1. yüz (Toplam 1 yüz)

Futbol ve Yolsuzluk - Gökhan Bozkurt

İletiGönderilme zamanı: Pzr May 03, 2020 11:47
gönderen İlteriş Kağan
Şanslıydım ki böyle insanlarla tanıştım. Yoksa 10 seneyi aşkın bir süredir bu sektörün içinde zaten kalamazdım. Hiç şüphesiz futbol sektöründe işini iyi yapan, dürüst ve namuslu kişiler var. Bu gerçeği asla göz ardı etmeden madalyonun öteki yüzüne bakacağız.
Resim
Konu geniş ve uzun. Bu yüzden bu yazı dizisini birkaç haftaya yayacağız. Bu hafta bir giriş yazısı niteliğinde olacak. Muhtemelen Türk yazılı medyasında bu konuyu en kapsamlı ele alan yazı dizisi bu olacak. İlerleyen haftalarda değinmediğimiz yolsuzluk yöntemi kalmayacak.

Şimdi bir durum değerlendirmesi yapalım.

Süper Lig ve TFF 1. Lig’de mücadele eden futbol takımlarına baktığımızda, birkaç başarılı örnek dışında çoğu takımın borç batağında olduğunu görüyoruz.

Bir takımın borcunun olması onun kötü yönetildiği anlamına gelmez. Yatırım, gelişim veya stratejik planlama kapsamında bir takım borç yükü altına girebilir.

Bu yazıda kastettiğim bu tür takımlar değil. Ancak uzun vadede sürekli borç batağında kalan, harcamalarına dikkat etmeyen, aynı hataları devamlı yapan bir futbol kulübü kesinlikle kötü yönetiliyor demektir. Kötü yönetimin başlıca 3 sebebi olabilir.

Yazının en başında altını çizerek belirtmek isterim ki futbol sektöründe benim de örnek aldığım, takdir ettiğim, doğruluğuna ve dürüstlüğüne kefil olabileceğim futbol menajerleri, futbol kulübü yöneticileri, başkanlar ve teknik direktörler var.

Kulüp yönetimi iyi niyetlidir, dürüsttür ancak beceriksizdir ve hataları pahalıya mâl olur.
Kulüp yönetimi iyi niyetlidir, dürüsttür, beceriklidir ancak futbol konusunda bilgisizdir. Futbol sektörünü bilmedikleri için etrafındaki kişiler tarafından kolayca kandırılırlar.
Kulüp yönetimi iyi niyetli ve dürüst değildir!


Her üç durumda da kulüplerin soyulması için bilerek veya bilmeyerek zemin hazırlanmış olur.

Burada araya girip değerli okuyucuların aklına gelebilecek bir soruyu da cevaplamak isterim. Bir futbol kulübünün soyulması halkı neden ilgilendirsin?

Herhangi bir fabrikadan, bir inşaat şirketinden, bir otelden farkı nedir?

Niçin bir gazetenin köşe yazısında yer kaplasın?

Eğer şirket değillerse, futbol kulüpleri özü itibariyle dernektir.
Dernek dediğimizde bile bazen yeterince somut anlaşılmıyor.
Bu yüzden en basit tabirle futbol kulüplerini şöyle tanımlayabiliriz; Sahipleri yoktur.
Halka hizmet için halkın malı olarak faaliyet gösteren kuruluşlardır.

Senin, benim gibi vatandaşlar derneğe üye olurlar, yönetirler, zamanları dolunca çekip giderler. Bir gönüllülük işidir.

Bu yüzden kanun dernek üyelerinin dernek üzerinden maddi çıkar elde etmesini yasaklar.

Yani ortada bir soygun varsa, oradaki para bir şahsın, bir şirketin parası değil, derneğin kendi faaliyetlerinde harcaması gereken paradır. Derneğin faaliyetlerinden faydalanabilecek, dernekle ilgisi olan, ona destek veren herkesin parasıdır.

Ayrıca kamu yararına dernek oldukları için devletten birçok ayrıcalık (vergi muafiyeti vb.) alırlar.

Özel şirketlerin tam mali şeffaflık ve iç/dış denetim gibi yasal zorunluluklardan, dernekler yasasından yararlanarak kurtulurlar. Devlet birçok ayni ve maddi yardımda bulunabilir.

Özellikle belediyeler halka hizmet olarak harcanması gereken milyonlarca lirayı spor kulüplerine destek olarak ayırabilir. Devlet, milyonlarca lira para harcayarak tesisleşmelerine, stadyum yapımına katkıda bulunabilir. Tüm bunlar halkın parasının spor kulüplerine harcanması demektir. İşte bu yüzden o dernekleri yöneten yöneticilerinde halka karşı büyük bir şeffaflık mecburiyeti vardır. Bu şeffaflık olmadığında ve dernek halka hizmet için değil, birkaç kişiye hizmet etmek için kullanıldığında gazetelerin ve halkın bunu sorgulaması, eleştirmesi hakkı ve görevidir.

Peki, bu yolsuzluk süreci nasıl işler? Çeşitli aktörler farklı zamanlarda farklı yöntemler kullanabilir. Peki, bu aktörler kim olabilir?


Futbol kulübü yöneticileri
Futbol kulübünün idari ve teknik personeli
Futbolcu menajerleri
Şehrin önde gelen siyasetçileri


Sonraki yazılarımda tüm bu aktörlere ve yöntemlerine teker teker değineceğim.

Ancak şunu da belirtmek gerekir ki yapılan yolsuzlukları hukuk önünde kanıtlanması oldukça zordur. Resmiyette her şey kılıfına uydurulur. Bu durum sistemin büyük bir açığıdır. Futbolumuzdaki en etkili denetleme sistemi maalesef ‘zengin iş adamı, yapmaz öyle şey’ cümlesidir. Zaten bu cümlenin kendisi bile ahlaki bir sorundur. Çünkü, dürüstlük gelir seviyesiyle ilgili değil, ahlak seviyesiyle ilgili bir kavramdır.

