talebi… Bunun üçünü üst üste koyduğunuz zaman tek bir hedefe yöneldiklerini görürüz. Büyük Kürdistan Devleti…

Bizim Türkçe’mizde çok güzel bir deyim vardır. Eceli gelen köpek cami duvarına şey eder derler. Bizimkiler ise, her halde ” Büyük Abi”lerine güvenerek vatan topraklarına şey etmeye çalışıyorlar.. Çalışmasına çalışıyorlar da, biz Türklerin söz konusu vatan olunca neler yapabileceğimizi hem onlar hem de tüm ” büyük abi”leri unutmuşlar sanırım. Örneği ortada Bağımsızlık Savaşı….

BDP ve PKK Öcalan’ın emri ” Büyük Abi”lerinin kışkırtması ile büyük bir kalkışmaya hatta demokratik özerklik ilan edip, federasyona doğru hamleler yapmaktadır. KCK ve Cemil Bayık “Kendi siyasi haklarını ve siyasi statülerini ilan etme” kararında olduklarını ifade etmektedir.

Türkiye ne mi yapacak? ” İkiz Sözleşmeler”in yasalaştığı gün olan 4 Haziran 2003 tarihine lanet okuyacaktır.

Bu yazı devam etmek zorunda.. Çünkü AB Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ve “İkiz Sözleşmeleri” yeniden gözden geçirip, “Gaflet ve delalet hatta …..” böylesi de olur mu diyerek, vatan savunmasında tek cephe olmak gerekmektedir.

Bir daha tekrarlayalım. Eceli gelen köpekler cami duvarına şey edermiş, bizdekiler de hallerine bakmadan, Hasan Dağı’na oduna gitmeye, topraklarımıza sahip çıkmaya kalkışmaktadırlar.


Figen ÖZEN
29 Eylül 2010
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Tehlike çanları Türkiye için çalıyor “BÜYÜK ABİ” EMRETT

İletigönderen Başkomutan » Cmt Eki 16, 2010 8:13


“BÜYÜK ABİ” EMRETTİ (3)

” Selhidanların ( kalkışma ) geliştirilmesi de tamamen ilan edeceğimiz özerkliği korumak, geliştirmek, yaşatmak ve onu yaşanılır kılmak içindir.”

Bu sözler hatırladığınız gibi Cemil Bayık denen terörist başına ait…Aslında bu adamın Fırat Haber Ajansına verdiği beyanat yalnız düşünce olarak yanlış değil. Baştan sona yazım hataları ve cümle düşüklükleri ile dolu.. Hatta bu yazının birinci bölümünde Fırat Haber Ajansı’na Cemil Bayık’ın verdiği beyanatta öyle bir cümle var ki “ Ben anlamsız ve düşük bir cümleyim” diye avaz, avaz bağırıyor. Ama neylersiniz ki alıntılarda aynısını kopyalamak zorundayız.

Bakın yine bir yanlışın içine girdim.. Özü bırakıp teferruatla uğraşmaya başladım. Hoş bunu genelde hepimiz yapıyoruz. Örneğin ayrılıkçılar ve terör örgütü bizden toprak istediğini açıkça ilan ederken, biz ” çömeldi-çömelmedi” ile uğraşmaktaydık. Esası ne yazık ki gözümüzden kaçırmaktayız.

Şimdi öze, zamanımızdan tam 91 yıl öncesine dönelim. ABD’nin anlı şanlı Başkan’ı Wilson’u hatırladınız değil mi?..

18 Ocak 1919'da, Paris’te Versailes Sarayı’nın Aynalı Galerisi’nde 1. Paylaşım Savaşı’nın galipleri, ” Paris Barış Konferansı” adı altında bir araya gelmişler ve tam yedi buçuk ay sürecek bir çalışma başlatmışlardır.

Amaçları gerçekten barış mıydı? Devrin “Büyük Abi” leri İngiltere ve Fransa özellikle petrol zengini Ortadoğu’yu dolayısıyla tüm dünyayı yönetme, sömürgeleştirme isteklerini barış maskesi altında saklamışlardır. Ama bu iki “Büyük Abi” bir şeyin, başlarında bekleyen geleceğin patronunun yaptığı planların farkında olamamışlardır.

ABD’li Başkan Wilson bu konferansa cebinde 14 maddelik adını taşıyan ilkeleri, Ermenistan, Kürdistan haritaları ve bir öneri ile gelmiştir. Milletler Cemiyeti.. Milletler Cemiyeti’nin kurulmak istenmesinin ardında yatan en büyük gerçek, ABD’nin dünya üzerinde kurmak istediği hakimiyetin ileriye dönük planlamasıdır.
ABD’nin bu planında başarısız olduğunu söylemek de mümkün değildir.


Şimdi gelelim Wilson’un 14 maddelik ilkelerinin 12. Maddesi’ne;

Madde /12:
…. Osmanlı yönetimindeki uluslara da her türlü kuşkudan uzak, yaşam güvenliğiyle özerk gelişmeleri için tam bir özgürlük sağlanmalıdır.

Wilson’un cebindeki iki haritanın amacı bu madde ile tam anlamıyla gün ışığına çıkmaktadır. Daha sonra Wilson ilkeleri genişletilerek ” Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi” ve “Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi” olarak geliştirilmiş ve 1976'da ABD’nin baskısı ile Birleşmiş Milletler tarafından da kabul edilmiştir.

    Türkiye bu sözleşmeleri imzalamamış ve bir kenarda bekletmeyi uygun bulmuştur. Bu bölücü sözleşmeler DSP- MHP- Anap Koalisyonu zamanında imzalanmış, ancak TBMM’de yasalaşmadığı için uluslar arası arenada bağlayıcılık kazanmamıştır.

    Daha sonra CFR’nin en küçük koalisyon ortağı AKP iktidara gelince, “Büyük Abi”ye şükran duygularını ödemek adına, İkiz Sözleşmeler’in ağababası
    W. Wilson’un ruhunu şad etmiş , 58 ve 59. hükümetler zamanında iki bölüm halinde, bu bölücü sözleşmeleri yasalaştırmıştır. Tarih 4 Haziran 2003 tür.

Aslında Anayasa’mızın 3. Maddesi’nde belirtilen temel esası, yani devletin, ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne yönelik iç ve dış tehditlere karşı kesin ve etkin bir mücadele sürdürülmesi Cumhuriyet Hükümetlerinin vazgeçilmez ve öncelikli görevi olmalıdır. Ancak bu vazgeçilmez ve öncelikli görev, AKP iktidarına ” Büyük Abi” tarafından çizilen “yol haritası”nda yer almamaktadır. Bu nedenle AKP bu görevi hiç yapmamış, zaten ” SORGULANMALIDIR” dediği Cumhuriyet rejimini korumamıştır. (1993- R.T. Erdoğan’ın Mehmet Metiner’e yazdırdığı Kürt Raporu )

    4 Haziran 2003 tarihinde TBMM’de AB’ye uyum süreci gerekçe olarak gösterilen ama aslında AB’nin dayatmaları sonucunda kabul edilen ” Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslar Arası Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun” ile yine aynı Meclis oturumunda kabul edilen ” Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslar Arası Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun” ile Türkiye Devleti’nin ülkesi ve milleti ile bütünlüğünü açıkça tehdit etmektedir.

Özellikle “Halklara kendi siyasal statülerini tayin hakkını” ve “Bir halk sahip olduğu tüm doğal kaynakları kullanma hakkına sahiptir” ile ilgili maddeler, ülkemiz için birer saatli bombadır.

BDP’li belediyeler bü ihanet sözleşmelerine de dayanarak, 99 belediye için “demokratik Özerklik” ilanının hazırlığına girişmişlerdir. Üstelik ellerinde son derece güçlü bir kart da vardır. AKP bu maddelerin altını “şerh koymadan ve beyan ifade ederek” imzalamıştır. Ayrıca sözleşmede AKP bu sözleşmeye ” taraf olan devletlerin müdahale hakkını” da kabul etmiştir.

Bu saatli bombanın zaman ayarlaması ise seldihanlarla, KCK’nın, daha doğrusu Öcalan’ın elindedir. Eğer bu bombayı Türkiye, onların elinde patlatamazsa, bomba vatan topraklarını parçalayacaktır.


“PKK/ KADEK elemanlarına geniş kapsamlı af çıkarılacaktır.”

“Güneydoğu belediyelerine özerklik verilecek ve federasyona geçilecektir.”


Bu benim öngörüm değil, bu devletin milleti ve ülkesi ile bölünmez bütünlüğü için TBMM’de namusu ve şerefi üzerine yemin etmiş bir zat-ı muhteremin imzaladığı bir gizli anlaşmanın maddeleridir. Bildiniz değil mi hani şu ” İki sayfalık dokuz maddelik anlaşma” ABD Dışişleri

Gördüğünüz gibi ” Büyük Abi” soluklanmadan emir vermeye devam etmektedir..Emperyalizmin kuklaları ise söz dinlemeye…

Onlar kendilerine verilen ödevi yapmaktadır. Biz ise bizim ödevimizi yapmaya ve ” Büyük Abi”nin taşeron güçlerine ” DUR” demek zorundayız.

Ama 12 Eylül halk oylamasından çıkan sonuç, itiraf etmek gerekirse bizim ” ödev”imizi tam anlamıyla yapmadığımızın açık göstergesidir.


Figen ÖZEN
30 Eylül 2010







” BÜYÜK ABİ” EMRETTİ… (4)

O iki sayfalık ve dokuz maddelik ” Adı üstünde gizli, açıklayamam “ denilen iki dışişleri bakanının imzaladıkları, ama milletten gizlenmesi uygun görülen o meşhur raporun 7. maddesini tekrarlayarak başlayalım yazımıza…

Madde-7 Güneydoğu belediyelerine özerklik verilecek ve federasyona gidilecektir.

Bu buram, buram ihanet kokan maddenin içinde bulunduğu antlaşmaya imza koyan kalemin sahibi zamanın Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’dür. 2 Nisan 2003 de kimine göre sekiz milyar dolar kredi, kimine göre de bir milyar dolar hibe karşılığında ABD Dışişleri Bakanı Powel ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Dışişleri Bakanı Abdullah Gül arasında imzalanan antlaşma, bir bakıma üniter devletin satış protokolüdür. Devletin, ülkesi ve milleti ile olan bölünmez bütünlüğü sekiz ila bir milyar dolara satışa çıkarılmıştır. Hem de 2003 te Dışişleri Bakanı ama 2007'den bu yana Cumhurbaşkanı makamında oturan Abdullah Gül tarafından..

Bir de aynı antlaşmanın 5. Maddesi’ni tekrarlayalım.

Madde-5 Irak’ın kuzeyinde kurulmuş olan Kürdistan resmen ilan edildikten sonra Türkiye tarafından resmen tanınacaktır. Türk Devleti’nin bu oluşumu ” savaş Nedeni” sayan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi ve bu politika ve kararlar kaldırılacaktır.

ABD ile Türkiye’nin imzaladığı bu antlaşma ile, BDP’li belediyelerin ” Demokratik özerklik” konusunda kalkışmalarının önü tıpkı “İkiz Yasalar”da olduğu gibi açılmıştır.

    İkisi de son derece tehlikeli maddeler içermektedir. Ancak TBMM’de yasalaştığı için “İkiz Sözleşmeler” bağlayıcıdır ve sözleşme şartlarına uyulmadığı takdirde taraf devletlere ” denetleme ve müdahil olma” hakkı tanınmaktadır.

Rice’nin söylediği gibi BOP Eşbaşkanı Erdoğan’ın yönlendirilerek denetlermiş gibi göründüğü bir zaman dilimi içinde de Türkiye’nin bölünme planı işleve geçirilecektir.

Bunun yanı sıra tarihe Mehmetçiğin kanı ile yazılan bir gerçeği görmezden gelmemiz mümkün değildir. ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra PKK’nın CIA ve MOSSAD’ın tamamen güdümüne girdiği gözlenmektedir. PKK’yı yöneten koşullu irade , terörü artırarak Türk milletini bıkkınlığa sürüklemek istemektedir.
”Yeter, ne şekilde olursa olsun terör bitmelidir” noktasına ulaşıldığı zaman ise , bazılarının gözünde utanarak itiraf etmemiz gerekir ki ” vatan” kavramı yüceliğini yitirecektir.


5 Kasım 2007'de yeminli tercüman alınmadan ve tutanak tutulmadan yapılan Beyaz Saray Oval Ofis’teki Bush- Erdoğan görüşmesinde alınan karar gereğince de ( Vallahi ben Fehmi Koru’nun yalancısıyım.), ” Ordu PKK’nın karşısında çaresiz kalıyor. Bunun başka bir yolu olmalı” söylemleri ile sadece Türk ordusuna değil, milletin varlığına, birliğine saldırılmamaktadır.

Bu saldırının arkasında gizlenen gerçek amaç ise o bölgenin tamamen askerin denetiminden çıkarılmasıdır. İşte ” Profesyonel Ordu” ve ” Sınırın Kurulacak Yeni Güvenlik Güçleri ile Askersiz Denetimi” nin altındaki gerçek budur.

Yeni oluşturulacak profesyonel ordunun özellikle ABD’de eğitim görmüş uzmanlardan kurulması ve bu kadronun da Fethullahçı Gladyo tarafından görevlendirilmesi kaçınılmazdır. Çünkü “Büyük Abi”nin emirleri bu doğrultudadır.

Bu planın uygulamaya geçmesi ile Güneydoğu’da tek otorite Fethullahçı Gladyo olacaktır. Zaten bölgede sosyal ve ekonomik alanda egemenliği yadsınamaz olan Utah’tan idare edilen Fethullahçı Gladyo güvenlik alanında da hakimiyeti ele geçirmiş olacaktır. Bu sistem federatif yapıya geçiş dönemini hızlandıracak ve bölünmenin alt yapısını hazırlayacaktır. Bu bölünmenin adı da “ Halkların kendi siyasi geleceklerini tayin hakkı” veya ” Demokratik özerklik” olacaktır.

Türkiye bu olasılığı senelerce önce TBMM’de onaylayarak yasalaştırdığı ” İkiz Sözleşmeler”le ve A. Gül’ün imzaladığı gizli, protokolün 7. Maddesi ile kabullenmiş ve demokratik özerkliğin alt yapısını hazırlamıştır.


Öcalan her adımı bilerek atmaktadır. BDP’li belediyelerin ” Demokratik özerklik” konusundaki atağı ABD’nin ajan elçilerinin yer değiştirme operasyonuna denk gelmesi elbette bir rastlantı değildir. Bu atamalar, kişilerin isimleri ve çalışma alanları, uzmanlıkları ve geçmiş yıllarda yarattıkları kaoslar araştırılırsa, ABD’nin Türkiye’yi Kürt politikası üzerinden bölme politikasının ve planlarının açık bir kanıtıdır.

ABD’nin tüm şer politikalarının altında imzası bulunan üst düzey CIA ajanı ve görevlisi olarak bilinen James Jeffrey, Bağdat’a atanmıştır. ABD’nin yeni Ankara Büyükelçisi ise Francis Ricciardone’dir. Ancak bu atama şimdilik askıya alınmış durumdadır.

Ricciardone bir operasyon görevlisidir. Emniyetin içindeki Fethullahçılarla yakın ilişkide olduğu bilinen Francis Ricciardone daha önce 1995-1999 yılları arasında, Büyükelçilik’te “İkinci Kişi” olarak görev yapmıştır. Ricciardone bu görevinden önce de ” Çekiç Güç”ün politik danışmanlığı görevini üstlenmiştir.

    James Jeffrey ve Francis Riccardone….Bu iki Amerikalı’ya sıradan, klasik diplomatlar unvanını yakıştırmamız olası değildir. Her ikisi Ortadoğu bölgesini çok iyi bilmekte ve çok iyi Türkçe ve Arapça konuşmaktadır. Bu Türkçe ve Arapça merakı bu dillere duydukları özel sempatiyle (!) bağlantılı değildir. İkisi de Büyük Ortadoğu Projesini ezbere bilen, gereğini yapan en operasyonal iki isimdir.

Francis Riccardone 1991'den sonra sonra ABD’nin Irak’ın kuzeyinde eğittiği aralarında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Kürtleri, peşmergelerle birlikte Guam’a gönderilmesi operasyonunu da yönetmiştir.

Guam’da eğitim gören CIA Peşmergeleri ve Türkiyeli(!) Kürtler bugün KCK’nın üst düzey yöneticileri olarak görev yapmaktadır. CIA Peşmergelerinim bir bölümü ise Irak’taki operasyonlara katılmaktadır.

” Büyük Abi” o çok ama çooook sevdiği Kürtlere ” Demokratik özerklik”lerini kazandırmak için (!) var gücü ile çalışmaktadır. Ama yapılması çok daha önemli bir operasyon daha vardır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, ABD’nin arsız iştahına karşı çıkması nedeniyle bu sağlam cephenin çökertilmesi, saygınlığını yitirmesi ve hatta ortadan kaldırılıp, paralı askerlerin gündeme gelmesi gerekmektedir.

    O dönemde Amerikan basınında Türk ordusuna yönelik aşağılayıcı ifadeler de yer almaya başlamıştır.

    O zaman derhal 5 Kasım 2007'de kararlaştırılan plan gündeme oturtulmalıdır. MİT ve Emniyet içindeki ABD uzantıları ve Fettulahçı Gladyo ile işbirliği yapılarak, adına Ergenekon denilen düzmece sahnedeki yerini almalı ve zehirli tohumlarını etrafa saçmalıdır. Hedef elbette Türk Silahlı Kuvvetleri’nin emekli veya muvazzaf yüksek rütbeli subaylarıdır. Milletin orduya olan güvenci, saygısı ve sevgisi yok edilmeli, TSK devlete karşı hareket eden bir suç ve terör örgütü olarak tanıtılmalıdır.

Sonrasında söz dinleyen Cumhuriyet Savcıları mutlaka bulunacaktır.

İşte tam bu zaman aralığında bizim şu meşhur operasyon ustası ” Büyük Abi”miz Francis Riccardone Türkiye’de görev yapmaktadır.

Hani ” Tesadüfün böylesine can kurban” derler ama biz neyi, neye kurban ettiğimizi ve o büyük satırın kimin elinde olduğunun farkında değiliz.


Figen ÖZEN
7 Ekim 2010
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Tehlike çanları Türkiye için çalıyor “BÜYÜK ABİ” EMRETT

İletigönderen Başkomutan » Cmt Eki 16, 2010 8:15


“BÜYÜK ABİ” EMRETTİ (5)

“Büyük Abi”nin emirleri içeriden ve dışarıdan kapsamlı ve emir-komuta zinciri hiç kırılmadan hızla sürmektedir.

Aslında ”Büyük Abi” nin en yüce emri (!) şudur. Yapılanlar ve yapılacak olanlar bu hedefe varmak adına döşenen kaldırım taşlarıdır:

“İşbirlikçiler; Hedefiniz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu felsefesi, tam bağımsızlık anlayışı, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüdür.
İLERİ !…”

    Şimdi bir devlet hayal edin. Yaklaşık 30 senedir bölücü terör ile uğraşmaktadır. Terör örgütünün amacı vatanı bölmek ve parçalamaktır. Onları bu yola iten güç ise emperyal patronlardır. Bu devlet terörle boğuşurken binlerce yiğidini vatana katmış, on binlerce sivil insan teröristler tarafından öldürülmüştür. Elbette devletin görevi terörü yok etmek ve teröristleri top yekun yok etmektir. Yapılan gizli anlaşmalar ve çıkarılan bölücü yasalar, iktidardaki hükümeti terör karşısında iradesiz ve güçsüz bırakmaktadır. Aczini ve iradesizliğini itiraf etme cesaretini gösteremeyen o ülkenin başbakanı, emperyal patronun ve yamaklarının güdümünde bulunan çok uluslu bir askeri gücü ” Terörü siz durdurun” çağrısı ile ülkesine davet eder.

Size bu ülke neresidir ve bu başbakan kimdir şeklinde bir soru yöneltmeme hiç gerek yok biliyorum. Türkiye’deki sağır sultan bile Erdoğan’ın NATO’dan PKK konusunda destek istediğini duymuştur. Erdoğan’ın bu çağrısı, ABD’nin sömürgeci politikasına tercüman olmaktır.

NATO’nun Irak’ın kuzeyine konuşlanması talebi daha önceleri ABD tarafından gündeme getirilmiş ancak TSK bu teklifin sakıncalarını ve bu isteğin altında yatan gerçek amacı bildiği içindir ki kabul etmemiştir.


Eğer NATO Irak’ın kuzeyine yerleşirse, Türkiye’nin çözülmesi çok daha kolay olacaktır. Erdoğan’ın bu çağrısı emperyal patronun ekmeğine yağ sürmekten başka bir şey değildir. NATO o bölgeye konuşlandığı takdirde, Türkiye’nin İran’la eş güdüm içinde yaptığı PKK- PEJAK operasyonları sonlanacaktır. Türkiye, Nato o bölgede egemen güç olunca, tek başına yaptığı bölücü terör örgütüne yönelik operasyonları da artık yapamayacaktır.

    Çünkü Irak’ın kuzeyinde artık ABD’nin kurşun askeri, NATO vardır. Bakmayın siz NATO’nun çok uluslu bir askeri güç olduğuna. Tıpkı Birleşmiş Milletler gibi NATO da ABD’nin güdümündedir. NATO’nun güdümündeki Irak’ın kuzeyinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti inisiyatifi tamamen kaybedecek, şimdiden daha fazla eli, kolu emperyalizmin yağlı urganı ile sıkı, sıkı bağlanacaktır. Bu yağlı urganın tıpkı milli şehidimiz Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’e yapıldığı gibi, milletin boğazına geçirileceği ise yadsınamaz bir gerçektir.

Irak’ın kuzeyindeki bir NATO, Türkiye’nin de el altından tanıdığı ABD’nin maaşlı memuru Barzani’nin kukla başkanlığını yaptığı Bölgesel Kürt Yönetimi’nin sınırlarının ülkemize doğru genişlemesinin ve Güneydoğu’da demokratik özerklik ilan edilmesinin temel taşı olacaktır.

ABD’nin İran operasyonu için NATO gerekli zaman ve zemini hazırlayacak ve Türkiye hiç istemediği bir savaşın içinde kendini bulacaktır.

1. Paylaşım Savaşı’ndan önce devrin ” Büyük Abi”lerinden İngiltere, Filisitin’i Osmanlıdan koparmış ve İngiltere Sömürge Bakanlığı
bu bölgeye “ ORTADOĞU” adını vermiştir. Paylaşım Savaşı devam ederken 1916 yılında iki ” Büyük Abi” İngiltere ve Fransa, bu zengin petrol bölgesini aralarında paylaşmak için gizli bir antlaşma imzalamışlardır. Bu gizli antlaşma kendisi saf dışı bırakıldığı için bir başka patronun, Çarlık Rusyası’nın çok gücüne gitmiş ve 1917 yılında kendi çıkarlarına ters düşen bu anlaşmayı açıklamıştır. Açığa çıktığı için anlaşma bozulmuş, Türk düşmanı Faysal’ı tahta oturtan iki İngiliz casusu, şaka değil, ellerine cetvel alarak Irak- Türkiye sınırını çizmişlerdir.


Çöl Kraliçesi” Getrude Bell ve Arkeleog, Askeri Stratejist, Yazar Albay Thomas Edward Lawrence adlarındaki iki İngiliz casusu sınırı belirlemişlerdir. Oldukça engebeli ve korunması, denetlenmesi zor olan sınırın İngiltere tarafından, ileride problem olması için bu şekilde saptandığı da söylenmektedir.

Türkiye- Irak sınırının nasıl saptandığını hatırladıktan sonra gene günümüze ” Büyük Abi”nin yaptığı sinsice planlara dönelim.

2006 yılında ABD,Türkiye’nin PKK bölücü örgütü için destek isteğine, sınırın sıfır noktasında ortak kontrol karakolları kurmayı önermiştir. Geçtiğimiz günlerde Türk- ABD ve Irak askeri yetkililerinin Silopi’de bir araya geldikleri ve sınırın sıfır noktasında “Ortak Kontrol Noktaları” konusunu yeniden gündeme getirdikleri kaydedilmektedir.

Tam bu noktada Devlet Bakanı Hayati Yazıcıoğlu’nun ” Sınırı Irak’ın bir kaç kilometre ötesine taşımak” önerisinin seslendirilmesi son derce ilginçtir.
Powel ile A. Gül’ün imzaladığı şu meşhur iki sayfa ve dokuz maddelik antlaşma, Amerika’nın izni olmadan Türkiye’nin Irak’ın kuzeyine müdahalesini engellemektedir. Bu ortak kontrol noktaları ve çok uzak bir olasılık olmasına rağmen “sınırın taşınması” olayı, hiç bir konuda bağımsız politikası olmayan Türkiye’nin kendi yüreğine sapladığı hançer olacaktır.

Büyük Ortadoğu Projesi Eşbaşkanı Erdoğan’ın “ Diyarbakır BOP’unmerkezi olacaktır.” dediği hatırlardadır. Bu nedenle NATO’yu Kandil’e davet etmek, Dıyarbakır’ı, “Kerkük’e karşı Diyarbakır” diyebilen Peşmerge Reisi Barzani’nin bölgesel hükümetinin merkezi yapmak ve demokratik özerklik talebiyle sınırları çizileceği öngörülen federasyonların iç sınırların oluşturarak, konfederasyonun yani Büyük Kürdistan Devleti’nin sınırlarının saptanmasının ön hazırlığıdır.

Hiç bir bağımsız ülke, kendi iç sorunlarını çözmek için başka uluslardan yardım talebinde bulunmaz, bulunamaz. Bu doğrudan, doğruya kendi aczini kabullenip, dış güçlere işgal davetiyesi göndermektir.

NATO’ya çıkarılan davetiye ise, Türkiye’nin emperyalizmin “BÖL-YUT” politikasına çıkardığı bir ikinci davetiyedir..

GEL-BÖL ve YUT….

Figen ÖZEN
8 Ekim 2010







“BÜYÜK ABİ” EMRETTİ (6)

” Büyük Abi”nin ulus devletleri yıkmak için ama en önemlisi Türkiye’yi bölmek için 1919-1920 lerde ABD’li Başkan Wilson‘un başlattığı plan bir takım yeni yöntem ve araçlarla zenginleştirilerek tüm hızıyla devam etmektedir. Amaç ulus devletleri eyaletlere veya şehir devletlerine bölerek daha kolay yönetilir daha sonra “yutulur” hale getirmektir.

“Büyük Abi” bu planın aksamadan işlemesi için her türlü olanağı ve aracı kullanmaktadır. Türkiye, İran, Suriye ve Irak’taki Kürtler ABD için amaçlarına ulaşmak için uyguladıkları planın sadece birer parçasıdır. Elbette şimdilik bir araya gelerek bir devlet kurma iddiasında olanlar, zamanı gelince “Büyük Abi”nin arsız iştihasına kurban gidecek, yenilip, yutulacaklardır.

ABD’de bu stratejik oyunun kurucuları plan gereği çeşitli araçlar kullanarak yazdıkları raporlarla ortaya çıkmaktadır. Çalışma alanları çok geniş ve yıkım için kullandıkları araçlar (!) ise oldukça değişiktir. Her biri konusunda uzman olan CIA ajanlarının oluşturduğu bu müthiş ekip ulus devletlerin, özellikle Türkiye’nin başına bela olacaktır.

    Örneğin 1979 yılında CIA Başkanı emekli Amiral Stansfield Turner’in hazırlattığı rapor, ” Büyük Abi” nin, Kürt kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını kullanmak için nasıl bir titizlikle çalıştıklarının göstergesidir. Amiral Turner’in hazırlattığı ” The Kurdish Problem in Perpective” başlıklı rapor ABD Ulusal Güvenlik Dairesi’nde dağıtılmış ve üst rütbeli subaylar ve uzmanlar tarafından incelenmiştir.

Rapor bölgedeki Kürtleri en ince noktasına kadar derinlemesine incelemiş, Ecevit Hükümeti politikalarını ve en önemlisi Türk ordusunun hareketlerini çok yakından takip ederek irdelemiştir.

Ayrıca raporda, Türk hükümetinin bölgeyi kalkındırma hamlelerinin önündeki en büyük engelin de feodal toprak ağaları ve Kürt liderin olduğu ifade edilmektedir.

Graham Fuller… CIA’nın bin bir kollu ahtapotu.. Graham Fuller dinin emperyalizm için en güçlü silah olduğunu çok iyi bilmektedir. Çünkü bu CIA ajanı bu konuda uzun süre eğitim görmüştür. Kürt- İslam uzmanlığına soyunan Fuller, Türk-Kürt- İslam sentezini tek bir potada eriterek, ayrışmaları tek,tek süzgeçten geçirerek, Türkiye’nin jeopolitik yapısını araştırmıştır.

CIA’dan emekli olduktan sonra Rand Corparation adlı kurumda uzman olarak çalışmaya başlayan Fuller, Prof. Sabri Sayar ile birlikte Pentagon için 80 sayfalık bir rapor hazırlamıştır: “Türkiye’de İslam Kökten Dinciliğinin Geleceği”


Bu raporda ” Türkiye’nin Kürt etnik azınlığı, İslamcı hareketin geleceğinde aşırı soldan ya da aşırı sağdan daha önemli etken olabilir. Kürtlerin büyük bir çoğunluğu muhafazakar sünnidir. Ne var ki Türkler Hanefi hukuku öğretisini izler, Kürtler ise şafi tarikatındandır.” denmektedir.

İşbirlikçi Sabri Sayar ile birlikte G. Fuller’in yazdığı bu rapor tarikatların, cemaatların, Kürtçülerin, AKP’nin bölgede izleyeceği siyaseti belirleyen yol haritası olmuştur. Hatta PKK Marksist- Leninist bir sol örgüt olma hüviyetinden sıyrılıp, cemaat ve tarikatlarla kol kola girmiştir.

Din, Kürtçülük için etnik milliyetçilik kadar emperyalizmin kullandığı iki tarafı da son derece keskin olan bir kılınçtır. O bölgede var olan radikal dinci örgütlerin faili meçhul cinayetlerde etkin bir rol oynadığı, dini kullanarak PKK ile birlikte kanlı terör eylemlerinde rol aldığı da bilinmektedir.

“Büyük Abi”nin elinin dokunduğu her taşı kaldırdıkça, yaklaşık 30 senedir Türk insanının kanının akmasına ve ülkenin ekonomim bakımdan çökmesine neden olan terörün ana nedeni görülmekte ve ta 1919 Paris Barış Konferansı’nda sahneye konulan Wilson’un bölücü planının baş aktörü ile yüz yüze gelinmektedir.

Emperyalist ve tüm ulus devletlerin ortak düşmanı Amerika…

Ülkemizde ise CFR’nin Memarandumu’nu tüzükleştiren iktidar “Büyük Abi” ile bir başka deyişle ” Büyük ayı” ile aynı yatağa girmiştir. Büyük ayı canı istediği zaman, yatakta şöyle bir dönüverecek ve onu ezecektir.

Figen ÖZEN
10 Ekim 2010
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Tehlike çanları Türkiye için çalıyor “BÜYÜK ABİ” EMRETT

İletigönderen Başkomutan » Cmt Eki 16, 2010 8:17


“BÜYÜK ABİ” EMRETTİ (7)


“Büyük Abi” kendi çıkarları için Kürtleri kullanmaya devam etmektedir. Türkiye’de PKK, İran’da PEJAK, Suriye’deki PDK, bizim her taşın altından çıkan “Büyük Abi”nin gayr-ı meşru çocuklarıdır.“

Bu gayr-ı meşru çocukların görevi, görevlendirildikleri ülkelerde kan dökerek, sabotajlar yaparak, askere, sivile saldırarak kaos yaratmaktır. Amaç halkı birbirine düşürerek, dökülen kardeş kanı üzerinde emperyal şatolar kurarak, kukla şehir devletleri kurmaktır.

