1. yüz (Toplam 1 yüz)

Ne sanmıştınız? / Ahmet B. ERCİLASUN

İletiGönderilme zamanı: Pzr Kas 17, 2013 11:03
gönderen Balasagun
Ne sanmıştınız?

Sosyolojik anlamda millet gerçeğine inanmadığınız için Türk milletinin genetik ve kültürel kodlarının da farkında olmadığınız muhakkak. Bunların farkında olsaydınız Türklüğü değiştirmeye, onun değerlerini itibarsızlaştırmaya ve yok etmeye kalkışmazdınız.

Türklük, Asya Hunlarıyla başlayan, en az 2400 yıllık tarihî bir hakikattir. Daha eski dönemlerde de Türklüğün var olduğu muhakkaktır. Ancak bu dönemler tam olarak aydınlanmadığı ve bazı tartışmalı noktaları bulunduğu için Türk tarihini kesin olarak Asya Hunlarıyla başlatabiliriz.

Türklüğün genetik ve kültürel kodları, tarih öncesiyle birlikte bu 2400 yıllık tarih içinde oluşmuştur. Türk’ün tarihini, tarih boyunca olaylar karşısındaki tutum ve davranışlarını, başka milletlerin onlar hakkında yazıp söylediklerini, Köktürk anıtları, Dede Korkut, Dîvânu Lugati’t-Türk gibi millî eserlerini, efsane, destan ve diğer halk edebiyatı örneklerini, deyimlerini tahlilci bir gözle inceleyenler bu tarihî ve kültürel kodları rahatlıkla görebilirler.

Söz gelişi Bilge Kağan, Türk’ün bir doydu mu bir daha açlık düşünmediğini, yani geleceği planlamadığını belirtmiştir; bu konudaki Türk genetik şifresini 1281 yıl önce çözmüştür. Dede Korkut, bin küsur yıl önce, “meğer hânum, Oğuz beğleri yedi gün uyur idi; anun içün küçücük ölüm derler idi” diyerek Oğuzların gaflet uykusunun ne kadar uzun olduğunu tespit etmişti. Ama aynı şekilde, uyanınca da düşmanın hakkından nasıl geldiğini destani hikâyelerinde bir bir anlatmıştı. Deyimlerimizde de bıçak kemiğe dayanmadıkça Türk’ün harekete geçmediği kayıtlıdır. Buna karşılık “ayranı kabarmak” da en önemli genetik ve kültürel kodlarımızdan biri olarak deyimlerimiz arasında yerini almıştır. Turgut Özakman’ın “Şu Çılgın Türkler” i aslında ayranı kabaran ve âdeta çıldıran Türklerin Çanakkale’de ve İstiklal Savaşı’nda neler yapabildiğinin destanıdır. Çılgınlık da bizim kodlarımız arasında vardır. Akıncılar içindeki bir sınıfın adının “deliler” olduğu tarihin malumudur. Türkçede genç için “delikanlı” deyiminin kullanılması da boşuna değildir. Savaşı düğün bayram kabul etmek ve gençleri askere davul zurnayla uğurlamak da aynı “fıtrat” ın yaşayan tezahürlerindendir. Namık Kemal’in “Fıtrat değişir sanma, bu kan yine o kandır” mısraı ile Atatürk’ün “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur” vecizesi aynı hakikatin farklı ifadeleridir.

Siz bütün bu genetik ve kültürel kodları hiçe sayıp Türklüğü kolayca yok edeceğinizi sandınız. Bıçağı kemiğe, hatta iliğe dayadınız. Böylece Türk’ü uyandırdınız. Unuttuğu Türk cevherini, unuttuğu yakın tarihini ona hatırlattınız. Dünkü marşlarını bile unutmuş olan millete marşlarını yeniden hatırlattınız. Şimdi artık kızlı erkekli Türkler, yediden yetmişe Türkler meydanlara toplanıyor ve bir ağızdan “İzmir’in dağlarında çiçekler açar” diyor, “dağ başını duman almış” diyor. Dağ başını duman almışsa eğer, yürümek gerektiğini biliyor ve “yürüyelim arkadaşlar” diye haykırıyor. Komutanlarına reva görülenler karşısında yarın “yaşa var ol Harbiye” diye haykıracaklarından da şüpheniz olmasın.

“Türküm, doğruyum, çalışkanım... Varlığım Türk varlığına armağan olsun” kutlu andımızı kaldırmak ha!.. İşte meydanlar, işte rıhtımlar, işte aslanlı yollar... Her yerde Türk’üm, doğruyum var. Ne sanmıştınız siz? Neyi ortadan kaldıracağınızı sanmıştınız. Zihinlerinizdeki habis ve necis hangi tasarıları kolayca hayata geçirebileceğinizi sandınız? İşte Atatürk orada, bütün haşmetiyle duruyor. Biz Atatürk’ün ruhu dedikçe belki de alaylı gözlerle bize baktınız; ölülerden medet umduğumuzu sandınız. Ama ata ruhunun, ata mezarlarını ziyaretin efsanelerimize ve en az 2400 yıllık tarihimize uzanan bir büyük geçmişi olduğunu da unuttunuz. 10 Kasım günü bir milyonu aşan Türk, herhâlde bunu size açık bir şekilde anlatmıştır. Hâlâ anlamamakta direniyorsanız, direnirseniz efsanelerin, destanların ve tarihin içinden çıkacak olan Türk ruhunun bunu size acı bir şekilde idrak ettireceğini aklınızdan çıkarmayınız.

Ahmet B. ERCİLASUN, 17 Kasım 2013
bercilasun@hotmail.com