Emekli Büyükelçi ve MİT Eski Müsteşarı Sönmez Köksal, Kripto Yayınlarından çıkan "İstihbarat Bilimi" adlı kitaba yazdığı ön sözde "Yumuşak Güç" yöntemini tanımlarken şu cümleleri kuruyor.

"Amaca ulaşmak için bazen zorlamadan ziyade, cazibeyi kullanıyor. İstenilen sonuca ulaşmak için, başkalarının da aynı sonucu istemesini sağlamaya çalışıyor ve bu yönde yeteneklerini geliştiriyor. ve nihayet ikna yöntemi ile mücadeleyi kazanmaya çalışıyor." ( "İstihbarat Bilimi, sayfa 15, Kripto Yayınları )
Peki, küresel odaklar, "Yumuşak Güç" yöntemini kime karşı kullanır? Doğal kaynaklarına el koymak ve ulusal zenginliklerini yağmalamak istediği, jeopolitik önem arz eden ülkelerin uluslarına karşı kullanır. Sınır ötesindeki ülkeleri askeri işgal yoluyla ele geçirmeye, başka ulusların topraklarını kendi topraklarına katmaya ( İlhak etme yoluna ) dayanan klasik sömürgecilik yöntemi, 21. Yüzyılda daha "cazip" hale getirilerek milletlere dayatılıyor.
Küresel merkezler, sömürgeleştirmek istediği ülkelerin topraklarını işgal etmeden önce, beyinleri ele geçirerek bu amacına "daha az masrafla " ulaşabileceğini biliyor. Yani toprakları işgal etmeden önce beyinleri işgal etmeye çalışıyor emperyalizm. Sosyal medya, basın - yayın araçları, Batı'dan fonlanan Sivil Toplum Örgütleri, toplumda "sempati" ile karşılanan medyada öne çıkmış isimler, film oyuncuları, kimi köşe yazarları, sözde aydınlar ve akademisyenler... Bunlar sömürgeci merkezlerin beyinleri ele geçirmesinde, kendi toplumuna karşı kullanılan aygıtlar olarak görev üstlenirler.
Medyada milli dinamiklerimizi ve milli kültürümüzü yadsıyan yarışma programları, televizyon dizileri, etnik ve mezhepsel farklılıklar üzerinden, toplumsal gerilim yaratmaya dönük proje geliştiren bilumum gazeteci, akademisyen, yazar... Türk ulusunun, milli savunma reflekslerini köreltmeye, toplumsal olaylara karşı duyarsızlaşan bir gençlik yaratmaya, "uluslararası eğitim " adı altında Erasmus gibi projelerle kendi tarihinden ve kök kültüründen gittikçe uzaklaşan bir kuşak oluşturmaya çalışmaktadırlar.

Kendi kültürüne, diline, tarihine yabancılaşan bir ulus, kendi mili menfaatlerini değil, yabancı devletlerin egemenliğine yönelik bir siyaseti ve kültürü böyle savunmaya başlar. Irak'ı, Afganistan'ı işgal eden, Balkanlar'da etnik boğazlaşma yaratarak sosyal buhran ve çatışma yaratan, Suriye'de iç savaş çıkararak Ortadoğu'ya egemen olmaya çalışan Batı, askeri güçten önce algı yönetimini esas alan “yumuşak güç” uygulamasını toplumlar üzerinde dener.
Soğuk Suya Bırakılan Kurbağa
Kaynayan sudaki kurbağa deneyini birçoğumuz biliriz. Kaynayan suya bir kurbağanın atılmasını anlatan yaygın bir anekdottur. Anekdotun temel dayanağı olan iddia, kurbağanın kaynayan suya atıldığında dışarı zıplayacağı; fakat soğuk suya konulup yavaşça ısıtıldığında neler olduğunu fark edemeyip yavaşça kaynayarak öleceğidir. Bu örnek bir ölçüde, Türk ulusu üzerinde egemen olmak isteyen Batı'nın, hedeflerine ulaşmak için, öncelikle toplumu "hazır" hale getirme çabasına yönelik de verilebilecek bir örnektir. Hayatımızda bazen "yavaş" ve "sezdirmeden" kullanılan algı yönetimine dayanan uygulamalar, bugünden farkına varılmazsa yarın çok büyük sonuçları ile karşımıza çıkacaktır.
Batı, iktidara getirdiği bir yönetimi, çıkarları ters düştüğünde çok rahat "diktatör" ilan edebilir. Daha sonra o halkı “diktatörden “ kurtarmak için, o ülkeye “demokrasi” götürmeye kalkar. Bu “demokrasi” genelde tepeden yağan füze, roket ya da bombalardır tabi. Veya ekonomik ve doğal kaynaklarını özelleştirme, serbest piyasa ekonomisi, küresel sermayeye dayanan egemenlik sistemi ile ele geçiremediği zaman; o ülkeye karşı önceden hazırlanmış bir karşı propaganda kampanyasına başlar. O toplumun içerisine önceden yerleştirilen "hain kontenjanı"ndan faydalanmış bir takım odaklar harekete geçirilir. Denetim altında olan medya bir psikolojik savaş mekanizması olarak kullanılır. O ulusun "zayıf halkası" olarak görülen konular deşilir. Mümkünse bir iç savaş zemini oluşturulur ve toplum çatışmaya sevk edilir. Çatışma gerçekleşince bir takım uluslararası aktörler devreye girer ve sempati avcılığına başlar. Örneğin BM Barış Elçisi olduğu iddia edilen Angelina Jolie gibi kadınlar bu iş için biçilmiş kaftandır. ABD emperyalizminin işgal ettiği, iç savaş çıkardığı ülkelerin çoğuna birden damlayan bu kadın, Batı'nın kirli yüzünü örtmeye çalışmakla mükelleftir.