Türk futbolunda Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) yetkilerinde ve etkisinde bir denetleme kurumu yoktur. Bu işi görünürde Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) yapıyor gibi gözükse de TFF’nin yaptığı evrak-belge toplamak ve arşivlemekten öteye gitmez.

Aristo ‘İnsanları iyi yapan yasalardır’ der. Milyonlarca Euro garanti geliri olan derneklerin kaderi insanların iyi niyetine bırakılamaz. Ünlü Çinli filozof Han Fei, insanı kontrol etmek için yasaların ve düzenin gerekli olduğuna vurgu yapar.

Milyon Euroların döndüğü bir sektörde ‘iyi insandır, yapmaz’ gibi bir düzen kabul edilemez.

Bu yüzden herhangi bir kulüpte bir soygun varsa, bu başta TFF ve Spor Bakanlığı olmak üzere ilgili tüm kurum ve kuruluşların denetlemeyi yeterince sıkı ve etkili yapmamasından kaynaklanır.

Denetim, yönetimin temel fonksiyonlarından birisidir.

Denetim yoksa orada yönetim yok demektir.

Peki, bu sıkı denetim niçin yapılmaz? Neden gerekli yasalar çıkmaz? Bu soruları siz değerli okuyucuların düşünmesi için buraya bırakalım ve ‘hırsızın hiç mi suçu yok’ misali esas konumuza geri dönelim. Zamanı geldiğinde kapıyı açık bırakanlara da mutlaka değineceğiz.

Bir sonraki yazıda sizi yolsuzluğun başrol aktörlerinden ‘kötü niyetli kulüp yöneticileri’ ve taktikleri ile tanıştıracağım. Sizler de futbol dünyasının karanlık ve tozlu koridorlarında benimle bir gezintiye çıkmaya hazırsanız, kemerlerinizi bağlayın.

https://www.aykiri.com.tr/yazarlar/gokh ... suzluk/19/

Kulüpler nasıl dolandırılır: Transfer piyasasının kirli yüzü - Gökhan Bozkurt

İletiGönderilme zamanı: Sal May 05, 2020 4:06
gönderen İlteriş Kağan
İki haftalık ısınma turlarından sonra futbol dünyasının karanlık dehlizlerine derin bir dalış yapma zamanı geldi.

Bir futbol kulübü en kolay dürüst olmayan yöneticilerin eliyle soyulur. Futbol kulüplerinde yönetim kurulu olsa bile, aslında başkan tek adamdır. Çoğu futbol kulübünde yönetim kurulları kanunun ilgili maddesi gereğince formalite icabı en az 7 kişiden oluşur ancak futbol kulübünü yönetenlerin gerçek sayısı 2-3 kişiyi geçmez.
Resim
Bu kişiler kulübün kasasını boşaltmak isterse, önlerinde onları engelleyebilecek, denetleyebilecek hiçbir güç yoktur. Kulübü istediği gibi yönetmekte serbest olan birkaç yönetici, çim saha yapımından tutun da tesisleşmeye kadar birçok farklı alanda isterse yolsuzluk yapabilir.

Tüm bu yolsuzlukları kılıfına uydurmak çok basittir. Örneğin, ‘Neden Antalya’dan 100 bin dolara değil de, Hollanda’dan 1 milyon dolara çim getirdin?’ sorusuna ‘Çünkü daha iyi olduğunu düşündüm’ şeklinde bir cevap vermesi yeterlidir. Yasal bir soruşturmaya yer kalmaz. En fazla beceriksizlikle suçlanır ve dönemi bitince işin içinden sıyrılır. O 1 milyonun Hollanda’ya gittikten sonra başka bir yerlere transfer edilip edilmediği asla bilinemez.

Soygunun en büyük bölümü oyuncu transferlerinde gerçekleşir. Transfer işi biraz karmaşık ilişkileri gerektirir. En klasik soygun yöntemi kulüp yöneticisinin yeni transferlerde maaşları şişirme yöntemidir. Sektörde buna ‘oyuncu maaşı üzerinden soygun’ adı verilir.

Özetle bu hırsızlık şöyle işler: Diyelim ki bir futbolcu kulüple anlaşmak için 500 bin Euro istiyor. Kulübü yöneten yönetici ise 500.000 Euro değil, 750.000 Euro teklif ediyor. Evet yanlış okumadınız. Pazarlık yapıp fiyatı indirmesi gerekirken aksine yükseltir. Ancak bunun gerçekleşmesi için bir şartı vardır. Futbolcu 550.000 Euro alacak, geriye kalan 200.000 Euro’yu kulübün işaret edeceği bir futbolcu menajerine komisyon olarak verecektir. Bu her ay düzenli ödeme şeklinde de olabilir, ‘peşinat’ adı altında bir kerede yapılan bir ödeme de olabilir.

Futbolcu için hava hoştur. Çünkü istediğinden daha fazla bir para alacaktır. Ayrıca futbolcu için yasa dışı bir durum da yoktur. Futbolcu menajerlere komisyon ödeyebilir, bu yasaldır. Dolayısıyla futbolcu bu teklifi kabul eder. Böylece kulübün 200.000 Euro’su soyulmuş olur. Elbette bu görüşmeleri asla yöneticinin kendisi yapmaz. Onun ‘tanımadığı’ bir menajer yapar. Sonra birbirini ‘tanımayan’ bu kişiler tesadüfen ünlü bir tatil beldesinde denk gelirler. Birlikte bir yemek yenir. Ama güzelce yenir!

