TEOG’LU HASGÜL

TEOG’LU HASGÜL

İletigönderen Feza Tiryaki » Sal May 03, 2016 21:24

TEOG’LU HASGÜL


Hafta içinde çocuklar muştuladılar:

“İki gün okul yok, evdeyiz, bol bol oynayacağız.”

“Neden, hay’rola? Ne tatili bu?” “TEOG!”

Ne bu TEOG diyenlere bu kısaltmanın açılımını yazalım:

“Temel Eğitimden Orta Eğitime Geçiş” demek bu kısaltmanın anlamı. Yapılan sınav da, bu geçişin sınavı.

Bizim, uzun yıllar uygulanmış, yerleşmiş, benimsenmiş, değişmeyen bir eğitim sistemimiz ne yazık ki yok. Hiç olmadı. Atatürk’ten sonra Cumhuriyet ilkelerinden geri dönüşler, önce sezdirilmeden başlatıldı. Her yıl, bir güzel yanımız daha terkedildi; eğitimde Amerikan sömürgesi olmakla övünülürken, İngilizce öne çıkarılırken, bir yandan da dincilik (yobazlık) beslendi büyütüldü. Son on dört yılda da, artık ihanetler açıkça göze sokuldu, bağıra çağıra duyuruldu, eğitim sisteminde iyice geriye dönüldü. Türk Milli Eğitimi, siyasetçilerin elinde sanki bir oyuncak. Gelen oynuyor, giden oynuyor. Hele bu son gelenler, karşı devrimin temsilcileri, kindar dindar çocuk yetiştirme sevdalıları, çocuk tecavüzlerine kılıf arayıp bulanlar, Arapçılar, padişahçılar, saltanatçılar, eli kanlı bölücü yandaşları, çağdaşlık karşıtları, Atatürk Cumhuriyeti’ne diş bileyenler, Cumhuriyet düşmanları her gün bir değişiklikle ortaya çıkıyorlar.

TEOG da, son numaralarından biri.

Eskiden, çağdaş ülkelerde olduğu gibiydi bizdeki eğitim sistemi. ilkokulu bitiren ortaokula giderdi. Ortaokulu bitiren de liseye. Liseye denk okullar vardı. Eğer yatılı okul, özel okul değilse gideceğin okul, sınavsız giderdin.

Sonra bir sürü sistem denendi, bir sürü sınav türü uyduruldu, uygulandı. En sonuncusu da bu. Sekizinci sınıfların sınavı. Altı temel ders için yirmi soru hazırlanıyormuş. Her soru dört seçenekliymiş. Yapılacak iş, soruları okuyup ilgili seçeneği işaretlemekmiş. Bu sınav, ikinci dönemin sınavıymış.

Bakın temel dersler nelermiş: Türkçe, Matematik, Fen ve Teknoloji, İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük, Yabancı Dil, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi.

Altı temel dersin biri, Din Kültürü. Liseye geçmek için gerekli temel dersin biri din, gerisini siz düşünün. Bu çağda, bu kafadayız. Seçmeli olması gereken ders, temel ders sayılmış. Bu kadar da değil, dahası var. Sorulara baktığınızda bu dersin din kültürü değil, doğrudan islamiyet dersi, yok o da değil, dinsel vaazlar, dinsel öyküler dersi olduğunu anlıyorsunuz; hadisler, ayetler, o devirdeki Arapların yaşam şekli... Göz var izan var. Herşey ortada.

Gelelim derslerdeki sorulara. Özellikle, özenle seçilmiş, algı yönlendirmesi içeren sorulara.

Soru sormak için üste okuma parçaları konmuş. Her parça bir yönlendirme, bir beyin yıkama aracı.

Örneğin, Türkçede altıncı soru şöyle başlıyor:

“Anadolu toprağı Türkler yerleşmeden önce boş değildi. "

İlk satırı okur okumaz irkiliyorsun. Anadolu toprağı olmuş yurdumuzun adı. Kendimizden de, Türk çocuğuna değil, başka ulusun çocuğuna soruluyor gibi, Türkler diye söz ediliyor. Dikkat ediniz, biz denmiyor. Hem, Türkler yerleşmeden önce... demekle ne demek istiyorlar acaba? Biz yurdumuza sonradan mı yerleşmişiz, buralar bizim değil miymiş? Koca yalana bakın. Kaç bin yıllık (en az yedi bin) Türk yurdunun adı, bu topraklar olmuş. Üstelik yazılana göre, önceden yokmuşuz buralarda. Sonradan gelen göçebe, işgalci. Üstelik boş yerlere de gelmemişiz. Ne diyor bakın: Buralar boş değildi.

