Türkiye ve Tarikatlar - Yusufhan Güzelsoy

Genel & Güncel Konular

Türkiye ve Tarikatlar - Yusufhan Güzelsoy

İletigönderen İlteriş Kağan » Sal Eyl 08, 2020 23:35

Türkiye Türklerinin Haçlı ve Moğol güçleriyle savaşırken en önemli dayanaklarından biri zamanın Ahi teşkilatlanmasıdır. Gerçekten de bu teşkilatlar Türklerin siyasi, askeri, ekonomik varlıklarını sürdürmeleri için önemli mücadele vermiş, istilalara karşı halkı örgütlemiştir. Yine o zamanın -tamamı olmasa da- dergahları birer sosyal yardımlaşma vakfı durumundaydı. Söz gelimi, bir dergahta mevcut olan 20 kilo buğdayın ihtiyaç kadarı alınır, kalanı Türkiye’nin diğer bölgelerinde ihtiyaç sahiplerine dağıtılırdı.

Türklerin din ve devlet işlerine bakışı tarihi yapıları gereği Araplardan, hatta Avrupalılardan çok daha başkaydı. Örneğin, Muhammed b. Ali Ravendi tarafından Farsça kaleme alınan “Rahatü’s-sudur ve ayetü’s-sürur” isimli eserde “İmamın vazifesi hutbe ve dua ile meşgul olmak, hakimiyeti sultanlara havale etmek ve dünyevi saltanatı onların eline bırakmaktır” denmektedir. Ortadoğu siyasi hayatında Türklerin artık tam olarak hakim olduğu 13.yy’da yazıldığı düşünülecek olursa yönetimde Türk-İran anlayışının hakim kılınmak istendiği de anlaşılacaktır.

Türkiye’nin manevi hayatının temelinde önemli rollerden birine sahip olan Hacı Bayram-ı Veli, kendisini çok seven ve sarayda yanında kalmasını isteyen II.Murad’ın teklifini nezaketle geri çevirerek, “Bizi işimiz halkı eğitmek, sizin işiniz halkı yönetmek” demiştir.

Bugün adına İstanbul’un Üsküdar semtinde cami bulunan Atpazari Osman Efendi, Köprülü Fazıl Paşa’ya şöyle der: “Siz bizim hırkamızı giyseniz sizin örfünüz, nizamınız bozulacaktır. Biz sizin kaftanınızı giyersek bizim yolumuz ve nizamımız bozulur.” diyerek Ravendi’den asırlar sonra liyakata önem verilmesi, herkesin kendi işini yapması gereğini vurgulamıştır.

Zirveye çıkmanın ıstıraplı dönemleri vardır. Buna “yaratıcı ıstırab” da denir. Yahudi toplumu ve kurulduğu dönemde İslam medeniyeti buna bir örnektir. Ancak daha sonraki dönemlerde yozlaşma kaçınılmazdır. Roma uzun süre hükmetti, uzun bir müddet de zirvede oldu. Ne var ki Roma bir o kadar süre yozlaşmışlık içindeydi.

Türkiye’deki tarikatların siyaset sahnesindeki rolleri ve zirve döneminden sonra birbirleriyle mücadeleleri topluma pahalıya mâl olmuştur. Başlarda dergah ve tekke edebiyatı Türkçenin sade kullanıldığı ürünler verirken saraya yaklaşma isteği dildeki sadeliği azaltmaya başlamıştır. Yoz siyasetin doğasında yalan vardır. Dini ve milli konularda, tarih ve bilim alanlarında yalan söylemek, bir şeyleri uydurarak toplumu yanlış yönlendirmek bu siyasetin en temel vasıflarıdır. Bugün de açıkça görmekteyiz ki tarihi ve edebiyatı sosyolojik olarak değerlendiren bilimsel çalışmalardan habersiz insanlar, tarikat ve cemaatlerin menfaatleri için olmayan bir anlayış yaratarak şeyhlerin Türkleri yönettiği bir Türkiye uydurmuşlardır. Oysa Türkler hiçbir zaman topyekun bunların güdümünde olmamıştır. Kimse kimseyi kandırmasın, siyasetçiler de hiçbir zaman din adamlarının hakimiyet kurmasından, iktidarı paylaşmaktan memnun olmamıştır. İstisnalar kaideyi bozmaz.

Türkiye’de çok sayıda dini yapı faaliyet göstermektedir. Bunlar sadece Müslümanlara ait değildir. Yahudi, Hristiyan ve envai cemaatler ülkemizde faaliyet göstermektedir. Türkiye’de en etkin Hristiyan topluluğu ise Evanjelist gruplardan Mesih İnanlılarıdır.