    CIA; İran ve Irak’ta özellikle müslümanların ibadet ettiği camileri seçmiş, mezhep ayrılıklarını öne çıkararak kullanmış, binlerce sivil insanın canına kıymıştır. ” Büyük Abi” Irak’taki görevini hemen, hemen tamamlamış, Irak’ı ikiye bölmüştür. Artık Irak’ın kuzeyinde “Bölgesel Kürt Devleti “ kurulmuştur.

    Hatta Türkiye Dışişleri Bakanlığı tarafından bu çakma ve kukla devletin ABD tarafından atanmış maaşlı memuru Peşmerge reisi Barzani “ BAŞKAN” sıfatıyla ülkemize davet edilmiştir.

    Üstelik bu adam Mısır’da OTV’de arsızca Türkiye’den toprak istediğini de açıklamıştır. Ama bizim siyasetçilerimiz ” Komşularla Sıfır Sorun” veya asıl adıyla ” Ver- Kurtul” amacıyla hareket ettikleri içindir ki “KAK” Barzani’nin bu sözlerini duymamazlıktan gelmişler, çuval olayında olduğu gibi bir “müzik notası” bile göndermemişlerdir Bölgesel Kürdistan Devlet Başkanı’na (!)..


Aslında Barzanilerin bu aymazca isteklerini dile getirmeleri bir ilk değildir. 1966 yılında baba Molla Mustafa Barzani de Türkiye’den toprak talebinde bulunmuştur. Baba Barzani’nin geçmişine kısaca bir göz atalım.

Mesud’un sokaklarda tezek topladığı yıllarda Molla Mustafa Barzani ile genç Celal Talabani Irak’ı parçalamak adına birlikte hareket etmiştir.

    ABD’in maaşlı memuru sözde Irak Devlet Başkanı Celal Talabani 1950 yılından bu yana Irak’ın bütünlüğüne göz dikmiş ve Molla Mustafa Barzani ile birlikte bir takım dış güçlerin emrine girmiştir.. Bu iki bölücü 1950 yılında ve daha öncesinde Irak’ı bölmek için İngilizler, Mossad ve Rus İstihbarat Örgütü K.G.B. ile birlikte çalışmışdır.

    Devlete isyan eden ve Irak’ın bütünlüğüne göz diken Molla Barzani ve 110 Peşmerge Irak Devleti tarafından idama mahkum edilmiştir. Can korkusunu ensesinde hisseden baba Barzani derhal Rusya’ya kaçmış ve Sovyet Rusya’da Irak ayrılıkçı faaliyetlerine ” Ortadoğu Masası”ında etkin görevler alarak devam etmiştir. Hayatında hiç askerlik yapmamış olan Molla Mustafa Barzani, özverili çalışmalarından (!) ötürü 1957 yılında Sovyet Rusya tarafından ” generallik” rütbesi ile ödüllendirilmiştir.

    Rusya’ya sırtını dönen Mesut Barzani daha çok CIA ve MOSSAD ile birlikte çalışmayı tercih etmiştir. Barzani başta Irak olmak üzere, İsrail’in Türkiye, İran ve Suriye’yi bölme politikalarına son derece güvendiği içindir ki 2 Şubat 1972 de İsrail Başbakanı Moşe Dayan’a bir mektup yazarak ABD’nin bu konuda desteğinin sağlanmasını istemiştir. CIA 1972'den itibaren Barzani ile görüşmeye başlamıştır.

    1973 yılında İsrail’de yapılan ve MOSSAD Başkanı’nın da hazır bulunduğu bir toplantıda Barzani “SSCB ile iletişim kurmak istemesinin nedeninin, Rusların bölgeye müdahale etmek ihtimalini ABD’ye göstermek olduğunu” söylemiştir.

    Moşe Dayan’ın Barzani’ye verdiği cevap son derece ilginç ve dikkate değerdir.” İsrail sizin bu mücadelenize destek konusunda ABD ve SSCB’nin çok önündedir. İnanıyoruz ki bağımsızlık mücadelesi veren bütün küçük halklar er geç, hedeflerine ulaşacaktır.”

Scot Ritter’in ” Target İran” ( Hedef İran) adlı kitabında, İsrail ile Kuzey Irak Kürtleri arasındaki yakın ilişkiye dikkat çekmektedir. Kitaptan elde edilen bilgilere göre 1958'de İsrail ajanları, İran’daki üsleri kullanarak Kuzey Irak’taki Kürtleri silahlandırmaya ve eğitmeye başlamıştır. Molla Mustafa Barzani 1967 ve 1973 de İsrail’i ziyaret ederek, Kürt-İsrail dostluğunu güçlendirmiştir. 1972'den sonra CIA da bu işbirliğine katılmıştır. CIA ajanları, Kuzey Irak’ta İran üzerinden gelen Amerikan malı silahların dağıtımını yapmış ve askeri malzemelerin koordinesini üstlenmişlerdir.

Günümüzde ise CIA ve MOSSAD’ın görevi PKK’yı güçlendirmek ve silahlandırmaktır.

İsrail politikasının doruk noktasının, “Vaat Edilmiş Topraklar” olduğunun farkında olamayan Barzani ve hempaları bir taraftan siyonizme hizmet etmekte, diğer taraftan ise ” Büyük Abi”ye güvenerek, sahiden bir devletmiş ve devlet başkanıymış gibi davranmaya devam etmektedirler. Hatta Irak bayrağını yok sayıp 22 Ocak 1946 da Sovyetler tarafından kurulan, ancak daha sonra yıkılan İran’ın kuzeyindeki Özerk Kürt Cumhuriyeti’nin bayrağını kullanmaktadır.

ABD maşa olarak kullandığı Barzani’yi açıkça desteklemektedir.

Türkiye, Kuzey Irak’a ve Kerkük’e müdahalede bulunursa, korkarım ki karşısında Amerikan askerini bulur.”


Bu sözler hatta bu tehdit sıradan bir kişiye ait değildir. Eski ABD Genel Kurmay Başkanı MAYERS, bu tehdidi gözümüzün içine baka,baka söylemekten çekinmemiştir. Zamanın Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Dışişleri Bakanı, şimdilerin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ise bu tehdide verdiği tepki ise evlere şenliktir. Sn. Dışişleri Bakanı’mız Mayers’i zamanın ABD Dışişleri Bakanı C. Rice’ye şikayet etmekle yetinmiştir. Merak edilen ise Rice’nin bu şikayet üzerine Mayers’in kulağını çekip, çekmediğidir (!).

    ” İkinci hedefimiz Türkiye’dir. Ancak bunun için henüz erken.” Bu sözler 28 Ağustos 1966 da Molla Mustafa Barzani tarafından İsviçre televizyonunda ” Kürtlük ve Kürdistan’a Dair” konulu programda söylenmiştir.


Barzanilerin başta Türkiye olmak üzere dört ülkeden toprak istemeleri, 1919- 1920 de Wilson’la başlayan ” Büyük Abi”nin kışkırtmasının sonucudur. Ancak İsrail politikası ABD üzerinde ne kadar etkilidir sorusunu sorduğumuz zaman, eski İsrail Başbakanı Ariel ŞARON’un şu sözleri karşımıza çıkmaktadır:

” ABD’yi biz Yahudiler idare ediyoruz. Amerikalılar da bunu çok iyi biliyorlar.”
derken, bu bölücü senaryonun kendileri tarafından yazıldığını, ancak ABD tarafından sahneye konulduğunu ima ederek birilerine göz dağı mı vermek istiyorlar diye düşünmemiz gerekmektedir.


Figen ÖZEN
13 Ekim 2010







“BÜYÜK ABİ” EMRETTİ (8)

” Büyük Abi”lerin veya ” Büyük Abi” olmayı planlayanların, Türkiye’yi hedef olarak işaret ettiklerini, ama gerçek amaçları ülkeyi parçalamak ve yutmak adına Kürtleri piyon olarak kullandıklarını da görmekteyiz.

Zaman, zaman İsrail-İngiltere ve abilerin en büyüğü ABD birlikte hareket ederek, Türk milletinin kanı canı pahasına çizdikleri Misak-ı Milli sınırları içerisinde, yazdıkları senaryoyu uygulamaktan çekinmemektedirler. Bu oyun – tekrarlamakta fayda var- 1919-1920 yıllarında ABD’li Başkan Wilson’un ortaya attığı haritalarla ve 14 maddeden oluşan prensipleri ile başlamıştır.
Bu prensipler sonradan ” İKİZ SÖZLEŞMELER” adı altında tüm ulus devletlerin başına bela olacaktır. Bildiğiniz gibi Türkiye bu sözleşmeleri AKP iktidarının üstün gayretleri ve özverili çalışmaları sayesinde (!) 4 Haziran 2003 tarihinde yasalaştırmıştır.


” Büyük Abi” ABD, başta olmak üzere emperyalist güçlerin Ortadoğu üzerindeki emellerinin göstergesi olan ve Türkiye’yi parçalanmış gösteren haritalar 1920 yılından bu yana tüm dünyaya servis edilmektedir. Bu haritalar, Barzanilerin dört devletten toprak isteme hayallerine daha doğrusu aymazca isteklerine temel teşkil etmektedir.

Tarih 29 Eylül 1966. Yeni İstanbul Gazetesi…Gazetede yer alan haberi olduğu gibi aktarıyorum.
”İKİNCİ CEPHEMİZ TÜRKİYE “

    ”Son zamanlarda Avrupa basını sistemli bir şekilde Kürtlük ve ” Kürdistan” lehine büyük bir propagandaya girişmiştir. 28 Ağustos 1966 günü İsviçre Televizyonu, siyasi konuşma saatinde Kürtlük ve “Kürdistan”a dair on beş dakikalık bir program yapmıştır. Bu programda Kürtlerin Irak ile yaptığı mücadeleye dair resimler ve konuşmalar yer almıştır. Bu arada kanalın yorumcusu Kürtleri, İngilizlerin desteklediğini söyleyerek Kürt elebaşısı Molla Mustafa Barzani’nin bir konuşmasını ve ” Kürdistan topraklarını” gösteren bir harita yayımlamıştır.”

Haberin devamında ise Molla Mustafa Barzani’nin şu sözlerine yer verilmektedir.

” İstiklal davamızı bir gün mutlaka kazanacağız. ” Kürdistan” haritasını dünya milletlerine kabul ettireceğiz. Irak’tan sonra ikinci mücadele cephemiz TÜRKİYE olacaktır. Fakat bu mücadele için zaman çok erkendir.”

” FAKAT BU MÜCADELE İÇİN ZAMAN ÇOK ERKENDİR.” Molla Mustafa Barzani tam 44 yıl önce ikinci cephelerinin Türkiye olduğunu ama mücadele için zamanın erken olduğunu da söylemektedir. Neden erken ?…

Halbuki zamanın henüz erken olduğunu işaret eden baba Barzani’nin İsviçre Televizyonu’nda gösterdiği haritada “Kürdistan” sınırları içinde Adana, Maraş, Diyarbakır, Siirt, Van ve Bitlis yer almaktadır. Niyet bu kadar açıkken beklemek neden?


Osmanlı topraklarının parçalanmasını öngören Wilson, çizdiği haritada Anadolu’nun Kuzeydoğu’sunu Ermenilere, Güneydoğu Bölgesi’ni ise Kürtlere bırakmıştır. Aslında ABD’nin politikasında aradan geçen bunca yıla rağmen değişen hiç bir şey yoktur. George W. Bush’un ABD Başkanı olduğu dönemde ise Pentagon’un , Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgesini Kürt Devleti olarak gösterdiği harita, 2006 yılında ABD Silahlı Kuvvetler dergisinde yer almıştır.

Bunun yanı sıra George W. Bush’un o zaman siyasi danışmanı olan C. Rice ” Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde 22 devletin sınırları değişecektir.
Sınırları değişecek ülkeler arasında Türkiye de vardır.” demiştir. Sn. Erdoğan ise tam OTUZ İKİ kez, ulus devletlerin düşmanı olan BOP’un Eşbaşkanı olduğunu söylemiş, kendi ülkesinin de sınırlarını değiştirecek olan bu projenin Eşbaşkanı olduğunu iftihar vesilesi olarak Türk milletine ilan etmekte bir sakınca görmemiştir.


” Pentagon’da bir istihbaratçı ile randevum vardı. Odada istihbaratçı önüne bir harita açmıştı. Haritada Kuzey Irak ve Türkiye görülüyordu. Irak savaşının başlamasından yirmi yıl önceydi. Onu dinleyenler Barzani’nin Washington Temsilcisi Behram Salih ve PKK’nın Washington temsilcisiydi. Bugünlerin kaderi o günlerde, Pentagon’un ikinci katında bir odada böyle çizildi.”

Yukarıdaki bölüm Sn. Serdar Turgut’un bir yazısından aynen alınmıştır.

Baba Barzani’nin Türkiye’yi ikinci cephe olarak göstermesine rağmen ” Henüz bunu açıklamak için henüz erken” demesinin ana nedeni kendiliğinden ortaya çıkmıştır.

” Büyük Abi” henüz Türkiye için planlarını tamamlayamamış ve bölücülüğün kaldırım taşlarının döşenmesi henüz bitmemiştir.

    O günlerde CFR’nin memorandumunu tüzük olarak kabul eden ve yerel yönetimlere özerklik vaat eden bir parti iktidarda değildir. Ayrıca BOP Eşbakanı’nın Türkiye ataması yapılmamıştır. AB’nin tüm dayatmalarına rağmen “ İkiz Sözleşmeler” raflarda tozlanmaya terk edilmiş ve yasalaşmamıştır.

”Büyük Abi”nin planları ve baba oğul Barzanilerin hayalleri bugün bir, bir gerçekleşmek üzeredir. AKP bu konuda gerekli adımları atmış, ERBİL’de bir konsolosluk açmıştır. “ Henüz erken” diyen baba Barzani’in oğlu Mesut, ” Kürdistan Bölgesi Başkanı” sıfatıyla Dışişleri Bakanı Davutoğlu tarafından Türkiye’ye davet edilmiş ve ” Devlet Başkanı” sıfatı ile ağırlanmıştır.

Irak’ın kuzeyini “kalkındırmayı” görev edinen Devlet Bakanı Zafer Çağlayan, o bölgeyi kalkındırken TÜRK iş gücü ve emeği ile ABD’nin bölücü projesine hizmet etmektedir. Bu ” Büyük Abi”nin rüyasıdır.


Şimdi sırada 2011 Savaş Raporu’nda bir iç savaş çıkması öngörülen Türkiye vardır. Cemil Bayık’ın ” Selhidanları” ayaklanacak, şehir ve kasabaları yakıp, yıkacak, kan dökecek, resmi binalara saldıracaktır.

İnegöl, Hatay- Dörtyol ve Erzurum’da olaylar çıkacak, kardeş kanı emperyal patronun silahları ile dökülecektir.

Ama ” Ülkenin ve milletin istiklali tehlikededir. Ülkenin ve milletin istiklalini gene milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”


Figen ÖZEN
14 Ekim 2010

Resim
Trabzon’u işgal eden Ermenilerin elinde Amerikan, İngiliz, Fransız ve Rus bayrakları bulunuyor.

Resim
İzmir'in işgali...
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Tehlike çanları Türkiye için çalıyor “BÜYÜK ABİ” EMRETT

İletigönderen Başkomutan » Cmt Eki 16, 2010 8:19

“BÜYÜK ABİ” EMRETTİ (9)

“Gizli rapor” a göre, 2011 yılında Türkiye’de bir iç savaş çıkacak!…

Yazımıza Öcalan’ın 31 Mayıs’ta söylediği sözleri hatırlayarak başlayalım:

“Ben artık yokum. KCK ” Demokratik Özerklik” kararı alabilir. Şehir ve kasabalarda ufak çaplı çatışmalar çıkabilir.”

Bu sözler Öcalan’ın gerçekten süreçten çekilme kararı mı , yoksa KCK-PKK’ya verilen emirlerin açıklanması mıdır? Gelişen olayları incelediğimiz zaman, bölücübaşının hempalarına 31 Mayıs’ta bir emirname gönderdiğini kolayca görmekteyiz.

İlk önce daha çok BDP’li belediyelerin iktidarda olduğu kentlerde bizim şu meşhur taş atan masum (!) çocuklarımız ve ağabeyleri, amcaları devlete ait binaları yakıp, yıkmaya, karakollara saldırmaya, hatta şehir içinde mayın patlatmaya, devlete ait ne varsa tahrip etmeye koyulmuşlardır.

Daha sonra bu kaos daha çok Mersin, Adana gibi ayrılıkçı Kürtlerin yoğun olduğu bölgelerde kendini göstermiştir.

Polis, asker demeden PKK’nın vatana kattığı yiğitler..

İnegöl’de çıkan olaylar.. İçişleri Bakanı Sn. Beşir Atalay’ın saptamalarına göre üç-beş amigonun kışkırtması ile provoke edilmiş bir olaydır.
Gerçekten öyle mi ?..

Olayın bir alacak verecek davası ile başladığı doğrudur. Ancak Beşir Atalay’ın söylediği gibi basit ve provoke edilmiş bir olay olması da mümkün değildir.

Son olaylar “bardağı taşıran son damla” olarak nitelendirilmiştir. İnegöl’deki olaylar ufak çapta etnik bir çatışmanın ayak sesleridir.

Dörtyol’da ise aslında durum daha vahimdir. Dört polisin şehit edilmesi üzerine halk,” bıçak kemiğe dayandı” mantığı ile hareket etmiştir.

Yaşanan olayların hiç biri ama hiç biri doğru ve alkışlanacak olaylar değildir. Bu arada İçişleri Bakanı’nın “Referandum öncesi böyle olayları bekliyoruz” ifadesi ise PKK ve KCK’nın organize ettiği olaylar karşısında acziyetin ifadesidir.

Bugünlere nasıl gelinmiştir?..Şeyh Sait’in canı sıkıldı da ” Ben şöyle Devlet’e efeleneyim” mi demiştir?.. Yoksa Öcalan bir gün aynanın karşısında saçlarını tararken, birdenbire PKK terör örgütünü kurup Türk’ün ve kendi insanının kanını dökmeye mi karar vermiştir?.. Elbette değil..

    Çok seneler önce ta 1920'lerde önce taşıyıcı anne olarak seçilen Kürtlerin karnına emperyalizmin döllediği bir cenin yerleştirmiştir. Bu kötü tohumdan meydana gelen çocuk, emperyalizmin batağında beslenmiş ve zamanı gelince kavga, savaş ortamı yaratıp ve etnik milliyetçiliği körükleyip, çatışmalar çıkarıp, Türkiye’yi bir iç savaşa sürüklemek için ortalığa salıverilmiştir. Niyeti bellidir. Emperyalizmin rotasında ve izniyle hareket eder.


2011 YILINDA TÜRKİYE’DE BİR İÇ SAVAŞ ÇIKACAK!..

2011 yılında Türkiye’de bir iç savaş çıkacaktır !… Bu benim saptamam veya kehanetim değildir. Sefa Yürükel’in 2003 yılı Şubat ayının sonlarında Norveç Uluslar Arası İlişkiler Enstitü’nde Prof. Dr. Toje Brojge’nin masasında tesadüfen gördüğü, 35 sayfalık gizli raporun saptamasıdır. Bu enstitü Norveç Devleti’nin resmi kurumudur ve raporun başlığı ” 2011 Türkiye İç Savaşı”dır.

Sefa Yürükel kimdir? Aynı zamanda Danimarka Vatandaşı olan Sefa M. Yürükel

Antropog, Etnograf, Soykırımlar ve Terörizm Araştırmacısı, Lahey Türklere Yapılan Soykırımları Araştırmalar Vakfı Bşk.nı… Terörizm uzmanı Sefa Yürükel bir süre Norveç Uluslar Arası İlişkiler Enstitüsü’nde çalışmıştır. Bu Enstitü aslında ABD’deki CFR ile aynı konumdadır. Aralarındaki tek fark birinin resmi diğerinin ise sivil (!) bir düşünce kuruluşu olmasıdır. Her iki kuruluşun da hedefi ulus devletlerdir ve yıkım kararı alınan devletler arasında Türkiye birinci sıradadır.

Yürükel bir zamanlar terör uzmanı olarak çalıştığı enstitüye yaptığı rutin ziyaretlerin birinde Prof. Toje Bjorge’nin masasında adı geçen raporu görmüştür.
Bjorge bu raporun Yürükel tarafından okunmasına hatta bazı notların alınmasına ses çıkarmamış, ancak adı geçen belgenin kopyalanmasına izin vermemiştir.

Yürükel’in saptamalarına göre, rapor bir akademisyen istihbaratçı tarafından Amerikan İngilizcesi ile yazılmıştır. Bir ekip çalışması olabileceği olasılığının ağır bastığı raporun, tek elden yazıldığı açıktır.

NEDEN 2011 YILI PLANLANIYOR ?..

*AB’nin dayattığı kurallar ve bu kurallar çerçevesinde çıkarılacak bölücü yasalar…

( İkiz Yasalar, Vakıflar Yasası, Bölge Kalkınma Ajansları gibi)

*Önceden planladığı belli olan ABD’nin Irak işgali…

( Bölge halkının kanını döken, Irak’ı bölen , Barzani’nin başkanlığına atandığı Bölgesel Kürt Yönetimi’ni hayata geçiren, Şii, Sünni, Kürt, Arap ve Türkmen’i birbirine kırdıran, PKK’ya Silah ve lojistik destek sağlayan ABD Irak’ı hak, demokrasi ve insan özgürlüğünü sağlamak amacıyla(!) işgal etmiştir. )

* Bölgede yaratılacak değişiklikler…

( İlk değişiklik Irak’ın bölünmesi ile gerçekleşmiştir.)

* Büyük Ortadoğu Projesi ile değişmesi öngörülen, bölgedeki 22 İslam ülkesinin sınırları…

( C. Rice’nin vurguladığı gibi sınırları değişecek ülkeler arasında Türkiye’de vardır. Başbakan Erdoğan kendi ülkesinin sınırlarını değiştirecek, bölecek, küçültecek projenin Eşbaşkanı olduğunu tam otuz iki kere halka ilan etmekte ve en önemlisi bu bölücü projenin figüranı olmayı kabullenmekte bir sakınca görmemiştir.)

İç çatışma ve gerginliğin yoğunlaşacağı planlanan 2011 yılı Türkiye için bir dönüm noktası olacak ve yazılan senaryo gereği bir iç savaş çıkacaktır. Bu plan gereği binlerce sivil insanın, askerin, güvenlik görevlisinin katili PKK ile Irak’ın kuzeyindeki peşmergelerin işbirliği yapmasına göz yumulacak, PKK’nın yönettiği uyuşturucu trafiği ve Avrupa’da açtığı bürolar müsamaha ile karşılanacaktır.

80'li yıllardan bu yana ülkemizde yaşanan terör olaylarının haritası irdelenirse, bu raporda yazılan her şeyin gerçekleştiğini ve Türkiye’nin eğer Türk milleti sağduyulu ve soğukkanlı davranmazsa, bir iç savaşa zorlandığını saptarız.

Yazılan raporda gerçekleşen tüm olayları, senaristin büyük bir maharetle kaleme aldığı içerden ve dışarıdan destek gören bölücü senaryonun gereği bir iç savaşın çıktığını varsayalım.

İşte o zaman şu önemli soruyu sormamız gerekmektedir?… Çıkacağı var sayılan bu iç savaşın amacı nedir ?..


Türkiye AB için her şeye rağmen halen çok büyük ve güçlü bir ülkedir. Bu nedenle özellikle ” hassas ” olarak işaretlenen bölgelerde etnik milliyetçilik mutlaka öne çıkarılmalı, çatışma ortamı yaratılmalıdır.

Türkiye’de herkes kendi etnik kökenine göre siyasi geleceğini tayin edebilmeli, etnik kökenler arasındaki farklılıklar sık, sık vurgulanarak ayrılıkçılığın bölücü etkisi tazelenmelidir. Bu konuda AKP’yi ve Sn. Erdoğan’ı hatırlamamak mümkün değildir.

“İkiz Yasalar” diye adlandırılan yapışık ikiz misali sözleşmelerin ilk maddeleri ” Halklara kendi siyasi statülerini tayin hakkı”nı tanıyan maddeler, – bu maddelerin altına AKP, ŞERH koymamış, ayrıca beyan ifade etmiştir.- Norveç’te Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde Prof.Toje Bjorge’nin masasında Sefa Yürükel’in tesadüfen gördüğü ve kamu oyuna yılının Eylül ayında Tempo Dergisi’ne açıkladığı “Gizli Savaş Raporu” ile aynen uyuşmaktadır.

Bunun yanı sıra Erdoğan’ın sık,sık hatta fazlasıyla üzerine basa, basa “Benim Laz’ım, benim Çerkez’im benim Kürt’üm….” şeklinde dile getirdiği ifadesi ise ” Etnik milliyetçilik kışkırtılmalı” diyen, ” Büyük Abi”nin şeflik yaptığı emperyal patronlara koltuk değneği vazifesini görmektedir.

Raporda ayrıca ordu ve emniyet kuvvetleri içeresindeki Kürtler de bu ayrılıkçı yolu seçmelidir denmektedir. Ordu ve polis… Bir devletin, ülkenin savunma mekanizması, etnik tohumlar saçılarak çökertilmek istenmektedir. Aynı oyun Yugoslavya’da oynanmış, aynı üniformayı giyen, aynı kaptan yemek yiyen, aynı Amerikan malı silahı kullanan askerler ve polisler, birbirlerini öldürmek için tetiği çekmekte tereddüt etmemişlerdir. Çünkü onlar, artık birbirine düşman edilmiş ayrı etnik kökene aidiyetlerini benimsemişler ve ulus devletin tüm kurallarını çiğnemişlerdir.

Türkiye’de iç çatışma senaryoları ile yapılmak istenen, Yugoslavya’da uygulanan senaryonun bir kopyasıdır.Türkiye’nin zayıflaması için, bir Kürt Devleti mutlaka kurulmalıdır. Tüm çabanın, dökülen bütün kanların amacı budur. Zayıflatılmış ve küçülmüş, kendi derdine düşmüş bir Türkiye…

Kürt Devleti mi? Orası kolay canım, ” Büyük Abi” için bu uydu devlet kolayca yutulacak bir lokmadır.

Buraya kadar Rapor’un giriş bölümünde yazılan senaryo, senelerdir bizim ülkemizde uygulananlarla aynıdır. Demek ki, bu senaryonun senaristi, prodüktörü, aktörü ve rejisörü tek bir güçtür. ” Büyük Abi”….

Raporun ilerleyen bölümlerinde karşılaşacağımız Türkiye için öngörülen plan, ülkemizin üniter yapısı için çok büyük bir tehlikedir.

    CIA İstasyon Şefi Paul Henze “…… temel bir düzenlemenin yapılması için 20. yüzyılın sonunda Türkiye’nin sürüklendiği buhranın daha da kötüleşmesi gerekecektir.” demiştir.

” Buhranın daha da kötüleşmesi..” Buhranın anahtarı 12 Eylül’de sandıktan çıkacak oyların eline verilmiştir.

Türk milleti “HAYIR” oyları ile bu kapıyı tamamen kilitleyememiş, verdiği “EVET” oyları ile “Büyük Abi”ye teslim olarak buhranın oluşturacağı anaforun içinde yok olmayı, parçalanmayı, bölünmeyi gündeme taşımıştır.

    Yargı artık iktidarın emrine verilmiş, Cumhuriyet hukuku “üsttekilerin hukuku” olarak şekillenmiş, egemenliğinin yanı sıra hukukunu da “Büyük Abi”ye ve onun yamağı teslim etmiştir.


Figen ÖZEN
15 Ekim 2010







“BÜYÜK ABİ” EMRETTİ (10)

ERGENEKON’DA DÜĞMEYE BUSH-ERDOĞAN GÖRÜŞMESİNDE BASILDI!

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK İDDİANAMEYE NASIL DAHİL EDİLDİ?


” ….. temel bir düzenlemenin yapılabilmesi için 20. yüzyılın sonunda Türkiye’nin sürüklendiği bunalımın daha da kötüleşmesi gerekecektir.”

CIA İstasyonu Şefi Paul Henze’nin bu sözleri ve benzerleri Mustafa Yıldırım üstadın kitabında yer almaktadır. Henze Türkiye’de var olan bunalımın daha da kötüleşmesini gereği ile Rapor’da belirtilen “2011 de Türkiye’de iç savaş çıkacaktır.” öngörüsü ile aynı çizgide buluşmaktadır.

Sefa Yürükel’in Norveç Uluslar Arası İlişkiler Enstitüsü’nde Prof. Toje Bjorge’nin masasında bir rastlantı sonucu ulaştığı “2011 Türkiye İç Savaşı” başlıklı rapor beş bölümden oluşmakta ve son derece kapsamlı bir çalışmanın sonunda yazıldığı da anlaşılmaktadır. Rapor’un bizlere ulaşan bölümleri incelendiği taktirde korkunç bir istihbarat ağının iyi süzülmüş bilgileri servis ettiği, teorik yaklaşımlarla senaryonun yazıldığı görülmektedir.

Rapor’un 1. Bölümü’nde Türkiye’nin jeopolitik ve siyasi coğrafyası incelenmektedir.
” Akdeniz’e bir at başı gibi uzanan” ülkemizin jeopolitik ve siyasi coğrafyası incelenerek, taşların yerinden nasıl oynatılacağı planlanmıştır.

Jeopolitik, bir devletin ülkesi ve milli tarihi, vatandaşın milli bilinci, devletin milli gücü ve dünya devletlerinin politik şartlarını ve ilişkilerini dikkate alarak milli politikanın tespit ve yöneltilme esaslarını gösteren, devletin dış politikalarının tayininde coğrafi unsurlardan faydalanmayı amaçlayan bilim dalıdır.

    Türkiye’nin coğrafi konumu ise son derece önemlidir.

    İki kıtayı birbirine bağlayan Türkiye; Asya, Avrupa, Balkan, Kafkasya, Ortadoğu diye adlandırılan bölge, Karadeniz ve Akdeniz ülkesidir.

    Ve en önemlisi “Demir Perde Ülkeleri” diye adlandırılan blokun çökertilmesi, SSCB ve Yugoslavya’nın dağılması sonucu yapısal bir değişikliğe uğrayan Balkanlarla da komşudur.

    Etnik çatışmalara hatta ” Büyük Abi” nin ateşin altına çok fazla odun attığı karışıklıklara sahne olan zengin doğal kaynaklara ve enerji depolarına sahip, Kafkasya ve Ortadoğu’nun merkezindedir.

    Hazar ve Orta Asya doğal kaynaklarını Batı’ya ulaştıran doğal bir köprüdür. Bunun yanı sıra dünyadaki enerji kaynaklarının % 70'inin ülkemizin etrafında olduğunu da unutmamak gerekir. Özellikle petrolün tükenmekte olduğu dünyamızda geleceğin enerji deposu olarak tarif edilen Bor madeninin % 75'ninin ülkemizde olması tüm dikkatleri vatan toprakları üzerinde toplamaktadır.

Nitelik ve nicelik olarak Avrupa ve bölgesinde modern silahlara sahip en güçlü ordu TSK’dir .

    Avrupa’da ve bölgesinde en güçlü ordu TSK’dır. Jeopolitik çalışmalar yapanlar da TSK’nin bölgede en güçlü ordu olduğunu ısrarla vurgulamaktadır. Bu güçlü ordu Cumhuriyet’in, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün, Atatürk’ün ilke ve devrimlerinin savunucusudur. Ayrıca Türk milleti, TSK’ne görünmez manevi bir bağla bağlıdır.

    TSK gücünü ve milletle olan görünmez bağı kuruduğu müddetçe yapılan tüm çalışmalar nafiledir, Cumhuriyet’in yıkılması ülkenin bölünmesi son derece zordur.