Denileni doğru anlamak için başka ülkelerle, uluslarla bizi kıyaslayalım. Bu tür bir tanımlamayı Yunan kendi ülkesine yakıştırır mı? Böyle bir sözü kendi ülkesine, Yunan çocuklarına der mi? Diğer uluslar da öyle. Yurdunu bu gözle görebilir mi insan?

Yazının devamı evlere şenlik: “Anadolu toprağının özelliği şudur ki çok insan harman olmuştur bu topraklarda.”

Nedir bu harman olmak derken başlıyorlar açıklamaya: “Nice dil alışverişi, nice gül alışverişi, nice gönül alışverişi olmuştur.”

Bunların aklını alışveriş, para yani ticaret almış ya, dinleri imanları para ya, seçilen parçadaki anlatıya bakınız. Dil alışverişi, gül, gönül alışverişi.

Dil alışverişini bir yana koyalım. Böyle şey olmaz deyip bunu tartışmayalım. Diller birbirlerini etkiler. Dilcikler, ağızlar da Türkçe gibi büyük dillerden etkilenir ancak. Türkçeyi etkileyecek dil var mıymış yurdumuzda? Böyle olsaydı Türkçe dil bayrağımız binlerce yıldır yurdumuzun göklerinde dalgalanabilir miydi? “Türk demek Türkçe demektir!” Atatürk’ün bu büyük sözü ne güzeldir! Nasıl yol göstericidir!..

Yine parçaya dönersek, orada denen “gül alışverişi” ne demektir? “Gönül alışverişi” ne demektir? Siz anladınız mı ki, bunu sekizinci sınıf çocuğu anlayacak! Yazının devamında iyice saçmalanmış:

“Doğudan, batıdan; İran halkı, Roma halkı kavuşmuşlardır ırmak boylarında, ovalarda, dağ eteklerinde. Almışlardır, vermişlerdir. “ Bir de şiir gibi yazmışlar bu sözleri. Uyaklı. Utanmasalar besteleyip öyle okuyacaklar.

Burada “Türkler” denmiyor, İran halkı ile Roma halkı kavuşmuşmuş. Bak sen, demek öyleymiş. Bir İran’ı katmadınızdı mozayiğinize. Durmadan, bıkmadan saydığınız sözüm ona yetmiş iki kökene. “Almışlardır, vermişlerdir.” sözü de pek bir ilginç. Ne almışlar, ne vermişler bir de bunu deselerdi. Bu sözlerden sonra denen, çıkarılan sonuç inanılmaz gülünç:

“Bu yüzden Anadolu insanı insanlığın has gülüdür.”

Kim hasgül? Anadolu insanı. Kim Anadolu insanı? İran, Roma kavuşması, harmanı. Neden gül değil de has gül bu insan? “Hasgül” ne demek? Kavuşan halklar, almışlar, vermişler. Böylece hasgül olmuşlar. Neyin hasgülü? İnsanlığın...

Şimdi bu parçaya göre sorulan dört soru geliyor. Birini seçeceksin.

“Bu metinde Anadolu’nun hangi özelliği vurgulanmıştır?
A) Birçok kültürün buluşma noktası olması
B) Nüfusunun her dönemde yoğun olması
C) Her dönemde önemli bir ticaret merkezi olması
D) Coğrafyasının insan ilişkilerini sarsması”


Ne demekse, tümce sonları noktasız bu soruların. Biri oturmuş, hayalinden bir yer tasarlamış, bir şeyler uydurmuş, kafadan atmış, bu bölücü, uyduruk, temelsiz sözlerine kendi de inanmış ki, tutmuş, bir de soru sormuş. Ne diyor parçada bunu yazan yurdumuzun bir bölümüne: “Anadolu toprağı.” Açıklayarak yazarsak yeniden: Bu toprak Türkler yerleşmeden önce boş değildi. Dolu toprağa (!) Türkler geldiler. Bu toprağın bir özelliği var. İnsanlar burada harman olmuş. Karışmış yani. Yeni bir birleşim çıkmış ortaya karışanlardan. Harmanlamak; birçok türden birer parça alıp yeni birleşim oluşturmak, harman olmak; harmanlanmak. Tütün harmanı gibi. Bu oluşumdakiler, dillerini, güllerini, gönüllerini birbirlerine satmışlar, birbirlerinden satın almışlar. Doğudan İran halkı, batıdan Roma halkı burada kavuşmuşlar. Nerelerde olmuş bu kavuşma? Irmak boylarında, ovalarda, dağ eteklerinde. Üç tür yer şeklinin hepsinde yani. Dağda, kırda, bayırda... Böylece gül olmuşlar: “Hasgül.” Hasgül, Arapça-Farsça kökenli bir ad, kız adı. Has, Arapça, Türkçesi kendine özgü demek; bir anlamı da kendi türünün en iyisi. En iyi gül. Güllerin hası, en bulunmazı, seçkini, seçilmişi...