Milli Bilincini Diri Tutalım
Yaşadığımız coğrafya, çoğu milletin kesintisiz uzun süre egemenliğini sürdüremediği topraklardır. Kesintisiz olarak binlerce yıldır bu topraklarda egemenlik kuran ve dilini, kültürünü yaşatan tek millet, Türk milletidir. Son olarak Batı'nın işgaline karşı bir milli kurtuluş savaşı vererek bağımsız Türk devletini kuran bu ulus, son 70 yıldır açık - örtülü binlerce operasyona maruz kaldı. 1938'den itibaren, Kurtuluş Savaşı verdiği Batı'ya yeniden adım adım bağlanan Türkiye'de, ekonomi, siyaset, medya denetim altına alınsa da Türk ulusu bir türlü onların istediği “kıvama” gelmedi.
Toplumsal tahribatlar, kültürel dokumuzda kimi yaralanmalar elbet de inkar edilmeyecek ölçüde gerçeklerdir. Ancak Batı'nın üzerimizdeki operasyonları hala kesintisiz olarak devam ediyorsa, demek ki hala onların istediği "kıvama" gelmemişiz demektir. Farklı siyasi görüşlere sahip olabilir, farklı cenahlardan gelebiliriz. Ancak,
- Vatan…
- Türk ulusunun koşulsuz milli egemenliği…
- Milli bağımsızlık…
- Türk ulusunun tek kurucu asli unsur olduğu konularında hem fikir isek ve Türk topraklarının bütünlüğünü savunuyorsak ayrı düşmemiz için bir neden yok. Ben bu milletin "genetik hafızası" nın hala diri olduğuna inanlardanım. Onların "yumuşak" ya da "sert" gücünü tarihte gördük ve hala görmekteyiz.
Biz Türklük bilincine sahip olursak, bu çabalarını da boşa çıkaracağız. Çünkü O’nun da dediği gibi: "Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne 7 bin senelik, en aşağı, bir Türk beşiğidir. Beşik, tabiatın rüzgarlarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk, tabiatın yağmurlarıyla yıkandı; o çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı; onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu, tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu.
Türk budur: Yıldırımdır, kasığadır, dünyayı aydınlatan güneştir. " Gazi Kemal Atatürk
Dipçe: Algı Yönetimi ve Yumuşak Güç gibi, Batı'nın egemenlik yöntemlerine ve küresel aktörlerine dair sayın Banu Avar'ın yazdığı son kitap olan "Zemberek" mutlaka okunmalı. Orta oyunundaki kuklalar kadar kukla oynatanları da inceleyen ve özellikle herkesin anlayacağı bir üslupla yazılan “Zemberek” , Ortadoğu'da ve ülkemizde sürdürülen Hibrit ( karma ) savaşı gözler önüne seriyor.
Mithat Akar / Gaziantep
https://www.facebook.com/profile.php?id=100006232153226