1. yüz (Toplam 1 yüz)

Edepsiz Batı

İletiGönderilme zamanı: Cmt Oca 02, 2010 11:44
gönderen Comte
Yapım, vasatın çok altında
SON filmi “Yahşi Batı”da küfürden taviz vermeyen Cem Yılmaz, ortaya yüz kızartıcı bir “Western” çıkarmış. Filmin kısır senaryosu zengin bel altı esprilerle (!) desteklenmeye çalışılmış. Görüntü ve teknik açıdan da vasatın çok altında bir yapım.
Gidenler bin pişman oldu
BİRAZ gülme ümidiyle gittikleri filmden neye uğradığını şaşırarak çıkanların sayısı çok fazlaydı. Filmle ilgili söylenebilecek en güzel sözü çıkışta bir izleyiciden duydum: Bu filmi TV’de yayımlamaya kalksalar ‘bip’ sesinden dolayı hiçbir şey kalmaz!
Bakan ne yapacak?
CEM Yılmaz’ın son filmine çocuklarıyla gitme hatasına düşen çok sayıda seyirci, yüz kızartıcı küfürler yüzünden daha ilk 15 dakika sonunda kendilerini dışarı atmak zorunda kaldı. Sinemaseverler, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ı göreve çağırdı

En edepsiz Batı!
Daha önceki filmlerinde de küfrü ön plana çıkartan Cem Yılmaz, Yahşi Batı’da da küfürsüz sahne çekmemeye özen göstermiş. Bu özen ortaya yüz kızartan bir Western çıkartmış

Cem Yılmaz’ın “bunda ne kadar küfür var” merakıyla beklenen son filmi “Yahşi Batı” gösterime girdi. Filmin “gala”sını izleyenler “küfür” merakını fazlasıyla giderdiler. Cuma gününden itibaren gösterime giren filmi izleyenler de “küfür” lerden oluşan senaryo karşısında şaşkınlıklarını gizleyemediler. İlk filmi Gora’da “küfür var” diye eleştiriler alan Cem Yılmaz, ikinci filmi Arog’da küfür etmemek için “titiz” davranmış, hatta bazı küfürlü sahneleri ilkel bir dille imalı bir şekilde anlatmaya çalışmıştı. Yahşi Batı’da bu “küfür” zorlamasını ahlaksızca yırtan Yılmaz, aleni küfürleri “sanat yutturmacası” ile sinemaya aktarmış. Küfür etmeyi sanat belleyen Cem Yılmaz, son filminde, adeta küfür etmemeye özen göstermiş. Filmin ilkel senaryosunda, 1800’lü yılların sonunda, iki Osmanlı’nın, dönemin padişahı tarafından gönderildikleri Amerika’da başlarına gelen olaylar anlatılıyor. Filmin türü sözde Western, ancak bugüne kadar böylesine küfür içeren bir Western çekilmedi. Ahlak sınırlarının ötesine geçen bu film, Türk gelenek ve göreneklerine tamamen ters. Gösterime girdiği ilk günde filmi izlemeye gidenler pişmanlıklarını dile getirirken, filmi izlemeyenlere de “kesinlikle izlemeyiniz” mesajı verdiler.

Bakan’a çağrı: Durdurun bu rezil filmi
Normal insan hayatında küfürü olağanmış gibi gösteren bu rezil filmi izleyenler Kültür Bakanımız’ı göreve davet ediyor. Filmi izleyenlerin büyük bölümü Türk gelenek, görenek ve ananelerine ters düşüyor görüşünde birleşirken, diğer bölümü de “kesinlikle izlenmemeli” fikrini benimsiyor. Filmi tamamlamadan çıkanların sayısı da azımsanmayacak kadar çok. Özellikle aileleri veya çocukları ile izlemeye gidenler ilk 15 dakika dolmadan sinema salonunu terk ediyorlar. Yetişmiş insanların bile yüzünü kızartacak kadar terbiye sınırlarının ötesine geçen filmin gösterimden kaldırılması için imza kampanyası başlatacaklarını da belirten bir kısım sinemasever, Bakan’ı göreve davet ediyor.
Son filmi Yahşi Batı’da izleyicilerin karşısına geçen Yılmaz, küfürlü sahnelerin yanı sıra kötü oyunculuğuyla da dikkatleri çekti. Vatandaşlar, filmin yarısında çıkmak zorunda kaldığını söyledi.