Kim bunlar, böyle olanlar? Anadolu insanı. Harman olanlar. Alıp verenler... Biz Türkler geldiğinde durum buymuş. Deniyor ya, buralar boş değildi. Harmandı insanlar.

Cuma günü TEOG sorularını Sözcü’den alıp okuduğumdan beri, gelip gidip bu soruyu okuyorum. Bunun benzeri, daha beteri ne sorular var ama bu soru bir başka.

Bu sorudan daha kötü, daha ihanet içeren, ulusunun ayağına kurşun sıkan, kendini, ülkesini inkar eden bir yazı yazılamazdı. Bu sorular gibi de soru sorulamazdı.

Türkçe bölümündeki çirkin anlatımlı, okurken kulak tırmalayan, bozuk dilli Nasrettin Hoca gülmecesi, Bursada Zaman şiirinden alınan dizelerdeki “Orhan zamanı” vurgusuyla yapılmaya çalışılan aptalca bir Osmanlıcılık, terim konusunu işleme numarasıyla Türkçe olmayan adla, yani Kapodokya adıyla bir bölgemizi anmak, dilbilgisi sorusunu yine Türkçe olmayan bir dağ adıyla Davraz adıyla sormak, böylece çaktırmadan Yunanca adları öne çıkarmak, parçalarda iki yabancı yazar adından, Jules Verne, Tolstoy’dan başka yazar adı geçirmemek, bir Türk yazarından söz etmemek, Yunus Emre’yi tasavvuf edebiyatı numarasıyla - sanki ilköğretimde edebiyat dersi var, tasavvuf edebiyatı okutuluyor- dincilikte kullanmak, soruları, sayı yerine hiç gerekmeyen, akıl karıştıran “Roma rakamı” ile sormak... Bunlar bile başlıbaşına eleştiri konusu olmalı, bu sınavı hazırlayanlar kınanmalı. Kınama da yetmez:

Aklına turp sıkmalı bunları Türk Ulusuna layık görenlerin, aklımızla oynayanların...

Sınav soruları ve yanıtları bilgiağında yayınlandığında kıyametin kopmasını bekledim bütün gün: “Yok, şu sorunun yanıtı yanlış, bu sorunun yanıtı şu değil şu olmalı.” gibi ağızda bir şeyler gevelendi, o kadar. Anneler de, çocuğum şu kadar soruyu doğru yanıtladı, şöyle başarılı benim kızım, benim oğlum diye övündüler yalnız... “Anadolu toprağı” diye başlayan bu altıncı soru da, yazı parçasıyla değil, seçilmesi gereken yanıtıyla tartışıldı. Yanıt, cevap anahtarında belirtildiği gibi A değil, B olacak, C olacak diye eleştirdiler soruyu.

Bu sınavda sorulan soruları köşe yazısı okur gibi, bir belgesel gibi okumalısınız. Özellikle, “Din Kültürü ve Ahlak dersi sorularından 6’cıyı, 10’cuyu, 12’ciyi bir okuyunuz. Üstünde düşününüz. Ne anlatılıyor, ne öğretmek isteniliyor...Ya 20' inci soruya ne demeli? Hakkını arama kınanıyor.

Demek ki veren razı, alan razı... Sorulardaki gizli amacı, algıya yönelik tuzağı göremiyoruz, önemsemiyoruz demek...

Ne diyorsunuz, bu kadar kötü mü durumumuz?

Kendimizi, bu dinci ve bölücü anlayıştan, yönetimden; ülkemizi, uçuruma tam hızla yönelişten kurtaramayacak mıyız? Çağdaş Cumhuriyetimize dönmek, bu gidişle, bu suskunlukla, karşı devrime böyle boyun eğişle, bir düş mü yoksa artık?

Feza Tiryaki, 3 Mayıs 2016

http://odsgm.meb.gov.tr/…/2016_04/28042417_turkcea_basin.pdf
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 986
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x