Yapılması gereken nedir?..TSK’nın gücünü ve milletin gözünde saygınlığını yitirecek bir operasyona imza attırmak…

Tarih 5 Kasım 2007…Washington… Beyaz Saray’ın Oval Ofis’inde
Bush ve Erdoğan arasında son derece özel bir görüşme yapılmıştır. Bu görüşme öylesine özeldir ki, Oval Ofis’e yeminli özel tercüman ve tutanakları yazacak Dışişleri personeli alınmamıştır. Aslında bunların yapılması gerekmektedir ama yapılmamıştır. Tercümanlığı Egemen Bağış yapmıştır. Neler konuşulduğu, hangi kararların alındığı bilmecedir.

Yalnız bu görüşmenin ardından 35 kişilik CIA- Pentagon heyeti Türkiye’ye gelmiş, bir takım operasyonların ön hazırlıklarını yapmıştır. İçişleri Bakanı “Böyle bir heyetin ülkemize geldiği bilgisi yok.” demişse de, heyetin varlığı, TSK mensupları tarafından gömüldüğü iddia edilen silah ve mühimmatların çıkarıldığı bölgede daha önce yaptıkları keşif (!) ziyaretlerinin canlı tanıklarla ifşa edilmesinin sonucunda açığa çıkmıştır. Ama nedense bu tanıkların iddiaları ciddiye alınmamış ve Ümraniye İddianemesi’nde yer verilmemiştir.

Bir tek kişi bu görüşmenin şifresini çözmüş, alınan kararı açıklamıştır. Cumhurbaşkanı Gül’ün kankası Fehmi Koru ” Bush-Erdoğan görüşmesinde Ergenekon Operasyonu kararlaştırılmıştır.” iddiasını ortaya atmıştır ve bu iddia hiç bir zaman hiç bir şekilde yalanlanmamıştır. O halde doğrudur.


    “Büyük Abi”nin en büyüğünün açtığı yolda yürüyenler derslerine çok iyi çalışmış olmalılar ki, hedef Türk ordusu olarak tespit edilmiştir. Verilen yeni emir şöyledir.


    ”İşbirlikçiler! Planımızın başarısı için ilk hedefiniz Türk Silahlı Kuvvetleri’dir. İLERi !”


Verilen emir, derhal işleve konulmuş “ Devlete Karşı Terör Örgütü Kurmak ve Darbe” suçlaması ile emekli generaller tutuklanarak Silivri Ceza Evi’ne gönderilmiştir. Yalnız bu tutuklamalar yapılırken bir şeye son derece özen gösterilmiştir. Emekli generaller, PKK’ya karşı savaşan askerler, mafya bağlantısı olduğu iddia edilen kişilerle aynı terazinin kefesinde tartılmıştır.

Örneğin Antalya’da Öcalan’ı Türkiye’ye getiren emekli albayla, mafya ile ilişkisi olduğu iddia edilen ve bazı faili meçhul cinayetlerle suçlanan O.G, aynı terazinin kefesinde, aynı demir okka ile tartılmıştır. ” Terör Örgütü Kurmakla ve Terör Örgütü Üyesi Olmakla” suçlanan emekli albay ve O.G aynı cezaevinde “cezaya dönüştürülen tutukluluk” sürelerini geçirmektedirler.

Emekli askerlerin ardından muvazzaf subaylar, ordu komutanları, kurmay albaylar, binbaşı ve yüzbaşılar, gencecik teğmenler aslı, astarı olmayan düzmece belgelerle suçlanarak tutuklanmıştır. Onlara öyle suçlar yakıştırılmıştır ki, bunu onuruna yediremeyen PKK’ya karşı savaşırken bel kemiğinden vurularak felç olan bir kahramanımız intihar etmiştir. Üstelik bu intihar ilk ve son intihar da değildir.

Şalvar, Ay Işığı, Kafes , Balyoz, İrtica İle Mücadele Planı ve Balyoz gibi ” Bana bir masal anlat baba” mantığı ile yazılan iddianamelerle, yap-boz oyununa benzetilen özel savcıların hukuku bu insanları bir salıvermiş, bir tutuklamış, tekrar salıvermiş ve 102 sanık hakkında ” yakalama ve görüldüğü yerde tutuklama emri” çıkartmıştır.

Ancak haklarında “yakalama” emri bulunan bir çok kişinin muvazzaf subay ve üst rütbeli subay olduğunu hatırlamak gerekir.

YAŞ öncesi Ergenekon’un tazelenmesi “İnternet Andıcı” iddiası ile aralarında Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na terfisi beklenen Org. Hasan Iğsız’ın da bulunduğu 19 subayın ” ACİL” kodu ile ifadesi alınmak üzere Beşiktaş Adliyesi’ne çağrılmaları, sadece dikkat çekici olmakla kalmayıp, aynı zamanda maksatlıdır. İktidarın özel mahkemesinin özel savcıları gibi davranan bazı savcıların, bu zamanlama ile neyi amaçladıkları da açıkça görülmektedir.


Jeopolitik ve siyasal coğrafya araştırmalarının hangi maksatla yapıldığı ve hedefin neden Türkiye açıktır. Belki bazılarının uykusunu getirecek kadar uzayan yazı dizisi, aşağıda okuyacağımız satırların ardından tüm milletin ve ” Ben Kemalistim” diyen herkesin uykusunu kaçıracak alçak bir suçlamayı işaret etmektedir.

İlk Ergenekon İddianamesi: Sayfa 40-41..

ATATÜRK’ÜN DAHİ ERGENEKON’UN TARİKATVARİ ve DİNİ YAPISI İÇERİSİNDE OLDUĞU, ANCAK HENÜZ AÇIKLAMA ZAMANI GELMEDİĞİNDEN AÇIKLANMAMASI GEREKTİĞİ

Atatürk’ü ” Terör Örgütü Kurmak ve Terör Örgütü Üyesi” olmakla suçlayan evrak ilk iddianamenin eki 2455 sayfadan oluşan 64 No.lu klasöre 304-326 sayfalar olarak konulmuştur.

    Üstelik ilk iddianamenin özetlenerek 2. İddianame’de yer alması nedeniyle, Atatürk’ü suçlayan ibareler, iddianamenin 31. sayfasında aynen tekrarlanmıştır.

    Yani özel mahkemenin özel savcılarına göre Atatürk, emperyalizme diz çöktürüp, Türk milleti ile birlikte kanla, irfanla ve devrimle Cumhuriyet’i kuran, tüm dünyanın saygısını kazanan müthiş Türk, ulu önderimiz, ilk Reis-i Cumhur’umuz bir terörist ve bu örgütün kurucusudur(!).

    Yazıya devam etmek zorundayım. 11. bölümde hem ” Büyük Abi”nin ortamı daha fazla nasıl karıştırdığına hem de Mustafa Kemal Atatürk’e yapılan bu hakarete kimlerin karşılık vermek için çaba gösterdiğini, kimlerin ise suçlu muamelesi yapmak için zamanını bekleyen özel savcılar karşısında susmayı tercih ettiğini göreceğiz.



Biz toprağın üzerinde derin uykulardayız.
Kalkıp uyandırın bizi!.
Uyandırın bizi!
Şehitler, Kuvayi Milliye şehitleri
Mezardan çıkmanın vaktidir..


Sanki Koca Usta içinde bulunduğumuz kaosu betimleyerek, bizi uyandırmak için yazmış bu şiiri. Ancak şehitlere ” Mezardan çıkma vaktidir.” diye seslendiğine göre
Ege kıyılarında tatiline devam eden, salonlarda, çay bahçelerinde konuşarak “12 Eylül’e Hayır” kampanyası yaptıklarını zannedenler, ne yazık ki 12 Eylül sonrası % 58'i “ihanet”le suçlayarak emperyal patronun koynunda derin uykularına devam etmektedirler..

Hey koca Nazım hey!.. Gel de uyandır bizi..


Figen ÖZEN
16 Ekim 2010
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Tehlike çanları Türkiye için çalıyor “BÜYÜK ABİ” EMRETT

İletigönderen Başkomutan » Sal Eki 19, 2010 1:08


Resim

“BÜYÜK ABİ” EMRETTİ..(11)…
Gelin Mustafa Kemal’in sahipsiz olmadığını tüm dünyaya ispat edelim


“Atatürk’ün dahi Ergenekon’un tarikatvari, dini yapısı içersinde olduğu, ancak açıklanma zamanı gelmediğinden açıklanmaması gerektiği“

Tekrarlayalım, onların görüşüne göre Ergenekon nedir? Devlete karşı düzeni yıkmak, darbe yapmak, halkın canına kast etmek ve ülkeyi gerekirse bir iç savaşa sürüklemek amacıyla kurulmuş bir terör örgütüdür.

1. İddianame’nin 40-41. sayfalarında yer alan yukarıda aynen aktardığım ibareye göre Atatürk de şu anda Silivri’de tutuklu bulunan emekli , muvazzaf subaylar, tüm yurtseverler ve haklarında yakalama emri çıkarılan 102 emekli, muvazzaf subay gibi bu terör örgütünün üyesidir. İçim acıyarak , yüreğimde fırtınalar koparak, göz yaşları ile yazıyorum bu satırları. Onlara göre Mustafa Kemal de bir suçludur. Hem de terör suçlusu..

Görüldüğü gibi Mustafa Kemal’e alenen hakaret edilmiştir. Atatürk bir suçlu gibi gösterilmiş ve hakkında bir suç olgusu oluşturulmaya çalışılmıştır.

“Büyük Abi”nin bir rüyası daha gerçekleştirilmiştir. ” Diktatör, barbar” olarak vasıflandırdıkları Atatürk’ün saygınlığı kendi ülkesinde bir özel mahkemenin gene unvanlarının başında cumhuriyet olan özel savcıları tarafından yok edilmek istenmektedir.


    Şimdi “Ben devrimciyim, ben Kemalist’im” diyen herkese soruyorum. Bu bir KARŞI DEVRİM HAREKETİ midir ?.. Evet, bu bir karşı devrim hareketidir.

    Amaç sadece Atatürk’e hakaret ederek Mustafa Kemal’i baş tacı eden Türk milletindeki milli bilinci yok etmek midir?

    Başkomutan Gazi Mareşal Atatürk’ün ordusunu TSK’ni, çeteci, terörist ilan ederek Türkiye’nin bel kemiği neden böyle acımasızca kırılmak istenmektedir?

    Orduyu çökertmek için Başkomutan Mustafa Kemal’i ve en üst rütbelisinden en ast rütbelisine kadar komuta sınıfını aşağılamak lazımdır. Hiç sıkılmadan, hiç utanmadan onlar da bu aymazca yola başvurmuştur. TSK harakiri yapmaya zorlanmıştır.

Adamın biri, bir zamanlar haddini aşan bir söz etmiş, “Türkiye, Türkler tarafından idare edilemeyecek kadar zengin bir ülkedir.” demiştir. İşte Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e saldırının ana nedeni budur. Bu zengin ülkeyi ele geçirip, Asya’ya giden yolu temizlemektir ana amaçları..


Sebebi ne olursa olsun kimliklerinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yazan savcılar Mustafa Kemal’i terör örgütü kurucusu ve üyesi olarak suçlamışlar ve tüm dünyanın önünde saygıyla eğildiği, büyük Önder’imizin manevi şahsiyetini aşağılamışlardır.

O halde bu aymazlığa ellerinde olanak varken, karşı çıkmayanlara en hafif, en insaflı bir yaklaşımla karşı devrimin görüşüne hizmet etmektedirler diyebilir miyiz?.. Tereddütsüz evet… Sanırım hiç kimse bu yaklaşımıma haksız veya hayır diyemeyecektir.

Adı geçen İddianeme’nin UYAP yolu ile yayılmasından ve basına sızıp kamu oyu paylaşılmasından sonra ADD derhal harekete geçmiş, tüm engellemelere rağmen zoru başararak İddianame’de imzaları bulunan savcılara ” Ceza Davası” açmıştır.

Nisan 2009 tarihinde açılan bu dava ADD’nin avukatı Sn. İsmail Sami Çakmak tarafından açılan bu dava halen sürmekte ve ne zaman karara bağlanacağı da, ceza davalarının oldukça uzun sürmesi nedeniyle bilinmemektedir.

Yargıtay Onursal Başsavcısı, hukuk duayeni Sn. Sabih Kanadoğlu, zamanın YARSAV Bşk.nı Ömer Faruk Eminağaoğlu, Av. Sn. İsmail Çakmak ve Av. Turan Karakaş, Atatürk’e alenen hakaret edildiğini ve bu konuda adı geçen Zekeriya Öz, Ercan Şafak, M. Ali Pekgüzel, Nihat Taşkır, Fikret Seçen, Mehmet Murat Yönder ve Turan Çolakkadı hakkında Atatürk’e hakaretten dolayı manevi tazminat davası açılması gereğini ve başta Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Merkezi, Tüm şubeler ve tüm Türk milletinin bu konuda tazminat davası açmaya hakları olduğunu savunmuşlardır.

Uzun araştırmalardan sonra ceza davası bitmeden tazminat davası açılabileceği konusunda fikir birliğine varılmıştır. Bu konu üzerinde hiç bir aykırı fikir yürütülmemiş ve en ufak bir tereddüt olmaksızın , tazminat davalarının açılabileceği konusunda, hukuksal alt yapısı olan bir tavsiye kararı alınmıştır..

Ayrıca bu davanın açılmasında amacın para kazanmak olmadığını, maksadın savcıların tazminat ödemeye mahkum edilerek, Ergenekon davasının çürütülebileceğini ve adı geçen savcıların tazminat davalarının sonucunda davadan alınabileceği üzerinde ısrarla durulmuş ve tavsiye kararına eklenmiştir..

6 Mart 2010 tarihinde yapılan, ADD GYK toplantısında Sn. Prof.Dr. Alpaslan Işıklı, Öğretim Görevlisi Sn. Suay Karaman ve Sn. Abdurrahman Kurtaslan durumu diğer GYK üyelerine aktarmışlar ve ADD’nin tüm şubelerinin, bu konuda tereddüt etmeksizin dava açmaları gereğini savunmuşlardır.

Ancak zamanın Genel Sekreter yardımcısı , şimdilerin Genel Başkan Yardımcısı Av. Sn. Kazım Arslan ( K. Arslan Denizli’de tekstil işiyle uğraşmakta ve avukatlık yapmamaktadır.) ve Av.Sn. Sami Sezen derhal karşı çıkarak , ceza davası sürerken tazminat davasının açılamayacağı görüşünü savunmuşlardır.
Sn. Vahit Ak ve Sn. Metin Kuzugüdenlioğlu, Prof. Dr Alpaslan Işıklı’nın ” GYK olarak Atatürk’e hakaret eden bu savcılar hakkında tazminat davası açalım.” görüşüne karşı çıkmış ve ceza davası sürerken tazminat davasının açılamayacağı görüşünde (!) ısrar etmişlerdir.

Böylece GYK’dan tazminat davası açma kararı çıkmamış, Atatürk’e hakaret edenlere karşı tavır koymayanlar “tarafsız” kalarak karşı devrimin görüşüne hizmet etmişlerdir. Saim Sezen ve Vahit Ak yeniden GYK üyesi seçilmiştir.

    Ancak Prof. Dr. Alpaslan Işıklı ve Suay Karaman bireysel olarak Ergenekon savcılarına tazminat davası açarak karşı tarafın ” Ceza davası devam ederken tazminat davası açılamaz.” tezini çürütmüşlerdir. Dava devam etmektedir. Bu iki Kemalist yürek tüm Türkiye’de , yalnız bırakılmalarına rağmen, aynı konuda mücadelelerini sürdürmekte ve yeni tazminat davalarının açılması için çalışmalar yapmaktadır.

Şimdi haklı olarak bu konunun “Büyük Abi” ile olan ilgisini soracaksınız. 1930 yılında yazdığı kitapta Alman Kurt Zeimke Mustafa Kemal’i ve Kemalizm’i “Emperyalizmin baş düşmanı” ilan etmiştir. Bu düşmanlık adı geçen kitapta en ince detayına kadar işlenmiş adeta Mustafa Kemal ve Kemalist Düşünce için bir nevi” Görüldükleri yerde kafaları koparılmalıdır.” emri verilmiştir.

Bu emri görmezden gelerek tarafını ilan etmemek ise, ABD’den esen rüzgarla planlanan ve güçlenen karşı devrimin gölgesine sığınmaktır. Bu davranış karşı devrimin görüşüne açıkça hizmet etmektir.


Cumhuriyet’imizin kurucu önderi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e “hakaret edilmesini” sineye çekmek ve kabullenmek ise “gaflet ve delalet“in çok ötesindedir.

Sn. Alpaslan Işıklı ve Sn. Suay Karaman tarafından açılan “Tazminat Davası” henüz karara bağlanmış değildir. Her iki davanın devam eden duruşma tarihleri 19 ve 22 Ekim 2010′dur.

Geçtiğimiz günlerde hem ADD’nin, hem de bu davanın avukakatı olan Sn. İsmail Sami Çakmak, ADD Genel Merkezi’ni ziyaret etmiş, tazminat davası ve ceza davası süreci hakkında kendilerini bilgilendirmek istemiştir.

Sn. Av. Çakmak, Genel Başkan Sn.Tansel Çölaşan’la görüşememiş, tüm ısrarlarına rağmen Tansel Hanım’ın sekreteri, Genel Başkan’ın özel telefonunu ADD’nin Avukatı Sn. Çakmak’a vermemiştir.

ADD Genel Sekreteri Nazmi Şarvan’la görüşen, Sn. Çakmak -dikkatinizi çekerim, Sn. Şarvan emekli Ankara Cumhuriyet savcısı’dır- dava hakkında kendisine bilgi aktarmak istemiştir.

Size aktaracağım Sn. Çakmak ve Sn. Şarvan arasında geçen konuşmalar, bazı şube başkanlarının zannettiği gibi asla hayal mahsulü değildir. Yazılan herşey gerçek bilgi ve belgelere dayanmaktadır.

Sn. Çakmak’ın dava süreci hakkında konuşması üzerine ADD Genel Sekreteri Sn. Nazmi Şarvan, “Bu davadan bir şey çıkmaz. Neden masraf yapılıyor, masrafı ne kadar oldu?” demiştir.

Bunun üzerine Sn. Çakmak, haklı olarak sinirlenmiş, ADD Genel Sekreteri’nin, emekli bir Cumhuriyet Savcısı olan, Şarvan’ın bu konuşmaları kendisini şaşırtmış ve hayal kırıklığına uğratmış hatta öfkelendirmiştir.

Sn. Çakmak’ın, Şarvan’a verdiği cevap, bazılarına, seçildikleri koltuklardan dolayı kendilerini Atatürkçü Düşünce’nin temsilcisi zannedenlere ders verecek niteliktedir.

    ”Hangi paradan bahsediyorsunuz? Ben para falan istemiyorum. Bunu defterden silin gitsin. Ben Atatürk’e hakaret edilmesine tahammül edemem. Davaya bu konuda hassasiyet gösteren Kemalist dostlarım ve kendi adıma devam edeceğim.”

Sn. Çakmak’ın bu söylemi üzerine, ADD Genel Sekreteri’nin önerisi, kara tahtaya hiç silinmeyecek şekilde not düşürülecek niteliktedir.

“Bu davadan vazgeçin. AKP; ADD ve YARSAV’ı zaten kapatmak istiyor. Onların eline koz vermeyin.”


Görüşme bu şekilde sona ermiş ve Sn. Çakmak kendi söylemiyle adeta kovulduğunu hissederek ADD Genel Merkezi’nden ayrılmıştır.

Aklıma takılan bir soruyu sizlerle paylaşmanın tam zamanıdır diye düşünüyorum. Aslında hür iradeleri ile hareket etmediklerine gönülden inandığım, şube başkanlarının işaret ettiği yönde “OY”larını kullanan ADD Genel Kurul Delegeleri, ADD’yi kime, kimlere emanet ettiklerinin farkındalar mı?..

Referandum öncesi yayımladıkları 1. Genelge ile vatan savunmasında “TARAFSIZLIĞINI” ilan eden ADD GYK’sı hatalar zincirine yeni halkalar eklemektedirler.

Şimdi size bir çağrıda bulunuyorum. Her Türk vatandaşı, “Atatürk’e Hakaret” eden Ergenekon savcılarına tazminat davası açmak hakkına sahiptir.

Gelin Mustafa Kemal’in sahipsiz olmadığını tüm dünyaya ispat edelim. Türkiye’nin her yerinde “Büyük Abi” 10′da adı geçen Ergenekon savcılarına tazminat davası açalım. Bu “Toprak üstündeki uykularımıza” son verecek bir uyanışın başlangıcı olsun.

“Büyük Abi”ye, işbirlikçilerine ve onların hukukuna her şeye rağmen teslim olmadığımızı göstermek, Mustafa Kemal’e asla ödenmeyecek borcumuzun çok ufak bir vefa belirtisidir.

Atatürk ve Türk ordusu yapılan bu suçlamalarla aşağılanmakta, hırpalanmaktadır. Bedenlerinde yüreklerinde Ergenekon savcılarının açtığı yara belki ölümcül değildir.

Ancak PKK’lı teröristin kurşunundan daha da etkilidir.

İşin en acı tarafı ise Atatürk’e hakaret edenlerin ve bu duruma sessiz kalanların hala bir yerde olmalarına karşın, Başkomutanı bile terörist ilan edilen Türk ordusunun, hala şehit vermeye devam etmesidir.

Sessiz kalarak bu büyük suça ortak olacak ve “Büyük Önderimiz”e hakaret edilmesine tahammül edecek miyiz?..

Figen ÖZEN
18 Ekim 2010



ATATÜRK de Ergenekoncu çıktı

Ulusu Ortadan Kaldırmak İçin Ulusun Önderine Saldırıyorlar

Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Tehlike çanları Türkiye için çalıyor “BÜYÜK ABİ” EMRETT

İletigönderen Başkomutan » Cmt Ara 11, 2010 14:12


“BÜYÜK ABİ” EMRETTİ….(12)
“2011 TÜRKİYE İÇ SAVAŞI” RAPORUNDAKİ NGO NE ANLAMA GELİYOR?

“Büyük Abi” soluklanmadan aç karnını doyurmak ve arsız iştahını tatmin etmek için emir vermeye devam etmektedir. Her şeye burnunu sokmakta yargıya müdahale eden tavsiye kararları yayımlamaktadır.

Ancak önemli olan Norveç’te Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde Sn. Sefa Yürükel’in bir rastlantı sonucu gördüğü “2011 TÜRKİYE İÇ SAVAŞI” başlıklı rapordaki öngörünün gerçekleşmesidir.

“2011 TÜRKİYE İÇ SAVAŞI” başlıklı raporun 2. bölümünde Türkiye’nin siyasi ve sosyal tarihi, dini, mezhepsel, etnik ve kültürel yapısı üzerine özet halinde deneme-yanılma yoluyla elde edilen bilgilerle güçlendirilen rakamlar yer almıştır.

Ayrıca Türk ve Kürtlerin demografisinin altı özenle çizilmiştir. Hatta bu nüfus bilgilerine dayanarak bazı il ve ilçelerin de adı verilmiştir.

Raporda adı geçen“DEMOGRAFİ” bildiğiniz gibi “Nüfus Bilimi”dir. Bir ülkenin her şeyini, geleceğini hatta kaderini belirleyen “nüfus bilimi” üzerinde “Büyük Abi”nin böylesine fedakarca, zamanını ve parasını harcayarak çalışmasının nedeni elbette ki ülkemizin hayrına değildir.

O anki mevcut durumun, geleceğe yönelik doğum, ölüm, göçlerin dikkate alındığı ve bu nüfus bilgilerine dayanılarak Diyarbakır- Kızıltepe- Pazarcık gibi bazı yerleşim yerlerinin belirtilmesi, 2011 e yönelik bir iç savaş hazırlığıdır.

“2001 TÜRKİYE İÇ SAVAŞI” başlıklı raporu yazanlar Türkiye’nin nüfus bilgileri üzerinde çalışmalar yaparken, ülke içindeki ajanlar ve işbirlikçiler de bu raporun yazılmasına katkıda bulunmuşlardır.


Raporda “Hassas Bölgeler” olarak nitelendirilen yerleşim merkezlerinde Türk ve Kürt nüfus bilgileri incelenmiştir. Bu iki nüfusun iç, içe yaşadığı ya da sınır bölgesi olarak kabul edilen (!) Malatya, Erzurum, Kahramanmaraş, Gaziantep ve benzeri yerleşim bölgelerinin nüfus bilgileri incelenirken, gelir dağılımı ve siyasi yapısı,ayrılıkçılığa veya devlete karşı çıkışı, ya da devlet safında ayrılıkçılığa karşı çıkışa meyilleri ve bu özelliklerin güç oranında değişken olabileceği özelliği üzerinde ısrarla durulmuştur.

Devletin ve PKK’nın Güneydoğu Anadolu’daki konumu ele alınarak, devletin o bölgedeki konumunu zayıflatmak amacıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’ni suçlama propagandaları hızlandırılmış, ve stratejik konumlar incelenmiştir.

Gene raporda PKK’nın harekete geçirebileceği NGO’laşmış STK’ların ve siyasi bağlantılı güçlerin, hassas bölgelerde kontrollü bir çatışmayı yaratıp, yaratamayacağı sorgulanmıştır. Aynı zamanda devletin bu bölgelerde asker, polis ve aşiret gücü olarak varlığını sürdürdüğü fazla bir kitle tabanına sahip olmadığı vurgulanmış ve mevcut gücün de daha fazla zayıflatılması gereği üzerinde durulmuştur.

Ancak “2011 TÜRKİYE İÇ SAVAŞI” başlıklı raporda “NGO’laşmış sözcüğü ile sık, sık karşılaşmaktayız. N, G, O harflerinde gizlenen şifreyi çözmemiz gerektiği inancı ile, sizlerin de sabrına sığınarak olayı biraz irdelemeye karar verdim.

Özellikle bizler ” Aman arkadaşlar, yapmayın etmeyin… Türkiye’nin önündeki en büyük tehlike bölünmedir” dediğimiz zaman, çarşaflı kadınların, poturlu, cübbeli, sarıklı erkeklerin fotoğraflarının altına” Kör müsünüz yahu, irtica geliyor işte.. En büyük tehlike irticadır” yazarak bize itiraz edenlerin, bu yapılanmayı idare eden büyük gücün NGOlar yani ABD emperyalizmi olduğunu göreceklerini umut ediyorum.

Son günlerde ilköğretim kurumlarına türbanı ile girmek isteyen evcilik oynama çağındaki kız çocuklarının ” Ben özgür irademle başımı örtüyorum. Kimse benim eğitim hakkımı elimden alamaz.” söylemleri ne kadar içten ve bilinçlidir?

Emperyalizmin ürettiği radikal dinci örgütlerin militanı olan babalarının zoruyla başlarını örten bu çocukların özgürlükleri, hurafelerle beslenen mürteciler tarafından gasp edilmektedir.

Aslında vaktiyle ağabeyinin baskısı ile başını örten Başbakan eşinin, gerçekten özgür ve kendi iradesi ile hareket eden kadınlara, yaşadığı depdebe ve şatafata rağmen özlem duymadığını, söylememiz de gerçekle bağdaşamaz.

Gerçek hedef Mustafa Kemal’in Türk milleti ile birlikte kanla, irfanla kurduğu Cumhuriyet’tir. Gerçek tehlike ise bu Cumhuriyet’in yıkılması ve ülkenin bölünmesidir.


NGO..GOVERNMENTAL ORGANIZATION… Yani hükümet dışı Sivil Toplum Örgütleri..

ABD kaynaklı ancak iç yüzlerini ortaya döktüğü için Necip Hablemitoğlu’nun katili Alman Vakıfları’ndan beslenen, SOROS ve Rockefeller Vakfı’ndan nemalanan GDO şırınga edilerek genleri değiştirilmiş zararlı sivil kuruluşlar …

NGO’laşmış STK’lar kendilerine öğretilen ezber doğrultusunda çalışmaktadır. Artık tam anlamıyla NGO’ların yan kuruluşu haline getirilmiş STK’lar, yerel kültürlerin yaşatılması kapsamında, alt kültür kimliklerinin siyasallaştırılması ve etnik karşıtlıkların belirginleştirilmesi ve ayrıştırılmasını görev kabul etmiştir.

Bu arda Sn. Erdoğan’ın da kulaklarını çınlatmamak ve kendisini ” HAYIR”la anmamak da mümkün değildir. Bildiğiniz gibi Erdoğan da Türkiye’de sık sık dile getirmekten garip bir zevk aldığı etnik kökenlerden bahsederek, “alt kimlik- üst kimlik” gibi anlaşılamayan, bir düşünceyi savunmuştur. Üstelik bu iki kavramı “Türkiyelilik” gibi, abdesti bozan bir sözcükle tamamlamıştır.

Bu bölümü sizlere aktarırken, özellikle hala ” İrtica kapımıza dayandı. İran gibi mi olacağız? Mollalar İran’a, laiklik elden gidiyor.” diye kara kara düşünenlerin, bu sloganları “amentü” gibi diline dolayanların dikkatine sunmak istiyorum. Halbuki “Bizim Mollaların” gideceği yer dünyanın en radikal dinci devleti ABD veya Utah eyaleti olmalıdır.

Bölücü irade, radikal dinci örgütleri ve ”Dini alet ederek ecnebilerle işbirliği yapan mürtecileri” kullanarak, hedefine giden yolda ilerlemek için, gerçek gündemi irtica ile örtmektedir.

GDO’lu ürünlerle ( Bu ürünler dolar, avro veya AB’nin yüklü hibeleri, SOROS’un, Rockefeller Vakfı’nın bol sıfırlı çekleri olabilir) genleri değiştirilmiş stk’ların bir görevi de misyoner faaliyetlerine karşı toplumsal tepkiyi törpüleyerek, sürecin başlatılması ve geliştirilmesidir.

    Tam bu noktada dönüp arkamıza baktığımız zaman bizim “mütedeyyin müslüman, tam imanlı” siyaset adamlarımızın, örneğin Sn. Arınç’ın “Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasında ben hiç bir mahzur görmüyorum. Açılabilir” söylemleri aklımıza gelmektedir. Van’daki Akdamar Kilisesi’ni Türk milletinin cebinden adeta çaldıkları, çaldıkları diyorum çünkü harcadıkları para bizim vergilerimizdir, milyonlarca lira ile restore ederek haçı tepeye diken ve Sümela Manastırı ile birlikte ayine açanların, yakın bir gelecekte Ayasofya Camii’nde ( pardon, Aya Softa şeklinde yazmam gerekirdi) yapılacak ayini de serbest bırakmayacakları olanaksız değildir.

Malum, bir başka tuzak, Dinler Arası Diyaloğun Eşbaşkanlarından biri de bizim Başbakanımız…Bu durumu garipsememiz de olanaksızdır” ABD askerlerinin Irak’ta muzaffer olması için dua ediyoruz.” diyen Erdoğan’ın bu söylemi normal karşılanmalıdır. ”Dini alet ederek ecnebilerle işbirliği ” yapanların bu tip davranışları son derece doğaldır. Onlar ezberlerini bozamazlar.


Mustafa Kemal 1924 yılında Adana Türk Ocağı’nda yaptığı konuşmada ” Dini alet ederek ecnebilerle işbirliği yapan yobazlara mürteci denir” demiştir.

” Büyük Abi”nin emirleri ve GDO’lu ürünlerle genleri değiştirilmiş bizim yerli NGO’ların faaliyetleri devam ettiğine göre bu yazı da devam edecektir.


Figen ÖZEN
01 Kasım 2010







“BÜYÜK ABİ” EMRETTİ….(13)

Fethullah Gülen, “Büyük Abi”nin yol arkadaşı olan, kimliğini yitirmiş biridir.

İnanın bu yazı serisinin böyle uzamasında suç benim değil. “Büyük Abi” yoluna devam edebilmek için her fırsata yeni bir oyun veya talimatla karşımıza çıkmaktadır.