Bu yöntem her yeni transferde sezonda defalarca tekrarlanabilir. Aynı kaynaktan beslenenler, aynı amaca yönelirler. Kaynakları komisyon olan yöneticilerin yöneleceği kişiler de daha çok komisyon alacağı menajerler olur. Bu kısır döngü sürüp gider.

BONSERVİS ÜZERİNDEN SOYGUN
Alternatif bir yöntem olarak oyuncu yurtdışına satılırken de soygun yapılabilir. Buna sektörde ‘bonservis üzerinden soygun’ denilir.

Özetle bu hırsızlık şöyle işler: Diyelim ki kulübün bir oyuncusu başka bir takıma 5 milyon Euro’ya satılıyor. Bu kulübün kasasına 5 milyon Euro girmesi demektir. Normal şartlarda bu oyuncu için kulübe teklifi getiren menajer, yani kulübün 5 milyon Euro kazanmasını sağlayan gerçek menajer kulüpten %10 oranında bir komisyon talep edebilir. Çünkü kulübün malını satarak kulübe para kazandırmıştır ve bunun karşılığında bir hizmet bedeli talep etmesi hakkıdır ve yasaldır. Buraya kadar her şey normal işler.

Ancak bu fırsatı kaçırmak istemeyen bazı cingöz yöneticiler, transferde hiçbir katkısı bulunmayan başka kişileri de operasyona dahil ettiğinde yolsuzluk başlar. Yıl sonu bütçelerde, 5 milyon transfer gelirinin komisyonu olarak 1 milyon dağıtıldığı yazılır. 4 milyon gelir için 1 milyon harcandığını gören genel kurul üyeleri genellikle buna itiraz bile etmezler. Konu kapanır. Her şey kılıfına uydurulmuştur. Buradaki dikkatli gözlerin soracağı esas soru şudur: Diğer 500 bin Euro komisyon kime ve neden verildi?

Bir gün takımınızın sattığı bir oyuncu için konuyla hiçbir alakası olmayan bir menajerin kulüp adına görev aldığını duyarsanız, bu yazımı düşünün.

Benzer yöntemler yurtdışından Türkiye’ye gelen transferlerde de yapılabilir. Burada çeşitli yöntemler uygulanır. Birinci yöntem kulüp adına bir menajerin görevlendirilmesidir.

Burada belirtmek isterim ki, işin özünde kulüp kendi adına görüşme yapması için menajerlere yetki verebilir. Bu yasal ve doğal bir olaydır. Kulüp bir menajerin bilgisine, dürüstlüğüne güvendiği için onunla çalışmak isteyebilir. Burada dikkat edilmesi gereken hassas nokta şudur. O menajer artık görüşmeleri kulüp adına yapıyordur. Yapmalıdır. Yani her cümlesinde ve hareketinde kulübün menfaatini korumak asli görevidir. Artık kulübün adamıdır, kendi ‘menajerlik’ işinin değil. Komisyon kaybedeceğini bile bile gerekirse masadan kalkabilen ve kulübün yararına olmayacak hiçbir transferi yapmayan bir menajer olmalıdır. Kulüp adına yetkilendirilen menajer böyle davranmıyorsa cingöz yöneticilerle iş tuttuğundan şüphe duymamız gayet doğal bir sonuç olacaktır.

Biraz somutlaştırarak anlatmaya çalışayım. Bir yöneticinin bir menajere yetki vermesi durumunda, söz konusu oyuncu mutlaka kulübün bulduğu, scouting departmanının önerdiği bir oyuncu olmalıdır. Ayrıca menajere kulübün çıkabileceği maksimum bütçe verilir ve bu şartlar altında anlaşması halinde bir hizmet bedeli ödenir. Yani, oyuncuyla 3 liraya anlaşması için görev verilen menajere, 5 liraya anlaşılırsa bir hizmet bedeli ödenmez. Ödenmemesi gerekir çünkü o menajer işini yapmamıştır. Zaten aklı başında bir yöneticinin de 3 lira bütçe ayırdığı bir oyuncuyla asla 5 liraya anlaşmaması gerekir ancak bu bir başka konu. Futbol yönetimiyle ilgili yazılarımızda bu konulara da değineceğiz.

Bir diğer önemli nokta böyle bir yetkilendirmenin sadece kulübün bu pazarlıkları yapacak insan gücüne sahip olmaması durumunda makul karşılanacağıdır. Kulüp bünyesinde çalışan, 3 yabancı dil bilen, futbol piyasasında yer edinmiş bir futbol idarecisi hâlâ bir başka menajere yetki veriyorsa orada soru işaretleri doğar.

Eğer bir futbolcu menajeri kulübe kendisi oyuncu öneriyor, sonra da kulüp o menajerin önerdiği o oyuncu için yine aynı menajeri kulüp adına yetkilendiriyorsa, artık o operasyon her türlü yolsuzluğa açık hale gelmiş demektir. Gerçekte 3 liralık bonservis bedeli olan bir oyuncuyu 8 lira olarak gösterip, 1 ay süren pazarlıklar neticesinde 5 liraya indirmiş ‘başarılı’ bir menajer olarak ün salmak için ortam hazırdır. Operasyon bittiğinde satan kulüpten ve alan kulüpten komisyonlar alınır. Görev veren kulüp yöneticisi ile ünlü bir tatil beldesinde bir yemek yenir. Ama güzelce yenir!

BU KULÜBE BENSİZ GİREMEZSİN
Bir başka yöntem ise ‘bu kulübe bensiz giremezsin’ taktiğidir. Kulüp yöneticisi ile bir şekilde anlaşılır. Kulüp kiminle anlaşacak olursa olsun transfer görüşmesine mutlaka ‘bir menajer’ dahil edilir. İş yapmak isteyen diğer menajerler mecburen ‘bu kişi’ ile görüşürler ve hakları olan komisyonları mecburen bölüşmek zorunda kalırlar.

