ULUSAL EGEMENLİĞİN YÜZÜNCÜ YILI

ULUSAL EGEMENLİĞİN YÜZÜNCÜ YILI

İletigönderen Feza Tiryaki » Prş Nis 23, 2020 12:22

ULUSAL EGEMENLİĞİN YÜZÜNCÜ YILI

Yüzyıl, bir asır demek.

Asırlık ağaçlar, asırlık yapılar, eserler, asırlık insanlar... Asırlık ağaçlar, anıt ağaçlardır, korunurlar. Asırlık köprüler, binalar, eserler, asırlık işlemelerimiz, el işlerimiz... Bunlara değer biçilemez... Yüz yaşını da herkes aşamaz, doğuştan sağlıklı - güçlü olmak gerek, ilaçlardan uzak duranlar, sağlıklı yaşayanlardır onlar... Yüz yılı aşanların doğum günleri de bir başka kutlanır. “Dalya!” derler! Yüze eriştin! Çağlar, yüzyıllarla anılır: Şimdi yirmi birinci yüzyıl, içinde bulunduğumuz yüzyıl.

Biz, yüz yıllık bir Cumhuriyetiz. Bu 23 Nisan’da Cumhuriyetimizin temelinin atılışı kutlanıyor.

Geçen yıl, ilk kez bir ulusal bayramın yüzüncü yılını kutladık. Bu yıl birinin daha yüzüncü yılı! İki yıl sonra , üç yıl sonra da diğer bayramlarımız yüz yıla erişecek.

Bizim dört ulusal bayramımız var. Hepsi de Kurtuluş Savaşımız ile ilgili.

İlki, geçen yıl yüzüncü yılını kutladığımız, Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı, Samsuna çıkışın tarihi (1919), ikincisi, Ankara’da, Kurtuluş Savaşı’nın yönetilmesi için Meclis’in açılmasıyla, Cumhuriyetin temelinin atılışı (1920), bir diğeri, Kurtuluş Savaşı’nın büyük bir zaferle sona erdirilmesi, ordumuzun zaferi (1922), en sonu da, tüm bunların taçlandırılması, kurulan devletin adının konulması, Türkiye Cumhuriyeti’nin dünyaya duyurulması (1923).

Bayramlarımızın adları:
19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı.
30 Ağustos Zafer Bayramı.
29 Ekim Cumhuriyet bayramı.

Ayrıca, !980 yılından sonra, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı'nın adına "Atatürk'ü Anma" sözü de eklendi.

Yaşamdaki, kurumlardaki önemli günler, onlu yıllardan başlanarak daha görkemli kutlanırlar. Cumhuriyetimizin Onuncu Yıl Nutku, böyle bir ilk kutlamada söylenmiş en büyük söylevlerden biridir. Cumhuriyetimizin ellinci yılı, yetmiş beşinci yılı yine böyle görkemli kutlanmıştı, yaşı yetenler anımsarlar.

Ders kitaplarımız Atatürk sevgisini anlatan sözlerle başlardı bir zamanlar. Bayramlarımız bayramdı. Bayrama aylarca hazırlanılır, toplu provalar yapılır, okulların, tüm öğrencilerin katılımıyla da bayram meydanlarda, alanlarda kutlanırdı. Ankara’daki kutlama her zaman en çok izleneni, tüm yurdun ortak sesi olurdu... Paraşüt gösterileri, halk oyunları gösterileri, polis okulunun motosikletli gösterileri, okulların gösterileri... Atatürk’ün sözlerinden oluşturulan yazılı gösteriler... Askerlerin geçit törenleri... Geceleri fener alayları...

Yüzüncü yılına erişemeden kuruluşumuz, daha ilk bozulmalar, çok yıllar önce başlatılmıştı. 1979 yılında, TRT eliyle, 23 Nisan’ın özünün bozulması, uluslararası şenliğe dönüştürülmesiyle başladı her şey. Başka ülke çocuklarının gösterileri, dansları, egemenliğin neresiyle uyuşuyorsa, ulusal egemenliğimizle yurdumuzdan savaşarak kovduklarımızın çocuklarının ne ilgileri varsa, onlar oynadı yıllarca, bizler seyrettik... Egemenliğimizi unuttuk, işin şenliğine takıldık...

Bayramın "ulusal egemenlik" adı kalktı, şenlik denildi bu kutlamalara...