BDP’nin ” Biz Anayasa oylamasını boykot ediyoruz” yalanı 12 Eylül referandumu sonuçları tescillenmiştir… “Evet” diyerek, AKP’nin elini güçlendirmektense, el altından yüksek yargının ve Anayasa Mahkemesi’nin etkisizleştirilmesine hatta işgal edilmesine katkıda bulunmuşlardır.

BDP ve Öcalan, 12 Eylül’de yapılan referandumda hedefin, Anayasa’mızın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez ilk üç maddesi olduğunu çok iyi bilmektedirler. Bu nedenle ellerindeki , iki dokuzlu ile AKP’ye rest çekmişler ve blöfünün görülüp, görülmeyeceğini beklemişlerdir.



Elbette ” Büyük Abi” bu duruma rıza göstermemiştir. Ne yapıp edip, bir vakitler “hasım” ken şimdi “hısım” olan Erdoğan’ı içine düştüğü çıkmazdan kurtarmaları gerekmiştir. Açılımın mimarı CIA ajanı Henri Barkey, Diyarbakır’daki denetimini tamamladıktan sonra, iktidarın daha doğrusu “Büyük Abi’nin yolundaki engebelerin yok edilmesi için PKK’ya “Ateş kes” çağrısında bulunmuştur.

Ardından BDP Genel Başkanı aynı çağrıyı tekrarlamıştır. Bu çağrı da Kandil tarafından kabul görmüş, hatta sözde ateşkesi son bir hamle ile nedense Taksim’deki bombalı saldırıya rağmen 2011 seçimlerine kadar uzatacaklarını ilan etmişlerdir
.

Bu ateşkes ilanı 31 Ekim’de Aysel Tuğluk, bölücü başı ile görüşürken, daha Öcalan’ın mesajı Kandil’e ulaşmadan dillendirilmiştir. Öcalan’ın izni olmadan nefes bile alamayan bu girişimi son derece anlamlıdır. Diyalog sürecinin bittiğini, iktidarla Öcalan ve PKK arasında müzakere sürecinin başlayacağını ilan eden Aysel Tuğluk’un açıklamalarına, ateşkes sürecinin uzatılma ilanı ile alt yapı hazırlanmıştır.

Belli ki İmralı ve Kandil arasında posta güvercinleri uçmakta, mevcut anayasanın değiştirilemez, değiştirilmesi dahi teklif edilemez ilk üç maddesinde vurgulanan Türklük ve Türk vatandaşlığı kavramının üstlerinin çizilmesi adına bir takım anlaşma zeminleri hazırlanmaktadır.



Bu zeminde buluşanların ve sil baştan yeni anayasa formülü arayanların içinde yer aldığı fotoğraf, ABD- AKP-BDP ve PKK ortaklığının göstergesidir.

Bu konuya tekrar dönmek üzere bizim gene NGO’laşmış derneklerin marifetlerini, dinsel özgürlükler ve dinler arası diyaloğu bir silah gibi kullanarak neler yapmak istediklerini ve hedeflerini doğru olarak irdelememiz gerekmektedir.

Bu dernekler aslında tam anlamıyla din düşmanı olmalarına karşın, dinsel özgürlükler kapsamında, dinler arası diyalog ve hoşgörü söylemlerinin bolca kullanılmasıyla, tarikat ve benzeri yapılanmaların farklı hukuklarının yaşama geçirilmesi için çalışmaktadır.




Nedir bu Dinler Arası Diyalog Projesi?

Gerçekten bu projenin amacı tüm semavi dinleri yüceltmek ve dini ne olursa olsun tüm insanların hoşgörü ve barış içinde yaşamalarını sağlamak mıdır?

Her şeyden önce bu proje bir VATİKAN projesidir. Dinler Arası Diyalog Projesi 1962-1965 yılları arasında Vatikan Konsili’nde kararlaştırılmış. Ancak ABD derhal bu projeyi sahiplenmiştir. Çünkü küreselleşmenin önünde en büyük engel dini farklılıklardır. Artık bu proje Vatikan’ın malı olmaktan çıkmış, MADE in USA markası ile dünyayı ele geçirme, yeni dünya düzeninde ” Büyük Abi” olmanın gücü ile, bu projeye iki eşbaşkan atamıştır.

Eşbaşkanlardan biri Katolik Hristiyan olan İspanya Başbakanı Zapetero, diğeri ise aynı zamanda BOP Eşbaşkan’lığını yürüten, yüzde doksan dokuzu Müslüman olan Türkiye’nin Başbakanı Erdoğandır.

Küreselleşme sürecinde tüm farklılıklar, siyasetten ekonomiye, kültürden sanata, yerelv adetlerden ulus dillere, tüketimden davranış biçimlerine kadar her alandaki farklılıklar, ” Büyük Abi” nin kazanında kaynayıp buharlaşmaktadır. İçinde bulunduğumuz durum, “Büyük Abi”nin, küreselleşmenin ağababası ABD’nin dayattığı Amerikanca yaşamanın, kimliksizleşmenin ta kendisidir. Hollwood, Coca-Cola, Mc Donalds.. Sadece bu üç örnek beynimize, cebimize hatta sağlımıza saldıran Amerikalıların birer basit örneğidir.

Avrupa Ortak Pazar Başkanı olduğu sıralarda Fransız Jacques ABD’nin bu arsızsızlığına ve sömürgeci tavrına isyan ederek şöyle demiştir.

” Amerikalı dostlarımıza sormak isterim. Bizim var olma hakkımız var mıdır? Geleneklerimizi, mirasımızı, dillerimizi korumaya hakkımız var mıdır?”


ABD emperyalizmi karşısında hiçbir ulusun, hiç bir ulus devletin hatta kendi devşirme milletlerinin bile yaşam hakkı yoktur. Onlar efendi, diğerleri ise ABD’nin çıkarları doğrultusunda çalışmaya mahkum edilmiş köleleştirilmiş topluluklardır.

Dini farklılıkların, küresel emperyalizmin gayr-ı meşru çocuğu Yeni Dünya Düzeni’nin yol haritasında en büyük engel olduğu bilinmektedir. Dinler Arası Diyalog denilen küresel projenin merkezinde doğal olarak küresel “Abi”ler ve bu “Abi”lerin dini olan Hristiyanlık vardır.

Bu projenin amacı ise hoşgörü, kardeşlik ve barış söylemleri ile özellikle Türkiye’de dini farklılıkları yok edip, kendilerine özel çalışma alanları yaratmaktır. Tarikat ve cemaatlerle aynı yolda yürüyormuş gibi görünüp, “Din elden gidiyor” çığırtkanlığı ile dinci terörizmi desteklemektedirler. A cemaati ile B tarikatını çatıştırıp, karşı karşıya getirmek onların görevidir.

Resim

Bu projenin destekçileri İslamiyet’i radikal ve ılımlı olmak üzere ikiye ayırmıştır. Erdoğan’ın eş başkanı olduğu Dinler Arası Diyalog dünyayı katolikleştirme projesidir. ABD’nin eline geçmesi ile birlikte tamamen emperyalist bir projeye dönüşmüştür.

1951 yılında Güney Kore ABD tarafından tamamen işgal edilmiştir. Sömürgeleştirmenin ilk adımı olarak dini farklılıkların ortadan kaldırılması amacı ile MOON tarikatı kurulmuştur. Bu tarikatın çalışmaları sayesinde Budizm’e inanan Güney Kore nüfusunun % 40'ı Hristiyanlaşmıştır. Olay bu kadar basittir.


Türkiye’de ise bu projenin fedakar misyoneri, ılımlı islamın baş mimarı, Amerika’da Utah eyaletinde yaşamını sürdüren Fethullah Gülen’dir.

Fethullah Gülen aslında ilkokulu dışarıdan bitiren bir ticaret erbabıdır. Evet, yanlış okumadınız Fethullah Efendi (!) bir ticaret erbabıdır. Boynu bükük, göz yaşları içinde size beyaz camın arkasından vaaz verirken bile, Hz. Peygamber’in “resul” oluşunun üzerini çizerek, O’nu inkar ederek bir takım fonların hatırına İslamı, ılımlaştırmaktadır.

Aslında önce Özal zamanında Türkiye’den başlayarak açtığı Anadolu Liseleri ve kolejler, zamanla SOROS’un ve CIA‘nın desteği ile Gülen’in okulları Kafkasya, Balkanlar ve Orta Asya’ya yayılmışlardır. Gülen okullarının yerden mantar bitercesine hızla açıldığı yerler nedense hep Amerika’nın ilgisini çeken ülkeler olmuştur.

Gülen, ne zaman başı sıkışsa derhal esas vatanına (!) sığınmaktadır. Onun vatanı vatandaşlık yemini ile bağlı bulunduğu Amerika’dır. NGO’laşmış Gülen Cemaati ise MOON tarikatının Türkiye’deki şubesidir. F. Gülen Ilımlı İslam projesiyle uğraşır görünerek CIA ile bağlantısının üzerini örtmeye çalışmaktadır.

Bu çalışmalarla küresel işgalin önündeki engel, dini farklılıklar yok edilmek istenmektedir. Amaç ise bir iç savaş provasında Gülen’in iradesi altında olan bölgelerde cemaat ve tarikatları kendi hukuklarını, yani sonradan safsata ve hurafelerle donatılmış çakma bir şeriat hukukunu uygulamaya koyup kargaşa kaos yaratıp, Devlet’e baş kaldırmalarını sağlamaktır.

Hatta radikal dinci örgütlerden faydalanıp gerekirse kan dökerek sonuca gitmek, Dinler Arası Diyalog Projesi’nin planları arasındadır. Amaç bir şekilde Türkiye’de iç savaşın çıkmasının alt yapısını hazırlamaktır.

İşin en acı tarafı ise BOP eşbaşkanlığı ile ülkesinin çıkarlarına sırt çeviren Erdoğan’ın, Dinler Arası Diyalog Projesi’nin eşbaşkanlı’ğını kabul ederek kendi inançlarına ve dinine, kimse kusura bakmasın ama açıkça ihanet etmesidir.

Çünkü bu proje küresel devlerin dinine, en başta Evangelist Protestan Amerika’da egemen olan dine , yani Hristiyanlığa hizmet etmektedir.

Eğitim- Öğretim Birliği esasının yok edilmesi ise o ülkenin bitkisel hayata dönüştürülmesi, geleceğinin yok edilmesi demektir. NGO’ların en önemli görevlerinden bir tanesi de, eğitim- öğretim birliğine son veren girişimlerin desteklenmesidir.

Bu yazıda kısaca değindiğim Fethullah Gülen hakkında daha kapsamlı bilgileri sizlerle paylaşmak elbette boynumun borcudur.

Gülen bazıları için “Sarıklı kardinal”, bazıları için de ” Muhterem Hoca efendi Hazretleri”dir.

Benim için ise Gülen CIA ajanlarının yakın dostu, ülkesini red eden, ABD vatandaşı olmak için yemin etmeyi şanslı bir ayrıcalık olarak gören, “Büyük Abi”nin yol arkadaşı olan, kimliğini yitirmiş biridir.

Onlar devam ediyorlar.. O halde biz de devam edeceğiz.

Figen ÖZEN
03 Kasım 2010
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Tehlike çanları Türkiye için çalıyor “BÜYÜK ABİ” EMRETT

İletigönderen Başkomutan » Cmt Ara 11, 2010 14:22


“BÜYÜK ABİ” EMRETTİ….(14)

BOZULAN YEMEK DERHAL ÇÖPE DÖKÜLMELİDİR!

Artık yadsınamaz bir durumdur, Öcalan’ın “selhidan”ları kalkışma provalarını gerçeğe dönüştürerek, bir iç savaş hazırlığına girişmiştir.

Yerleşim bölgelerinde açıkça devlete isyan bayrağı açılmış, ” afla sokağa salıverilmiş taş atan çocuklar” bu sefer polise molotof kokteyli atmıştır.

Botaş boru hattı sabote edilmiş, yangın çıkarılmış ve iki sivil vatandaş arabalarında yanarak can vermiştir. Yollara mayın döşenerek askerin canına kast edilmiştir.

Görünen odur ki BDP-PKK iç savaşın kaldırım taşlarını döşemeye devam edecektir.

Ancak haklarında ” Özerk Kürdistan” istedikleri için haklarında soruşturma açılan BDP’lilerin kullandıkları ifade son derece dikkat çekici ve üzerinde durulması gereken bir noktadır.




AKP BÖLDÜ, BİZ BAYRAĞI DİKİYORUZ.

AB’nin dayattığı, iktidarın ise kayıtsız şartsız kabul ettiği ve federal sistemin ilk ayağı olan Kalkınma Ajansları’nın Başbakanlığa bağlı olarak çalıştıkları, devletin valilerinin de bu bölücü projeye başkanlık yaptıkları ne yazık ki gerçektir. Aslında Kalkınma Ajansları, devlet içinde, yeni devlet kurmaktır. Bu ajanslar, isterseniz siz ajanlar deyiniz, bölünmeye odaklı pimi emperyalizm tarafından çekilmiş ABD- AB patentli el bombalarıdır.

Kalkınma Ajanslar’nı örnek gösteren BDP, bu ajansların eyaletleşme ve özerklik adımı olduğunu ilan etmiştir. BDP Grup Başkan vekili Ayla Akat Ata, “AKP ülkeyi 26'ya böldü. Buraların eyalet olmasında bir sorun yok. Sadece yetki devri yeterli olacak. Özerklik istediğimizi söyledik. Mahalle futbol takımının bile var. Bölgemize bayrağımızı asarız.” demiştir
.

Sizin de bildiğiniz gibi ” BÜYÜK ABİ EMRETTİ” yazı dizisine, ayrılıkçıların ” demokratik özerklik” çığlıkları attıkları günlerde başlamıştık. Görüldüğü gibi “Büyük Abi” ve yamaklarının emir ve talimatları doğrultusunda yürütülen sürecin, ülkeyi hızla bölünmeye hatta bu bölünmeyi güçlendirecek bir adıma, iç savaşa sürüklediği de görülmektedir.

Bu iç savaş olasılığı benim temennim veya öngörüm değildir. 2003 Şubat ayı sonunda, Norveç Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde Prof. Toje Bjorge‘nin masasında Sn. Sefa Yürükel’in tesadüfen gördüğü 35 sayfalık “2011 TÜRKİYE İÇ SAVAŞ RAPORU”nu yazanların gizli aktörlerle yürüttüğü planın döşediği, üzerinde kardeş kanı olan taşların ülkeyi götürmek istediği çıkmaz yoldur.

En iyisi biz bıraktığımız yerden devam edelim. ” Büyük Abi”nin döşediği taşları sökerek, gerçekleri bir bir dile getirerek, milleti Allah’la aldatanların, “Dinler Arası Diyalog” safsatası ile dini farklılıkları yok edenlerin, ” Ilımlı İslam” aymazlığı ile haçlı emperyalizminin yoldaşı olanların yolunu kesmek ve hesap sormak için aynanın sırlı yüzündeki gerçekleri su yüzüne çıkaralım.

NGO’laşmış dernekler sadece tarikat ve cemaatlerin çakma hukukunun işleve geçmesi için çaba göstermezler, onların en önemli görevi eğitim-öğretim birliğine son verecek çalışmaların desteklenmesidir.

Bu çalışmalar “Büyük Abi”nin ihtisas sahasındadır. Eğitimin yerelleşmesi CFR’nin memorandumunda yer almış haliyle, iktidar partisine tüzük maddesi olarak kabul ettirilmiştir. AKP Kurucular Kurulu’nun yayımladığı Ak Kitap’ın (neresi aksa) 12. sayfasında “Büyük Abi”ye “Eğitimin Yerelleştirilmesi” konusunda söz verilmiştir.

Görüldüğü gibi iktidar aslında çok büyük suçlar işleyen ancak bunları büyük bir beceri ile saklamasını bilen bir çocuk edasındadır. Bu suçlar Cumhuriyet’e, devletin ülkesi ve milleti ilşe bölünmez bütünlüğüne karşı işlenmektedir.

Ulus devletin kuruluşunda TARİH, YURT, KÜLTÜR ve DİL birliği olmazsa olmazdır. İktidar partisinin tüzüğünde yer alan ” Eğitimin Yerelleşmesi” konusunda önemli çalışmalar yapıldığı ve aşamalar kaydedildiği bizzat Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu tarafından açıklanmıştır.

İfade edilenlere göre eğitim yerelde belediyelerin veya özel idarelerin planlamasına bırakılacaktır.


Yapılacak ilk iş özellikle BDP’li belediyelerin iktidar olduğu bölgede ” Ana dilimiz” diye savundukları dilleri, şive ve lehçeleri eğitim dili olarak kabul etmek olacaktır.

Böylece milletin en önemli bağı, ulus dil devreden çıkarılacaktır. Gelecekte tek dili konuşamayan topluluklar olarak, ülkemin insanları birbirini dil farklılıkların dolayı anlayamaz hale getirildiği içindir ki ulus olma özelliğini kaybedecek ve ulus devletin en önemli ayağı çökecektir.


Aslında ulus dil bir ulusun kendini en güzel görebildiği aynadır. Ulus o aynada tarihini, kültürünü gelenek ve göreneklerini görür. O aynada tarihi şekillenir, geleceği aydınlanır. Eğitim birliği esası yok edilirse, yok edilen ulus dil ile ulusun kendini en güzel görebildiği ayna kırılır.

ABD ve AB’de eğitimde “ana dil”in kullanılmasına asla izin verilmemektedir.

Hal böyle iken 2001'den bu yana her AB İlerleme Raporu’nda “yerel eğitim” ve “ana dil” dayatmalarının ne anlama geldiği son derece açıktır.

“AKP BÖLDÜ, BİZ BAYRAĞI DİKİYORUZ.” söylemi ise, ” Büyük abi” ve yamaklarının hazırlayıp iktidarın önüne koyduğu içinde Kalkınma Ajansları, İkiz Yasalar, Kürt Açılımı, Habur rezaleti ile tatlandırılmaya çalışılan (!) ayrılıkçılık kokan bozuk bir yemektir.

Eğer yemek bozulmuşsa, onu ısıtıp milletin önüne koymanın hiç bir anlamı yoktur.

Bozulan yemek derhal çöpe dökülmelidir. Ama ne yazık ki Türk milleti saldığı tüm pis kokulara rağmen bu yemeği yemeye devam etmektedir.


Figen ÖZEN
04 Kasım 2010








“BÜYÜK ABİ” EMRETTİ….(15)


“Büyük Abi”nin çok büyük silahlarından biri de NGO’laşmış STK’ların ustaca kullanılmasıdır. Onlar aslında vaktiyle doğru çizgide kurulmuş olan siyasi partilerin içine sızarak ötekileştirirler. Türk milliyetçiliğinden asla ödün vermeyen, ancak dini duyguları milliyetçiliğin önüne taşıması nedeniyle, rahmetli A. Türkeş’le yollarını ayırıp, BBP’sini kuran rahmetli M. Yazıcıoğlu’nun kurduğu parti milliyetçilik çizgisinden neden uzaklaştırılmak istenmiştir?

Neden yılların milli görüşçüsü, antisiyonist hatta Yahudi düşmanı Necmettin Hoca’nın emaneti Saadet Partisi “ılımlı islam”doğru bir dönüş yapmış ve Erbakan kitleleri sürükleyen o mübarek (!) baş parmağını havaya kaldırarak, 12 Eylül için” EVET” mesajı vermiştir?

Bu iki partide olanlar ama olmaması gerekenler, açıkça NGO’laşmanın işaretleridir.

İşte bu nedenle hükümet politikalarını ( İktidarın iç ve dış politikaları ABD- AB tarafından yönetilmektedir. AKP İktidarı’nın bir politikası vardır demek mümkün değildir.) ve kamu oyunu önemli ölçüde yönlendirme gücüne sahip siyasi partilerin, medya kuruluşlarının, meslek odalarının, sendikaların ve benzeri tüm kuruluşların hatta cemaat ve tarikatların PKK gibi tüm illegal kuruluşların rejim ve devlet aleyhine farklı kamplarda yer alsalar da, ortak paydalarda buluşturulmaları ve kullanılmaları şarttır.

Ama rejime, yani Mustafa Kemal’in Türk milleti ile birlikte kanla, irfanla ve devrimle kurduğu Cumhuriyet’ karşı olanların tek kampta buluşmaları ve eğitilmeleri, daha doğrusu milli kimliklerinin yok edilmesi ve genç nesillerin beyinlerinin emperyalist yalanlarla, aslında onların sistemleri içinde asla var olmayan ” insan hakları, düşünce özgürlüğü” ve benzeri kavramlarla, “sivil örümceğin ağını” kullanarak kefenlenmesi gerekmektedir.

Sistemin çökertilmesi için gereken adımların atılmaya devam ettiği ve sistemin içindeki partilerin “ortak payda“da buluşturulmaları için yapılan operasyonların sonuncusu CHP’de yapılmıştır. Ne yazık ki bir çok kişi bu operasyonu CHP için bir yenileşme ve halkla bütünleşme olarak kabul etmiştir.

Korkarım ki bir zaman sonra Kemal Derviş’in sihirli eli, DSP’de oynadığı oyunu bu parti içinde de oynayacaktır. İşte o zaman şu anda kararsızlar hariç %39 larda gezen AKP’nin oyları daha da yükseklere tırmanacaktır.

Ve Atatürk’ün Cumhuriyet’i emanet ettiği gençler, gelecek nesil derhal ortaya konulacak bir proje ile ötekileştirilmelidir.

İşte o zaman tüm üniversitelerde uygulanacak bir proje ortaya konulmalıdır. ERASMUS Projesi

Ancak bu projenin içeriğini sizlerle birlikte incelemeden önce, eski İtalya Başbakanı Prof. Dr. Guiliano Amoto‘nun İtalyan’ın en çok okunan gazetelerinden olan La Stampa’ya 13 Temmuz 2000 yılında AB’nin gerçek niyetini açığa çıkaran adeta itirafı andıran söylemini çok iyi analiz etmemiz gerekmektedir.

“AB Anayasası cesur bir projedir. Ancak politikada engelleri aşmak için, onları gizlemek gerekir. Avrupa’da bir kimsenin rol yapması şarttır. Çok şey elde etmek için “sanki” az şey istiyormuş gibi davranmalıdır. ELLERİNDEN EGEMENLİKLERİNİ ALACAĞIMIZ DEVLETLER “sanki” EGEMEN KALACAKLARINA İNANDIRILMALIDIR. Örneğin Brüksel’deki Avrupa Komisyonu bir hükümet gibi muamele görebilmek için sanki” sıradan teknik araçmış gibi davranmalıdır. Bu örnekler uzar gider, işin özü, asıl amacı gizleyerek ve aldatıp, kandırarak sinsi, sinsi yol almaktır.”

Prof. Dr. Guiliano Amato’nun AB’nin iç yüzünü, gerçek amacını açıklayan yukarıdaki sözlerini okuduktan sonra 29 Ekim Cuma 2004' de Türk düşmanlığı ile tarihe geçmiş Papa’nın heykeli önünde, “Büyük Abi”nin ve biraderlerinin eşliğinde, AB Anayasası’nı imzalayan Abdullah Gül’ü ve Recep T. Erdoğan’ı, “hayır”la yad etmemiz mümkün müdür?

Nedir bu Erasmus Projesi?

Erasmus Projesi Yüksek Öğrenim Kurumları’nın birbirleri ile işbirliği yapmalarını teşvik etmeye yönelik bir AB programıdır.

AB, Erasmus Projesi’ne, ortak projeler üzerinde çalışma yapmaları, kısa süreli öğrenci ve personel değişimi için karşılıksız mali destek sağlamaktadır.

Bilimin , tekniğin gelişmesini sağlayacakmış gibi görünen bu projenin gerçek amacı AB’ye biat eden, kayıtsız şartsız teslim olan, kendilerini “efendi” sanan ,beyinleri AB ve ABD’nin çıkarlarına hizmet etmek için programlanmış robot köleler yetiştirmektir.

Emperyalist AB’nin faşist ve sömürgeci siyaseti bu ve benzeri projelerle eski İtalya Başbakanı Amoto’nun da itirafında görüldüğü gibi, ülkelerin egemenliğini gasp etmektedir.

“Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize her şeyden önce Türkiye’nin bağımsızlığına,kendi benliğine ve ulusal geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla savaşmak gereği öğretilmelidir. Uluslar arası duruma göre böyle bir savaşın gerektirdiği ruh unsurları ile kuşanmış olmayan bireylere ve bu bireylerden oluşmuş toplumlara yaşam ve bağımsızlık yoktur.” M. Kemal Atatürk.

“….. Türkiye’nin bağımsızlığına, kendi benliğine ve ulusal geleneklerine düşman olan” bütün güçlerle savaşmak gereğini, 27 Aralık 1949'da Türk çocuklarına adeta unutturan bir program, anlaşma haline getirilerek Türkiye ve ABD arasında imzalanmıştır.

İşte kırılma noktası ve bizi ” çağdaş eğitim” adı altında bugünlere taşıyan Erasmus Projesi’nin ağababası , Türkiye ve ABD arasında “ Eğitim Komisyonu Kurulması” için imzalanan antlaşmadır. İmzalanan bu antlaşma ile eğitimimizin milli olma şartı bir kuş misali havalanıp uçmuş, ABD’nin simgesi olan kartalın arsız iştahına kurban edilmiştir.

1998'den sonra bütün üniversitelerde Sokrates’in Erasmus Programı uygulanmaya başlanmış ve her üniversitede bir Erasmus Direktörlüğü kurulmuştur.

Görüldüğü gibi “sivil örümcek” ağını hızla örmektedir. Program gereğince bir çok öğretim görevlisi AB ülkelerinde ve ABD’de eğitim görmüştür.. Aslında mayalarında da bozukluk olduğu görülen bu Erasmus profesörleri, derhal birer AB mandacılığını savunan robot haline getirilmişlerdir. Bu robotların beynine program yerine mandacılık yolunda atacakları her adımın sonrasında kazanacakları avroların miktarı yüklenmiştir.

Bu Erasmus profesörlerinin bir başka görevi ise STK’nın yönetimlerini ele geçirerek veya yeni STK’lar kurarak halkı kandırmak ve toplumu AB mandacılığının köleleştiren ve milletin egemenliğini pranga altına alan projelerinin üzerini sahte yaldızlı kağıtlarla
kaplayıp, işleve geçirmektir.

STK’ları ele geçiren mandacı profesörlerimizin tümünü tek, tek yazmaya kalksak bu yazı serisinin kırklara-ellilere kadar uzaması gerekmektedir. En iyisi toplumun yakinen tanıdığı bir kaç örnek verelim.

Prof. Dr. Ergun Özbudun... Özbudun Türk Demokrasi Vakfı Yönetim Kurulu Bşk. Yardımcısı iken AB’den yaklaşık bir milyon avro hibe almıştır.

Özbudun’un diğer marifetlerine geçmeden önce bazı insanlarımızın kafalarında çelişki yaratan bir yanlışı düzeltmemiz şarttır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti şimdiye kadar AB’ye tek kuruş ödeme yapmamıştır. Kısacası bu bağışlar AB’nin amacı belli hibeleridir.

Gelelim Özbudun’a, 12 Eylül’de halkın oylamasına sunulacak anayasa taslağının altında imzası bulunan zat-ı muhteremdir. Bu taslak ilk önce ” Büyük Abi“nin memleketine daha sonra da AB ülkelerine gitmiş, gerekli düzeltmeler yapılıp onay alındıktan sonra bir müddet bekletilmek üzere rafa kaldırılmıştır. Demir tavında dövülür örneği, “Kürt Açılımı” paketinin ardından derhal servise sokulmuştur.

1982 Anayasası gerici bir anayasadır. Ancak 12 Eylül’de halkın oylarına sunulan ve birilerinin beceriksizliği, bir demokratik kitle örgütünün vatan savunmasında kendini tarafsız ilan etmesi nedeniyle %58 le kabul edilen Anayasa değişikliği ise faşist, sivil darbeci, en önemlisi teslimiyetçi bir yasadır. ABD- AB-AKP hatta BDP-PKK şer birliğinin ortaklığının ürünüdür.

Özbudun ABD ve AB’nin taslağı onaylama süresinde de boş durmamış, Yunanlılarla ortaklaşa “Anayasa Panelleri” düzenleyerek, “ Megala İdea“ları Anadolu’yu tekrar ele geçirmek olan çok değerli (!) komşumuzdan övgüler almıştır.

SEV’in (Sağlık ve Eğitim Vakfı ) yönetim kurulunu ele geçiren Erasmus’un esaretindeki profesörlerimizin ve vakıf üyelerinin büyük bir bölümünün Protestan misyonerliği yaptığı belirlenmiş ve bu aymazlık mahkeme kayıtları tarafından da tescillenmiştir.

SEV’in bu çalışmalarının karşılığı ise iki yüz bin avrodur.

Artık “ferace” sıyrılmış, altından ” Vehbi’nin kerrakesi” ortaya çıkmıştır.

” Anlaşıldı Vehbi’nin kerrakesi Züğürtlükten cübbe oldu hanımın feracesi”

Ama bu sefer bizim Vehbi’lerin kerrakesi AB avrolarının hikmeti ile ortaya çıkmış, bir farkla içlik yerine maskelenmiş yüzler görünmüştür. Vereceğim örnek belki sizi şaşırtacak, belki de üzecektir. Hatta bazılarımız inanmayacaktır yazdıklarıma.. İnanmayanlara Mustafa Yıldırım üstadın ” Sivil Örümceğin Ağı” adlı kitaba baş vurmalarını öneririm. Size aktardıklarımın tamamı bu kitapta belgeleriyle yayımlanmıştır.

ÇEV… Yani Çağdaş Eğitim Vakfı.. Prof. Dr. Necla Arat ve Prof. Dr. Nur Serter.. Bu iki Eramuscu profesörümüz bu vakfın yönetim kurulu üyeliğini yapmıştır ve AB’den tam yedi yüz bin avro hibe almışlardır.

Ayrıca Nur Serter yazdığı kitapta ” Atatürkçülük dar kalıpçılıktır.” demiştir. Ama işin tuhafı, Atatürkçülüğü dar kalıpçılık olarak nitelendiren “ İkna odaları”nın mucidi, bu sarışın güzel kadın Atatürkçü Düşünce Derneği’nin GYK’sına seçilmiştir. Eruygur Paşa’nın ” Derneğimizin tek taş yüzüğü, incimiz” diye gururla lanse ettiği AB mandacısı, Erasmus Profesörü Fatma Nur Serter Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Genel Başkan Yardımcılığı görevini üstlenmiştir. “Tek taş yüzük ve inci”… O yüzüğün taşının sahte olduğu tam anlamıyla ortadadır. İnci ise Atatürkçülüğe zararlı, ucuz ve sağlığı tehdit eden “Made in AB“dir.

Nur Serter artık milletvekili olduğuna göre ADD’nin yeni yönetiminin ” tek taş”ı hangi hanımefendidir acaba ?… Bu soruya bir cevabı olan var mı?… Efendim ?...

Biz İnsan Hakları Komisyonu ve ARI Hareketi’nin işbirlikçilerinin maskesini düşürmeden önce tüm AB mandacılarına ve Erasmus Profesörleri’ne AB’nin antidemokratik, Avrupa merkeziyetçi, sömürgeci, egemenlik hırsızı, faşist bir polis devleti olduğunu hatırlatmamız gerekmektedir.

12 Mayıs 2001 de bir çok NGO’lu derneklerin katıldığı ve bir çok tanınmış STK Genel Başkanı’nın yakalarında Atatürk rozeti ile konuştuğu toplantıda ARI Hareketi Başkanı, hiç sıkılmadan ve hiç utanmadan gençlere şu tavsiyede bulunmuştur.