Kendisine veya siyasi tanıdıklarına güvenen bazı kulüp yöneticileri o kadar rahattırlar ki, bazen komisyon paylaşmayı bile kabul etmezler ve alenen futbolcuya ‘ bu kulübe gelmek için menajerini bırak, şu menajerler anlaş’ talimatı bile verebilirler.

Transferlerde FIFA’nın önerdiği komisyon oranı %3’dür. Ancak kabul etmek gerekir ki futbol piyasasında %3 uygulanmaz. Yazılı olmayan ama ‘yasal’ kabul edilen oran %5-%10 arasındadır. Aklı başında bir kulüp yöneticisi %7,5’u geçmemeye gayret gösterir. Eğer uğruna mücadele edilen yeni transfer ‘bulunmaz Hint kumaşı’ değilse - Türkiye’ye gelenlerin hiçbirisi değildir – bir kulübün %10’dan daha fazla komisyon vermiş olması mümkün değildir! Mümkün oluyorsa, ünlü bir tatil beldesinde yemek sofrası yine kurulmuş demektir. Hikayenin bu kısmını artık iyi biliyorsunuz.

İMZA PARASI
Bonservisi olmayan oyuncuların transferleri de kötü niyetli yöneticiler için bulunmaz bir fırsattır.

Bonservisi olmayan oyunculara ‘imza parası’ adıyla ek ödemeler yapılır. İmza parası yasal değildir demek istemiyorum. Evet, bazen verilebilir ancak imza parasının arkasında yatan bir mantık vardır. Oyuncunun mutlaka çok değerli olması ve birçok kulübün aynı oyuncu için yarışması gerekir. Yani yönetici şu soruyu sormalıdır: ‘Ben bu oyuncuyu imza parası vermeden almaya çalışsaydım alabilir miydim?’ Cevap mutlaka ‘hayır, alamazdım’ olmalıdır.

Kısacası, gerçek piyasa değeri 8 milyon Euro olan bir oyuncunun, bonservisi yoksa ve kulüp 2 milyon imza parası verip diğer tüm rakiplerinin önüne geçerek o oyuncuyu ikna ediyorsa, bunun bir mantığı vardır çünkü kulüp 6 milyon Euro kâr elde etmiş olacaktır. Ancak takımından ayrılan ve 3 büyükler dışında hiçbir takımda o kadar yüksek maaşları bulamayacak bir oyuncuya, yani aslında 3 büyüklere gelmeye dünden razı olan bir oyuncuya bir de büyük bir imza parası ödeniyorsa orada ya beceriksiz, ya bilgisiz ya da cingöz bir yönetici vardır. Böyle durumlarda o imza paralarının bir kısmı genellikle ‘başka yerlere’ gider.

SON VOLE
Bir başka yöntem ‘son vole’ taktiğidir. Kulüpte 10-15 senedir futbol oynayan, 30 yaşını çoktan geçmiş, kariyerinin sonuna gelmiş ve sözleşme yenilenmediği taktirde kesinlikle daha iyi bir takım ve maaş bulamayacak vasat oyuncularla sözleşme yenilenirken menajerine büyük meblağlarda komisyon ödenmesi hadisesidir. Senelerdir aynı takımda olan kişilerin menajerleri zaten yönetimlerle içli-dışlı olur. Dürüst olmayan yönetici ve menajerler için bu bulunmaz bir ‘iş fırsatı’ yaratır. 10-15 senelik hizmet karşılığı bir vefa göstergesi olarak ‘ihtiyaç olmasa bile’ sözleşme yenilemek belki anlaşılabilir ama hâlen menajerine komisyon ödemek anlaşılamaz. Burada ya beceriksiz, ya bilgisiz ya da cingöz bir yönetici vardır.

FESİH TAZMİNATI
Bir başka metot ‘fesih tazminatı’ taktiğidir. Bir teknik direktörle veya futbolcu ile 3 senelik anlaşılır. İmzalar atılır. 1 ay sonra ‘haksız’ fesih edilir. Haksız fesih demek geriye kalan 3 senelik maaşın hepsini ödeme zorunluluğu demektir. Bazen de ‘karşılıklı anlaşılarak’ ayrılır. Futbolcumuz veya teknik direktörümüz sadece 1 ay çalışmıştır. 3 senelik alacağının yarısını tazminat olarak alır ve ayrılır. Spor medyası ‘helal olsun, istese hepsini alabilirdi’ diye yorumlar yapar. Evet, bence de helal olsun.

MODASI GEÇEN TAKTİK, BORÇ VERME
Günümüzde nispeten önü biraz kesilmiş olsa da eskiden ‘borç verme’ taktiği de vardı. Zengin iş adamı kulübe kendi cebinden borç verirdi (hibe değil). Herkes kulübe can suyu oldu diye alkışlar, büyük başkan omuzlara alınırdı. Aslında bu basit bir ‘hayali ticaret’ cingözlüğüdür. Diyelim ki cebimden kulübe 1 milyon lira borç verdim. Sonra verdiğim bu borç parayı, yine kendimin yapacağı bir transferde kendimin belirleyeceği bir menajere ödedim. Bu menajerden bu paranın 900 bin TL’sini geri aldım. Bu süreçte kulüp de bana 1 milyon borçlandı mı? Oldu mu size benim 1 milyon, birden 1 milyon 900 bin TL. Benzer şekilde futbol fonları da büyük yolsuzluklara açık kapı bırakıyordu, neyse ki FIFA duruma uyanıp fonları ve 3. şahıs şirketlerini yasakladı.

Sevgili futbol severler, bunları niye yazıyorum?

Takımınızı destekleyin, sevin ancak her şeyi ve herkesi alkışlamayın.