Bu filmi yetişkinler bile izleyemez
Çevirdiği tüm filmlerinin senaryosunu küfür üzerine kuran Cem Yılmaz “Yahşi Batı” ya 7 yaş sınırının getirildiğini belirtti. 18 yaş ve üzerinin bile izlememesi gereken film, kısır senaryosu ve galiz küfürleri ile Türk sinemasının kara listesindeki yerini aldı. SİYAD Başkanı Özer bile “Filmde, kültürümüzde küfürün yeri varmış gibi” gösteriliyor demekten kendini alamadı. Belden aşağı espriler ve galiz küfürlerden izleyen vatandaşlar kadar, eleştirmenler de rahatsızlıklarını dile getirirken esprilerin çok düzeysiz olduğunu belirttiler. Küfürlü sahnelerin çokluğu filmin kostüm ve makyaj açısından değerlendirilmesini de ikinci plana itti. Öyle ki eleştirmenler, küfürlü sahnelerin basitliğini tartışmaktan teknik eleştiriye zaman bulamadı. Türk sinemasının çıtasını yükseltmek yerine yerlere düşürdüğü görüşün de birleşilen film, beklenilenin çok altında ilgi görüyor.

İzleyicileri çileden çıkaran diyaloglar
Yönetmen Ömer Faruk Sorak, filmin Kültür ve Turizm Bakanlığı Sansür Kurulu tarafından 7 yaşın altındakiler tarafından seyredilmesinin yasaklandığını açıkladı. Sorak, “İnsanların küfürden rahatsız olacağını sanmıyorum. Her şey çok yerli yerinde kullanıldı. Kuruldan da ‘artı 7’ yedik. Orada hangi Türk olsa aynı küfrü ederdi” diyerek filmi savundu. Cem Yılmaz ise gazetecilere “Tek korkum bu film için ‘sıcacık bir film’ denilmesi. ‘İçimizden biri’ de derseniz s.....z. Daha önceki tecrübelerimizden biliyoruz” diye filmdeki havasını sürdürdü. İşte küfürlü diyaloglardan bazıları: Cem Yılmaz, kıyafetlerini kovboylara kaptırınca “....... bari” diyor. Ozan Güven “Horse Whis Perer” yazısını “Atları....” diye tercüme ediyor. Özkan Uğur, bufalo testislerini Cem Yılmaz’ın yanaklarına çarpınca Yılmaz, “Adam bizimle t.... geçti” diyor.

Sinemadan çıkan vatandaş ne dedi?
Süleyman ATÇIOĞLU (Öğrenci): Ben hayatımda böyle şey görmedim. Filme öyle bir hava vermişler ki sanki insanlar sabah akşam küfür ediyor. Sinemadan çıkışta karşılaştığım insanlar küfür edecekmiş gibi geldi.
Saniye AYÇACI (Satış sorumlusu): Filmde argo bekliyordum, küfür de bir dereceye kadar diye düşünüyordum. Daha filmin başında dışarı çıktım.
Murat KARAÇINAR (Pastane sahibi): Bu filme ailece gitmeyi düşünüyordum. Eleştirileri okuyunca yalnız gitmeye karar verdim. İyi ki de öyle yapmışım, ya ailemi de götürseydim.
Zeynep SAKALLIOĞLU (İşsiz): Cem Yılmaz’ın bundan önceki filmlerini TV’den izledim. Sakıncalı kısımları ‘bip’leniyordu. Bu film televizyonda oynarsa ‘bip’lenmekten izlenemez.