    Siz Gençler!.. Ankara’yı tamamen unutun. Bu sistem iflas etti

Prof. Dr. Kemal Köprülü’nün bu söylemi, Prof. Dr. Attila Yayla’nın ” Kemalizm gericiliğe tekabül eder.” sözü ile eş değerdedir. Bir suç işlenmiştir. Ama bu suç göz ardı edilmiştir.



ARI NED’in (National Endowment for Democracy ) desteklediği bir kuruluştur. NED nedir?

Dünya’nın stratejik açıdan önemli bölgelerde, ABD’ye dost istikrarlı (!) demokrasiler kurulması için çalışarak, Amerika’nın çıkarlarını korumaya kotlanmış bir kuruluştur.

NED’in Kongre’den geçerek onaylanan kuruluş yasa taslağını hazırlayan Allen Weinstein’in 22 Eylül 1991 tarihinde Washington Post gazetesinde yayımlanan söyleminin, altının çizilerek okunması gerekmektedir.

Eskiden CIA eliyle ve de çok zor yapabildiklerimizi artık NED aracılığıyla kolaylıkla gerçekleştirebiliyoruz.

ABD eski Dışişleri Bakanı Powel, ABD’nin 2004 bütçesine ilişkin olarak, Büyük Ortadoğu Projesi ve demokrasi inisiyatifi için Başkan Bush’un NED’in bütçesini iki katına çıkardığını söylemiştir.


NED CIA’ya nazaran daha mı etkilidir?.. Şüphesiz evet… Amerika’nın yayılmacı sömürgeciliğinin gerçekleşmesi için NED’in eline korkunç bir silah verilmiştir. Milyonlarca dolar…

İşte bu nedenle bizim Erasmus Profesörleri’mizin vatanı cömertçe ceplerine konulan dolarlar olmuştur.

NED’in desteklediği AB’nin fonlarıyla hainliğini sürdüren, İbrahim Kaboğlu’nun başkanlığını yaptığı İnsan Hakları Komisyonu, adı geçen toplantıda;

” Lozan Antlaşması’nda müslüman olmayan azınlıklara haklar tanındığına, ana dilde eğitimin serbest bırakılarak DAYATMACI KEMALİST REJİMDEN vazgeçilmesine” hükmetmiştir.


Tam bu noktada Pervin Buldan’ın şu söylemini hatırlamamız gerekmektedir.

Dilimizi tanıdılar.Sıra topraklarımızın tanınmasına geldi.”

Yapılmak istenenlerin tamamı P. Buldan’ın bu söyleminde özetlenmiştir.

Tüm bu yazılanların ardından söylenecek tek bir şey var. Vatanın milleti ile bölünemez bütünlüğü ve tam bağımsızlığımız için, işçi ve emekçi sınıfının önderliğinde Kemalist Devrim’in tekrar başlatılması ve tüm milletimizin katılımı ile hayata geçirilmesi şarttır.

Çünkü” Uluslar arası duruma göre böyle bir savaşın gerektirdiği ruh unsurları ile kuşanmış olmayan bireylere ve bu bireylerden oluşmuş toplumlara YAŞAM ve BAĞIMSIZLIK YOKTUR.”


Figen ÖZEN
15 Kasım 2010
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Tehlike çanları Türkiye için çalıyor “BÜYÜK ABİ” EMRETT

İletigönderen Başkomutan » Cmt Ara 11, 2010 14:28


“BÜYÜK ABİ” EMRETTİ….(16)

Dinler Arası Diyalog Projesi’nin saçtığı tohumlar, Eşbaşbakan Erdoğan tarafından öyle cömertçe gübrelenmiştir ki, baldıranın zehirli kökleri Sümela Manastırı’nda duvarlara tutunmaya başlamıştır. Hem öylesine bir tutunuş ki, bu zehirli bitkiyi oradan söküp atmak artık çok zordur.

15 Ağustos’ta Sümela’da yapılan ayinle bir hortlak diriltilmiş, Pontus Rum Devleti, turizmin getireceği para uğruna ayağa kaldırılmıştır. Onların anlayışına göre söz konusu paraysa vatanın adı geçmez. Vatan teferruattır… Hatta teferruatın bile ötesindedir.

15 Ağustos… Bu tarihin özelliği ve önemi nedir? 15 Ağustos 1461'de Trabzon Rum Pontus İmparatorluğu, Yavuz Sultan Selim tarafından fethedilmiş, Bizans’ın varlığının devamı sayılan bu devlet tarihin sayfalarına gömülmüştür. Bu bir !…

PKK’nın eylemlerinin başlangıcı olarak kabul edilen tarihtir 15 Ağustos… 15 Ağustos ta Siirt’in Eruh, Hakkâri’nin Şemdinli ilçesini basan PKK’lı teröristler, karakollara ve askeri lojmanlara saldırarak, bir askeri şehit etmiştir. Bu iki !…

15 Ağustos’ta gün farkı ile PKK sözde ” Ateşkes” ilanı ise 12 Eylül’de yapılacak “FEDERANDUM”a açık bir destek vermiştir. İktidara ve işbirlikçilere uzatılan yardım elidir bu ateşkes. Bu “ateşkes” tıpkı AB’nin bizim şu meşhur STK’lara yaptığı karşılıksız hibelerin bir kopyasıdır ve altından bir çapanoğlu mutlaka çıkacaktır.

Anayasa’mızın değiştirilemez ve değiştirilmesi bile teklif edilemez 2. Maddesi’ni yok sayan bu anayasa taslağını desteklemek Öcalan’ın verdiği ev ödevidir. Bu ödev kusursuzca yapılmış ve “Büyük Abi”den yıldızlı pekiyi almıştır. Güneydoğu’da çok yüksek oranda çıkan “evet” oylarının hikmeti sebebi bu ev ödevinin yanı sıra PKK-BDP-AKP-ABD işbirliğinin eseridir.

Öcalan’ın yandaşlarına verdiği bu ödev ise doğrudan, doğruya “Büyük Abi” ve yamağı tarafından AB’nin, bölücü başının avukatları vasıtasıyla İmralı hükümlüsüne ulaşan talimatlarının gereğidir. Öcalan da onları dinlemek zorundadır. Çünkü A. Öcalan’ın boynuna geçirilmesi gereken urganın ucu halen bu iki gücün ellerindedir. Referandum’da bu taslak kabul edilmiş ve işleve konulmuş, sıra Devlet’in, ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü koruyan ilk üç maddeye gelmiştir. Bu nedenle AKP-BDP, değişik nedenlerle Cumhuriyet’e karşı oldukları içindir ki, şüphesiz aynı saftadır. PKK’nın ise şer biraderlerine “Ateşkes” kararı ile hizmet etmesi son derece doğaldır.

Sümela’da yapılan ayin iktidarın açtığı şer yolunun başlangıç adımıdır. Bu adım bizi dönemin ABD Başkanı W. Wilson’un içinde Rum Pontus Devleti’nin de sınırlarının çizildiği, haritasını gerçeğe dönüştüren günlere götürecektir.

Bu parçalanmışlığa giden yolu sonlandırmanın tek yolu “Büyük Abi”nin emirlerine direnmek ve bu direnişle “Büyük Abi”ye ve tüm işbirlikçilerine açıkça meydan okumaktır. Türk milleti, ABD-AB-AKP-BDP anayasa taslağını veto etmek gücüne sahipken, aldatılarak “Büyük Abi”nin ve onun işbirlikçilerinin tuzağına düşmüştür. Ulusumuz, A.Gül gibi bir nevi noterlik görevine zorlanmıştır.

Ancak, Vahdettin’in kaçarak ardında bıraktığı bu topraklar, milletin malıdır. Anadolu bizim son yurdumuz, yıkılmak istenen Cumhuriyet onurumuz, parçalanmak istenen vatan ise namusumuzdur. Üstelik bu ülke “Noter senedi” ile de satışa çıkarılamaz. Bu ülkenin tapusu Türk milletine aittir. Lozan Anlaşması bu tapunun tescilidir. Üstelik bu toprakların taksimi gayrı kabildir. Yani bölünmesi mümkün değildir.

“Büyük Abi”nin emir ve talimatnameleri halen devam etmekte, Sn. Erdoğan’da ABD’nin dost ve müttefik olduğundan dem vurarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne yapılan açık ve tüm dünyanın tanık olduğu müdahalenin üzerini örtmek istemektedir.

İngiliz Financial Times gazetesinin “ABD, silah anlaşması konusunda, Türkiye’ye ultimatom veriyor” manşeti ile çıkan haberde, Obama’nın Erdoğan’a, İsrail ve İran konusundaki politikalarını değiştirmediği takdirde, Amerika’dan satın almak istediği silahları edinme şansının çok az olduğu”nu söylediği iddia edilmiştir.

Türkiye’nin satın almak istediği silahlar, namluları bir buçuk milyon Iraklı Müslüman’ın kanları ile damgalanmış silahlardır. Financial Times gazetesinin iddiasına göre Türkiye, ABD’nin 2011 yılında Irak’tan çekildikten sonra, terör örgütüne karşı kullanmak üzere ” Amerikan artığı” bu silahları satın almak istemiştir. Hani şu Erdoğan’ın ” Amerikan askerlerinin zaferi için dua ediyorum” dediği namlusundan Irak’ın Müslüman sivil halkına ölüm saçan silahları…


Irak’ta savaşan ABD’li kahraman bay ve bayan askerlere, ülkelerine en az zayiatla ülkelerine mümkün olan en kısa zamanda dönmeleri arzusuyla dua ediyoruz.” 31 Mart 2003 tarihli The Wall Street Journal Gazetesi…

Başbakan’ın sağlık ve esenlikle yurtlarına dönmeleri için dua ettiği Amerikan askerleri Irak’ta en az bir buçuk milyon sivili hunharca katletmiştir. Irak bugün kardeşin, kardeşi öldürdüğü, Sünni’nin Şii’ye silah çektiği, Şii’nin camileri bombaladığı bir ülkedir. Kanlı parmakların her cesedin yanına attığı tek imza vardır. “Büyük Abi”

Obama’nın ” G20 Zirvesi”nde, Türk basınına aksettirilenlerin tam aksine, Erdoğan’la ABD Başkanı arasında yapılan konuşmanın hiç de dostane olmadığı, üstelik “Büyük Abi”nin emirlerini şantajla güçlendirerek tekrarladığı görülmüştür. Erdoğan’a verdiği ültimatomun Financial Times gazetesinde yayımlanmasından bir kaç gün önce de, Washington’da ” Türkiye Politikası”nın gözden geçirildiği önemli bir üst düzey toplantı yapılmıştır. ABD Dışişleri Bakanlığı’nda yapılan toplantıya Bakan Hillary Clinton’da katılmış ve işin en ilginç yanı, toplantıdan bir gün sonra Dışişleri’ne bağlı Genel Denetim Bürosu, ABD’nin Türkiye’deki ABD misyonu hakkında 110 sayfalık bir rapor yayımlamıştır. Bu raporun içeriği hakkında basına bir bilgi sızdırılmamıştır. Ancak ABD’li diplomatlara bir takım görevlerin verildiği de aşikârdır.



Şimdi “Büyük Abi”nin, kendisini başarıya götüreceğine inandığı bir oyunu daha sahnedir. PKK Henri Barkey’in talimatlarına aynen uymuş, BOP’nin yolundaki son engelleri de kaldırmıştır. ” Ateşkes” ilan ederek, 12 Eylül oylaması için AKP’ye “kardeşlik” elini uzatan PKK ve Meclis’teki siyasi uzantıları arsız iştahlarını 2011 seçimlerinden sonra Erdoğan’ın “Değiştireceğiz…” dediği ülkemizin bölünmez bütünlüğünü hedef alan yeni anayasa taslağına saklamaktadır.

Her ne kadar üzeri kapatılmak isteniyorsa da, devlet PKK ile aynı masaya oturmuş ve anlaşmıştır.

BDP ise bu anlaşmanın ardından el altından desteklediği, “Türkiye’nin bölünmesini hızlandıracak hukuki tuzaklarla dolu anayasa paketine, elbette destek vermiştir.

” Türkiye özerk idari yapıya sahip olmalıdır. Bu BDP’nin resmi projesidir… Bu proje hayata geçecektir. Türkiye imzalamış, hayata geçirmek zorundadır. Şimdi çıkmışlar sanki çok büyük bir gaf yapılmış gibi, sanki bölücülük yapılmış gibi, bu demokratik özerklik talebini çarpıtmaya, kafaları bulandırmaya çalışıyorlar.”

Bu paragraf BDP Genel Bşk’nı Nurettin Demirtaş’ın PKK’laşmış BDP mitinglerinde sık, sık kullandığı söylemdir.

Bir vatandaş olarak soruyorum. BDP’nin resmi projesi olan özerklik projesi ne zaman ve hangi hakla Türkiye tarafından imzalanmıştır? Açıklayın…

İktidar şunu çok iyi bilmelidir ki ” Büyük Abi”nin icazeti ile oturdukları koltukları ve kazandıkları rantları korumak için Türkiye’yi bölme planına Türk milleti asla izin vermeyecektir.

PKK ile masaya oturan, Öcalan’la anlaşan iktidardır, devlet değil. Devletin tüm kurumlarını elinde tutan ve kullanan iktidar, Büyük Abi’nin emirlerine kayıtsız ve şartsız uymak zorundadır. Aksi takdirde tüm kullanılmışlar gibi miadı dolunca çöpe atılacaktır.


Figen ÖZEN
01 Aralık 2010


[img]http://www.birikimhaber.com/image/haber/2010/09/21/Resim_1285057065.jpg[/img]





“BÜYÜK ABİ” EMRETTİ….(17)

Değerli bir dostum bana, “Büyük Abi”nin oyunlarını yazmaya bir ömür yetmez” demiştir. Bu sevgili dostumun ne kadar haklı olduğunu 12 Eylül halk oylaması sürecinde bir kez daha gördük, Oynanan oyunlara şahit olduk, meydanlarda siyasi parti genel başkanlarının oylamayı gerçek anlamından, işaret ettiği büyük tehlikeden çok uzaklaşarak zafiyete uğrattıklarını, referandumu siyasi parti şovuna ve iktidar kavgasına dönüştürdüklerini izledik.

Bu süreçte çalınması gereken hiç bir kapı çalınmamıştır, dağıtılan broşürler ve salonlarda yapılan konferanslarla, halkın asla katılım sağlamadığı etkinliklerle süreç, çalışır gibi görünen demokratik kitle örgütlerinin kaprislerine kurban edilmiştir.

Referandum öncesi, Türkiye’nin en büyük demokratik kitle örgütü, yayımladığı genelge ile tarafsızlığını ilan etmiş, hatta üyelerine bile bu konuda çalışmayı yasak etmiştir.

Bu genelge Türkiye’de büyük fırtınalar koparmış, çığ gibi büyüyen tepkiler karşısında dernek geri adım atarak, dostlar alışverişte görsün örneği bir takım salon çalışmaları yapmıştır. Ancak sizin de takdir edeceğiniz gibi bel kemiği kırılan hastanın tekrar yürümesi mümkün değildir.

12 Eylül’de alınan neticenin sonucunda, ne yazık ki Türk Yargısı artık “üstekilerin hukuku”na, kısacası “İktidarın hukuku”na dönüştürülmüştür.

Üstelik şimdiden 2011 seçimlerinin ardından Anayasa’nın değiştirilemez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez ilk üç maddesinin hedef alınacağı yeni ve sivil bir
anayasa modelinin gündeme getirileceği de Sn. Başbakan tarafından (!) müjdelenmiştir.

Elbette bu anayasa taslağında AKP Grup Başkan Vekili Ayşenur Bahçekapılı’nın kendi söylemiyle ” vicdanını rahatlatacak ve geceleri rahat uyumasına neden olacak” bir değişiklik yapılacak ve Türklük kavramı Anayasa’dan çıkarılacaktır.

Erdoğan’ın “Benim Kürdüm, benim ….., benim ..….” diyerek Türkiyelik gibi düzmece ve ayrılıkçı bir kavramın şemsiyesi altında toplanmaya çalışan Türk milleti ve Türklük kavramı yok edilmeye çalışılacaktır.

Tüm ayrılıkçılara, işbirlikçilere ve emperyalizme uşaklık ederek bu milletin devleti ve ülkesi ile bölünmez bütünlüğüne göz dikenlere, gözleri Cumhuriyet’in aydınlığı ve Kemalizm’in ışığı ile gözleri yarasa misali kamaşanlara müjdeler olsun.

“Büyük Abi“nin yemyeşil dolarlarla oluşturduğu meralarda otlananlar, yemleri kesilmedikçe emperyal patronlarına hizmet etmekte birbirleri ile yarışmaktadır.

“ Sivil Denetim” stratejisi ile devlet kurum ve kuruluşlarının denetlenmesi ve hedeflenen gizli bilgilere ulaşılması için yapılan ve yapılacak her şey mübahtır.”

“Yapılacak her şey mübahtır.”

“2011 Türkiye İç Savaş Raporu” ön görüldüğü şekilde yoluna devam etmektedir.

Ülkemizde ” hedeflenen gizli bilgilere” ulaşılmadığını iddia etmemiz mümkün değildir. Onlarca “mübah” olan her şey, kitabına uydurularak yapılmıştır.

Dünyada bir ilk Türkiye’de gerçekleştirilmiş, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin mahremiyetine girilmiş, “Kozmik Oda” tarumar edilmiştir. Kimin “TARAF”ı olduğu belli olan, “SABAH”ları simsiyah manşetleri ile karartan gazeteler, kendilerine ulaştığını iddia ettikleri bilgileri sahte görüntü ve belgelerle montajlayarak yayımlamışlardır.

“Balyoz” başlıklı sahte belgeler ordunun denetlenme yolunun açılması için atılan adımlarının en önemlisidir.

Sahte belgeler ve ses kayıtları ile Türk ordusu küçük düşürülmeye çalışılmış, hatta YAŞ öncesi alınan gözaltı ve tutuklama kararları ile Kemalist subayların terfileri engellenmiş, emir-komuta zinciri kırılmaya çalışılmıştır.

İktidar bununla da yetinmemiş, yargıya başvurarak haklarını arayan üç generali açığa almıştır.

Gerçekleştirilenler ve yapılacak olanlar, “2011 Türkiye İç Savaş Raporu“nda öngörüldüğü gibi, NGO’ların baskı grubu olarak kullanılması ile gerçekleştirilmiştir.

Bu arada “Büyük Abi”nin “sivil itaatsizlik” çağrıları da hızını kesmeden devam etmiştir. Özellikle BDP’nin kullanıldığı alanlarda, devlet otoritesi aleyhine başkaldırı refleksinin oluşturulmasında oldukça başarılı olunmuştur.

Bir çok devlet kurumu değişime uğramış ve çıkarılan bölücü yasalarla bu değişim hızlandırılmıştır. Böylece ” Sivil Denetim Stratejisi” ile, devlet kurumlarının bir bakıma denetlenmesi sağlanmıştır.

İşte tam bu sırada karşımıza “Fethullahçı Gladyo” çıkmaktadır.

” Şimdi sessiz ve sakin olunuz. Ta ki devlet kurumlarındaki önemli görevlere gelene kadar bekleyiniz.”

ABD vatandaşı, Papa’nın yol arkadaşı Utah’tan “mezardaki ölüleri bile referandumda oy vermeye çağıran” Fethullah Gülen’in bu söylemini vaktiyle göz ardı edenlerin, emperyal tehlikeyi yok sayanların artık bölünmekten, ellerine aldıkları baltalarla birbirlerinin kafalarını koparmaktan vazgeçmeleri kaçınılmazdır.

Vatan tehlikededir. Cumhuriyet dönüştürülmektedir.

“Büyük Abi” keyifle Türk milletinin ve Türkiye’nin içine düştüğü durumu seyretmektedir.

Sn. Sefa Yürükel’in açıkladığı “2011 Türkiye İç Savaş Raporu”nda öngörüldüğü gibi bilinen bazı bilgilerin yeniden sızdırılıp, gündemin değiştirilmesi “Büyük Abi”nin emirleri doğrultusundadır.



Şu çok iyi bilinmelidir ki, sanal dünya zaten ABD’nin denetimi altındadır. Amerika’nın bilgisi olmadan hiç bir bilgi sızdırılamamaktadır.

Şimdi bu gerçeğin ışığı altında WikiLeas belgelerinin yayılma nedenini aklımıza takılan iki açıdan irdelemeye çalışalım.


    1- Erdoğan’a ve iktidar partisine, ” Biz “Büyük Abi”yiz. Sizi istediğimiz zaman bitiririz” mesajı verilmiştir.

    2- Tüm ulus devletlerin ortak düşmanı ABD’yi Erdoğan’a düşman (!) göstererek, Graham Fuller’in referansı ile CFR’nin memorandumunu tüzükleştirerek kurulan AKP’ye “milli parti” imajı verilmeye çalışılmıştır.

Bana kalırsa genel seçimler böylesine yakınken, ikinci şık yani bir imaj tamiri akla daha yakındır.

Ama her şeye rağmen 1. şıkkı göz ardı etmeden de bir durum analizi yapmamız gerekmektedir. Eğer WikiLeas belgelerinin yayılış sebebi Erdoğan’a göz dağı vermekse, bunun da semeresi alınmıştır.

WikiLeas belgelerinde adı geçen tüm ülkelerde, konuyu araştırmak üzere komisyonlar kurulmasına rağmen, Türkiye bu konuda sessiz kalmayı tercih etmiştir. Ayrıca iddia edildiği gibi Clinton, Davutoğlu’ndan özür dilememiş sadece “üzgün” olduğunu belirtmiştir.

Hakındaki yolsuzluk konuları ve “İsviçre’deki bankalarda 8 hesap ” iddiaları Erdoğan’ı hayli rahatsız etmiştir. Bu konunun üzerine gidenleri” Benim 1 milyar dolarım olduğunu iddia edenler bugün Silivri’de” söylemiyle açıkça tehdit etmiştir.

Bunun yanı sıra İsrail’e yangın uçaklarını göndermesi de,Yahudi’lere uyguladığı politikada atılan geri adımın açık bir göstergesidir. Netenyahu’nun ” Özür dilememesine ve tazminat ödemeyi reddetmesine” rağmen bu yardımın altında yatan gerçek, “Korku dağları bekler.” düşüncesidir. Çünkü AKP içersinde WikiLeas belgelerinin İsrail tarafından sızdırıldığı ve devamının geleceği endişesi hakimdir.

Gönderilen yangın uçakları elbette insani bir davranıştır. Ancak aynı insani davranışı “Büyük Abi”nin silahları ile öldürülen milyonlarca Iraklı Müslüman’a göstermeyen, hatta ABD’li askerlerin muzaffer olması ve evlerine sağ, salim dönmeleri için dua eden Erdoğan’ın söz konusu ABD’nin biraderi Yahudiler olunca böyle hassas davranması akla bir takım olasıları getirmektedir.

Dikkati çeken en önemli noktalardan biri de, bu belgelerde diğer liderlerin aksine, Erdoğan için sözcüklerin altında gizlenen övgülerin sızdırılmasıdır.

İkinci şıkka gelince… İşte tam burada durup, konuyu bir kez daha gözden geçirmemiz gerekmektedir.

Konuya girmeden önce bilineni bir kez daha tekrarlayalım. AKP, CFR’nin memorandumunu tüzükleştiren, ABD’nin icazeti ile kurulmuş bir partidir. CFR’nin kuruluş ve işleyiş amacı ise “Büyük Abi”nin başka ülkelerdeki çıkarlarını koruyacak parti ve kişileri seçerek, iktidara getirmektir.

Erdoğan İstanbul Ana kent Belediye Belediye Bşk’nı iken Mehmet Metiner’e hazırlattığı Kürt Raporu ile 1993 yılında CFR’nin dikkatini çekmiştir. Graham Fuller tarafından CFR’nin önünde görücüye çıkarılan Erdoğan dönüştürülecek Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin lideri olarak atanır.

Bu hakikati hiç göz ardı etmeden yolumuza devam edelim.

WikiLeas başlangıçta Türkiye ve iktidar ile ilgili dedikoduya dayalı, kolayca ret edilebilecek nitelikte belgeler yayımlamıştır. Ana muhalefet ise mal bulmuş mağribi örneği bu bilgilerin üzerine atlamış “Büyük Abi”nin tuzağına düşmüş, ana maddeyi gözden kaçırmıştır.


ABD’yi, AKP’nin düşmanı olarak ve “Büyük Abi” ile işbirliği tescillenen, iktidar partisini bir “Milli Parti” ve Türkiye’nin ulusal arenada çıkarlarını savunan iktidar olarak göstermek bu sızıntının ana amacıdır.

AKP Türk milleti önünde aklanmak istenmektedir. Hedef 2011 seçimlerinde AKP’yi tekrar iktidar koltuğuna oturtmaktır.

Bunun yanı sıra “Daha güçlü belgeler yayımlarız.” tehdidi ile şantaj yapılmakta, “Büyük Abi”nin gırtlağımıza doladığı ilmek daha sıkılmaktadır.

Bunlar yeni gündem yaratmak ve Türk milletini uyutmak için - hoş, zaten toprağın üstünde derin uykulardayız.- gelişi güzel serptirilmiş kökeni internet olan belgelerdir. Hiç biri de gizli değildir. Sadece malumun ilanıdır.

Sorarım size bu yayımlananların içinde “Kripto” özelliğini taşıyacak, gerçeğe dayanan bilgiler var mı?… Örneğin bir gizli antlaşma veya Erdoğan- Büyükanıt Dolmabahçe Görüşmesi… Hadi onu da bir kenara bırakınız, ordudan ” Balyoz” planını sızdırdığı iddia edilen şu meşhur demokrat yüzbaşının adı..

” Büyük Abi”nin tuzağına düşüp sazan gibi oltaya takılmanın ne yer ne de zamanıdır. ABD, AKP’nin gösterilmek istendiği gibi düşmanı değil, büyük biraderidir.


Figen ÖZEN
08 Aralık 2010






“BÜYÜK ABİ” EMRETTİ….(18)

Burada önünüzde, şimdiye kadar tabiiyetinde bulunduğum her türlü devlet ve tabiiyeti ve egemenliği reddettiğime; bundan böyle ABD Anayasası’nı ve yasalarını iç ve dış düşmanlara karşı savunacağıma; kanunun gerektirdiği hallerde ABD ordusuna hizmet vereceğime; kanunun gerektirdiği durumda sivil yönetim altında, ulusal önemi olan işlerde çalışacağıma ve yükümlükleri özgür bir şekilde akıl sağlığım yerinde ve samimi olarak üstleneceğime yemin ederim. TANRI YARDIMCIM OLSUN ! Ben FETHULLAH GÜLEN.

ABD Ulusal Şarkısı’nda belirtildiği gibi, Amerikan vatandaşı olmayı ayrıcalıklı bir şans gören ve ABD’nin çıkarlarını her türlü çıkarın ( Örneğin bir zamanlar ekmeğini yediği, doğup büyüdüğü Türkiye’nin çıkarlarının bile) üzerinde görmek üzere yemin eden ve Tanrı’dan yardım dilenen Fethullah Gülen’in vatandaşlık yemini, “Dini alet ederek ecnebilerle işbirliği yapan” bir mürtecinin iç yüzünün açığa çıkışıdır.

“Büyük Abi” öyle her önüne geleni kolayca vatandaşlığına almamaktadır. Her şeyden önce o kişinin ABD’nin çıkarlarına kayıtsız, şartsız hizmet etmesi gerekmektedir.

Fethullah Gülen için çok sayıda üst düzey görevlerde bulunmuş Amerikalı, vatandaşlığa alınması konusunda referans mektubu vermiştir. Ancak emekli yirmi altı CIA mensubunun referans vermesi üzerinde dikkatle durulması gereken bir noktadır.

“Türkiye’de cemaat yapılanmasını tamamlamış olan Gülen’in ABD’ye katkıları tartışılamayacak kadar çoktur. Dolayısı ile kendisinin ABD vatandaşlığına alınmasında hiç bir sakınca bulunmadığı gibi aksine bu bir gerekliliktir.”

Bu satırlar emekli bir CIA mensubunun referans mektubundan alınmıştır.

GEREKLİLİKTİR. Bu sözcük aslında uzun, uzun yazmayı hatta üzerinde konuşmayı bile gölgede bırakan bir ihanetin ve işbirliğinin tek bir sözcükle ifadesidir.

Zaten bilinen bir gerçek, Gülen’in ve cemaatinin ABD’nin çıkarlarına hizmet ettiği gerçeği bu sözcükle tescillenmiştir.

Fethulah Gülen “Yeni Dünya Düzeni” denilen emperyalist planın şişirdiği bir balon ve çakma bir dini liderlik heveslisidir. Kendini o hurafelerle doldurulmuş beyniyle Papa ve benzeri dini liderlerle aynı konumda göstermek istemektedir.

Gülen aslında bugünkü varlığını ve gücünü 12 Eylül Evrenizm’ine borçludur. 12 Eylül sürecinde Anti-Kemalist düşünce güç kazanmış ve gerçek Kemalistler bugün olduğu gibi “statükocu” olarak nitelendirilmiştir. Anti-Kemalizm ve ikinci cumhuriyetçilik çağdaşlık göstergesi olarak kabul edilmiştir. Tıpkı PKK gibi, Gülenizm de bu devrin ürünüdür.

Bir garip gerçek ise Gülen’in Atatürkçü geçinen kesimden de destek görmesidir.

“Sn. Gülen’in Türkiye Müslümanlığı yaklaşımı benimde yıllardır savunduğum bir yaklaşımdır.”

Toktamış Ateş’in bu söylemi, bizim Atatürkçü geçinenlerin Gülen’e düzdükleri methiyelerin ne ilkidir ne de sonuncusu olacaktır.

Saidi Nursi’nin kurduğu Nurculuk, Gülen’in attığı adımlarla sözde ılımlaştırılmış ve gerçek amacını gizleyerek, ABD’nin katkıları ile Cumhuriyet’in kurumlarını sinsice işgal sürecini sürdürmektedir.

“Bu manada inanmış bir insanın Batı karşısında, Amerika’yla entegrasyon karşısında olması katiyen düşünülemez.” 4 Eylül 1977 ZAMAN Gazetesi

Gülen’in gerçek amacı bu cümle ile ifade edilmektedir. Amerika ile entegrasyon. Yani ABD’nin potasında erimek, “Büyük Abi”nin emirlerine itaat edip Kızılderililere, dünyanın en büyük soykırımını yapan, Irak’ın eli kanlı celladı Amerika’ya teslim olmak…


Gülen, 1.Paylaşım Savaşı’nın ardından “Geleceklerini yabancıların nasihatlerine göre şekillendirmek isteyen” bağımsızlık anlayışından yoksun, köle ruhlu Amerikan Mandacıları’nın günümüzdeki hortlayan ruhunun yansımasıdır.

Gülen’in ılımlı İslam anlayışı, Dünya’daki tüm egemen güçlere ve özellikle vatandaşı olmayı ayrıcalıklı bir şans olarak kabul ettiği Amerika’ya kayıtsız şartsız biattır.

Dünyanın her yerinde okullar açan F. Gülen böylesine milyarlarca dolar finansman gerektiren dev bir organizasyonu yönetme yetisine ve becerisine sahip midir?

Bu okullar kimin okullarıdır?

Fethulahçı olarak bilinen okulların Türkiye’de ve yurt dışındaki sayıları insanı dehşete düşürmekte ve bu okulların, yurtların, dershanelerin kurucu gücünün gerçek amacının ne olduğu sorusunu aklımıza getirmektedir.

Kendini Gülen tarikatının ardına gizleyen bu kurucu gücün, Türkiye’de 103 okul, 460 dershane, 500 yurt; Orta Asya cumhuriyetlerinde 126 lise, Azerbaycan, Moğolistan, Gürcistan, Kazakistan, Dağıstan ve Türkistan’da birer üniversitesi bulunmaktadır.

Afrika, Kanada, Uzak Doğu ve Orta Avrupa bu okulların kapsama alanı içine alınmıştır
.

