Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Bir Adı Kaldı...

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Bir Adı Kaldı...

İletigönderen İrfan Tuna » Prş Mar 31, 2011 19:17

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ'NİN BİR ADI KALDI…

Milletvekilleri göreve başlarken şu yemini ederler:

"Devletin varlığını ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasa'ya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim."

Peki, Türkiye'nin bugünkü ortamında toplumun huzur ve refahından, bağımsızlıktan, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünden söz etmek mümkün müdür? "Hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik cumhuriyete, Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalacağına, namusu ve şerefi üzerine ant içen milletvekilleri verdikleri bu sözün gereğini yerine getirebiliyorlar mı? Yeminlerine sadık kalıyorlar mı?

Atatürk'ün 1920'de kurduğu meclis ile bugünkü Türkiye Büyük Millet Meclisi arasında uzaktan yakından bir benzerlik var mıdır?

Kardeş ve dost Libya halkına bomba yağdıran haçlı ordularına dört firkateyn, bir yardımcı gemi ve bir denizaltı ile Türkiye'nin katılmasına izin veren meclis, Atatürk'ün "Yurtta barış dünyada barış" ilkesine uymakta mıdır? Daha önemlisi, onun bölge merkezli, mazlum ulusları destekleyen, antiemperyalist dış politikasını kendine kılavuz edinmiş midir?

Ne yazık ki bu soruların hiç birine olumlu yanıt veremiyoruz. Bu iktidar başımızda olduğu sürece vereceğimiz de yok.

Yürütmenin, yargının görevini üzerine alan hükümet, bütün bunlar yetmiyormuş gibi şimdi bir de "kanun hükmünde kararname"lerle TBMM'ni işlevsiz bir konuma getirip, dilediğini yapmaya kalkıyor. Yani yasama görevini de tek başına gerçekleştirmek istiyor. Bir zamanlar Özal da aynı yöntemi uygulamıştı.
Çok kötü bir dönemden geçiyoruz. Basılmamış kitaplar toplattırılıyor. İmha ediliyor. Hala bilmem kaçıncı dalga operasyonlarla yurtseverler zindanlara atılıyor. Aydınlar, ulusalcılar zulüm altında. Bir de "kanun hükmünde kararname"lerle ülkeyi idare etmeye kalkarlarsa… İşte o zaman "Sen sağ ben selamet…" Tut, tutabilirsen bundan böyle ABD mandacılarını…

Karmaşa, yoksulluk, yolsuzluk, işsizlik, başıbozukluk, düzensizlik, kanunsuzluk, hukuksuzluk her yanı sarmış durumda. Halk şaşkın, bezgin, umutsuz… Geleceği karanlık...

Peki, niçin halkımız huzur yüzü görmüyor? Neden 1945'lerden bu yana bocalıyoruz? Bir ülke niçin bu duruma düşer?

Bu sorunun yanıtını Mustafa Kemal Atatürk çok açık ve net bir biçimde şu sözlerle veriyor:

"Milletimiz asırlardan beri iki müstebit ( zorba) kuvvetin, iki imhakâr (yok edici, yıkıcı) kuvvetin baskısında müteessir (üzüntülü) ve müteellim (kederli) olmakta idi. O iki kuvvetten birisi doğrudan doğruya memleket ve milleti idare etmek iddiasında bulunan müstebitler (zorbalar), ikincisi bütün bir emperyalist ve kapitalist âlemdir. (6.3.1922)

20. yüzyıla girilmesiyle birlikte "serbest rekabetçi kapitalizm" nitelik değiştirdi. Emperyalist aşamaya geçti. Sömürgeci yöntemlerle ülkelerin zenginliklerine el koymaya başladı, savaşlar çıkardı. Böylece dünya ikiye ayrıldı. Bir yanda muazzam zenginliklere sahip bir avuç gelişmiş, ileri gitmiş devlet, öte yanda çok sayıda ezilen, sömürülen, yağmalanan uluslar.