Yeniçağ, 01/01/2010

Re: Edepsiz Batı

İletiGönderilme zamanı: Çrş Oca 06, 2010 14:18
gönderen Comte
Bu kadınların sınırı yok mu

Senaryosu “galiz küfürler antolojisi” olarak kitaplaştırılmaya müsait olan Yahşi Batı’yı izlerken
yüzleri kızaracağına, “Cem Yılmaz halkın anladığı dilden konuşmuş” diye sahip çıkıyorlar
Hürriyet’in Keyf ekinde yayımlanan Yahşi Batı eleştirisinden bir bölüm: “Cem Yılmaz’ın filmi küfürlü mü? Bu sorunun cevabı ” olması gerektiği kadar “...
İnce ve entellektüel esprileri anlayan var anlamayan var. Zaten bir filme kaç tane böyle espri koyabilirsiniz ki. Bu nedenle Türkiye’de izleyici bekleyen böyle bir komedi yaparsanız içine ille de ”halk“ın hoşlandığı tarz küfürlü esprilerden de koymanız gerekiyor.
Küfür günlük yaşamın bu kadar içindeyken bunda eleştirilecek bir şey olduğunu düşünmüyorum ben.”
Bu satırların yazarı olan sinema eleştirmeni bir bayan.
Aşağıdaki alıntı da Akşam’da yayımlanan bir yazıdan: “Bu ülkede üreten olmak, aykırı olmak zor iş... Her yıl Cem Yılmaz’ın filmleri yine yeniden yerden yere vuruluyor. Ben de diyorum ki: Filmi izledim. Müthiş zeki geçişler, espriler, araya sıkıştırılmış komikliklerle keyiflendim.”
Yazar yine bir bayan.

Ustaların kemikleri sızladı
Doğru, mizah “zeka” gerektirir. Çünkü insanları güldürmek zor iştir. Bu iş “İki küfür ederim nasılsa gülerler”le olsaydı, “komedi” sanatının varlığından bahsediyor olmazdık bugün.
Şarlo’yu, Lorel-Hardy’yi... “İçimizden biri”ne güldüğümüz iddiasına atfen; Kavuklu’yu, Pişekar’ı, Karagöz ve Hacivat’ı geçtim... “İnek Şaban” tiplemesine bile ne büyük haksızlık olur “küfrü” komedinin temeli olarak benimsetmeye çalışmak. Nasıl kemikleri sızlar Kemal Sunal’ın, Adile Naşit’in, Sadri Alışık’ın, Suna Pekuysal’ın, Gazanfer Özcan’ın...
Bayağı olmak mıdır “bizden biri” olmak, “zeka yoksunu” olmak mıdır?
Nasreddin Hoca bu kültürün gerçeği değil öyleyse... Öyle ya bu “cahil halk”ın kafası nasıl bassın, onun kıvrak esprilerine...
Mizah/komedi güldürüdür. Küfür ise sövgü. Çıkın sokağa, “ince esprileri anlayamaz” dediğiniz o halkın içinde dolaşıp sorun bakalım:
“Neden söversiniz?”
- Öfkeden deliye döndüğüm için...
- Kendimi kaybettiğim için...
- Kendimi tutamadığım için...
Bir kişi “karşımdakini güldürmek için” desin, ben de “Uzaylı Zekiye”yim.
Desteklemiyorum ama “küfür ettiği” için birinin öbürünü öldürebildiği bir ülkede yaşıyoruz. Çünkü onur kırıcıdır küfür, ağır gelir... Ne zaman küfür yemek için üzerine para verir hale geldik biz?
Ben bir kızın erkek arkadaşıyla, bir kadının oğlu/kızıyla izlemekte zorlanacağını düşünüyordum bu filmi. Ne zaman “ahlak”ın toplumsal yapıtaşı olan “kadın” küfrü alkışlar hale geldi? Ben o kırılma anını kaçırmışım...
Yarın bir gün çocuğunuz bu ve benzeri filmlerde öğrendiği repliklerle konuşmaya başladığında sizinle, bir selamlama biçimi olarak o malum “kol” ve “parmak” hareketlerini yapmaya başladığında, “Ne zeki oğlum var” diye gururlanacak mısınız yani siz?
Bir de ölçü koymuş hanımefendi. “Olması gerektiği kadar”. Kim karar veriyor buna. Kahkaha desibeli mi, gişe mi, ar damarı patlaklığının boyutu mu? “Ana”ya üç, malum uzuvlara “beş küfür” uyar mı mesela? Makbul tarife nedir?