Bu okullarda İstiklal Marşı öğretilmekte ve Atatürk köşesi kurulmaktadır. Bu misyoner okulların üzerindeki başka bir örtüdür.

Gülen’in iddiasına göre bu okullar yurt dışında bir nevi misyoner görevinini üstlenmiştir. Ancak bu misyonerlik ne İslam ne de Hristiyan misyonerliğidir. Hele Türkçülükle yakından, uzaktan ilgisi yoktur.

Fettullah Gülen’in okulları “Yeni Dünya Düzeni”nin, tüm dünyaya hükmedecek “Büyük Abi”nin dünyasının misyonerliğini yapmaktadır.


Fethulah Gülen okulları arkasındaki gerçek kurucu güç ve büyük patron Amerika mıdır?

“Bu okullar Amerkan menfaati için kurulmuş okullardır.”

“Açık söylemek gerekirse Gülen cemaatinden Amerikan, Yahudi lobisinin beklentileri vardı. İlk vekaleti onlar verdi.”


“Fethullah Hoca okulları vasıtasıyla bir nevi emperyalistlerin misyoner gönderip, arkasından gitmesi gibi Türk okulları,Türk İslam okulları perdesi altında aynı zamanda İngilizce öğreten, Amerikan misyonerliği de yapan okullar açılsın. Fetullah Hoca da bir Sünni lider olarak o hareketin başında itibar görsün.

Ama tabi Fethullah Hoca kendisine bu şekilde vekalet verildiğinin farkında olmadan eh biraz nefes aldık diye desteklendi, genişledi.

“Ama bu okullar Amerikan menfaati için kurulmuş okullardı, göstermelik olarak İstiklal Marşı ezberletmekle filanla da onlar da bilinçsiz olarak Türk milli menfaatlerine hizmet ettiklerini zannederek bir slogan uyduruldu. Türkiye’de bu zokayı yutanlar çok oldu.”

Yukarıda tırnak içine alınmış sözler kendini İslam bağımlısı ve gerçek bir Müslüman olarak tanımlayan hukukçu Prof. Dr. Hüseyin Hatemi‘ye aittir. Hatemi bu düşüncelerini 29 Eylül 2010'da haberx sitesinde yayımlanan bir söyleşide ifade etmiştir.

Bu okullarda ABD pasaportlu kişilerin öğretmenlik ve idarecilik yaptığı da bir gerçektir.

Samanyolu televizyonunun boynu bükük yıldızı, kolayca ağlayabilen, gerçek niyetlerini hoş görünün arkasında ustaca maskeleyen Fethullah Gülen, bu okullar için sadece vitrindeki bir markadır.

Gülen’in Papa’yı ziyareti ve bu ziyaretin günlerce iç ve dış basında yer alması ise olayın bir başka boyutudur. Bilindiği gibi İslam dininde ruhban sınıfı yoktur. Şeyhler, hoca efendiler sadece ve sadece birer safsatadır. Allah’la kulu arasına hiç kimse giremez.

Gülen’in en büyük sıkıntısı da budur. Gülen aslında var olmayan ” Hocaefendilik” makamını Türkiye’deki, hatta dünyadaki tüm Müslümanları avucunun içine alacak ve ülkeyi yönetecek bir makam olarak istemektedir.

Gülen’in Papa ile buluşması, “Büyük Abi” tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. Hatta CIA uzmanı Graham Fuller, Zaman gazetesinde yayımlanan söyleşisinde Gülen’e övgüler düzmüştür.

Batı, Fethullah Gülen gibi örnekleri görünce çok umutlanıyor. Çünkü Gülen, modern devlet ve toplumda İslamın nasıl bir rol oynaması konusunda geniş bir vizyonu temsil ediyor.

Gülen’in temsil ettiği vizyon ılımlı İslamiyet denilen, emperyal patronun “Dinler Arası Diyaloğ” vasıtasıyla ortaya attığı teslimiyetçi bir görüşten başka bir şey değildir. Bu da elbette “Büyük Abi”nin ve Batı’nın işine gelmektedir. Çünkü Ilımlı İslamiyet projesinin tek amacı, Osmanlı Milletler Topluluğu denilen zırvayı şırınga edip, Büyük İsrail’in yolunu açmaktır.


Gülen ve Papa buluşması için en büyük çabayı ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Morton Abromowitz harcamıştır. Hatta Gülen Vatikan’a hareketinden önce ” Bir kaç ay önce Abromowitz cenaplarının yardımıyla bu buluşma gerçekleşti” söylemiyle sonsuz teşekkür ve minnetlerini(!) bildirmiştir.

Bunun yanı sıra ABD eski Savunma Bakanı Yardımcısı Richard Perle (Karanlıklar Prensi), FBI ve MOSSAD’ın yan kuruluşu “Ayrımcılıkla Mücadele Birliği (Anti-Defamation League/ADL) ve Moon tarikatı da bu buluşmayı gerçekleştirmek için çaba harcayanların arasında yer almıştır.

Belkide Fethulah Gülen’in Müslümanlığın olmazsa olmaz şartı Kelime-i Tevhid’de Hz. Muhammed’i öteleyişi hatta inkar edişi bu ziyaretin amaçlarının en önemlisidir.

Müslümanlığın liderliğine soyunmak heveslisi olan bir kişinin Hz. Muhammed’i dolaylı olsa da inkar etme hevesi ve Kelime-i Tevhid’ten çıkarma çabası gözardı edilemez.

“Ben samimi inancı olan Müslüman’ım” diyen her kişinin de Gülen’in göz yaşlarının arkasına gizlediği gerçek niyetini görmezden gelmesi mümkün değildir.

1960'lı yıllardan bu yana Nurculuğun yeni versiyonun sözcüsü olarak ortalarda dolaşan “ sabırla, sessizce” bugünleri bekleyen, devlet kurumlarını istila eden Gülen,12 Eylül karşı devrim hareketi ile birlikte büyümüş ve ABD’nin GDO’lu bir ürünü olarak görevine devam etmektedir.

Gülen’i tek bir yazıya sığdırmak mümkün değildir. “Büyük Abi Emretti” 19 da devam etmemiz gerekmektedir.

Ancak emperyalizm ve onun işbirlikçilerine rağmen Cumhuriyet’in omurgasının halen sağlam ve ayakta durduğu gerçeğini de göz ardı etmemiz de mümkün değildir.


Kaynakça:
SAİDİ NURSİ- FETHULLAH GÜLEN ve “LAİK” SEMPATİZANLARI
Alpaslan Işıklı- Kaynak Yayınları

Figen ÖZEN
10 Aralık 2010
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Tehlike çanları Türkiye için çalıyor “BÜYÜK ABİ” EMRETT

İletigönderen Başkomutan » Cmt Oca 01, 2011 4:33


“BÜYÜK ABİ” EMRETTİ!..(19)

“Büyük Abi”nin emirleri doğrultusunda gelişen olayları yazmaya Fethullah Gülen’le devam edeceğiz.

Son günlerde dilime takılan bir türküyü, sözlerini değiştirerek söylemeyi adet edindim. Belki siz de paylaşır ve katkıda bulunursunuz diye aktarıyorum.

“Büyük Abi” hakkımızda vermiş fermanı..

Ferman “Büyük Abi”ninse vatan bizimdir.

“Büyük Abi”nin fermanları hızını kesmeden devam etmektedir. O bazen bu “fermanları” işleve sokmak için “2011 Türkiye İç Savaş Raporu”nda öngörüldüğü gibi iktidarın ele geçirdiği devletin kurumlarını, bazen de satın aldığı kişileri kullanır.

Fethullah Gülen satın alınmışların ve kullananların listesinde başı çekmektedir. 2011 Türkiye İç Savaş Raporu’nda öngörüldüğü gibi, Gülen’e devletin kurumlarını ele geçirme ve bilgileri sızdırma görevi verilmiştir.



“SİVRİLMEDEN, MEVCUDİYETİNİZİ HİSSETTİRMEDEN CAN DAMARLARINA GİRİN.”


Fethullah Gülen, cemaate talimat mesajları veren video kayıtlarında, devletin kurumlarına hissettirmeden girmenin önemine vurgu yapmaktadır.



“Bir adliyede, bir mülkiyede, hayati bir müessesede bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti… Bizim o ünitelerde garantilerimizdir… Sivrilmeden ve mevcudiyetini hissettirmeden çok ilerilere gitmek… İşte bu iki müessese de olduğu gibi hayati dinamik bir kısım müesseseler de söz konusudur. Ta ileri gitme, böyle can damarları içinde dolaşma ve dönüp gelinecekse yara alınmadan, hissettirmeden dönüp geriye gelme.”

“Tam özümüzü bulacağımız, kıvama ereceğimiz ana kadar, o kuvveti temsil eden şeyleri elimize alacağımız ana kadar, Türkiye’deki devlet yapısı ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephemize çekeceğimiz ana kadar, her adım erken sayılır.”



Bir ülkenin can damarlarına girmek, orada milli ve bağımsızlıkçı şuuru yok etmek… Milli ve bağımsızlıkçı şuurun yerine emperyalizmin uydurmacası ılımlı islamı şırınga etmek…

Bu elbette kolay ve kısa bir sürede başarılabilecek bir uygulama değildir. Özlerini bulacakları, kıvama erecekleri, o kuvveti temsil eden şeyleri ellerine alacakları ve bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephelerine çekecekleri (!) ana kadar son derece disiplinli bir çalışma gerekir. Elbette bu disiplinli çalışmanın ve teşkilatlanmanın ardında güçlü bir parasal kaynak olmalıdır.

Gülen cemaati üyelerinin yaptığı bağışlarla elbette bu finansal gücün sağlanamayacağı su götürmez bir gerçektir. Bu gücün BOP gereği ABD tarafından finanse edildiği de bilinmektedir.

Ama önemli olan teşkilatlanmada ki disiplinin sağlanmasıdır. Gülen’in ABD’ye yanaşmasından hemen sonra, devlet içinde Gülen cemaatinin örgütlenmesi hız kazanarak gerçekleşmiştir.

Emniyet, yargı, hatta TSK içinde dahi Gülen tarikatının örgütlenmesinin var olduğu iddia edilmektedir.

TSK içindeki bu yapılanma iddialara göre başlarında tarikata mensup “imam” unvanlı bir askerin bulunduğu hücre tipi çalışmalarla yönetilmektedir.

Bu imamlar(!) çocuk yaşta keşfedilmekte ve onların zeka seviyeleri ve yeteneklerine göre de hangi mesleği seçecekleri saptanmaktadır. Bu çocukların gelecekleri cemaatin kararına bağlıdır.

Her kurumda görevli olan imamlar ve yardımcıları, o kurumda görevli olan cemaat üyelerini yönetmekte ve yönlendirilmektedir. Ancak bu imamlar da Gülen’in talimatı olmadan asla adım atamazlar. Bu imamlar Gülen’le doğrudan irtibat halindedirler. Aralarında – bu konuya özellikle dikkatinizi çekerim- asla telefon konuşması olmaz.

Aslında var olan ama görünmeyen düşmanla savaşmak zorunda kalan TSK, Emniyet ve Yargı, kendi içlerinde var olan F tipi örgütlenmeye karşı harekete geçememiş, bu örgütlenmenin işlevine son verememiştir.

Taraf’ın belge sızdıran demokrat subayı(!) bu örgütlenmenin basit bir göstergesidir.

AKP’nin Kurucular Kurulu’nun yayımladığı 12.sayfasında aynen şöyle denmektedir.


” Partimiz eğitimin yerelleşmesini öngörmektedir.” Bu madde aslında ABD’deki meşhur düşünce kuruluşu AKP’nin isim anası, ağababası CFR’nin memorandumunun kopyasıdır.

” Sivil teşebbüse daha fazla imkan tanınarak; katı bir şekilde merkezden düzenlenmeyip…”

Yukarıdaki tırnak içindeki satırlar ise Fethullahçıların 2-3 Temmuz tarihinde Erzurum’da yaptığı 9. Abant Platformu toplantısının konusu “Eğitimde Yeni Arayışlar” olan sonuç bildirgesinden aktarılmıştır.


ABD-CFR, AKP-CFR ve Gülen-CIA aynı fikirleri savunmakta ve “Eğitimde Birlik Esası” yıkmak için el birliği yapmaktadırlar. Abant Platformu’nun ardından yapılan tüm eğitim şuralarında, bu platformun sonuç bildirgesinde yer alan öngörüler aynen kabul görmüştür.

AKP iktidarını aslında sevmeyen ve onaylamayan Gülen AKP’nin kuruluş aşamasında Erdoğan’a danışmanlık yapmış ve kendisi hakkında Amerikalılara referans vermiştir. Gülen ve AKP, Amerikan işbirlikçiliğinin hısımlarıdır.


“Aslında anayasanın bazı maddelerinin değişmesi, değiştirilecek çok şey olmasına rağmen, herhalde iktidar partisi bunları değiştirmeye gücü yetmeyeceği düşüncesiyle çok az maddelerini değiştirme teşebbüsünde bulundu.

….. AB ile anlaştığımız bir dönemde ve özellikle Ortadoğu’da yeni bir açılma gerçekleştirdiğimiz bir dönemde demokratlaşma çok önemlidir. Demokratlaşma adına bu anayasada gerekli reformlar yapılmadı maalesef .

……Onların içinde önemli, hayati, bir kısım cellatlıkların, bir kısım vesayetliklerin önünü almaya matuf bir iki madde bile olsa, bence değil yani hayatta olan insan kadınıyla, erkeğiyle, çoluğuyla, çocuğuyla, dünyanın dört bir yanına dağılmış insanlarıyla, imkan olsa mezardakileri bile kandırarak o referandumda evet oyu kullandırmak lazım.

…Çok az şey yaptılar. Ondan dolayı gönlümüz kırık.” herkul.org

Gülen’in gönlü Herkul.org’ta yaptığı konuşmada seslendirdiği gibi AKP’ye kırıktır.

Neden?…

Çünkü 12 Eylül referandumunda sadece tek bir adım atılmış Yargı ve Anayasa Mahkemesi ele geçirilmiştir. Ama ” Bir kısım cellatlıkların, bir kısım vesayetliklerin ” önü kesilmemiştir. Gülen’e göre bu cellatlıkları ve vesayeti koruyan (!) ilk üç maddeye dokunulamamıştır.

Esas yapılması gereken Anayasa’nın ilk üç maddesinin yok edilmesidir. İşte o zaman “Büyük Abi”nin isteği yerine gelecek ve ulus devlet korumasız kalacak, bölünecek, şehir devletlerine, eyaletlerine dönüşecektir.

Böylelikle emperyalizmin, işbirlikçilerinin “En büyük düşman” ilan ettikleri Mustafa Kemal’in Türk milleti ile birlikte kanla, irfanla ve devrimle kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti yıkılacaktır.

İşte Gülen’in mezardakileri bile oy vermeye çağırdığı anayasa değişikliği 2011 seçimlerinden sonra Erdoğan’ın ” Yapacağız” dediği ve Anayasa’mızın değiştirilemez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez ilk üç maddesini hedef alan değişikliktir.


“Büyük Abi”nin korumaya aldığı ABD vatandaşı Fethullah Gülen’in kullanılarak devam ettiği işgal yürüyüşü, “Ilımlı İslam Projesi”nin aynaya yansıyan tarafıdır. Aynanın sırlı tarafında ise BOP’nin ülkelerin sınırlarını değiştirmeye yönelik ana hedefi, asıl amacı vardır.

“2011 Türkiye İç Savaş Raporu”nda öngörülen devlet kurumlarına sızma, gizli bilgileri ifşa etme, anayasal kurumları ötekileştirme görevini F. Gülen başarı ile sürdürmekte, Papa’nın ve “Büyük Abi”nin gönüllü elçiliğini yapmaktadır.

Ne tuhaftır ki Gülen, Hz. Muhammed’i ret eden anlayışına da ” diyalog, hoşgörü” adını vermektedir.

Devletin tüm kurumlarının bu asalak örgütten en kısa zamanda arındırılması gerekmektedir.Ancak bu iş son derce zordur. Ama imkansız da değildir.

Görünen Gülen hareketinin bir cemaat, tarikat oluşumundan daha çok bir siyasi harekete dönüştüğüdür.


Öcalan’ın son hamlesi bunun en açık örneğidir. Aslında aynı noktada Mustafa Kemal’in Türk milleti birlikte kanla, irfanla ve devrimle kurduğu Cumhuriyet’in yıkılmasında hemfikir olan, bu noktada Gülen’i kadim dost kabul eden Öcalan, cemaatle yakınlaşma çabalarına girişmiştir.

Öcalan, 1925′teki Şeyh Sait isyanını kutsamış ve Gülen’e kahramanlaştırılan, heykeli bile dikilen Seyit Rıza rolünü biçmiştir. Öcalan ve KCK, Gülen cemaatının insan potansiyelinden faydalanmak istemektedir. Cemaat içinde çok sayıda Kürt kökenli üyenin de bulunduğunu bilerek Öcalan bu diyalog adımını atmıştır.

Bu diyalog çağrısı Gülen tarafından kabul görmüş ve ve cemaatin ileri gelenlerinden Hüseyin Gülerce ile Öcalan’ın avukatları, Utah’ın bilgisi dahilinde görüşmüştür.

Ancak Gülen şimdilik kaydıyla, İmralı’daki leş kargasının taktığı “Barış güvercini” maskesine aldanmayacak ve devletin yanında duruyormuş gibi yapmaya devam edecektir.


Figen ÖZEN
14 Aralık 2010







“BÜYÜK ABİ” EMRETTİ!..(20)

Konu ne Ajda’nın bir vakitler, bir Kürt kızı ile birlikte söylediği dilimize çevrilmiş şekliyle ”Ben özgürlükçü Kürt kızıyım. Kürt erkeklerinin yıldızıyım.” Kürtçe şarkı, ne de serçeden çok yağlı bir tavuğa benzeyen Sezen’in yediği herze..Konu artık, çok ama çok daha önemlidir….

Emperyalizmin en önemli silahlarından biri de, hiç şüphesiz ulus dillere yapılan kuşatma ve saldırıdır. Çünkü sömürgeci zihniyet ulus dilin , milletin varlığını, dirliğini ve bölünmez bütünlüğünü sağlayan kavram olduğunun bilincindedir. Bir ülkeyi parçalamak, hatta silah kullanmadan işgal etmek için, o ülkedeki dil birliğini yıkmak yeterlidir. Onların bu saptamaları, son derece doğrudur.


Ne gariptir ki, Türkiye’de Türklerin (!) , pardon “Türkiyeliyim” diyenlerin eliyle, Türkçe’ye karşı bir savaş ilan edilmiştir. Adına da ”Demokratik Açılım” dedikleri bu süreç için iktidar, ilimsiz bilim adamları, avrolara, dolarlara kalemlerini satmış cumhuriyetsizler, Bağımsızlık Savaşı’ndaki hainlerin cephelerinden bir tanesi olan Kürt Teali Cemiyeti’nin uzantıları ve bir kaç çengi şarkıcı ”Gerçek sanatçılara hakaret etmemek adına, bu kişileri sanatçı sınıfına sokmuyorum.” bu savaşın zehir saçan dili olup, bu aymaz oluşuma katkı sağlamışlardır…

Çok büyük ve oldukça konforlu bir ev düşünün. Düşünceleri, hoşlandıkları şeyler, korkuları, sevdikleri yemekler, uyku alışkanlıkları, nefretleri, huyları birbirinin tıpa, tıp aynı fakat konuştukları diller ayrı olan bir grup insanı, bu evde yaşamak için bir araya getirin ve bekleyin..

Ne evde kurulan kuş sütünün bile eksik olmadığı sofraların ne de evde sağlanan rahatlığın bu insanları bir arada tutmaya yetmediğini, bir kaç gün sonra evden ayrılmaların başladığını, sürenin uzaması ile grubun tamamen dağıldığını göreceksiniz.. Ne konfor, ne rahatlık, ne de kuş sütünün bile eksik olmadığı sofralar.. Bunların hiç biri bu insanları bir arada tutmaya asla yetmemektedir. Çünkü onların ortak bir dili yoktur. Bu nedenle anlaşmaları ve bir arada yaşamaları mümkün değildir.

İşte “Büyük Abi”nin uyguladığı yöntem budur.

Şu anda ülkemizde yaşanan oyunun çirkin yüzü bu.. Ulus dilim, Türkçe’min emperyalizmin arsız iştahına kurban edilmesidir.. Ama en büyük kurban, başında celladın kanlı satırıyla beklediği kurban ulus devlettir.Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüdür. Ancak tüm kurbanların etinden faydalanacak olan tek güç, Türkiye’nin doğal zenginliğine göz dikmiş olan “Büyük Abi”dir.

Neden aslında birbirleriyle lehçe farkı nedeniyle anlaşamayan bir topluğun ,yani Kürtlerin çakma dilinin bugünlerde böylesine önem kazanması son derece düşündürücüdür. Örneğin Zazaca konuşan biri, Kurmançi veya Kurani lehçeleri ile konuşan bir başkası ile asla anlaşamaz. TRT ŞEŞ’le başlayan süreçte AKP İktidarı’nın Obama’nın tavsiyeleri ile çizilen demokratikleşme yolunda (!) içeriğini kendilerinin de bilmediği bu açılım paketiyle, devşirme sözcüklerden oluşan bir dili , gene etnik milliyetçiliğin, şiddetin ve korkunun ve önemlisi feodal yapının, ağa düzeninin bir arada tuttuğu topluluğa tutkalla yapıştırmak sevdasındadır.


Anayasa’mızın 3.Maddesi sizin de bildiğiniz gibi aynen şöyle demektedir…


” Türkiye Devleti ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür. DİLİ TÜRKÇEDİR.”

Dil Türkçedir..Niçin?…Ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütünlük sağlamak için…Şimdi bu bütünlük yok edilmek istenmektedir.Bir millet bölünmektedir..Çünkü Devlet’in eliyle dil birliği , insanları bir arada tutan en önemli kavram yerle bir edilmektedir.

Yaklaşık 30 senedir “Büyük Abi”nin, gayrı meşru çocuğu PKK terörü ile boğuşmaktayız..Binlerce şehit verdik. Vatana katılan yiğitlerinin ardından, analar acılı yüreklerini vatana sınır taşı yapmışlar,tüm ülkeye her şehitle birlikte ateşler düşmüş, nice evlerin bacaları sönmüş, nice yuvalar yıkılmıştır.. Analar, babalar oğulsuz, gelinler kocasız, evlatlar babasız, yavuklular sevgilisiz kalmıştır.

Tüm bunlara rağmen vatanın bölünmez bütünlüğü direncini korumuş, Misak-ı Milli sınırları içinde yeni devletçikler oluşmamıştır.

” Kürtlere böyle bir ayrıcalık tanınması son derece yanlış. Türkiye’de 36 etnik kökenli topluluk var. Örneğin Lazlar, Çerkezler, Gürcüler. Onlara da ” Ana Dil” de eğitim hakkı tanınsın…”

İşte size bölünme sürecine Sezenler ve Ajdalar gibi gönüllü hizmet eden biri daha. Yukarıdaki söylem bir AKP milletvekiline aittir. Sırada YÖK ve Mardin Üniversitesi’nin Rektörü de vardır.. Ağızları kulaklarında Kürt dili ile eğitim yapan bölümler açmaya hazırlanmaktadır… Ücretleri “Büyük Abi” tarafından ödenen, karınları ABD ve AB’nin önlerine attığı kırıntılarla doyan, ölü beyinlerini emperyal güçlerin kefenlediği bu kişiler , doğrudan doğruya vatanın bölünmesine hizmet etmektedir.


Ancak dil üzerinden yapılan bölünme artık, sınır tanımaz olmuş ve TBMM’ne taşınmıştır. Başbakan’ın söylemiyle ok yaydan çıkmış veya BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın aymazca ifadesinde vurguladığı gibi “Pandora’nın Kutusu” açılmıştır. Bu konuda BOP’nin Eşbaşkanı olduğını defalarca yineleyen Erdoğan, en az Demirtaş kadar heveslidir.

İlk önce Selahattin Demirtaş ” ana dil”i kullanmak için, yasa ve anayasa değişikliklerini beklemeyeceklerini ifade etmiş, “Büyük Abi”nin, Öcalan’ın kulağına fısıldadığı tavsiyelere uymuş ve esnaflara Kürtçe tabela ve etiket talimatını vermiştir.


TBMM’de Kürtçe konuşma ve KCK davalarındaki “ana dilde” savunma yapma direnişi, Sn. Sefa M.Yürükel’in kamu oyu ile paylaştığı ” 2011 Türkiye İç Savaş Raporu”nda iyi süzülmüş ve Amerikan İngilizce’si ile şu başlık altında toplanmıştır.

Daha evvel sizlerle paylaştığım bu bölümü, konu ile ilgisi olduğu için yinelemekte ve hafızalarımızdaki bilgileri tazelemekte fayda görüyorum.


“Türkiye’nin Jeopolitik ve Siyasi Coğrafyası”

NGO… (Gomermental Organizations) Hükümet dışı sivil toplum örgütlerinin ( bunların arasında etnik ayrışmayı savunan partiler de girmektedir) görevi, yerel kültürlerin ve ana dillerin yaşatılması kapsamında, alt kültür kimliklerinin siyasallaştırılması ve etnik karşıtlıkların belirginleştirilmesi için misyoner faaliyetlerin yürütülmesidir.

Önce misyoner faaliyetlerine karşı toplumsal reaksiyonu törpülemek için “Büyük Abi”nin kültür elçileri alt yapıyı hazırlamak zorundadır. Alt yapı, milli bilinç ve ulus olma onuru sıkı bir denetim altına alınarak yok edilmiştir.

Bunun yanı sıra “Büyük Abi”nin yamağı AB, 2003′ten bu yana tüm ilerleme raporlarında Türkiye’yi ” Kürtçeyi resmi dil” yapma konusunda zorlamaktadır.


Ancak, 4 Haziran 2003′de AKP ve CHP’li milletvekillerinin oyuyla yasalaşan “İkiz Yasalar”ı hatırlamadan ve bazı maddelerini tekrarlamadan, bugünü anlamamız mümkün değildir. Çünkü “İkiz Yasalar” , Pandora’nın kutusunu açan bölücülüğün, etnik ayrımcılığın, sivil itaatsizliğin yasalaştırıldığı günün, günümüze uzantılarının anahtarıdır.


“İkiz Yasalar”ın alt yapısı, Wilson Prensipleri’dir. Bu prensipler ABD’nin baskısıyla 16 Aralık 1966′da Birleşmiş Milletler tarafından, kabul edilmiş ve 49. Maddesi uyarınca da 23 Mart 1976′da yürürlüğe girmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti tam 24 yıl bu tuzak dolu sözleşmeleri imzalamamakta direnmiş, 15 Ağustos 200 tarihinde Kemal’e eren DSP-MHP-ANAP hükümeti, bu sözleşmelerin altına imza atmıştır. Ancak bu sözleşmeler o tarihte imzalanmasına rağmen,TBMM’de yasalaşmadığı içindir ki bağlayıcılık kazanmamıştır.



“İkiz Yasalar” -ki biz onlara ihanet ve bölücülük yasaları diyoruz- 4 Haziran 2003′te TBMM’de yasalaşmış ve 18 Haziran 2003′te, 25142 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş ve bağlayıcılık kazanmıştır. Üstelik bu sözleşmeler Anayasa’ya göre iç hukuk hükmündedir.

Bu yasa iki sözleşmeden oluşmuştur. Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi ve Sosyal ve Siyasi Haklara Dair Sözleşme... Yasalaşan bu sözleşmelerin ortak birinci maddeleri, Türkiye’nin içinde durumu daha iyi anlayabilmemiz bakımından son derece önemlidir.


    1.BENT/1.Madde. Bütün halklar kendi kaderlerini tayin etme hakkına sahiptirler. Bu hak gereğince halklar, kendi siyasi kaderlerini özgürce kararlaştırırlar.


Şimdi de Sosyal ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 27.Maddesi’ni altını dikkatle çizerek tekrarlamamız gerekmektedir.


    Madde/27: Etnik, dinsel ya da DİL AZINLIKLARININ bulunduğu devletlerde, bu azınlıklara mensup olan kişiler, kendi guruplarının diğer üyeleri ile birlikte, kendi kültürlerinden yaralanma, kendi dinlerine inanma ve dine göre ibadet etme, ya da KENDİ DİLLERİNİ KULLANMA HAKLARINDAN YOKSUN BIRAKILMAYACAKTIR.”

Bu yazının içinde de belirttiğimiz gibi “İkiz Yasalar”, Anayasa’mıza göre iç hukuk hükmündedir. O halde TBMM, “İkiz Yasalar”ı yasalaştırdığı 4 Haziran 2003 tarihinde, bu bölücü yasaların tümünü de kabul etmiştir.


Elbette BDP’li Hasip Kaplan’ın “Bu bir sivil başkaldırıdır.” sözlerini veya Öcalan’ın önerdiği ve uygulamaya konulan, pilot bölge seçilen “Yüksekova” modelini göz ardı edecek değiliz.

” Büyük Abi”nin emirlerine ve iktidarın boyun eğişine, teslimiyetçi politikalarını yazmaya devam edeceğiz.

Bölünme yolunda ikinci dil kullanımı, silahlı terörden daha da tehlikelidir.


Eğer insanlarımız arasındaki dil birliğini yok ederseniz, birlikteliği ve anlaşmayı sağlayan dil köprüsünü yıkarsanız, anlaşamayan insanlar kolayca ayrışırlar ve ülkeyi bölerler..


Terörün bile bölemediği bu ülkeyi, Türkiye’yi DİL AYRILIĞI BÖLER. Bu ülkeyi dil böler dil..


Figen ÖZEN
21 Aralık 2010
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Tehlike çanları Türkiye için çalıyor “BÜYÜK ABİ” EMRETTİ….

İletigönderen Başkomutan » Sal Mar 22, 2011 12:41


“BÜYÜK ABİ” EMRETTİ!..(21)

Ulus devletlerin kanını emmeye yeminli “Büyük Abi”, Türkiye’nin yakasını bırakmadığı müddetçe, ahtım olsun ben de onun ve işbirlikçilerinin peşini bırakmayacak, gerçek bilgi ve belgelere dayanarak yazmaya devam edeceğim.

Artık ilk senaryosu emperyal patron tarafından 1896′ta ABD Kongresi’nin gizli toplantısında yazılan “İhanet Belgeseli” sesini iyice yükselmiştir.
Bu hain ses devlete açıkça meydan okumaktadır.

Devlet sessiz, CHP sessiz, ADD “izinde”, millet ise “Cumhuriyet Mitingleri” müjdesinin peşinde… Meydanlar boş… Şehitleri mezarlarındaki bayraklar yasta… İktidar ise şimdiden kazanacağını var saydığı 2011 seçimlerinin ardından yeni bir anayasa taslağının hazırlığı ile meşgul.

Sn. Sefa M. Yürükel’in Türk kamu oyu ile paylaştığı “2011 Türkiye İç Savaş Raporu”ndaki tüm öngörüler tek, tek gerçekleşmektedir.

Zaman, zaman ” oy potansiyeli”ni yükseltmek amacıyla aslan kesilen, hakkında yazı yazanları Silivri’yi işaret ederek tehdit eden Erdoğan, bu kalkışmanın farkında değilmiş gibi davranıp ne bölücülere ne de İmralı’daki hükümlüye ses çıkarmamaktadır.

Bu sefer Sn. Başbakan’ın karşısında ne “Ananı al da git” dediği çiftçi, ne azarladığı yoksul halk, ne de polise coplattığı üniversite öğrencileri vardır.

Bu sefer Erdoğan, Eşbaşkanı olduğu BOP’nin gereği Türkiye’yi bölmekle görevlendirilen, “Büyük Abi”sinin sırtını sıvazladığı bir güruhla karşı, karşıyadır.