Dini bir yapı mantıken neleri öğütlemelidir? Hoşgörü, sabır, anlayış, güleryüz, iyi ahlak, dürüstlük, saygı gibi değerleri öğütlemeli, kendi mensuplarını bu yönde eğitmelidir. Günümüzde birçok yapının ortak özelliği siyasetten uzak durulduğu iddiasıdır. Birçoğumuz biliyoruz ki bu iddianın en önemli örneği FETÖ’ydü. Şimdi diğer cemaatlere mensup olanlar bunun bir istisna olduğunu, her cemaatin böyle olmadığını iddia ediyor. Tıpkı çocukları taciz eden şeyh bozuntularının ardından “Kötülemeyin, herkes aynı değil” dendiği gibi…

Diyanet İşleri Başkanlığı, son yıllarda hükümetten önemli bütçeler almıştır. Milli Eğitim Bakanlığı’ndan az olmak ama çok olmamak kaydıyla buna karşı değilim. Din, komünist asalakların aforizmalarıyla değerlendirilecek bir unsur değildir. Din, toplumun bir gerçeğidir. Her zaman var olmuştur, belki değişecek, belki dönüşecek ama yine var olacaktır. Laik Türkiye’nin korunması için en hayati kurumlardan biri, devletin bir kurumu olan Diyanet’tir.

Milletimizi tarikat ve cemaatlerden tavizsiz bir şekilde korumak gerekmektedir. İnsanların kafalarında tarikat ve cemaatlere karşı hayali bir ihtiyaç yaratılmaya çalışılmaktadır. Diğer yandan bu yapılara mensup kimseler devleti ve toplumu tahrik ederek bir çeşit yapay zulüm yaratmakta, çocukları öne sürüp mağdur edebiyatı yapan terör sempatizanları gibi rant elde etmeye çalışmaktadır.

Tarikat ve cemaatler milli bütünlüğümüzün karşısında çok tehlikeli bir engeldir. Bir cemaat içinden yeni cemaatler çıkıyor, cemaatler devletin her kurumuna olduğu gibi Diyanet’e sızmaya çalışıyor, güya ümmetin bütünlüğü için Arap dilini savunan bu cemaatler farklı birer din anlayışı meydana getiriyor, insanlar bir konuda farklı dini görüşler etrafında bölünüyor. Nerede birlik?

90’lı yıllarda Hizbullah’ın “gönüllü imamlık” maskesi altında yapılandığını biliyor musunuz? Olayları böyle değerlendirirseniz iyi yetişmiş din adamlarına, siyasetten uzak bir Diyanet’e nasıl ihtiyaç olduğunu tekrar göreceksiniz. Bugün eğitim, bilim ve din arasındaki denge kaçırılmış görünüyor. Bunda siyasilerin birilerini memnun etmekten çok tarikat ve cemaatlere karşı Diyanet’in rolünü artırma amacı olduğunu düşünüyorum. Yine de eğitim ve bilim temelinde olmadıkça Diyanet’in cemaatlerin, tarikatların rolünü üstleneceği gerçeği unutulmamalıdır. Üniversitelerimizdeki İlahiyat fakülteleri, fakülteler içinde kütüphane imkanları bakımından önde gelen fakültelerdendir. Bu imkanlar iyi değerlendirilmelidir.

Tarikat ve cemaatler birer sömürü merkezidir. Bir peygamber hırkası edebiyatıyla yüzlerce insanımız yamalı hırkasından olmaktadır. Birçok işadamı samimi veya değil, cemaat ve tarikatlara düzenli para aktarmaktadır. Bu paralar eğitime, bilime gideceği yerde çok az bir kısmı tarikatlar üstünden insanlara gitmektedir. Geri kalanı Fatih Nurullah denen sapığın söylediği gibi en güzel cübbelere gitmektedir. Şeyhler rahat etsin, milyonlar cebe insin, garibanlar huzur bulsun. Böyle düşünen, bunu makul bulan insanlar öyle zannederim cennete biletin şeyhler tarafından satıldığına inanıyor. “Size ne? İnsanlar istediği gibi yaşar” diye ahkam kesen, rant peşinde koşmakla ömür geçiren şarlatanların aksine, milletimizi kula kul yapan anlayışın karşısındayız.

Tarikat ve cemaatler topluma kendi kabul ettikleri yaşam tarzını dayatmaktadır. Bu durum dini yüceltmez, aksine her toplumda olduğu gibi baskılar dini inancı zayıflatır. Kimse bir başkasının inandığına inanmak, dolayısıyla o inancın gereği gibi giyinmek zorunda değildir. Akıl ve mantık gibi din ve iman da sakal boyuyla ölçülemez. Bugün Suudi Arabistan veya İran’da fırsat bulunsa mevcut rejimler kendini saklamak zorunda kalan ezici çoğunluk tarafından yıkılacaktır.