Hayatın parçasıymış
O galiz küfürler “günlük hayatımızın parçası”ymış; Saraylarda mürebbiyelerle büyütülmedik ama evimizdeki çocuk kavgasında dahi ağzından “salak” kelimesini kaçırmak büyük suçtu. Etrafımız roman mahalleleriyle çevriliydi. Nispeten daha “sokak çocuğu” formunda yetişen arkadaşlarla konuşuyorum şimdi; “Eşimle izleyemedim” diyor kimi. Kimi “yarısında çıktım”. Ya bu en iyi üniversitelerde okumuş, en prestijli medya kurumlarında köşe tutmuş kadınlar? Siz nerde, nasıl bir terbiyeyle büyüdünüz? Hiç mi sınırınız yok? Beyoğlu’nda yüzünüze bakıp dümdüz giden tinerci çocuğa bakınca da “Canım ne kadar yaratıcısın diye bağrınıza basıyor musunuz?”
Yoksa bütün bu yazılanlar bir tür yeni aydın kompleksinin yansıması mı? Kendisini “Cem Yılmaz Türk mizahında bir eşiktir. O yaptıysa komiktir. Anlamasak da gülelim, beğenmesek de alkışlayalım, yadırgasak da alışalım...” biçiminde gösteren sanal “üst kültür” hali mi?
Yılmaz’ın 70 milyona küfretmesi “sanat”sa, o zaman ülkenin en büyük sanatkarlarını tribünlerde yok pahasına harcıyoruz biz? O zaman neden “küfür var” diye eşinizin elinden tutup maça gidemiyorsunuz?

Selcan TAŞÇI, Yeniçağ, 06 Ocak 2010

Re: Edepsiz Batı

İletiGönderilme zamanı: Çrş Oca 06, 2010 20:01
gönderen yigitler
Zaten uzun yillardir adam akilli hic bir film yapilmadi. Cem Yilmaz'a da da cok kil oluyorum, antipatik bir adam.

Re: Edepsiz Batı

İletiGönderilme zamanı: Pzt Oca 11, 2010 14:03
gönderen Comte
Kendi çapında yazar!

Görmediğini yok sayan Hıncal Uluç, kör olsaydı güneşi inkar mı edecekti?
Uluç’un Yeniçağ’ın ‘Edepsiz Batı’ manşetini yok sayan tutumu, sporu futboldan,
iyi müziği senfoni orkestrasından, Türkiye’yi
İstanbul’dan ibaret sananları hatırlattı.