Sonra bayramlar, son on yılda, dar alanlara sıkıştırıldı, statlarda kutlanması kısıtlandı, türlü bahanelerle de ara ara iptal edildi kutlamalar. Köylerimizde köy okullarının kapanması, taşımalı sistem nedeniyle de zaten köyler sessiz, köyler bayraksız, köyler bayramsız kalmıştı...

Geldik yüzüncü yıla.

Buna da, bu yıl, ne olduğu olmadığı hâlâ tartışılan, dünyadaki küresel salgın korkutmacası damgayı vurdu. Önce bizde salgın yok diye 10 Mart’a kadar sessiz kalındı. Ayın on birinde, gece yarısı saatler öncesinden sağlık bakanının çok önemli bir haber vereceği duyuruldu, o açıklamada ülkemizde de Korona virüslü (yeni tip grip virüslü) bir hasta vardır, hasta bulunmuştur dendi, üç gün içersinde de okullar tatil edildi, tatil 30 Nisan’a kadar da uzatıldı.

Sonra, 17 Mart’ta, bu virüsten ilk ölüm bildirildi, 3 Nisan’da, 20 yaş altı gençlerin ve çocukların da, 65 yaş üstü gibi (dünyada tek ülkemizde uygulanan bir yasak) sokağa çıkmaları yasaklandı.

Bu arada ülkemizin en büyük bayramlarından biri olan, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı nasıl kutlanacak, yüzüncü yıl kutlama programları ne durumda, kutlamalar ertelenecek mi, ne zamana ertelenecek, hangi gün neler yapılacaktı, hiç söz edilmedi.

Aptal numarası yaparak günümüz gazetecileri ulusal bayramlarda hep sorarlar ya, bayramda okullar tatil mi, tatil ne zaman diye, yine sordular:

“ Son dakika… 23 Nisan’da sokağa çıkmak yasak mı?”

Bakan, 17 Nisan’da açıkladı:

“Bakan Koca; "Bilim Kurulu bir karar merci değil. Salgınla mücadelede tavsiye kararları alan bir kurum. 23 Nisan ile ilgili karar gündeme gelmedi. Zannediyorum haftaya gündem olabilir" dedi.”

Dediği de oldu. 23 Nisan haftası’na, bayram haftasına girildiğin de, iki haftadır uygulanan, hafta sonlarında 31 ilde yapılan sokağa çıkma yasağı bu kez hafta sonunu da içine alacak şekilde, 23 Nisan’dan başlatıldı, yasak, dört gün, yani Pazartesi’ye kadar sürecek dendi.

Hani bir "Pop" şarkımız vardır, söylemeyenin hatırı kalan:

“İşte bu bizim hikayemiz”

Bu da bizim bu yılki bayram hikayemiz!

Dini bayramlarda bir sorun yok. İktidarın Bahçeli kanadı, günler öncesinden açıklamadı mı?

"MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Kovid-19 salgını ile ilgili olarak, "İnanıyorum ki Türkiye bu badireyi en geç Ramazan ayının sonuna kadar atlatacak, bayram günleri kucaklaşmalarla, sevinç ve heyecan sağanağıyla bezenip billurlaşacaktır." dedi."

Bakanlık, bir hafta sonrayı kestiremiyor, iktidarın "Dini Hareket", düzelteyim, “Milli Hareket” partili ortağı, yüzüncü yılı kutlanan milli bayramımızı görmüyor ama bir ay sonrasını açık seçik görüyor.

23 Nisan günü neler olacak, İstanbul Belediye Başkanı İmamoğlu’nun İstanbullulara söz verdiği gibi bayram daha sonra mutlaka kutlanacak mı, yoksa “sevinç ve heyecan sağnağı”(?) için artık yalnızca Ramazan bayramı mı beklenen gün, yaşayanlar görecekler.

Günler öncesinden yandaş gazeteciler aklımızla alay eder gibi bugünü muştulamadılar mı? Bakınız bu bir köşe yazısından:

“23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, bu yıl karantinada geçecek.
Ne edilir, ne yapılır derken... Milli Eğitim Bakanlığı’ndan harika, şahane bir fikir geldi. “Evler süslenecek” diyor bakanlık.
Bayraklarla donatılmış ev, oda, pencere manzarası...
Ne güzel yahu!
Hem çoluk çocuk güzel bir meşgale çıkacak, hem de bayramımızı kutlamış olacağız.” (A. Hakan, 7 Nisan, Hürriyet )

“Ne güzel yahu!” diye havalara sıçramakta haklılar.