Olayları gerçek bilgi ve belgelere dayanarak irdelemenin ve toprak üstündeki uykuya son vermenin zamanıdır. Hatta geç bile kalınmıştır
.

Pervin Buldan’ın yerel seçimlerin ardından “Kürdistan’ın sınırlarını çizdik.” Hasip Kaplan’ın ana dillerini kullanma konusunda ” Bu bir sivil başkaldırıdır.” itirafları, devlete isyanın açık göstergesidir.

Ancak kurulacağı var sayılan “Büyük Kürdistan Devleti”nin mimarı sadece bu güruh ve ABD midir?

Bu sorumuzun cevabını yazının ilerleyen bölümlerinde veya bir başka bölümünde birlikte irdeleyeceğiz.

Tarih 11 Aralık 2004… Kanal D televizyonunda katıldığı programda Başbakan Erdoğan Fatih Altaylı’ya Türkiye’nin eyaletlere bölünebileceğini söylemiştir.

9 Temmuz 2005 İlerleme Raporu’nda AB, Güneydoğu’dan “Kürdistan” şeklinde söz etmiş ve “Demokratik Özerklik”i dayatmıştır.

31 Mart 2007 AB’nin parasıyla Dıyarbakır’da Bölge İstinaf Mahkemesi inşa edilmektedir.

“Kalkınma Ajansları” Türkiye’yi tam 26 bölgeye bölmüştür.



İstinaf Mahkemeleri ve Bölge Ajansları ile birlikte CFR kaynaklı iktidar,memorandumda yazılı maddeleri içeren “eyaletleştirme” sözünün oldukça büyük bir kısmını gerçekleştirmiştir.

Prof. Dr. Ömer Dinçer ve Dr. Cevdet Yılmaz, bir bölücü proje olan ” Yerel Yönetimler Reform Tasarısı”nı hazırlamış, bu tasarı Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından veto edilmiştir.

Görüldüğü gibi iktidar ve işbirlikçileri, şahsi çıkarları uğruna Türkiye’yi feda etmekte ve bunun adına da “REFORM” demektedirler.

“Çok önemli bir altı aya giriyoruz. Bu altı ay iyi değerlendirilirse çözüme kapı aralanabilir. Aksi takdirde kimsenin hesaplayamayacağı kadar korkunç bir savaş gelişebilir.”

Yukarıda okuduğunuz satırlar bir uzmanın tavsiyeleri değildir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni tehdit etme cesaretini kendinde görebilen bir hükümlüye aittir. Bu hükümlünün avukatları vasıtasıyla gönderdiği ve bir bakıma iktidar partisine “ültimatom” niteliği taşıyan satırlarını okumaya devam etmemiz gerekmektedir.

“Olumlu gelişmeler olmazsa Haziran’ı beklemem. Mart’ta aradan çekilirim. Önümüzdeki altı ay demokratik çözüm için son şanstır. Aksi takdirde çatışmalar başlar.

Korkunç bir savaş gelişebilir. Ünlü bir tarihçi “Bu dönemlerde ya ölürsün, ya öldürürsün. Gerisi yoktur.” diyor. Çözüm gelişmezse bizi böyle bir dönem bekliyor. Kimin öldürüleceği belli olmaz. Herkes tehlike altındadır. Bu ülkenin Cumhurbaşkan’ı bile ağzında köpüklerle öldü. Çözümsüzlük uzarsa Türkiye’yi böyle tehlikeler bekliyor. Onun için bu örneği veriyorum.”

Mutlaka kızgınlıkla okudunuz Öcalan imzalı Devlet’i hayasızca tehdit eden yukardaki satırları. Ama benim yüreğimi hatta tüm bedenimi öfkeyle sarsmıştır bu “Hayasızca akın”

Ancak aşağıda okuyacağınız ibret vesikası sadece midemi bulandırmamış, beni hiddetin de zirvesine çıkarmıştır.

Şimdi noktası ve virgülüne kadar buram, buram ihanet kokan bu ibret vesikasını birlikte okuyalım.

24-26 Haziran 2008 günlerinde toplanan Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM), Türkiye’yi masaya yatırmış ve aşağıdaki kararları almıştır.

1-Türkiye’nin Güneydoğusu Kürdistan’dır.

2-Faşist Türk Ordusu Güneydoğuda işgalcidir ve Kürtleri katletmektedir.

3-Türk askeri Kıbrıs’ta işgalcidir.

4-Türkiye’de azınlıklar sorunu vardır.


Bu dört maddeyi doğrusu kabul eden ve altına imza koyan parlamenterleri tanımak ister misiniz?

1-Mevlüt Çavuşoğlu (AKP Antalya Milletvekili)

2-Ruhi Açıkgöz (AKP Aksaray Milletvekili)

3-Lokman Ayva (AKP İstanbul Milletvekili)

4-Mesude Nursuna Memecan (AKP İstanbul Milletvekili)

5-Özlem Pehlivanoğlu (AKP İstanbul Milletvekili)

6-Mehmet Saygın Tekelioğlu (AKP İzmir Milletvekili)

7-Mustafa Ünal (AKP Karabük Milletvekili)

8-Erol Aslan Cebeci (AKP Sakarya Milletvekili)


Davit Herütanyan, Rafi Povenesyan, Armen Gustavyan isimli üç Ermeni parlamenter ile Andros Kipriyano isimli Kıbrıs Rum kesimi parlamenteri de yukarıdaki dört maddenin tıpkı AKP’li sekiz milletvekili gibi doğruluğunu kabul etmiş ve kararın altını imzalamıştır.,

Türk parlamenterler grubunda yer alan MHP’li Y.Tuğrul Türkeş ve CHP’li Vildan Keleş, AKPM’nin aldığı bu karara şiddetle karşı çıkıp, bunun Türkiye’ye karşı düşmanca bir tavır almak anlamına geleceğini söyleyince, o dönemde AKPM Başkanı olan Louis Maria de Puig, AKPM’nin böyle bir karar almasını Türk Grubu Başkanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun istediğini Y.Tuğrul Türkeş’e söylemiştir.

Bu karara itiraz eden ve imzalamayan milletvekilleri ise, CHP İstanbul Milletvekili Vildan Keleş, Samsun Milletvekili Haluk Koç, MHP Ankara Milletvekili Yıldırım Tuğrul Türkeş, Aydın Milletvekili Ertuğrul Kumcuoğlu ile Azerbaycan’dan Abbasof ve Alman parlamenter Prof. Dr. Hakkı Keskin’dir.


Ayrıca, AKPM geçici başkanı olan AKP Antalya Milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu, 2010 yılı Ekim ayı başında Strasbourg’da düzenlediği basın toplantısında KCK’ ve PKK’nın talebini dillendirmiştir. Türkiye’nin ana dilde eğitime izin vermesi gerektiğini söylemiştir.

Öcalan ve Çavuşoğlu…. Biri bölücülüğü, katilliği, caniliği tescillenmiş, Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmayı, parçalamayı hedef kabul etmiş kanlı terör örgütünün kurucusu, PKK’ ve KCK’nın onursal başkanı bir mahkum…

Diğeri ise TBMM’de Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmez bütünlüğü üzerine namusu ve şerefi üzerine (!) yemin etmiş, milletin verdiği vergilerle cebini dolduran bir milletvekili…

Ve bu kararı imzalayan diğer vekiller…

Aralarında bir fark görüyor musunuz?

Tümü “Büyük Abi”nin çocukları…

İhanet beşiğini sallayanlar, CFR’nin tohumu olan iktidarın,”Büyük Abi”nin emirlerini yerine getirmek için gösterdiği çabayı desteklemektedir.

Diğer taraftan o çok büyük Demokratik Kitle Örgütü’nün Genel Başkanı, televizyonda “Anayasa’nın ilk üç maddesi despot ve faşisttir” diyen hain-i muhteremi gülümseyerek dinlemekte, Türkiye’nin başka derdi yokmuş gibi ” Başı açık olmayanlar burs için müracaat etmesin.” demektedir.

“Büyük Abi”, Okyanus ötesinden vahşi kahkahalar atarken, biz de gülelim ağlayacak halimize…

“Büyük Abi” öyle emrediyor.


Figen ÖZEN
8 Ocak 2011







“BÜYÜK ABİ” EMRETTİ!…(22)

“Büyük Abi” ve onun emirleri ile ilgili yolculuğumuza biraz ara verdik.

Biz ara verdik vermesine de “Büyük Abi”, emperyal trenin bir kaç vagonunu Ortadoğu ve Türkiye katarından ayırarak, taktığı yeni bir lokomotifle Kuzey Afrika’ya doğru yöneltmiştir.

Halk aç ve yoksuldur…İşsizdir. Faşist diktatörlerin acımasız yönetimine isyan etmektedirler.

Bu bir devrim hareketi midir?

Evet, bu bir SOROS devrimidir. ABD’nin kullanım süresi dolmuş, yüzleri eskimiş bir takım işbirlikçileri yenileme hareketinden başka hiç bir şey değildir Kuzey Afrika’da olanlar…

Erdoğan için ” Sonun Mübarek ola” diyenler şu gerçeği görmek zorundadır. Mübarek’in yerine bir başka üniformalı Mübarek’e Mısır devleti teslim edilmiştir. Bu bir nevi SOROS ve ABD destekli askeri darbedir.


Bu arada, her fırsatta darbelere karşı ve darbe mağduru olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı A. Gül’ün Mısır ziyareti ve atanmış darbeci Mısır Devlet Başkanı Mareşal Muhammed Hüseyin’le bir araya gelmesi de altı defalarca çizilerek okunması ve tarihe kaydedilmesi gereken bir olaydır.

Özellikle Erdoğan’ın Obama ile (sanırım tercüman aracılığı ile) yaptığı telefon görüşmenin ardından, Mısır konusunda ahkam kesmesi göz önüne alınırsa, Gül’ün, Mısır’a gitmesi konusunda öneri kimden veya hangi güçten geldi sorusu da ister istemez, aklıma takılmaktadır.


Şimdi bir vakitler Bush’un Baş Siyasi Danışmanı C. Rice’nin şu meşhur söylemini hatırlayarak yolumuza, daha doğrusu ” Büyük Abi”nin çizdiği haritanın sınırları içinde yalpalaya, yalpalaya yürüyen iktidarın gittiği engebeli yola devam edelim.

Ne demişti C. Rice? ” Ortadoğu’da yirmi iki ülkenin sınırları değişecektir. Sınırları değişecek ülkeler arasında Türkiye de vardır.”

Bu söylem ve günümüzde SOROS destekli halk ayaklanmalarının sonucu olarak tıpkı Yugoslavya gibi parçalanacak ve sınırları değişecek ülkeler sadece Rice’nin bir kehaneti midir?

Elbette değildir… Bunların tümü bir ucu Kuzey Afrika’ya, diğer ucu Orta Asya ülkelerine kadar uzanan Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nin gereğidir.

Sn. Sefa M. Yürükel’in, Prof. Toje’nin masasında bir tesadüf eseri bulduğu ve Türk kamu oyu ile paylaştığı ” 2001 Türkiye İç Savaş Raporu”nun 4. bölümünde yazılanları hatırlayarak, olayları daha doğrusu “Büyük Abi”nin emirleri doğrultusunda gerçekleşen olayları irdeleyelim.

Raporun 4.Bölümü’nde:

    “Devletin ve PKK’nın Güneydoğu Anadolu’daki halk içersindeki etkisi ve stratejik konumu ele alınmaktadır..

    PKK’nın harekete geçebileceği NGO ve siyasi bağlantılı güçlerin hassas bölgelerde kontrollü bir çatışmayı yaratıp yaratamayacağı ve kaosa yol açıp, açamayacağı incelenmektedir.

    Aynı zamanda devletin bu bölgelerde önemli ölçüde zayıf olduğu, sadece askeri, polis ve aşiret gücü ile varlığını sürdürebildiği vurgulanmaktadır.

    Ve en önemlisi PKK, etnik çatışmaları istediği zaman çıkarıp durduracak muhatap bir güç olarak ele alınmaktadır.

    Bu arada Sefa M.Yürükel’in Rapor’un 4. Bölümü’nün sonuna eklediği şu not da son derece önemlidir.

    ” Bu raporu yazan kişi veya kişiler, 2011 Türkiye İç Savaşı’nın çıkacağından emin ifade kullanıyorlar.”

Sn.Yürükel’in bu öngörüsünün, sürecin başlangıcı olarak kabul edilen 1987′den 2011 yılına kadar gelişen olaylar göz önüne alınırsa, ne kadar yerinde olduğu görülecektir.

Bunun yanı sıra daha evvel “Büyük Abi Emretti” yazı dizisinde işaret etmeye çalıştığımız ” Hassas bölgeler” tanımı da hatırlayalım. Bu tanıma göre, devlete karşı kalkışmanın, hatta devleti ve onun her nevi gücünü yok sayma girişimleri bu bölgelerde başlatılacaktır.

Devleti yok sayma ve gücünü inkar etme….

Hakkari’nin Yüksekova ilçesi. Yüksekova, PKK ve diğer şer güçler tarafından pilot bölge seçilmiş yaklaşık dört aydır bir uygulama başlatılmıştır.

Bu uygulamaya göre, çözülmesi gereken bir sorunu olan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, sorunun çözülebilmesi için Yüksekova’da BDP’li Belediye Başkanı’na veya BDP’ye baş vurmak zorundadır.

Yüksekova’da “Benim Kaymakamım”, “Benim Jandarma Komutanım” ” Benim Savcım”, yok sayılmaktadır. Yüksekova’da devlet inkar edilirken, Ankara sessiz, sakin durumu izlemekle yetinmekte, diğer taraftan da valilerini, kaymakamlarını, savcılarını ve tabii ki polislerini “Büyük Abi”nin memleketine Amerika’ya, federasyon konusunda, staja göndermektedir.

Artık Yüksekova’da Türkiye Cumhuriyeti Devleti yoktur.

Bu projenin içinde elbette sınırların profesyonel bir ordu tarafından korunması, sözleşmeli er tasarısı, askeri istihbaratın yani GES’in de MİT’e devredilmesi de yer almaktadır.

Amaç çok açıktır. Güneydoğu’da Türkiye’nin savunma gücünün omurgasını kırmak. Ancak bu arada bu kırılan omurganın omurlarının Silivri’de tutuklu olduğunu da unutmamak gerekir.

“Büyük Abi”nin mezhebi gayr-i sahih (belirsiz) çocuklarından Karayılan da açıkça devleti tehdit etmiştir. Ancak bu tehdit Sam Amca’nın eğittiği toplum mühendisleri tarafından, üstü gizlenerek örtülmüş ve yaratılan sahte gündemlerle kamufle edilmiştir.

Karayılan’ın 8 Mart tarihinde Fırat Haber Ajansı‘nda yayımlanan söylemi aynen şöyledir.

“KCK Yüksek Adalet Divanı bazıları hakkında tutuklama ve ifadeye çağırma kararı almıştır. Biz bu kararın yürütmesini durdurduk. Hükümete Kürt açılımı konusunda Mart ayı sonuna kadar süre tanık. Eğer bazı iyileşmeler gerçekleştirilirse, “Ateş Kes” kararımız, seçime kadar devam edecektir. Aksi halde biz de Kürdistan’da (!) bir takım tutuklamalar yapacağız. Nisan ayına kadar durum netleşmezse bu tutuklamaların yanı sıra diğer siyasetçileri ve AKP’li siyasetçileri kaçıracağız.”

Elime bir fener aldım, kendi vatandaşının ve ülkesinin çıkarlarını koruyacak bir iktidar arıyorum… Ancak sadece yönetilerek yöneten bir iktidarın değil, “Büyük Abi”nin ülkenin üzerine düşen gölgesinden dolayı bir türlü bulamadım bu iktidarı..

Galiba ömrüm oldukça ” Büyük Abi” ile yolculuğumuza devam edeceğiz. Yazılacak, paylaşılacak o kadar çok şey var ki…

Figen ÖZEN
13 Mart 2011







“BÜYÜK ABİ” EMRETTİ!…(23)

Büyük Orta Doğu Projesi’nin amaçları bellidir. Bu proje içersinde Türkiye’nin de amaçları bellidir. Biz Genişletilmiş Büyük Orta Doğu Projesi’nin Eşbaşkanlarından biri olarak bir görev üstlendik.”

Recep Tayyip Erdoğan.. TBMM- AKP Grup Toplantısı…


BOP’nin amacı nedir?:: Condoleezza Rice’nın , Bush’un Baş Siyasi Danışmanı iken sık, sık kullandığı söylemi hatırlayalım.

” Orta Doğu’da 22 ülkenin sınırları değişecektir ve sınırları değişecek bu ülkelerin arasında Türkiye’de vardır.”

Neymiş BOP’nin amacı?… Türkiye’nin dahil olduğu bir coğrafyada ülkelerin sınırlarını değiştirmek. Kısacası bu ülkeleri bölmek ve ABD’li Başkan Wilson’un hayalini gerçekleştirip denizden denize Ermenistan ve Büyük Kürdistan Devleti’ni kurup, kuzeyden Rum Pontus Devleti ile iyice sıkıştırdığı Türkiye’yi İç Anadolu’ya hapsetmek.

İstanbul derseniz, milattan önceki yıllara indirgenen tarihi mirası nedeniyle “Dünya Kenti” ilan edilmiş durumdadır.

İşte Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan defalarca itiraf ettiği üzere bu görevi üstlendiğini, Türkiye’yi bölmeyi ve Orta Doğu ve Kuzey Afrika’yı kana bulamayı amaçlayan bu projenin, kendileri tarafından da görev olarak kabul edildiğini açıklamakta bir sakınca görmemiştir.

Libya’ya atılan bombaların ve fırlatılan füzelerin yarattığı sivil insanların cesetlerinin arasından kafamızı kaldırarak biraz geriye dönelim.

Irak’taki diktatör Saddam Hüseyin başlangıçta “Büyük Abi”nin sırtını sıvazladığı, hatta destek verdiği bir liderdir. Hatta iktidarının ilk yıllarında da arkasında büyük bir halk gücü vardır.

Ama daha sonra petrol sayesinde gelişen ekonomisi ve modernleşen ve güçlenen silah sanayisini de arkasına alan Saddam, “Büyük Abi”ye hafiften kafa tutmaya başlamıştır.

Kuveyt’in işgali bunun en belirgin örneğidir.

Ayrıca Irak’ta ABD’nin iki işbirlikçisi hazır kuvvet halinde beklemektedir. Talabani ve Barzani …

Barzaniler zaten ayrılıkçılığı meslek edinmiş, sırtlarını hep yabancı güçlere dayamış bir aşiretin reisidir. Bu ailenin genlerinde çıkarcılık, vatandaşı oldukları, nemalandıkları ülkeyi pazarlama ve devlete karşı isyan çıkarma gibi alışkanlıklar fazlasıyla mevcuttur.

Zamanın Irak Devlet Başkanı General Kasım’a baş kaldıran Molla Mustafa Barzani, idama mahkum edilmiştir. İşin garip tarafı ise 150 hempası ile Rusya’ya kaçmayı başaran ve askerlikle yakından, uzaktan hiç bir ilişkisi olmayan, Molla Mustafa Rusya tarafından general rütbesi ile taltif edilmiştir.

Aynı ayrılıkçı ve satılık genleri taşıyan Talabani ise, Rusya’da Komünist Partisi Gençlik Çalıştayı’na katılmıştır.

Ancak, dünyada güç dengelerinin değişmesinin ardından bu iki aşiret reisi derhal taraf değiştirmiş, General Kasım’ın iktidarında İsrail’e kaçan siyonist Kürt Barzani aşiretinin artıklarının Irak’a dönüşü ile de güç kazanmışlardır.

Afganistan’da büyük bir yenilgiye uğrayan Amerika, kanlı elini Irak’a uzatmakta hiç mi hiç gecikmemiştir.

Talabani Irak Devlet Başkanı, Barzani ise Özerk Kürt Bölgesi Başkanı olarak “Büyük Abi” tarafından atanmıştır.

BOP’nin ilk ayağı tamamlanmış ve Irak’ın kuzeyinde bir Kürt Devleti kurulmuştur. Bu taşeron devletin anayasası, parası, askeri ve meclisi tamamlanmıştır. Ancak henüz tanınma safhasına geçilmemiş ve çakma devlet hiç bir uluslar arası kuruluşa da şimdilik kaydıyla üye olmamıştır.

Haçlı emperyalizminin eli kanlı maşası Irak’ı üçe bölmeyi başarmıştır.

Aynı oyun bu sefer dikta rejiminin halkı bunalttığı Kuzey Afrika’da oynanmaktadır. Örneğin Mısır’da Mübarek’in yerine ABD, devlet başkanı olarak bir başka üniformalı memurunu atamıştır.


Ancak Libya’da durum böyle değildir. Kaddafi asla mağlup olmayı kabul etmeyen bir liderdir. Anibal gibi, Hitler gibi gibi “mağlup ilan edilip esir edilmektense” intiharı tercih edecek kadar delilik derecesinde cesur bir diktatördür.

Türkiye’de de en başta Erdoğan’ın rüzgar gülü gibi yön değiştirerek desteklediği BM kararı ile Libya’ya yapılan saldırı bazı siyasetçilerimiz tarafından da “MEŞRU” kabul edilmiştir.

Bu kabul edilişle Türkiye tam bir kıskaç altına alınmış “2011 Türkiye İç Savaş Raporu”nda öngörülen bir iç savaş çıktığı takdirde, BM kararının uygulanması şimdiden kabul edilmiştir.

Böylece haçlı emperyalizmine “Sivil işgalin yetmez… Askerinle silahınla gel, topraklarıma gemilerinle, uçaklarınla bombalarınla da saldır. İstediğin gibi bu vatanı böl ve parçala. Erdoğan’ın Eşbaşkanı olduğu projenin gereği olarak ülkemin sınırlarını da değiştir. BM kararına göre benim iç işlerime müdahale etmek senin hakkındır.” şeklinde ucu açık bir davetiye gönderilmektedir.


Bu arada şu bizim meşhur “İkiz Yasalar”la da altına “ŞERH” koymadan ve beyan ifade ederek , sözleşmelere imza atan taraf devletlere ve BM’lere de “MÜDAHİL OLMA” hakkını tanıdığımızı da hatırlamamız gerekmektedir.

Son sekiz- dokuz yıldır yoğunlaşan misyoner faaliyetlerinin ardından hızla Hristiyanlaşan Türkiye’de, Libya’dan Türkiye’ye de atlayacağı artık kesinleşen Haçlı emperyalizmi, ” Demokrasi için, insan hakları için, bazı Kürtlerin demokratik özerklikleri, ana dilleri için yola dökülen bazı Çerkezlerin ve diğer etnik kökenli yurttaşlarımızın sivil ayaklanmaları için ” kapımızı çalabilecektir.

Ve akıttıkları Türk kanının ardından “ Sizi statükocu Cumhuriyetçilerden, dar kalıplı anti-emperyalist Kemalistlerden, ulusalcı yurtseverlerden ve ulus devletin en güçlü dayanağı Türk ordusundan kurtardık. Artık ne “dininiz ne Türklüğünüz uludur” Biz sizin efendiniz. Tıpkı Irak’ta, Mısır’da ve benzeri ülkelerde olduğu gibi… Kendi topraklarınızda bizim için çalışacak, bizim için üreteceksiniz.

Çünkü siz bunu hak ettiniz. Sizi eğitmeme, kimliksizleştirmeme rıza gösterdiniz. Hata Exeter ve ABD Diş İçleri Bakanlığı’ında burs alan bir kişiyi Atatürk’ün makamına Çankaya’ya oturttunuz.

Ben ” Bu bir Haçlı seferidir.” (ABD Başkanı BUSH) yahut “Dini inancım gereği askerlerimi Irak’a gönderiyorum” ( Tony Blair), derken kuyruğuma takılan, İsa-Mesih’in işgalci ordularıyla işbirliği yapan sahte Müslümanları baş tacı ettiniz.

Daha yazmamı ister misiniz? Kısacası sizi seçtiğinizi zannettikleriniz değil, ben ” Büyük Abi” yönetiyorum.

Çünkü onları ben eğittim ve ben görevlendirdim. Siz ayrışmaya, halka yukarıdan bakmaya, onları suçlamaya ve küçük görmeye devam ediniz.

Toprak üstündeki uykularınız hiç tükenmesin. Çağırmayın Kuvva-i Milliye Şehitlerini. Gelmezler…

Neden mi? Siz verin bu sorunun cevabını…

Bu sorunun cevabı sizin çareniz ve benden, bizlerden kurtuluşunuzun reçetesidir.

Benim en büyük korkum, bu reçetenin her türlü etnik, dinsel, mezhepsel ve siyasi görüş farklılıklarını öteleyerek bir araya gelmeniz ve yurt savunmasındaki cepheyi milli güçlerle kuvvetlendirmenizdir.”

“Büyük Abi” böyle diyor..





Ben Gazeteci Eşref Bey hüviyeti ile Libya’ya gelen, Derne ve Tobruk’ta sömürgeci İtalyanlara karşı savaşan Mustafa Kemal’i ve silah arkadaşı dedem Mehmet Halif Bey’i rahmetle anıyor, Libya’nın emperyalizme karşı direnişi sizin ve diğer bağımsızlık savaşçılarının ruhlarının önderliğinde mutlaka zafere ulaşmalıdır diyorum.


Resim

Mustafa Kemal, Derne'de silah arkadaşları ile birlikte (1912)


Figen ÖZEN
21 Mart 2011
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Tehlike çanları Türkiye için çalıyor “BÜYÜK ABİ” EMRETTİ….

İletigönderen Başkomutan » Sal Eyl 06, 2011 18:03


“BÜYÜK ABİ” EMRETTİ….(24)

Gözler, gönüller aydın olsun. 28 Nisanda kesinleşecek partilerin aday listeleri açıklandı…

Kimler yok ki bu listelerde?.. Ne ararsanız var..
Örneğin ” Hoca efendi hazretleri saygı duyduğum, bilge bir adamdır.” diyenler var.

Ama cemaat ve tarikatların peşine düştüğü için tutuklanan, hakaret edilen yürekli bir Cumhuriyet Başsavcısı yok..

AB’ciler, çark eden çakma ulusalcılar, ana dilde eğitimi savunanlar, Türk ordusuna “Kağıttan kaplanmış” diyenler var..

Statükocu (!) cumhuriyetçiler, anti-emperyalistler, gerçek yurtseverler yok bu listede…

Bağımsızlık Savaşı ve Cumhuriyet bir kadın devrimidir diyen yiğit kadınlar yok bu listede…

Ama TESEV adına yurt dışı toplantılara katılıp, “Siyasi İslam Saha Araştırması” adlı projeyi yürüten, George SOROS’un zehirli çiçeği, GDO’lu ve SOROS malı gübrenin kıraçlaştırdığı, toprakta varlığını sürdüren, TOPRAK’ına ihanet edenler var bu listede…

17 Kasım 1999′da, İstanbul Conrad Otel’de ABD Başkanı Clinton’a , Güneydoğu’da temel hak ve özgürlük ihlallerini ve Kürt sorununu (!) sözlü olarak sunan TANRI’nın KUL’u olmaktan vazgeçip, emperyalist patronların işbirliğine soyunan, kulluktan arınıp, köleliliğe razı olanlar da var bu listede.

Üstelik yukarıda varları ve yokları ile sizlerle paylaştığım bu listenin sahibi olan parti AB kriterlerine uygun “YEREL YÖNETİM REFORMU” yapmaya da söz vermiş. Yaşasın federasyona giden yolun demokrasi havarileri.

Yooo… Yanıldınız, bu parti AKP değil... Gündemi gerçekten takip ediyorsanız kim olduğunu kolayca bulursunuz.

Kısacası Mustafa Kemal yok bu listede… “Büyük Abi”nin emirleri yerine getirildi.

Her neyse… Ne demiştir Gazi Paşamız? “Biz işimize bakalım.”

Biz işimize bakalım ve “Büyük Abi” ve işbirlikçileri ile uzun zamandır sürdürdüğümüz yolculuğumuza devam edelim.

” Türk Devleti, terör örgütüyle aynı masaya oturmadıkça sorun çözülmez. Binalardaki Atatürk resimlerini görmek istemiyoruz. İndirin bu resimleri. Bu zihniyetle AB’ye giremezsiniz” Andrew DUFF- Türkiye-AB Karma Komisyonu Bşk. Yar.

“Kürtlere her ne kadar inanmasak da onları kullanmamız menfaatimiz icabıdır. Doğu Anadolu’yu ancak savaş çıkartarak Ermenistan ve Kürdistan diye bölebiliriz.” Mr. Kitson ( İ.G.B. Vesika no:609 sayfa:907)

“ Kürtlerin diğer meseleleri bizi ilgilendirmez. Bizim Kürt meselesine verdiğimiz önem Mezopotamya’daki kaynaklarımız içindir.” Mr.Hohler- İngiliz Gizli Belgeleri

C.Rice’nin ” Ortadoğu’da 22 ülkenin haritaları değişecektir. Sınırları değişecek ülkeler arasında Türkiye de vardır.” söylemini hatırlayarak, Türkiye’de oynanan oyunları gözden irdeleyelim.

” Hükümet, devlet kanalları ile bu görüşmeleri gerçekleştirir. Devlet istediği ile görüşür. Devletin başı da İKTİDARDIR.”

Bu sözler, AKPM’deki Davos taklidi konuşmasının ardından Erdoğan’ın gazetecilerin sorularına verdiği cevaptan aynen alınmış, bir itiraf belgesidir.

Ne demişti Andreew Duff ? “Türk Devleti terör örgütü ile aynı masaya oturmadıkça sorun çözülmez.”

Erdoğan, “Bize bu iftirayı atanlar, ispat etmezse şerefsizdir.” demiştir.

Kim şerefsiz?..

Şimdi bir de bölücü başının ” Sorunlar çözülmezse 12 Haziran’dan sonra bir iç savaş çıkar” tehdidini önümüzdeki masanın üzerine koyalım, Sn. Sefa M. Yürükel‘in açıkladığı “2011 Türkiye İç Savaş Raporu“nun bugünümüze ışık tutan, sivil itaatsizliğin ana nedeni olan çalışmaları inceleyelim.

Raporda, sivil itaatsizliği hatta kaos yaratacak öngörüleri işleyen iki önemli çalışma göze çarpmaktadır.

PKK’nın önemine işaret edilerek, bu kanlı terör örgütünün harekete geçirebileceği NGO ve siyasi bağlantılı güçlerin hassas bölgelerde, daha önce de vurguladığımız gibi kontrollü bir çatışma yaratıp, yaratılamayacağı sorgulanmış ve bu konuda çalışmalar yapılmıştır.

NGO ( NON- Governmental Organizasyon) yani hükümet dışı sivil toplum örgütleri ile temasa geçilmiş, alt kimliklerinin siyasallaştırılması ve etnik karşıtlıkların belirlenmesi konusunda çalışmalar yapılmıştır.

Bu çalışmaların en belirgin ve etkili örneği bir zamanlar Avukat Sezgin Tanrıkulu’nun temsilciliğini yaptığı, İnsan Hakları Vakfı Diyarbakır Temsilciliği’dir.

Güneydoğu’da özellikle NGO’laşmış dernekler sabırla çalışarak sırtlarını “Büyük Abi” yeşil dolarlarına dayamış ve Öcalan’ın başkanı olduğu KCK’nın temelini atmışlardır.

Bu tip çalışmalar o bölgede halkın Devlet’e ve Devlet kurumlarına olan güvenini yok etmiştir.

Yüksekova örneğinde ortaya çıkan devleti hiçe sayma, aşağılama, kendi kanunlarını kendi yapma gibi sivil itaatsizlik eylemleri, BDP’l,i vekillerin eliyle daha da hızlandırılarak kapsama alanını genişletmiştir.