Resim

30 Aralık 2009 : Yahşi Batı’nın basın gösterimi yapıldı.
31 Aralık 2009 : Güzel yurdumun her bir gazetesine özenle yerleştirilmiş böcek / köstebek / telekulak / telegöz taifesinden nasibimize düşen her “kim / ne” varsa! şahittir ki, Yeniçağ’ın yazı işleri toplantısında gündemin ilk sırasında “küfür” vardı.
2 Ocak 2010 : Yeniçağ “Edepsiz Batı” manşetiyle çıktı. Yahşi Batı adlı filmde “komedi bahanesiyle galiz küfürler edilmesi”ni eleştirdi, filmi izleyebilenlerin tepkilerine yer verdi, Kültür Bakanlığı’nı göreve çağırdı.
3 Ocak 2010 : medyacafe.com, babialihaber.com, turktime.com, tarafsizhaber.com gibi bir çok internet sitesi, söz konusu haberimizi “Yeniçağ’dan Yahşi Batı’ya öfke” başlığıyla kendi takipçilerine duyurdu.
6 Ocak 2010 : Gazetelerde, özellikle de bayan sinema eleştirmenlerinin filme övgüler yağdırması ve küfre “olması gerektiği kadar” gibi bir ölçü getirme çabaları üzerine Yeniçağ konuyu bir kez daha, bu kez de Medya Polemik’in manşetinde gündeme getirdi.
Ve...
8 Ocak 2010 : Hıncal Uluç Sabah’taki köşesinde, “küfrün gırla gittiği, argonun binin bir para olduğu Yahşi Batı”yla ilgili olarak medyanın sergilediği tavrı eleştirdi ve “Pes.. Eleştirmenler günlerden beri her şeyi tartışıyor, bunun altını çizen ”Bu nasıl 7+“ diyen yok.. ” dedi.
Pes kere pes
E pes tabii...
Hatta; vallahi de pes, billahi de pes!
Bu ülkede, her gün ortalama 55 bin insanın bayiden satın alarak, yüzbinlerce kişinin de internet ortamında takip ettiği, Yeniçağ adında bir gazete var. Ve o gazete tam bir hafta önce, Uluç’un “kimse altını çizmedi” dediği küfür rezaletini, önlem alınması çağrısıyla birlikte manşet yaptı.
Hıncal Uluç, Yeniçağ’ın yayın çizgisini, habercilik anlayışını, yorumlarını, görünümünü, renklerini, mesajlarını, yazarlarını vs. beğenmeyebilir... Sektörde böyle bir gazetenin var olmasını tercih etmiyor da olabilir... Hatta “gazeteci” sıfatıyla bulunmadığı ortamlarda, Yeniçağ’ı yok da sayabilir. Paşa gönlü bilir.
Amaa...
’Hıncal’ın Yeri’ni, “gazeteci” sıfatıyla açtıysa ve müşterisine sunduğu mönüdeki tariflerin “gazeteciliğin meslek etiği”ne uygun biçimde hazırlandığını iddia ediyorsa...
Hele ki (gazetecinin kesin hükümler vermemesi esastır ama) medyaya dair genel ve kesin bir hüküm veriyorsa, Yeniçağ’ı da, bütün diğer gazeteler gibi “kimse” den saymak zorundadır.
Mesleğe yeni başlayan bir gazeteci bile “hiç”, “en” gibi yargı ifadelerini kullanmanın ne büyük risk olduğunu bilir.
Siz “Dünyanın en şişman kadını Amerika’da” diye manşet atarsınız, ertesi gün Zimbabwe’den bir teyze çıkar “Ben daha şimanım” deyiverir.
Elinizde baskülle, dünyanın her bir karışını gezip, her bir insan evladını tartmadan sahip olamayacağınız bir bilgiyi, okuyucunuzla “mutlak doğru”ymuş gibi paylaşırsanız; ertesi gün yüzünüzün kızarması ihtimali daima vardır.
Bunun için en kısa / uzun / zayıf / koca ayaklı / köfte dudaklı / büyük kulaklı... gibi ifadeleri kullanmamak gerektiği, gazeteciliğin en temel bilgilerinden biridir.
Bir olayı, yarın birinin karşınıza çıkıp “benim de başıma geldi, ben de yaptım, ben daha önce de gördüm, duydum, okudum” demeyeceğinden emin olmadan “ilk kez” diye duyuramazsınız.
Bir gazeteci için “-lar”, “-ler” de aynı nedenle tehlikelidir. “Kadınlar esmer erkekleri sever”, “Erkekler çok konuşan kadından hoşlanmıyor” gibi hangi akla hizmet yapıldıkları şüpheli haberler mesela... Bu tür yayınlara bakıp, “hadi oradan” dediğiniz olmuyor mu?
Sözün özü:
“Nereden biliyorsun?” sorusu havada / cevapsız kalan her genelleme çürütülmeye mahkumdur!
En temel ilkeler
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nce yayımlanan Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nin C bendinde, gazetecinin sorumluluğu “Basın özgürlüğünü, halkın doğru haber alma, bilgi edinme hakkı adına dürüst biçimde kullanmak, bu amaçla her türlü sansür ve otosansürle mücadele etmek ve halkı da bu yönde bilgilendirmek”le özetlenir. Buna göre gazeteci herşeyden ve herkesten önce “halka karşı” sorumludur.
Yine aynı bildirinin E bendinde sıralanan “Gazetecinin temel görev ve ilkeleri”nden bazıları şöyledir:
“1. Madde: Halkın bilgi edinme hakkı uyarınca, gazeteci, kendi açısından sonuçları ne olursa olsun, gerçeklere ve doğrulara saygı duymak ve uymak zorundadır.
5. Madde: Gazeteci; temel bilgileri yok edemez, görmezlikten gelemez ve metinlerle belgeleri değiştiremez, tahrif edemez. Yanlış, yanıltıcı ve tahrif edilmiş yayın malzemesi kullanmaktan uzak durur.
10. Madde: Gazeteci, çalıntı, iftira, hakaret, lekeleme, saptırma, manipülasyon, söylenti, dedikodu ve dayanaksız suçlamalardan kesinlikle uzak durur.”