Yerden göğe kadar haklılar!

Cam süsleyerek oyalanacak çocuklar, kendilerine uğraşılacak bir iş bulacaklar evde yapacak, hem de bayram kutlanacak! Yok, iş değil; “Meşgale!”

Oyalanmak için, can sıkıntısından kurtulmak için yapılan işlerden sayılacak, 23 Nisan’da ev süsleme fikri...

Bir de, üstüne üstlük, kaç gündür ortalıkta söylenenler gerçekleşirse, gece balkonlardan, camlardan belirtilen bir saatte bayrak sallamak, İstiklal Marşı çaldırmak gibi garip hareketlerle bu en büyük günümüz bambaşka bir havaya sokulur, işin ciddiyeti falan kalmazsa, denecek bir söz de olamaz!

Her şey yüzüncü yıla kadarmış...

Yönetim sistemimizin Nisan 2017’de, halk oylamasına sunularak değiştirilmesiyle Meclis işlevini yitirmiş, karar merkezi olmaktan çıkarılmıştı, biliyorsunuz.

"Ulusal Egemenlik," gücün, yetkinin ulusa ait olması.

İlkokul birinci sınıfa giden çocuklarımız, açın bakın eski ders kitaplarına, daha ilk sayfadan başlayarak, Atatürk sevgisini öğreten şiirlerle okumayı öğrenirlerdi.

“Atatürk, her şeyimiz / Seninle yükseldik biz.
Ölçülmez hiçbir şeyle / Sana olan sevgimiz.”
(Türkçe, İlkokul 1, 1987)

Daha büyükler, daha anlamlı dizelerle düşündürülür, yurdumuzun kurtarıcısı, devrimlerimizin yapıcısı, Cumhuriyetimizin kurucusunu okullarında her yönüyle öğrenir, atalarına gönül borcu duyarlardı:

“Üstümüze gece gündüz kol geren / Bize güzel, iyi günler gösteren, / Türk iline yeni baştan can veren / Kimdir diye sorarlarsa: Atatürk.” (Türkçe 4. Sınıf, 1982)

Çocuklara armağan edilen bu bayramda bayramın asıl özelliği olan Ulusal Egemenliği yüce önderimizin dilinden duyardık her yıl:

“Bir milletin egemenliğini anlayabilmesi ve onu güvenle koruyabilmesi, bir takım özel niteliklere ve üstün öğrenim ve eğitime sahip olmasına bağlıdır.
Bir milletin siyasi eğitiminde, vatan sevgisinde noksan varsa, öyle bir millet egemenliğini gerektiği derecede kuvvetle elinde tutamaz.”

“Millî egemenlik, yani milleti bizzat kendi mukadderatına hâkim kılmak esası, bağımsızlıkla iç içe girmiş bir ilkedir. Bu ilkeye göre, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir; hiçbir mâna, hiçbir şekil ve hiçbir surette ortaklık kabul etmez. Bu iradenin, bütün millet fertlerinin arzularının, emellerinin birleşmesinden ibaret olması sebebiyledir ki, toplum içinde her kuvvet, bu iradeden doğar; ancak bu iradeye uymak suretiyle yaşayabilir. Toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adaletin devamlı şekilde sağlanması ve korunması, ancak tam anlamıyla millî egemenliğin kurulmuş olmasına bağlıdır. Bundan ötürü, hürriyetin de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası millî egemenliktir."

"Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar yok olur. Ulusların tutsaklığı üzerine kurulmuş olan kurumlar her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar." Atatürk ( 1924 )


Feza Tiryaki, 23 Nisan 2020
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 987
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Re: ULUSAL EGEMENLİĞİN YÜZÜNCÜ YILI

İletigönderen Gönül Pınar Atacı » Cum Nis 24, 2020 18:05

Bu özel, özlü ve çok güzel analiz ve sentez için sevgili Feza'nın gerçek Kemalist ve özgün yüreğine, öpülesi zarif ve usta eline, altın uçlu ve üstün kalemine sonsuz sağlık ve bağışıklık, mutlu bayramlar ve en iyi dilekler.
Kullanıcı küçük betizi
Gönül Pınar Atacı
Üye
Üye
 
İletiler: 1285
Kayıt: Sal Ara 01, 2015 9:02


Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x