Tarikat ve cemaatler bencildir. Onlara göre bir ülkedeki felaket dine ve dolayısıyla şeyhlerine kulak asılmadığı için gerçekleşmiştir. Ama 15 Temmuz’da ülke şeyhlerden dolayı bölünmemiş, Kurtuluş Savaşı sarıklıların hatrına kazanılmıştır. Irak ise dinsiz olduğu için işgal edilmiştir. Afganistan’ın bu hali dinsiz olmasındadır. Ne var ki bu iki ülkede de tam aksi bir profil söz konusu olup özellikle Afganistan’da radikal gruplar terör estirmek konusunda ABD’den geri durmamaktadır. İyi şeyler şeyhten, kötü şeyler toplumdandır.

Tarikat ve cemaatlerde seçilmiş insan anlayışı vardır. Bu nedenle her şeyin iyisi bu yapılara mensup olanlarla bunların başındaki şeyhlere aittir. En güzel giysileri onlar giymeli, en güzel evlerde onlar oturmalıdır. Garibanlardan bağış toplanmalı veya bunlar ya bedavaya ya da yok pahasına ücretlerle çalıştırılmalıdır. Elde edilen geliri aklamanın yolu ilginç bir şekilde “Allah’tan geliyor” cümlesidir ve bu yasal olmadığı halde kabul görmektedir. Ne de olsa vakıflar (!) vardır.

Tarikat ve cemaatler liyakatın karşısındadır, kendisini devletin üstünde görmektedir. Bir şeyhin rüya vb. kerametle birini uygun gördüğü bir makama işaret etmesi yeterlidir. Cemaatler nasıl olsa ne pahasına olursa olsun Allah dostları olduğu için her yere yerleşmelidir. Bunların yaptığı torpile torpil diyemeyiz. Tabi siyasi amaçları olmayanlar dini inançlarını çiğneyerek hak yeme pahasına devlete yerleşiyorlarsa biz bunu liyakatsızlık olarak değerlendiremeyiz (!). Moon tarikatına da sorsanız, Evanjelistlere de sorsanız, Menzil’e de sorsanız “Tanrı bunu istiyor”.

Tarikat ve cemaatler acımasızdır. Ergenekon kumpasında Kuddusi Okkır’la hasta yatağındayken hukuki işlemler yapan ve hastalığıyla alay eden, Kaşif Kozinoğlu gibi bir insanın ve daha nicelerinin ölümüne sebep olanlar, bugün kampanyalar yürüterek “Biz kanser olduk, zalimlik yapmayın” diye merhamet dilenmektedir. Oysa bir zamanlar biz onlar için “faşist, dinsiz” kimselerdik. Demek ki bizde bir merhamet varmış. Şimdi iyi şartlarda oldukları halde ağlayıp zırlıyorlar. Ergenekon zamanında Silivri’deki revirlerde sadece sedye ve geç gelen sağlık görevlileri vardır. Kozinoğlu’nu böyle şehit verdik.

Tarikat ve cemaatler terörist gruplarla aynı şeyleri anlatmaktadır. Terörist gruplar huri karşılığında can almakta, tarikat ve cemaatler ise mal ve ruh almaktadır.

Tarikat ve cemaatler bilim yapamaz. Onların yaptığı bilime ve insanlığa hizmetten ziyade bilimsel bir gerçeği dine uydurmak, uymuyorsa yok saymak, hiç değilse eğitim müfredatına dahil etmemektir. Özellikle evrim konusunda Adnan Oktar denen şahıs ve türevleri muhalif durumundadır. Milletimize bütün dünyada evrimin yok sayıldığı yalanını söylüyorlar. Bu külliyen yalan olmakla birlikte bütün dünya eğer gerçekten bunu istiyorsa evrimi yok saysın. Bilim ve teknolojide durumun ne olacağını 30 sene içinde müşahade eder, gerçeği öyle kabul edersiniz. Stalin, Sovyetler devrinde evrim karşıtlarını dinledi ve yıllar sonra o eğitim sistemiyle gelişen Sovyet bilimi, başta ABD ile yarışıp öne geçebiliyorken geriye düşmeye başladı. Nihai sonu biliyorsunuz. Devlet yönetiminde esas şunlardır: Akıl, bilim, eğitim, adalet. Bunlar olmazsa “Ama oradaki şeriat doğru değil” dediğiniz ülkelerin durumuna düşersiniz. Keza ben İslamcıların “Şeriat burada doğru” dediği bir ülke duyduğumu hatırlamıyorum.