Yeniçağ’ın bir hafta önce manşet yaptığı analizi “yok sayarak”, bir hafta sonra “kimse yazmadı” ön bilgisiyle, medyaya ders verir gibi yazmış biri olarak, Sayın Uluç, siz şimdi;
Doğrulara saygı duyduğunuzu ve uyduğunuzu söyleyebilir misiniz?
Bilgi ve belgeleri görmezlikten gelmediğinizi savunabilir misiniz?
Şu veya bu nedenle, bilerek veya farkında olmadan gerçeği saptırmadığınızı, kendi okurunuzun zihninde manipülasyona neden olmadığınızı, ve medyayı “dayanaksız” olarak suçlamadığınızı iddia edebilir misiniz?
Adem-i merkeziyetçilik
Uluç, yazısının çıkış noktasını, konuya “medyada hiç değinilmemiş olması” değil de, “kendi okuduğu gazeteler arasında değinilmemiş olması” yapsaydı, emin olun böyle bir yazıyı kaleme alıyor olmazdım. Uluç, beğenirler veya beğenmezler, kabul eder veya etmezler bizim de dahil olduğumuz sektörün bütününü suçlamadan, sadece kendi okuduğu üç, beş, on, neyse o kadar gazeteyle ilgili yargısını paylaştığını belirtseydi, ne bir gerçek dışılık, ne bir haksızlık, ne bir bilgi kirliliği oluşmazdı, düzeltilmeye muhtaç olmazdı.
Dolayısıyla bu yazı “Sen Yeniçağ okumazsan, ben de seni işte böyle rezil ederim” türünden hastalıklı bir duygunun yansıması olarak yazılmamıştır.
Bu yazıyla amaçlanan; Hıncal Uluç gibi, medyada gazetecilik ilkeleri, etiği üzerine belki de en fazla kalem oynatan isimlerden birinin, gazeteciliğin namusunu korumak uğruna kendi gazetesini dahi en sert ifadelerle eleştiren bir “usta”nın dahi düşebildiği “çıkmaz”a dikkat çekmektir.
O çıkmaz ki, sadece medyayı değil toplumsal hayatı, sistemi, kanaatleri belirleyen bütün alanları içine vakumlamış gibidir.
Sınırları, vakumlanarak veya izolasyonla belirlenmiş dar alanlar, ötekini görmek imkan tanımadığı için;
Bu ülkenin Başbakanı meclis kürsüsünden “Sizin hiç çocuğunuz öldü mü?” diye sorabilmiştir. Başına konfetiler yağarken “Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” sözü bu nedenle, bu kadar kolay dökülebilmiştir dudaklarından.
Bu nedenle işçi kadınlar buz gibi havada günlerdir sokaklarda haklarını ararken, Yeniçağ’ın dünkü manşetinde dikkat çektiği çelişki oluşabilmiş, “başka kadınlar” mutluluk pozları verebilmiştir objektiflere.
Bu ülkenin en ünlü “sanatçı”sının Ruhi Su’ya selam gönderişini nasıl ayıplarız bu ortamda. Sanat gibi evrensellik iddiası olan bir kavramı temsil edenlerden, en yerel değerlerini öğrenmeleri beklenmişmidir ki bugüne değin?
Boğazda viski yudumlarken, Anadolu insanına rol biçen aydın tipiyle sembolleşen bir adem-i merkeziyetçilik belası musallat olmuş haldedir medyaya. Bütünü görmeyi imkansız kılan bağsız parçacıklar... Kimse inkar edemez. Kimse pençesinde olmadığını ileri süremez. Sürmez de zaten. O kadar kutsanmış sayar ki kendini, o kadar emindir ki dünyanın kendi penceresinden baktığı kadar olduğundan...
Bünyesinde, dünyanın en büyük cahillerinin, öteki hayatlara, düşüncelere, duygulara yabancılaşanlar olduğunu görecek kadar bile kırıntısı kalmamıştır şuurun.
Bunu da yok saymayın diye
Sayın Uluç,
İnanın böyle olmasını biz de istemezdik. Ama gazeteci, “Ne olmuş yani ben dün duydum” demek lüksüne sahip değildir. Sizin bulunduğunuz yerden gözükmüyor diye, güneşin olmadığını iddia edebilir misiniz? Bir gazetecinin, kendi çapı etrafında dönüp durmasına gazetecilik diyebilir miyiz?
Siz yarım asırdan fazladır bu mesleğe emek vermiş bir gazetecisiniz. Olağan şartlarda bu yazıyı sizin bize yazmanız gerekirdi. Henüz “çaylaklık kredisi”ni kullanan gazeteciler olarak size gazetecilik ilkelerini hatırlatmak yerine, tecrübelerinizden, birikiminizden faydalanıyor olmamız gerekirdi.
Ancak, siz daha iyi bilirsiniz ki, gazeteci aynı zamanda ilettiği haber ve bilginin sorumluluğunu üstlenmekle, “yayınlanmış her yanlışı en kısa sürede düzeltmekle yükümlüdür. Gazeteci, istismar edilmemesi, kötüye kullanılmaması ve kabul edilebilir boyutlar ile biçimde yapılması kaydıyla, cevap hakkına saygılı olmalıdır.”
Sizin bu hakka saygı duyacağınızdan en küçük bir şüphem yok. İş ki, böyle bir hakka sahip olduğumuzdan haberdar olun!
Öyle ya, yazınıza bakılırsa ya Yeniçağ’ın varlığından haberdar değilsiniz, ya yok sayıyorsunuz, ya da yazdıklarıyla - hataya düşme pahasına- ilgilenmiyorsunuz.
Yani siz kendi dünyanızın “olağan şartlarında” benim böyle bir yazı yazdığımı hiç öğrenemeyeceksiniz.
O zaman, gazetecilik ilkelerinin bir kere daha çiğnenmemesi adına; “şartları olgunlaştırma” zamanı!
Sırf sizi gazeteciliğin en temel kurallarını katleden bir seri katil durumuna düşürmemek için, bu yazıyı gazetedeki sayfama gönderir görmez, bir kopyasını da size fakslıyorum...