Kapitalizmin bu değişimini Lenin, "Emperyalizm" adlı kitabında inceledi. Teorik temellerini ortaya koydu. Serbest rekabetçi kapitalizmin nitelik değiştirerek, sömürgeci aşamaya geçmesini çözümleyen bir başka devrimci de Mustafa Kemal Atatürk idi. O da Batı emperyalizmine karşı ulusal bir "Kurtuluş Savaşı" vererek laik, çağdaş, demokratik bir cumhuriyet kurdu. Tüm mazlum uluslara yol gösterdi, örnek oldu. Yaşamı boyunca da "İstiklal-i tam" (tam bağımsız) ilkesinden asla ödün vermedi. Asla Batı ile uluslar arası bir örgüt çatısı altında bir araya gelmedi.

Atatürk genellikle, "bölge merkezli" bir dış politika izledi. Sömürgecilere karşı "Mazlum Millet"lerle dayanışma içerisine girdi. Daha o yıllarda Ortadoğu ve Asya ülkeleri ile dostluk bağlarını güçlendirerek, Avrasya ittifakının temellerini atmış ve antiemperyalist bir dış politikanın nasıl olması konusunda ezilen uluslara ışık tutmuştu. Yönünü Doğu'ya çevirmişti.

Oysa biz, Atatürk'ten önce ve sonra hep yönümüzü Batı'ya çevirdik. Kurtuluşu Batı'da aradık. Ortadoğu'yu, Asya'yı yok saydık. Batı, Osmanlıyı "hasta adam" diye parçalamaya, bölüşmeye karar verdiğinde bile "Mütareke Basını" "İngiliz gelecek, elimizden tutacak, bizi kurtaracak…" diye sayıklıyordu.
Şu bir gerçek ki, emperyalizm asla çağdaş, ilerici, bağımsız bir Türkiye'den yana olmadı. Asla Kemalist bir cumhuriyeti kabullenemedi. Hep parçalanmış, bölünmüş, etnik bölgelere ayrılmış bir Türkiye için, Sevr için mücadele etti.

Bu "Tek dişi kalmış canavar"ları yurdumuzda ve tüm dünyada etkisiz duruma getirmenin yolu Çin, Rusya, Hindistan, İran, Orta Asya Türkleri ve Müslüman dünyasının katılımıyla oluşturulacak bir Avrasya seçeneğidir. IMF'den, Dünya Bankasından, ABD'den, AB'den yakamızı kurtaramadığımız sürece daha çok batağa gömülürüz. Daha çok sömürülürüz.

Bir zamanlar IMF'den kredi alan Brezilya şimdi ona kredi açacak duruma gelmiştir. Kendisi gibi IMF'ye borç vermeye hazırlanan Çin, Hindistan, Rusya ile birlikte ortak çalışmalar yapmayı planlamaktadır.

Türkiye, mazlum milletlerle dostluk temeline dayanan, Atatürk'ün "bölge merkezli" dış politikasına yeniden dönmelidir. Ancak bu yolla tüm dünyada itibar kazanır, başı dik ve onurlu bir konuma geçer. Kimsenin oyuncağı ve uşağı olmaz. İşte o zaman Mustafa Kemal Atatürk'ün "İstiklal-i tam" Türkiyesi olur…
İşte o zaman sevgili yurdumuz, 1923 Cumhuriyet Devriminin Meclisine yakışır bir meclise kavuşur.

Bunun için 12 Haziran seçimi son şanstır. 12 Haziran seçimi Cumhuriyet ve demokrasi tarihinin en önemli seçimidir. Meclisimizi yeniden ulusalcı, Kemalist bir meclis durumuna getirmek için birleşelim. Bütünleşelim. Mücadele edelim. Sonradan "Kendim ettim, kendim buldum" dememek için:

HAYDİ, CUMHURİYET İÇİN GÜÇBİRLİĞİNE.

Görev başına…


Haydi…

Ali Eralp - 31 Mart 2011 - Güncel Meydan
ali-eralp@hotmail.com
Uyanacağız, uyandıracağız... Bilinçleneceğiz, bilinçlendireceğiz... Ne ülkemizin , ne de bölgemizin zenginliklerini küresel haramilere ve onların uşaklarına yağmalatmayacağız, soydurtmayacağız... ENİNDE SONUNDA ALİ KEMALLER DEĞİL, MUSTAFA KEMALLER KAZANACAK...
Kullanıcı küçük betizi
İrfan Tuna
Üye
Üye
 
İletiler: 1059
Kayıt: Pzt Nis 06, 2009 12:23

Şu dizine dön: Ali ERALP

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x