Tarikat ve cemaatlerin aksine dış politikada yararlı olacak kurum -Milli Eğitim Bakanlığı ve TSK’dan sonra- Diyanet’tir. Seküler ABD dahil bütün dünya dış siyasette dine dayalı stratejiler de üretmektedir. Balkanlar ve Orta Avrupa’yı ele alalım. Arnavutluk’ta bulunan İşkodra şehrinin %70’i Müslüman, %30’u Hristiyan ve diğer inançlara mensuptur. 250 bin civarında bir nüfusa sahip olan şehre bağlı 40 civarında köy vardır. Misyoner faaliyetlerinden ötürü buradaki kilise sayısı camiden sayısıdan çok daha fazladır. Güneyde yer alan Korça’da durum farklı değildir. Burada bir Yunan kültürü etkisi vardır, dolayısıyla İşkodra’da Katoliklerin yürüttüğü faaliyetleri burada Ortodokslar yürütmektedir. Bilhassa Balkan coğrafyasında Müslüman demek Türk demektir. “Bosna Kasabı” olarak anılan Ratko Mladiç’in sözlerini hatırlayın. O, Türklerden intikam alma adına katliamlar yapmıştır. Balkanlarda faaliyet gösteren misyonerlerin Türkiye karşıtı bir cephe yaratmada rol üstlendiğinden en ufak bir şüpheniz olmasın. Bir kere Evanjelistler burada son derece etkindir, gerisini siz düşünün.

Diyanet İşleri Başkanlığı her yere cami yapmak yerine milli şuur sahibi, cemaatlerden uzak bir anlayışa sahip, bilim felsefesini iyi bilen görevlilerin sayısını artırmalıdır. Mevcut başkan değişmelidir, Kadir Mısıroğlu gibi bir cehalet timsalinin gölgesinde yetişen herkes devletin kurumlarından uzak tutulmalıdır. Diyanet’in tarikat ve cemaatlerin önünde olmasının yolu Atatürk düşmanı veya bu imajı veren bir başkan değildir. Bu şekilde ne millet Atatürk’ten vazgeçer, ne cemaatler elindeki pastayı bırakmaya razı gelir. İmam Hatipler bir siyasi anlayışın kalesi gibi görülmemelidir. Aynı şekilde aforizmalarla afyonlanan asalaklara kulak asılmamalı, Stalinvari hareketlere girilmemelidir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, temeli Türk kahramanlığı, Türk irfan ve fazileti olan laik hukuk devletidir. Bu devlet sonsuza dek yaşayacaktır. Bilim ve akıl rehberliğinde ilerleyen Türk gençliği bunun teminatıdır ve gelecek yine Türklerindir.

http://otukendergi.com/turkiye-ve-tarik ... kRKo62usxo
Aklı Başında Bir Toplum Her 5 Yılda bir Meclisi Ve Yönetimi yenileyen Toplumlardır.
Bir hamalın yükü geçicidir; fakat sahtekâr bir politikacının yükü kalıcıdır çünkü onun dolandırıcılıklarının muazzam yükünü her daim akılsız toplumlar taşımaktadır.
Üçkâğıtçı politikacılar tarafından sürekli olarak kandırılan, tekrar tekrar aldatılan bir millet için hangi sıfat kullanılabilir? Şaşkın? Çok hafif! Ahmak? Yeterli değil! Beyinsiz? Evet, işte tam da sıfat budur! Aptal kalabalıklar, sahtekâr politikacıların en büyük servetidir!
Kullanıcı küçük betizi
İlteriş Kağan
Üye
Üye
 
İletiler: 2100
Kayıt: Cmt Şub 08, 2020 18:53

Re: Türkiye ve Tarikatlar - Yusufhan Güzelsoy

İletigönderen Gönül Pınar Atacı » Çrş Eyl 09, 2020 9:28

Türk ve Türkiye, Atatürk ve Cumhuriyet, layklik ve aydınlık, bilim ve uygarlık düşmanlarını teşhir ve tel'in eden baştan sona MÜKEMMEL bir irdeleme ve genelleme. Çok değerli yazarı sayın GÜZELSOY'u en içten duygular ve en iyi dilekler sunarak kutlamak gerek.
Kullanıcı küçük betizi
Gönül Pınar Atacı
Üye
Üye
 
İletiler: 1285
Kayıt: Sal Ara 01, 2015 9:02


Şu dizine dön: Genel - Güncel Konular

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x