BDP Eşbaşkanı tarafından Türkiye’nin Güneydoğu’su “Darül- Harp” ilan edilmiş, Devlet’in imamının arkasında Cuma namazının kılınmasının doğru olmayacağı ilan edilmiştir.

Darül-Harp, İslam hukukunda, kafir ve İslam düşmanı yöneticilerin hakimiyeti ve yönetimleri altındaki topraklara verilen addır.

Cuma namazı kılmak isteyen insanları cami dışına taşımakta ki ana amaç, Türk Devletini zalim ve düşman olarak göstermek ve etnik bölünmenin yanı sıra, misyonerlerin kol gezdiği bu bölgede dini kullanarak ayrışmayı kuvvetli bir zemine oturtmaktır.

Çünkü hepimizin çok iyi bildiği gibi, din olgusu emperyalizmin kullandığı en büyük silahtır.

Cuma namazının cami dışında ve devletin imamının arkasında kılınmaması olayı sadece basit bir sivil itaatsizlik olayı değildir. Bu hareketle Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Güneydoğu’da “Darül-Harp” kabul edilerek, açıkça ” düşman, zalim ve işgalci” ilan edilmiştir.

“Devletin başı iktidardır.” diyen, ancak Türkiye’yi yönetilerek yöneten siyasetçilere acilen duyurulur.

PKK’nın cezaevi kaçkını BDP İstanbul milletvekili (!) Sebahat Tuncel isimli yaratığın bir baş komisere attığı tokat, aslında DEVLET’e atılmış bir tokattır.

Ne yazık ki akılları bilmem nerede veya Avrupa Parlamenterler Meclisi’nde seçim öncesi yapacakları kandırmaca şovda olanlar, bu kadının yaptığı densizliği sadece kınamakla yetinmişlerdir.

Bengi Yıldız denen adam, polis panzerini taşlamış, devlete hakaret etmiş, devletin güvenlik güçlerini harekete geçirmek için her türlü yolu ve yöntemi denemiştir.

Onların emriyle kepenkler kapatılmış, hayat durmuştur Güneydoğu’da…

CHP’li Halfeti Belediye Başkanı, İmralı canisinin doğum gününün Halfeti’de kutlanması için adeta yalvar yakar olmuş ve toplanacak kalabalık için kutlama çadırları kurdurmuştur.

Artık bizim vatan topraklarımızda, vatana ihanet, devlete isyan eden bir güruh türemiştir.

Bunların tümü “Büyük Abi” ve yoldaşlarının “Mezopotamya’daki kaynakları” içindir.

Ve günümüzün siyasetçileri, belki de onlara verilen görev gereği, işin vahametini bile, bile BOP Eşbaşkanlığı’nın gereğini yapmaktadır.

Ama bilmedikleri, bilincinde olmadıkları bir oyunun figüranlığını yaptıklarının farkında değillerdir. Bu figüranlık sadece onlara değil, ayrılıkçı Kürtlere de son derece pahalıya mal olacaktır.

Emperyalizm onları zamanı gelince, mutlaka ve mutlaka deliğe süpürecektir.

Ancak sizinle paylaştığım bu iç savaş senaryosundan daha vahim bir durum -eğer iddia doğruysa- ABD ile Türkiye arasında imzalanan bir gizli anlaşmadır.

Bu anlaşmanın maddelerine göre, Türkiye’nin kıskaca alınması, hatta Irak’a asker gönderilmesi, Öcalan’ın serbest bırakılması, şimdilik sadece bir konsolosluk açılması ile geçiştirilen Bölgesel Kürt Yönetimi’nin (Anlaşmada Güney Kürdistan olarak geçiyor) gündeme gelecektir.

Bu anlaşmanın maddelerini, tek, tek bu serinin devamında inceleyeceğiz.

Tek ümidimiz “Büyük Abi”nin arsız iştihasına ve emirlerine karşı gelecek bir milli Meclis’in kurulmasıdır.

Figen ÖZEN
15 Nisan 2011
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Tehlike çanları Türkiye için çalıyor “BÜYÜK ABİ” EMRETTİ….

İletigönderen Başkomutan » Sal Eyl 06, 2011 18:04


“BÜYÜK ABİ” EMRETTİ….(25)

“2011 Türkiye İç Savaş Raporu”nu hatırladınız değil mi? Bu raporu sizinle “Büyük Abi Emretti!” başlıklı yazı dizisinde zaman, zaman paylaşmış, Türkiye’den örnekler vererek analiz etmeye çalışmıştım.

Son günlerde yaşadığımız olaylar ise, tek taraflı ilan edilmiş bir iç savaşın içinde sürüklenen Türkiye’nin fotoğrafını yansıtmaktadır. Ve oynanan bu tehlikeli ve kirli oyunun senaryosunu yazanlar, artık uzaktan kumandalı piyonlarını sahaya indirmiş durumdadırlar.

Ancak bu süreci irdelemeden önce, son derece traji komik bir olayı sizinle paylaşmak istiyorum. Son günlerde malumunuz Somali ile yatıyor, Somali ile kalkıyoruz. Hatta mübarek Ramazan’da teröristlerin askerlerimizi şehit etmesine sabırla(!) karşılık veren Başbakan bile dayanamadı, iki uçakla Somali’ye giderek oradaki muhtaç insanlara hamiyetini gösterdi.

Sn. Başbakan, eşi, kerimeleri, damadı ve bakanlarının Somali’ye varış fotoğrafını yayımlayan gazetenin arka sayfasında ise bir başka fotoğraf vardı. Sırtında bebesiyle, pazardan artık sebzeleri toplayan bir kadın...Bu fotoğraf ise Türkiye’dendi.

Somali...Somali’nin fotoğrafına bakan dikkatli bir göz şu gerçekle karşı, karşıya kalacaktır. BATI’nın emperyalist güçleri ve özellikle ABD…

Aslında Somali’nin işlenebilir ve verimli 9,5 milyon hektar tarım toprağı mevcuttur. Bu tarım alanları işlenir ve hayvancılık yapılabilir bir ülkedir Somali…

Ancak emperyalist güçlerin büyük bir sabırla oynadığı kirli oyun semeresini vermiş, ayrımcılığın kışkırtılması nedeniyle adeta aşiretleşen kabileler ülkeyi bölme savaşında emperyalizmi galip ilan etmişlerdir.

Diktatör Siyad Berri‘nin rejimine son verilmesinden sonra ülkede bir siyasi otorite oluşamamış ve iç çatışmalar başlamıştır. Ancak, bu noktaya dikkatinizi özellikle çekmek istiyorum, BM kuvvetlerinin Somali’ye gelmesinin hemen ardından iç çatışmalar bitmiş, Somali esas düşmana, yani tüm ülkelerin ana düşmanı emperyalizme karşı bir bütün oluşturdukları görülmüştür.

Ancak BM kuvvetlerinin geri çekilmesinden sonra iç çatışmalar tekrar başlamış ve kabileler Somali’yi bölüşmüşlerdir. Bu nedenle Somali’de üretim tamamen durmuş ve kuraklığın ardından da, aslında hepimizin içini acıtan açlık görünen çirkin fotoğrafı göz önüne serilmiştir.

İhtiyaç içinde olan insanlara yardım elbette görevdir. Ancak bunun bir aile ve yandaş şovuna döndürülmesi ise hem dini hem de insani, anlayışa tamamen ters düşmektedir.

Bu nedenle Nihat Doğan gibi Erdoğangillerden olan bir şovmenin, Ajda Pekkan gibi estetik sirkinin bir numaralı süper star(!) unvanlı gergin kadının orada ne aradığını veya neden Somali’ye götürüldüğünü anlamış değilim.

Ama BOP‘un Eşbaşkanı’nın kendisine verilen görevle yetinmeyip, ülkesindeki sorunları, terörü, sadakaya muhtaç ettiği halkını, bağımsızlığını yitiren ve iktidara teslim olan Yargı’yı ve yazmakla tükenmeyecek nice sorunları görmezden gelip, AKP grup toplantısında yaptığı konuşmanın benzeri ile Somali’de “Dünya Lideri” pozu ile yaptığı konuşma bana şu ata sözünü anımsattı.

Haline bakmadan Hasan Dağı’na oduna gidenler…

Ancak Ajda Pekkan‘ın açlığa bulduğu çok önemli formülden dolayı, kendisini kutluyorum, SAKIZ...


Şimdi Sn. Sefa Yürükel‘in bizlerle paylaştığı “2011 Türkiye İç Savaş Raporu”nuna gelelim.

Neden 2011 sorunu soranlara, bir ekip çalışması olan ancak tek elden temiz bir Amerikan İngilizcesi ile yazılan bu raporda, Türkiye’nin yapılan sistematik ve son derece planlı çalışmalara ancak 2011 yılına kadar dayanacağı öngörülmüştür.

Her şeyden önce yapılan veya yapılacak her türlü dönüştürmeye uyum sağlayacak siyasetçilerin bulunması gerekmektedir.

Biraz geriye dönerek, günümüzdeki iktidarın ağababası Necmettin Erbakan’ın bile, 80 darbesinin kahramanlarından Muhsin Batur’un itirafına göre, NATO’nun isteği üzerine getirildiğini ve parti kurduğunu hatırlayalım.

Bu süreçle birlikte, Türkiye’nin muhafazakâr kesimi hedef alınmış, bu kitle hızla dönüştürülmüş ve bu insanlarda, dini siyasete, ticarete, yabancılarla işbirliği yapan mürtecilere bir biat kültürü oluşturulmuştur.

Tam bu noktada mevcut iktidarın ABD‘nin en güçlü düşünce kuruluşlarından CFR’nin bir yan kuruluşu olarak çalıştığının da altını çizmek gerekmektedir.

Diğer taraftan ise Güneydoğu’daki feodal sistem bilerek siyasetin içine alınmış ve aşiret reisleri, toprak ağaları özellikle muhafazakâr partilerin milletvekili listelerinde baş rol oyuncusu olmuşlardır.

Bölgedeki halk daha da yoksullaştırılarak, milletvekili aşiret reislerinin kölesi haline getirilmişlerdir. Yoksullaşan ve ezilen halkın devlete olan inancı tamamen azalmış, bölgede ağalar, cemaat ve tarikatlar tek otorite olarak kabul edilmiştir.

Bu süreçte emperyalizm,boş durmamış ve etnik milliyetçiliği kışkırtarak, ayrılıkçılığın ve etnik milliyetçiliğin yükselen bir güç olmasına neden olmuştur.

Etnik milliyetçilik kısa zamanda meyvesini vermiş ve ABD’nin gayrı meşru çocuğu PKK, 1978 yılında sahneye çıkmıştır.

Başlangıçta Marksist-Leninist bir kuruluş olarak yola çıkan bu terör örgütü, Güneydoğu’da kendine yandaş toplamak amacıyla, tarikat ve cemaatlerin arasına sızmıştır.

Bu süreçte özellikle dinsel özgürlükler kapsamında, dinler arası diyalog -Erdoğan bu bölücü projenin de Eşbaşkanı’dır- ve hoş görü söylemleri bol, bol kullanılarak, tarikat, cemaat ve benzeri yapılanmaların farklı hukuklarının yaşama geçirilmesi ve bundan da önemli olarak eğitim-öğretim birliğine son vermeyi hedefleyen girişimler desteklenmiştir.

19 Eylül itibariyle 26 Anayasa Hukuku hocası, iktidarın ve işbirlikçilerinin istediği sivil anayasa taslağı üzerinde çalışacaktır. Bu çalışmada, eğitim birliği en önemli hedef olacak ve bölücülerin ekmeğine, Amerikan malı GDO’lu mısırlardan elde edilmiş yağ sürülecektir.

Dini argümanların yozlaştırılması 2011 Türkiye İç Savaş Raporu’nun sadece bir bölümüdür.

Bugün gündüz gözüyle, bir yiğidini daha vatana katan Türk milleti, şu gerçeğin farkında olmak zorundadır.

Merkezi pilot bölge ilan edilen Hakkari- Yüksekova olmak üzere Türkiye, ne kadar görmezden gelsek de Türkiye bir iç savaşın içine çekilmiştir.

Diğer taraftan Suriye ve Libya ile ilgili bir dizi yalan haber, diğer taraftan ise “Büyük Abi”nin çizdiği yol haritasından bir santim bile sapmadan yapılan hava harekatları…

Bu iç savaş şiddetlendiği ve yurt sathına yayıldığı takdirde, birileri tepemize dikilecek “Türkiye’deki iç savaş, sivil isyan ve başkaldırı bizim iç meselemizdir” diyecek tıpkı, Somali’de, Libya’da olduğu gibi BM güçleri ve Nato Türkiye’ye müdahale hakkını kendinde bulacaktır.

O zaman Türkiye tıpkı Somali gibi yabancı güçlere karşı birleşip, bir araya gelmeyi başarmak zorundadır.

Devam edeceğiz.

Figen ÖZEN
23 Ağustos 2011
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Tehlike çanları Türkiye için çalıyor “BÜYÜK ABİ” EMRETTİ….

İletigönderen Başkomutan » Sal Eyl 06, 2011 18:08


“BÜYÜK ABİ” EMRETTİ….(26)

Mustafa Kemal, Gazete Muhabiri Şerif Bey hüviyeti ile Mısır’dan Trablusgarb’a geldiği zaman, O’nu sadece 900 çöl bedevisi ve Ahmet Sünusi, Mehmet Halif ve bir kaç yurtsever karşılamıştır. Yıl 1911′dir.

İtalya, Libya’yı işgal etmiş ve başta Mustafa Kemal olmak üzere bir kaç Osmanlı subayı, Trablus’a gelmiş, emperyalizmin “Antony Abi”sine karşı bir direniş cephesi kurmuşlar ve Libya’yı Derne ve Tobruk’ta savunmuşlardır.

Mustafa Kemal, Sünusi Aşireti’nin Şeyhi Ahmet Sünusi ve Libya’nın milli kahramanı bağımsızlık savaşçısı Ömer Muhtar ile tanışmış ve aralarında köklü bir dostluk gelişmiştir.

Derne Komutanlığı’na atanan Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal, 22 Aralık’ta Tobruk Savaşı’nı kazanmış, ancak Derne Savaşı’nda gözünden yaralanarak hasta haneye yatmıştır.

Libya’da zafer kazanan ve direnen Osmanlı gene emperyalizmin en güçlü silahı etnik milliyetçiliğin senelerdir kışkırtılması nedeniyle patlak veren Balkan Savaşı ile karşı karşıya kalınca, İtalyanlarla ne pahasına olursa olsun, barış antlaşması yapmak zorunda kalmıştır.

15 Ekim 1912′de İsviçre’nin Ouchy (Uşi) kentinde imzalanan antlaşmaya göre, Osmanlı Kuzey Afrika’daki topraklarının tamamını kaybederek, Bingazi ve Trablusgarb’ı İtalyanlara terk etmiştir.

1911 ve 2011… Tam yüzyıl sonra Libya gene başta “Büyük Abi” olmak üzere emperyalistlerin saldırısı ile karşı, karşıyadır. ABD, İngiltere ve Fransa

Bugünü irdelemeden önce sevgili Sinan Meydan‘ın sorduğu sorunun cevabını arayalım isterseniz…

“Mustafa Kemal’in yanındaki Libyalı kimdir?”

Sinan Meydan sorduğu soruyu kendisi yanıtlamaktadır. “Ahmet Sünusi”

1918 yılında bir Alman denizaltısı gizlice İstanbul’a gelen Ahmet Sünusi, Bağımsızlık Savaşı’nın başladığı yıllarda Bursa’dadır.

Şeyh Sünusi Mustafa Kemal’e inanmakta ve güvenmektedir. Sünusi için Mustafa Kemal, rüyasında gördüğü Hz. Peygamber’in, kendisine sol elini uzatırken, O’na sağ elini uzattığı kişidir.

Bağımsızlık Savaşı’nın başladığı sürede Şeyh Sünusi Bursa’da ikamet etmektedir.
Libyalı Şeyh, Bekir Sami vasıtasıyla, Mustafa Kemal’e haber göndererek, Bağımsızlık Savaşı’na katkıda bulunmak istediğini söylemiştir.

Çünkü Türk milletinin küçük bir azınlık dışında tüm Türk ulusunun desteklediği Bağımsızlık İhtilali, ulusal bağımsızlığı, birlik, beraberliği, ülke bütünlüğünü, çağdaşlığı, insan ve insan sevgisini, akılcılık ve bilimciliği, gerçekçilik ve önemlisi ulusal egemenliği hedeflemektedir.

Bu ihtilal hedef ve amaçları ile tüm ezilen uluslara örnek olacak niteliktedir.

Mustafa Kemal’in daveti üzerine Ankara gelen Şeyh Sünusi, kendisine verilen zor görevi başarıyla sürdürmüş, Sivas, Diyarbakır ve Urfa’da kongre ve toplantılar düzenleyerek, Kürt aşiretlerinin Bağımsızlık Savaşı’na katılmalarını sağlamıştır.

Elbette Şeyh Sünusi’nin Bağımsızlık Savaşı’na yaptığı büyük katkı, bir kaç satırla anlatılacak kadar basit değildir.

Şimdi biz, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Atatürk’ün yanındaki Libyalı’nın ülkesine emperyalist ülkelerin başlattığı işgalde, figüranlık yapmaktayız.

Kaddafi’nin uyguladığı yöntem ülkesinin içinde dikta rüzgarlarını estirmiş olabilir. Ama Kaddafi 43 yıllık iktidarı döneminde çok önemli bir şey yapmış ve tüm petrol gelirlerini Libya halkı için kullanmıştır.

Bu milyarlarca dolarlık gelir, müflis Amerika’nın ve küresel çetelerin elbette iştahını kabartmıştır.

Bu işgalin içine Kuzey Afrika’yı da alan Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir parçası olduğu da yadsınamaz.

Kaddafi’nin elinden “İnsan Hakları Ödülü”nü alan büyük Eşbaşkan, önceleri “NATO’nun Libya’da ne işi var.” demiştir.

Ancak kablosu Beyaz Saray’a bağlı kırmızı telefondan uzanan bir el kulağını çekince, derhal taraf değiştirerek, daha TBMM’den tezkere çıkmadan, Libya’ya Deniz Kuvvetleri’ne ait gemileri de göndermeyi ihmal etmemiştir.

Irak ve Afganistan’da Müslümanlar NATO askerleri tarafından kıyıma uğratılırken, ses çıkarmayanlar ayrıca gönderdikleri para yardımı ile de Libya’yı işgale hazırlanan Haçlı ordusuna da katkıda bulunmuşlardır.

Libya’daki isyancılar, “Büyük Abi”nin paralı askerleri tarafından yönetilmektedirler. Silahlar ise sözde sivil isyancıların elde edemeyeceği kadar güçlü ve pahallıdır.

İsyancıların arasına karışmış özel eğitimli, Londra aksanı ile İngilizce konuşan komando eğitimli, mavi gözlü, kırmızı yüzlü kişilerin çokluğu da özellikle dikkat çekmektedir.

Trablus’ta savaş halen devam etmektedir. Bu savaş ne yazık ki, Libyalının, Haçlı ordusunun çıkarları doğrultusunda Libyalıyı öldürdüğü bir savaştır. Kaddafi yakalanıp, öldürüldüğü takdirde zafer, Libyalının değil, “Büyük Abi”nin, İngiltere’nin, Fransa’nın olacaktır.

İktidar ise bu işbirlikçi tavrı ile Libyalı Müslüman kardeşinin kanına ekmek doğramaktadır. İftar menüsünde parçalanacak ve Haçlı ordusunun “Yeni Dünya Düzeni”ne teslim edilecek bir Libya vardır.

İşin en garip tarafı ise, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun eşi ile birlikte Libya’ya giderek, isyancıların yanında arz-ı endam etmesidir.

Kendi evinin önünü süpüremeyenlerin, başka ülkelerdeki sorunlara karışması komikliğin çok ötesindedir. Bu sonu Türkiye’yi felakete sürükleyecek bir işgüzarlıktır.

Kaddafi halkını teslim olmamaya, “Ya İstiklâl- Ya Ölüm” anlayışının altında toplanmaya çağırmıştır.

Nereye kadar? Kaddafi’nin karşısında çok başlı bir canavar vardır. Türkiye ise, Suriye’den sonra sıranın kendinde olduğunu bile, bile bir zamanların kadim dostu Libya liderini canavarın önüne atmak için tuzak hazırlamaktadır.

Libya kaybedecektir, Libya halkı kaybedecektir. “Büyük Abi” ve yamakları, sömürdükleri Libya ile daha da güçlenecek, Obama kan kırmızısına boyanmış elleri ile, Amerika halkının gözünde puan kazanacaktır.

Türkiye ise, Mustafa Kemal’in yanındaki Libya’lının yüzüne bakamayacak, sivil anayasa taslağını destekleyenlerin eliyle belki kanlı, belki kansız bir iç savaşın içinde kendini bulacaktır.

Hangi istiklâl vardır ki yabancıların nasihatları ile şekillensin?

Devam edeceğiz.

Figen ÖZEN
26 Ağustos 2011
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Tehlike çanları Türkiye için çalıyor “BÜYÜK ABİ” EMRETTİ….

İletigönderen Başkomutan » Sal Eyl 06, 2011 18:10

“BÜYÜK ABİ” EMRETTİ….(27)

“Büyük Abi”nin amacı bellidir. BÖL ve YUT…

Bu nedenle “Abileri” hep hedefindeki ülkelerde kendi sözünü dinleyecek, alt yapılarında işbirlikçilik yatan siyasetçileri bulur, sınavdan geçirir, kendi çıkarları uğruna çalışacağına inandığı takdirde vitrine çıkarır ve atar. O ülkenin halkı ise, vitrine konulan, cilalanan ve atanan siyasetçiye oy vererek iktidara getirir, hatta okumuşuyla, cahiliyle % 50′ye varan bir oy çokluğu ile, o kişinin ve partisinin iktidarını sürekli kılar.

“Büyük Abi” bir ülkeyi ve milleti bölmek için, etnik milliyetçiliği, dini farklılıkları kullanarak o ülkenin toprak bütünlüğünü hedef almaktadır. Başbakan Erdoğan’ın Lozan’ı yok sayan bir anlayışla TBMM’de yasalaştırdığı “Vakıflar Yasası”na – Biz bu yasaya “Bir Teslimiyet Belgesi” diyoruz- dayanarak, azınlık vakıflarına, bol keseden “Bayram Müjdesi” olarak dağıttığı vatan toprakları ve milletin malı, “Büyük Abi”nin bu konudaki başarısının, ülkemizdeki en belirgin örneğidir.

Ancak “Azınlık Vakıfları”na teslim edilen taşınmazlar ve yaratılan haklar konusuna değinmeden önce bir başka konuyu da sizinle paylaşmalıyım.

Bizim için, namusumuz, sevdamız, satılamaz olan vatan topraklarının satışı ve yabancılara devredilişi ne yazık ki hız kazanmış ve son verilere göre de, yabancılara satılan toprakların yüz ölçümü 81 milyon metre kareye ulaşmıştır.

Bu 81 milyon metre kare toprağın ve diğer taşınmaz mülklerin, mülkiyeti diğer adı ile tapusu satın alan yabancılara aittir.

Elbette Türk vatandaşları ABD, İngiltere, Almanya, Fransa ve bir çok ülkede taşınmaz satın alabilmektedirler. Ama çok büyük bir farkla… Türk vatandaşları satın aldıkları mülklerin ” KULLANIM HAKKI”na sahiptirler, mülkiyetine değil… Satın aldıkları mülkün toprağı, o mülkü satın aldıkları ülkenin devletinin, milletinin malıdır. Örneğin İngiltere’de toprak Kraliçe’nin, yani İngiltere Devleti’nin malıdır.

İngiltere için “SATILAMAZ” olan topraklar, “Büyük Abi”nin isteği ve AB!’nin dayatmaları ile haraç, mezat satılmaktadır.

Tam bu noktada Arif Nihat Asya’nın şu mısralarının tekrarlanmasının ve hatırlanmasının tam zamanıdır.

Artık ne sefer var, ne zafer talibiyim,
Madem ki şu hür ülkelerin sahibiyim.
Lakin, bana söyleyin çocuklar;
Kendi yurdumda neden misafir gibiyim?

Çok yakın bir gelecekte Türk milletinin akibeti Arif Nihat Asya’nın son dizesinde gizlidir. Kendi yurdunda misafir olmak… Hatta ben biraz daha öteye giderek, şu soruyu sorabilirim.

Kendi yurdumda neden efendilerimin (!) kölesiyim?..

Kendi yurdunda iktidarın yarattığı ve biat ettiği efendilerin kölesi olmak…Hayaldi ama bu gidişle gerçek olacaktır. Türk bu köleliği kabul etmek zorunda mıdır?

Ülkemizde mülk ve toprak satın alan yabancıların başında İngilizler gelmekte, onları Almanlar, İsrailliler, Ruslar, Yunanlılar vs. takip etmektedir. Arap emirleri hatta Ugandalılar bile bu güruhun içindedir.

İngilizler ve benzeri sömürgeci ülkeler toprak sahibi oldukları ülkelerde koloniler kurma gibi bir alışkanlığa sahiptir. Vatan topraklarının satışı, bu hızla giderse İngilizlerin Türkiye’de koloni kurma olasılığı, inanın gerçek olacaktır.

Erdoğan’ın İstanbul’daki “İki Kanal Projesi” sadece yerli işbirlikçilere rant sağlamayacak, İstanbul Vatikan’ının yanı sıra, yabancılara koloni kurma imkanını da yaratacaktır.

Kanalİstanbul Projesi’nin aynanın sırlı yüzünde saklanan gerçeği , artık gün yüzüne çıkmıştır. 1453 yılında Fatih’in İstanbul’u fethi sırasında , zindandan çıkarılıp genç Sultan’ın huzuruna getirilen Papaz’ın kehaneti gerçekleşmek üzeredir. Nedir bu kehanet? Aslında bu olayı bilenleriniz çoktur. Recep Tayyip Erdoğan, Büyükşehir Belediye Başkanı iken, papaz ve kehanet olayını, kendi yayımladığı “Belediye Bülteni“nde yayımlamıştır.

Eğer rivayet doğru ise, genç Fatih zindandan çıkarılıp, perişan bir vaziyette huzuruna getirilen Keşiş’e sorar.

“Neden zindandasın?” Keşiş, genç Sultan’ın sorusunu şöyle cevaplar.

” İmparator, bana sizin İstanbul’u alıp, alamayacağınızı sordu. Ben de sizin ona, sizin İstanbul’u fethedeceğinizi söyledim. O da bu cevabıma kızarak beni zindana attı.”

Bu cevabın üzerine, Fatih Keşiş’e, İstanbul’un Türklerin elinden çıkıp, çıkmayacağını sorar. Keşiş’in cevabı sadece ilginç değil, aynı zamanda ders alınabilecek niteliktedir.

” İstanbul harp ve darpla Türklerin elinden çıkmayacak Sultan’ım… Ancak öyle bir gün gelecek ki yabancıların elde ettiği topraklar çoğalacak ve İstanbul bir Türk şehri olmaktan çıkacaktır.”

Fatih aldığı bu cevaba son derece üzülür ve ellerini kaldırarak şu duayı yapar.

“İstanbul’u o hale getirenler Allah’ın gazabına uğrasınlar.”

Genç Fatih’in bedduası tutar mı bilemem ama, İstanbul’un çok yakında bir Türk şehri olmaktan çıkacağı ve yapılan uygulamalar sonucu tarihin ucube fahişesi Bizans’ın, hortlayacağı günlerin çok yakın olduğunu da söylemek mümkündür.

Bu 1.Paylaşım Savaşı, hatta ondan önce başlayan bir projedir. Önce Çarlık Rusya’sı, daha sonra ise ABD bu projenin ipine sıkı, sıkı sarılmışlardır.

Amaç sadece İstanbul’dan Edirne’ye kadar uzanan azınlık vakıflarının mallarının iadesi değildir. Asıl gaye, İstanbul’da ilan edilecek bir Ekümenlik’le tüm dünya Ortodokslarına hükmetmektir.

Vakıflar Yasası’nın çıkmasını ısrarla kimler istemiştir, isterseniz şöyle geriye dönüp bir bakalım…

ROKEFELLER VAKFI, DÜNYA KİLİSELER BİRLİĞİ, GEORGE SOROS VAKFI, EVANGELİST PROTESTAN AMERİKA, AB ve Türkiye’deki AZINLIK KİLİSELERİ…

Üstelik bu Yasa’yı CIA, MOSSAD gibi istihbarat örgütleri de desteklemişlerdir. Çünkü bu yasayla başta CIA ve MOSSAD olmak üzere tüm istihbarat örgütlerine Türkiye’de vakıf kurma ve vakfiyeye ait toprak alma serbestisi getirilmiştir. Bu Yasa’ya göre vakıf adı altında casusluk faaliyetlerini serbestçe sürdüren bu kurumları şikayet etmek yasak olduğu gibi, şikayet edenler de cezalandırılacaktır.

ERdoğan’ın bir Müslüman bayramı olan Ramazan Bayramı’nın arifesinde azınlık vakıflarına uyguladığı bu jest, onları son derece cesaretlendirmiş olacak ki, Bağımsızlık Savaşı’nın işbirlikçileri 1919-1922 yılları arasında popolarına yedikleri tekmenin acısını unutarak, yeni bir teslimiyet belgesi olan sivil anayasa taslağı için çalışmalar başlatmışlardır.

Cemaat Vakıfları Temsilcisi Lika Vingas “ Yeni anayasa için cemaat vakıfları da çalışmalara başladı. Mülkiyet haklarını, din ve4 inanç özgürlüğünü, kültür haklarını, örgütlenme eşitliğini öne çıkaran, evrensel insan haklarına uygun bir anayasa oluşturulması için gayret ederek katkıda bulunacağız.” demiştir.

Dün Anadolu’da katliam yapan, kadınlara, kızlara tecavüz eden Yunan Efsunlarının torunları bu cesareti kimden almıştır? Aslında cevabı belli olan bu soruyu sormak bile abesle uğraşmaktır.

Cevabı bellidir. Cevap Bartholomeos‘un şu sözlerindedir. ” Sayın Başbakan’ımız sağ olsun, var olsun.”

Çok yakında Süryani Ortodoks Ruhani Lideri Metropolit Yusuf Çetin, Doğu ve Güneydoğu’daki Süryani Vakıflarına ait mülklere sahip olacak, işte o zaman çok büyük bir coşkuyla “Çok Yaşa Başbakan’ım” diye bağıracaktır.

KHK ile yapılan bu uygulama, sadece Lozan’ın 10.Maddesi’ne değil, aynı zamanda mevcut Anayasa’mızın 24. Maddesi’ne aykırıdır. Milletin malını fütursuzca dağıtanlar bir anayasal suç işlemektedirler. “Büyük Abi”nin emri doğrultusunda hareket ederek, milletin parasını, milyarlarca doları azınlıklık vakıflarına vererek, Bartholomeos’un Hristiyanları tekrar Türkiye’ye çağırarak, yeni bir Hristiyan azınlığı oluşturma çabasına katkıda bulunmaktadırlar.

Ayrıca Türkiye’de bunlar yapılırken, Yunanistan’da bunun tamamen tersi uygulanmakta ve Türklerin değil vakıf, dernek açmasına dahi izin verilmemektedir.

“Türkiye’nin Rum Patrikhanesi için arazi göstermeye ne mecburiyeti var? Bu fesat ve hıyanet ocağının hakiki yeri Yunanistan değil midir?.” 20 Ocak 1923 Hakimiyet-i Milli Gazetesi. Mustafa Kemal

2011 de ise bu fesat ve hıyanet ocağı manevi ve maddi olarak güçlendirilmekte, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Başbakanı tarafından can suyu verilerek yeniden hayata geçirilmektedir.

Malum, “Büyük Abi” öyle emretti.

Figen ÖZEN
02 Eylül 2011
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Sonraki

Şu dizine dön: Figen ÖZEN

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x