Siz karda, kışta, yağmurda stadyuma giderken, cebinizdeki son 10 lirayı takımınızı desteklemek için harcarken, birilerinin sizin bu ilginizi ve sevginizi istismar etmesine izin vermeyin.

Aklınızı kullanın.

Aklınızın almadığı, mantık sınırlarını zorlayan hataların sık sık olduğu yerde sorgulamaya ve eleştirmeye başlayın.

Bir önceki yazımızda dediğim gibi, bu sizin en doğal hakkınız ve göreviniz.

https://www.aykiri.com.tr/yazarlar/gokh ... i-yuzu/22/

Para oyunları - Gökhan Bozkurt

İletiGönderilme zamanı: Pzr May 10, 2020 6:07
gönderen İlteriş Kağan
Son yılların en popular dizilerinden birisi ‘Taht Oyunları’ dizisiydi. Özellikle transfer dönemlerinde dizi senaryosunu aratmayacak cambazlıklar, akıllara durgunluk getirecek planlar futbol dünyasında da oynanır. Ben bunlara kısaca futbol dünyasının ‘Para Oyunları’ diyorum.

İşini iyi ve düzgün yapan namuslu menajerleri tenzih ederim ama futbol dünyasında ‘para oyunları’ denilince akla ilk gelen kişiler menajerlerdir. Maalesef futbolda yolsuzluğun en büyük kısmı menajerler vasıtasıyla gerçekleşir.

Bu sorunu anlamak için ‘kimler futbolcu menajeri olabilir?’ sorusuna cevap vermek iyi bir başlangıç noktası olacaktır. Cevap veriyorum: Herkes! Bu işin bu kadar karanlık ve şaibeli bir meslek haline dönüşmesinin birincil nedeni budur. Milyon dolarların döndüğü bu mesleğe giriş kontrolü ve süreç denetimi neredeyse hiç yoktur.

Aslında bu durum hep böyle değildi. Eskiden FIFA İngilizce bir sınav hazırlardı. Bu sınav İsviçre’den bütün ülke federasyonlarına gönderilir ve yabancı dilde yapılırdı. Sorular da oldukça zordu. Futboldan ziyade matematik problemini andıran ‘yetiştirme tazminatı’ sorularından, ülkenin futbol kanununa, talimatlara ve kurallara kadar adayın birçok zorlu ve haklı soruya cevap vermesi gerekirdi. Sınava girenlerin genelde %10’u başarılı olur, geriye kalanlar lisans alamadan elenirdi.

Hoş, biz o zamanlar bile yolsuzluğun yolunu bulmuştuk. Tamamen İngilizce olan sınavdan, İngilizcenin i’sini bilmeyen kişilerin başarıyla nasıl geçtiğini daha dün gibi hatırlıyorum. 2011 menajerlik sınavında soruların ‘bazı kişilere’ verildiği ortaya çıkmış ve büyük bir futbol skandalı patlak vermişti. İlgilenen okuyucular internetten o günlere dair belgelere kolayca ulaşabilir.

Zaman içinde FIFA bu sınavı ve lisans sistemini iptal etti. Bu bile aslında menajerlerin FIFA üzerinde nasıl bir lobi ve baskı gücü olduğunu gösterir.

Artık isteyen herkes bulunduğu ülkenin federasyonuna başvuruyor. Süreç oldukça basit birkaç evrak işinden ibaret.

Sorun burada da bitmiyor. Lisans sisteminin aksak ve eksik olması şöyle dursun, zaten transferlerin çoğu lisansı olmayan kişiler tarafından yapılıyor. Sektörde bu kişilere ‘çantacı’, ‘komisyoncu’, ‘simsar’ denilir. Sayıları oldukça fazladır. Kış transfer sezonunda Antalya’da takımların kamp yaptığı herhangi bir otele gidin. Otelin lobisinde göreceğiniz her 10 kişiden 7’si bu tiplerdir. Hayatlarında 1 maçını bile izlemedikleri futbolcuları ‘çok iyi’ diye kulüplere pazarlamaya kalkarlar.

Aslında FIFA kurallarına göre lisanssız bir menajerle çalışmak yasaktır ancak pratikte buna hiç kimse uymaz. Futbolda yazılı olmayan bir kural vardır: Önemli olan işi bitirmektir. İşi kim bitirirse kulüpler onunla çalışılır.

Hâl böyle olunca da başkanın amcası, yeğeni, hatta öz oğlu… Teknik direktörün kuzeni, abisi, komşusu… Futbolcunun dayısı, arkadaşı, berberi… Siyasetçinin akrabası, şoförü, arkadaşı… Aklınıza kim gelirse bu sektöre girmeye çalışıyor. Tam bir cümbüş, tam bir ‘Gel, kim olursan gel’ felsefesi.

Altını kalınca çizmek ve belirtmek isterim ki bir menajerin yaptığı iş karşılığında komisyon alması yasal hakkıdır ve bunda yanlış hiçbir şey yoktur. Menajerleri öcü gibi görmek yanlıştır. Avrupa’da üst düzey kulüpler menajerleri önemli iş ortakları olarak görürler ve saygı duyarlar. Ben de bu kanıdayım ve işini layıkıyla yapan tüm menajerle saygı duyuyorum. Futbol piyasasının önemli ve gerekli unsurlarıdır. Ancak yukarıda bahsettiğim gibi mesleğe giriş çok kolay olduğu için, futbolumuzun denetimsiz ve çarpık sistemi içerisinde kolay para kazanmak isteyen herkese gün doğar! İşte sorun da tam burada başlar.

Şimdi bazı cingöz menajer yöntemlerine göz atalım.