İşte Uluç’un ‘hiç kimse yazmadı’ dediği o satırlar
2 Ocak 2009 Yeniçağ

Son filmi “Yahşi Batı”da küfürden taviz vermeyen Cem Yılmaz, ortaya yüz kızartıcı bir “Western” çıkarmış. Filmin kısır senaryosu zengin bel altı esprilerle (!) desteklenmeye çalışılmış. Görüntü ve teknik açıdan da vasatın çok altında bir yapım.
Biraz gülme ümidiyle gittikleri filmden neye uğradığını şaşırarak çıkanların sayısı çok fazlaydı. Filmle ilgili söylenebilecek en güzel sözü çıkışta bir izleyiciden duydum: Bu filmi TV’de yayımlamaya kalksalar ’bip’ sesinden dolayı hiçbir şey kalmaz!
Bakan ne yapacak?
CEM Yılmaz’ın son filmine çocuklarıyla gitme hatasına düşen çok sayıda seyirci, yüz kızartıcı küfürler yüzünden daha ilk 15 dakika sonunda kendilerini dışarı atmak zorunda kaldı. Sinemaseverler, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ı göreve çağırdı.
Yeniçağ
Resim

8 Ocak 2010 Hıncal’ın Yeri
Eğer Yahşi Batı için “Yedi yaşından büyüklere” kararı vermişse, Kültür Bakanlığı sansür kurulu, bu ülkemizde sansürün fiilen kalktığını, o kurulun boşuna toplanıp vakit kaybettiğini, bizim vergilerimizden boşuna para aldığının işaretidir.
İçinde buraya yazsam ağır cezalar ödeyeceğim a.’lı, s..’li, t....’lı sözcükler gırla gidiyor. Argonun bini bir para..
Ve film 7+ diye sınıflandırılıyor.. Pes.. Eleştirmenler günlerden beri her şeyi tartışıyor, bunun altını çizen “Bu nasıl 7+” diyen yok.. Faşist ilan edilmekten mi korkuyorlar?.. Yoksa Cem Yılmaz’a kıyak olsun diye sesleri mi çıkmıyor?..
Allahtan son günlerde köşe yazarları, filmi görüp isyana başladılar. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, sekiz yaşında bir akraba çocuğunu alsın, filme gitsin.. Bakalım 10 dakika ara verildiğinde çocuğun yüzüne rahatça bakabilecek mi?. l Hıncal Uluç / Sabah
Resim

Selcan TAŞÇI, Yeniçağ, 10 Ocak 2010