1. yüz (Toplam 1 yüz)

Sokak tartışması / Deniz YILDIRIM

İletiGönderilme zamanı: Çrş Ara 19, 2018 9:37
gönderen Oğuz Kağan
Sokak tartışması

Cumartesi, halkın algısında ekonomik sorunların güvenlik kaygılarının önüne geçtiğini; iktidarın ekonomiyi iyileştiremeyeceği için temel sorunları yeniden güvenlik zeminine taşımaya çalışacağını belirtmiştim. Nitekim işaretler yoğunlaştı.

Haftasonu Erdoğan’ın CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile gazeteci Fatih Portakal’a ağır şekilde yüklenmesi de bunun uzantısı.

Ve konu bir anda “sokak” tartışmasına sıkıştırıldı.

Muhalefetin sokak üstünden güçlendiği ülkelere dair iki çözümleme var siyaset biliminde.

İlki, demokrasinin olmadığı, sandığın geçersiz kılındığı ülkelerde kurumsal kanal bulamayan muhalif siyasetin sokak üstünden akmasına ve bunun rejim değişikliklerine kadar uzanmasına dayalı. Bu, rejim değiştirmek isteyen sokak. İkincisi ise temel hak ve özgürlüklerde, insan haklarında iyileştirme talebiyle bağlantılı olarak yükselen, demokratik protestolara dayalı sokak. Bu da mevcudu iyileştirmek isteyen sokak. İlki; sokağın kurumsal siyasetin yerine geçerek iktidarı değiştirmesi (devrim); ikincisiyse sokağın, yani demokratik protesto ve hak taleplerinin kurumsal/demokratik siyaseti beslemesi, güncellemesi, yer yer de tamamlaması hedefine yönelik (reform).

AKP Türkiye’de birincisinin gerçekleşeceğini söylüyor. Böylece hak arayışlarını da “güvenlik” riski, söylemi içine alıyor. Ama aslında hedefinde ikincisini bastırmak var. Kanıtlarla açayım.

Ortada ima ettikleri gibi sokak üstünden rejim değişikliği, “iktidarı devirme” arayışı var mı? Yok. Aksine, siyasetin kurumsal kanallardan akışının en yoğun şekilde hissedildiği dönemlerden birindeyiz; yani seçim/sandık döneminde. Türkiye’de yurttaş tüm hilelere, mühürsüzlüklere rağmen sandıkla bağını birçok ülkeye göre güçlü şekilde koruyor. Bizde siyasallaşmanın ana ekseni hâlâ sokak değil sandık.

Öyle ki 1 Kasım seçimlerinde ve 16 Nisan referandumunda yüzde 87.4 olan yurtiçi seçime katılma oranı, 24 Haziran’da yüzde 88.2’ye çıktı. Yani yurttaş sandığa henüz küsmemiş; aksine katılım oranı artmış. İktidarın iddia ettiği ve 15 Temmuz darbe girişimiyle bağlantılı olarak sunmaya çalıştığı gibi, sandıkla bağını koparan, sokak üstünden hükümeti devirmeye çalışacak bir girişimin sosyal, siyasal tabanı yok. Bunu geçelim. İktidar seçimlerde ne yapacak ki seçmenin sandıktan kopacağını, “rejim değişikliği isteyen sokak” seçeneğinin güçleneceğini düşünüyor? Ama bunu da soralım.

Bu nesnel tabloya bir de muhalefetin stratejisi üstünden bakalım. Muhalefet partileri seçmenlere “seçimi boykot edelim, bu iktidar seçimle gitmez” diye bir çağrı yapıyor mu? Yani bu nesnel tabloya seçim dışı bir müdahale çağrısı, hazırlığı ya da halkı sokakta koruyacak bir öncüsü var mı? Hayır. Aksine; herkes adayları, seçimi konuşuyor. Dolayısıyla muhalefetin iktidarı sokak üstünden devirmeye çalıştığı tezinin de gerçekliği yok.

İktidar bunu bilmiyor mu? Biliyor. Fakat hem “güvenlik” risklerini öne çekerek tabanı sıkılaştırıyor (seçime kadar); hem de kriz derinleştikçe artacağını düşündüğü ekonomik nitelikli iyileştirme taleplerini, demokratik/ barışçıl ve anayasal hak arayışlarını şimdiden “darbeci” ilan ederek korku salıyor, “izin vermem” diyor (seçim sonrası). Ekonominin kötüleşeceğinin itirafı aslında. “Maaşına zam isteme, geçinemiyorum deme, darbeci ilan ederim, ezerim”; söyledikleri bu. Bu sayede de krizin faturasını halka keserken, iç içe geçtikleri sermaye sınıfına da selam gönderiyorlar.

Bu açıdan özel olarak Kılıçdaroğlu ve Portakal’ın hedef alınması tesadüf mü? Kılıçdaroğlu’nun hangi açıklamasına yükleniyorlar? “Havalimanı işçileri hak aradı, hapse atıldılar. Bütün meydanların dolması lazımdı. Hak verilmez, alınır” açıklamasına. Niteliği rejim değişikliği mi, ekonomik hak arayışı mı? Ekonomi.

Fatih Portakal’ın hangi açıklamasına yükleniyorlar? “Haydi barışçıl bir eylemle zamları protesto edelim. Kimse çıkar mı?” açıklamasına. Niteliği rejim değişikliği mi? Hayır, ekonomi. Yani AKP, “rejim değişikliği isteyen sokak” algısını öne çıkararak aslında her türlü anayasal, demokratik/barışçı protesto ve hak talebini bastırmak istiyor.

Her şey açık; bu tartışma sadece “gündem değiştirme” değil; aksine ekonomiyle, krizle açıktan bağlantılı. İktidar kendi tabanındaki ekonomik rahatsızlıklarla siyasal muhalefetin birleşmesinden korkuyor. Bu yüzden ekonomik konuları güvenlik riski gibi yansıtıyor, kendi siyasi söylemi içinde hikâyeleştiriyor. Muhalefet, “gündem değiştiriyorlar, yanıt vermeyelim” demeden, ekonomiyle güvenliği kaynaştıran bir başka hikâyeyi siyaset olarak sunmalı. Cumartesi örneklerle açalım.

Deniz YILDIRIM, 19 Aralık 2018