Şişirme Maaşlar

En klasik yöntem menajerin alıcı kulübe bilerek ve kötü niyetle yanlış ve yalan bilgi vermesidir. Özetle bu hırsızlık şöyle işler: Diyelim ki futbolcu 250.000 Euro maaş karşılığında bir takımla anlaşmaya razı. Kulüple görüşen menajer ise oyuncunun 400.000 Euro istediğini söyler. Bu ilk yoklamadır. Kulüp bu paraya çok derse yeni palavralar hazırdır. Menajer başkanı arar.

‘Başkanım oyuncu benim ‘evladım’ gibidir. Sözümden çıkmaz, sizin hatırınız için indirim yaptıracağım…Bana bir-iki gün verin.’

Yalanın bini bir para. Göstermelik 1-2 gün geçer. Menajer yine arar. Müjdeli haberi verir!

‘Başkanım çok uğraştım, 350.000 Euro’ya indirdim.’

Halbuki oyuncunun hiçbir şeyden haberi yoktur. Bu esnada menajer ‘seni alacaklar, bekle’ diyerek futbolcuyu da oyalar.

Kulüp genellikle fazla alternatifi olmadığı için teklifi bir noktada kabul eder. Teklif kabul edilince menajer bu sefer oyuncuyu arar.

‘Kardeşim senin iş tamam, ama kulüp yönetiminden birkaç kişiye para yedirmemiz lazım. Şimdi sana 350.000 verecekler, sen sonra 100.000 Euro’sunu bana vereceksin. Ben de bu parayı dağıtacağım’ der. Burada alenen yönetime iftira atar. Yönetimin olup bitenden haberi olmadığı gibi, böyle bir talebi de hiç olmamıştır.

Oyuncu istediği maaşı aldığı için ve komisyon vermesi yasal olduğu için işi kurcalamaz ve kabul eder. İmzalar atılır. Cingöz menajerimiz bu transferde 100.000 Euro oyuncudan, %10 komisyon 35.000 Euro’da kulüpten alır. Normal şartlarda aklı başında bir kulüp yöneticisinden alacağı maksimum hizmet bedeli %5-%7,5 arası komisyonla en fazla 26.000 Euro iken, 135.000 Euro’yu cebe indirir. Monaco sahillerine doğru yolu çıkar. Bilgisiz ve tecrübesiz yöneticiler de ‘helal olsun adama pazarlık yaptı maaşı indirdi’ diye avunurlar. Evet, indirdi ama maaşı değil.

Aynı taktiği, futbolcu ile alenen konuşup yapanlar da vardır. ‘Ben sana istediğin maaşı bulacağım ama üstü benim olacak, tamam mı?’

Yazımı okuyan futbol yöneticileri varsa, benden size bir amme hizmeti. Sözleşmelerdeki küsüratlar genelde menajerlere gider. Örneğin maaş senelik 315.000 Euro ise, muhtemelen o 15.000 Euro her sene menajere gidecektir. Veya yatırılması hemen istenen peşinatlar… Avanslar… Veya gelecek senelerde artarak devam eden maaşlar...

Burada şunu da eklemem gerekir. Bir menajer futbolcunun maaşından pay alabilir. Eğer sözleşme de açıkça belirtiliyor ve kulüp-oyuncu-menajer yani üç taraf da bunu biliyor ve kabul ediyorsa sorun yoktur. Ancak bu durumu kulüpten saklıyorsa ve üstüne bir de kulüpten ek komisyon alıyorsa işte bu durum etik ve ahlaki değildir. Bahsettiğim yöntem budur ve maalesef sıklıkla uygulanır.

Eğer bu satırları okuyan bir futbol kulübü yöneticisi varsa şu değerli önerimi de mutlaka uygulasın. İlgilendiğiniz bir futbolcunun maaşını güvendiğiniz en az 2 ayrı menajerden sordurun. İki menajer de birbirinden habersiz aynı oyuncu için size bilgi toplasın.

Bir Süper Lig kulübüne danışmanlık verdiğim yıllarda bu yöntemle kulübümüzü en az 2 milyon Euro zarardan kurtarmıştık. En güvendiğimiz kişilerin bile maaşlarını şişirdiğini görmek bizi üzüyordu ama işimizi iyi yapmanın mutluluğu baskın geliyordu. Bu işte o kadar iyi olmuştuk ki uzunca bir dönem birçok ‘cingöz’ futbolcu menajeri kulübümüze oyuncu önermeyi kesmişti. Telefonlarımız susmuştu. Çünkü biliyorlardı ki dedikleri her rakam kontrol edilecek ve ceplerine ekstra hiçbir şey giremeyecek.

İngiliz futbolunda bu taktiğe ‘Trust but verify’ denilir. En güvendiğiniz kişilerden gelen bilgileri bile mutlaka kontrol ettirin. Önceki yazılarımda belirttiğim gibi milyon Euroların döndüğü bir sektörde ‘iyi adamdır, yapmaz’ diye bir denetim sistemi asla kabul edilemez.

Sahte Belgeler

Cingöz menajerler oyuncu transferlerinde avantajlı konuma geçmek için belgede sahteciliğe de başvurabilirler. Bunun en tipik örneği; Photoshop ile sahte ‘yetki’ belgesi hazırlamaktır. 5 dakika içinde dünyanın en iyi kulübünün veya yıldız bir oyuncunun yetkili kıldığı bir menajer haline bürünebilirler. Bu belgeleri birebir toplantılarda cep telefonundan veya Ipad’den gösterirler ki ileride başlarına hukuksal bir sıkıntı gelmesin. Belgeyi yollamaları gerektiğinde ise ‘resmi’ olmayan bir e-mail hesabından gönderirler. İleride bir sorun olursa, ‘benim haberim yok, bu e-mail adresi benim değil ki’ deyip işin içinden sıyrılırlar.

Bu sahte belgeler sayesinde ‘O oyuncunun yetkisi bizde’ diyerek tecrübesiz bir kulüp başkanını kolayca ikna edebilirler. Sonra daha önce hiç görüşmedikleri o oyuncuya gidip ‘kulübün yetkisi bizde, seninle ilgileniyoruz’ diyerek oyuncuyu ikna ederler. Aslında birbirleriyle hiç alakası olmayan iki tarafı ortada buluşturup işi bitirmeye çalışırlar.

Bazen o kadar ileri giderler ki ‘sahte teklif’ bile hazırladıkları olur. Bunu genelde bir futbolcunun yetkisini almak veya nabız yoklamak için kullanılar.

Bu tiplerin baştan aşağıya yalan ve sahtecilik üzerine iş yaptıklarını kabul etsek de becerikli olduklarını itiraf etmemiz gerekir.

Olta Taktiği

Bu taktikte bahsi geçen ilk oyuncu yem olarak kullanılır. Ya başkan veya teknik direktör ile iyi ilişkiler kurmak için ya da bir başka oyuncuyu pazarlamak için bu taktiğe başvurulur.

Sistem kısaca şöyle işler: Diyelim ki bir menajer kulüp başkanına veya bir teknik direktöre ulaşmak istiyor. Futbol piyasasında telefon numaralarına ulaşmak çok kolaydır. Önemli olan dikkat çekip, pazarlık masasına oturabilmektir. Cingöz menajer dikkat çekmek için çok iyi bir ligden, çok iyi bir oyuncu ismi önerir ve fiyatını da çok uygun şekilde yazar.

‘Merhaba Sn. Başkanım, 10 senedir Premier Lig’de oynayan İngiliz Milli Takımı oyuncusu James’i 500.000 Euro maaşla getirebilirim. İlgilenir misiniz?’’

İsmi ve şartları gören başkan veya teknik direktör ya hemen geri döner ya da ilgilenmesi için takımın idari menajerine görev verir. Böylece ilk kontak başarıyla kurulur. Yüzlerce menajerin arasından sıyrılıp öne geçilmiştir.

1 hafta kadar iddia edilen o oyuncu hakkında yazışmalar, görüşmeler devam eder. Hatta menajer takımın resmi teklif hazırlayıp göndermesini bile ister. Akşam yemeğinde oyuncuyla yüz yüze görüşüp teklifi göstereceğini iddia eder. Oyuncunun Türkiye’ye geliş günü gibi ayrıntıları konuşur. Bu noktada tek önemli olan inandırıcılığı arttırmaktır.

İşin püf noktası; tüm bu iletişim esnasında menajer saygılı, para konuşmayan, düzgün bir kişi izlenimi vermelidir.

Senaryonun sonu hep aynı biter:

‘Başkanım, Premier Lig’den bir başka takım bizim oyuncuya 3 katı maaş verdi, maalesef bize gelmekten son anda vazgeçti’

Birkaç ah-vah’tan sonra olay kapanır. Menajer işini çok iyi yapmıştır! Ah o son anda çıkan takım olmasaydı!

Artık o menajer kulüp içinde İngiltere’den bile yıldız oyuncuyu getirebilecek kapasitede güvenilir bir menajer olarak algılanır. Bir sonraki transfer sezonunda mutlaka aranır. Ve cingöz menajerimiz bu fırsatı eline geçirdiğinde ‘dandik’ bir oyuncuyu değerinin kat be kat üstünde satar ve ömür boyu yetecek emeklilik ikramiyesini alır.

Bu kadar uzun dönemli plan yapmayan menajerler aynı taktiği başka bir oyuncu önermek için uygularlar. Sistem tamamen aynı işler! Her şey yolunda giderken son anda bir başka kulüp oyuncunun aklını çelmiştir.

‘Kısmet değilmiş başkanım. Ama elimizde onun kadar iyi olan ‘bir başka’ oyuncu var. İster misiniz?’

İlk oyuncuyla uzun bir zaman kaybetmiş ve medya baskısı yiyen alternatifsiz yönetimler oltaya düşer. Hayırlı işler.

Beni Ne Doktorlar Ne Mühendisler İstedi Taktiği

2020 yılında hâlâ bu taktiğe inanan ve maaşları arttıran kulüp yöneticileri varsa, aslında bırakalım kandırılsınlar. Çünkü bu onlara müstahaktır. Neyse lafı uzatmaya gerek yok. Bu taktikle karşısına gelen menajerler için Monchi yıllar önce gereken cevabı vermişti.

"Eğer toplantı esnasında bir menajer bana ‘Bizi Chelsea’den, Madrid’den istiyorlar’ gibi laflar söylemeye başlarsa masadan hemen kalkarım. Çünkü Chelsea’den teklif varken oyuncusunu hâlâ bana satmaya çalışan bir menajer dürüst bir menajer değildir."

Futbol ve Siyaset - Gökhan Bozkurt

İletiGönderilme zamanı: Cmt May 30, 2020 4:30
gönderen İlteriş Kağan
Bu hafta futbol-siyaset ilişkisine değineceğiz. Futbol ve yolsuzluk dosyası siyasete dokunmadan tamamlanamaz. Bilgin Gökberk bir yazısında şöyle demişti: ‘Top medyası çok akıllıdır, hangi toplara girmeyeceğini iyi bilir’. Katılıyorum. Bu konuları medyada pek kimse yazmaz. İşine gelmez. Çünkü tıpkı futbolda olduğu gibi ‘özgür’ medyada da siyasetin etkisi fazladır.

Siyaset ve spor ilişkisi sadece bugünün sorunu değildir. Yalnızca içinde bulunduğumuz dönemi, tek bir partiyi hedef alırsak yanılırız. Bu sorun bugün olduğu gibi dün de vardı. Ülkemizde siyaset-spor (futbol) ilişkisi hep olmuştur. Bu son 50 senenin kronikleşmiş bir sorunudur. Entelektüel tartışmalar kişileri değil, fikirleri ve olguları ele alır. Futbol-siyaset ilişkisi bu yüzden herkesin tartışması gereken önemli bir konudur.

Şu soruyla başlamak yerinde olacaktır. Bir siyasetçi, belediye reisi, bir milletvekili veya bir bakan futbol ile neden ilgilenir? Düşünen beyinler için cevap aslında basittir: İşin kolayına kaçmak için! Şöyle açıklayayım. Toplumu yönlendirmede futbol oldukça etkin bir araçtır. Siyasetçiler futbol başarılarından kendilerine pay çıkartır ve futbol üzerinden halka ‘hizmet ediyor, çok çalışıyor, bak şehrimize destek oluyor’ izlenimi gönderir.

Bu aslında duygusal bir sömürüdür. Planlar yapıp, kafa patlatıp, emek verip spor ve doğa şehirleri kurmakla, uzun vadeli ve kalıcı spor politikaları üretmekle, sağlıklı ve sporcu nesiller yetiştirmekle kim neden uğraşsın ki? Ne gerek var? Şehrin takımına 3-5 iyi transfer yap, poz ver, bir üst-lige çıkart. Halkın parasını halkın bir kısmının 3-5 günlük mutluluğu için çarçur et ve bunun üzerinden oy kapmaya çalış. İşleyen kurnazlık budur. Halk bunu istediği ve buna kandığı sürece, bize laf düşmez. Hayrını görsünler.

Esas konumuza dönelim ve siyasetin müdahil olduğu futbol olaylarına bir göz atalım.

Futbol kulübünü yöneten başkan ve yöneticiler iktidar ile ‘papaz olmamak’ ve belediyenin kaynak ve imkânlarından mahrum kalmamak için genelde siyasi otoritenin müdahalelerine karşı koymakta zorlanırlar. Bu alt liglerde daha sık olur ancak Süper Lig’de bile mümkündür. Takımların teknik ve idari personelinin belirlenmesinden, kulübün seçilecek başkanına, yönetim kuruluna kadar siyasetin etkisi her alanda görülebilir.

Bu tür müdahalelerin iki farklı nedeni vardır. Birincisi maddi kazanç, ikincisi manevi kazançtır.

Maddi kazançtan kastım şudur: ‘Seni şu göreve getiririm ama sen de beni gör’. Bu kişisel bir maddi çıkar olabileceği gibi maddi kazanç her zaman siyasetçinin cebine giren para anlamı taşımaz. Farklı niyetler olabilir. Mesela, bazen kulüplerin milyonluk bütçeleri bir şehirde bir adayın seçim kazanması için de harcanabilir. Tam bir ‘Win-Win’ durumu!

Manevi rant ise daha yaygın bir yöntemdir. Manevi kazançtan kastım şudur: ‘Seni şu göreve getiririm ama sen de benim sözümden dışarı çıkmayacaksın’. Spor federasyonları ve çok büyük taraftar kitlelerine sahip takımlar genellikle bu tür manevi kazanımlar için kontrol altında tutulmaya çalışılır. Çünkü binlerce insanı stadyumda bir araya getirebilen, ekran başında milyonları toplayan kurum ve kuruluşlar kontrol altında tutulmalıdır. Televizyonda canlı yayınlanan bir maçta 45 bin kişinin açacağı bir eleştiri pankartı ‘iktidarın otoritesini ve gücünü’ sarsabilir. Milyonlarca taraftara sahip büyük bir kulübün başkanı asla iktidarı eleştirmemelidir. Hatta mümkün olan her mecrada iktidarı övmelidir. Bu işler şansa bırakılamaz. Futbolda ‘özerklik’ kabul edilemez.

Bu noktada bazen devletin futbol kulüplerini bilerek kendisine muhtaç bıraktığını düşünüyorum. Kulüpler devlet desteği olmadığı takdirde batma noktasına getirilir ki gerektiğinde siyasi erk futbolu ve yöneticilerini istediği yönde kullanabilsin. Belki de bizim çarpık ve yanlış dediğimiz düzen, bazıları için düzgün ve doğru düzendir!.. Bu çarpık düzen içinde siyasi erkin yaptığını da pek yanlış bulmuyorum. Devlet futbolun ana sponsoru olduğu sürece, siyaset futbolun hep içinde yer alacaktır. Çarpık sistem içinde bu hakkıdır. Milyonlarca lira vergi affedeceğim, gerektiğinde devlet bankaları eliyle milyonlarca Euro kredi vereceğim, borç bulacağım, TV yayın ihalesinden forma sponsoruna kadar ben ayarlayacağım. Tesisleri, statları ben yapacağım ama futbola karışmayacağım, öyle mi!? Adam haklı beyler, dağılın!..

Pratik birkaç örnek vereyim.

En klasik yöntem şehrin takımına teknik direktör ‘atama’ taktiğidir. Bu iş o kadar etik dışı bir hâl alır ki bazen takımın başında bir teknik direktör varken bile siyasiler kendi adamlarını takımın başına getirmek için ‘kuyu kazma’ çalışmalarına başlar.

Benzer şekilde bir de menajer atama taktiği de vardır. Etkili bir siyasetçi kulüp yöneticisini arayarak ‘çok sevdiğimiz, saydığımız bir menajer arkadaşımız var, sizinle görüşmek istiyor’ şeklinde referansta bulunabilir. Siyasete göbekten bağlı olan yöneticiler mecburen bu tarz menajerlerle görüşmek zorunda kalırlar. O menajer iş yapar ve komisyon alırsa, herhâlde referans gösterenlere de bir hediye verir.

Bir başka yöntem ise iş adamları üzerinde baskı oluşturmaktır. Kulüp yöneticisi ile işbirliği yapan etkili bir siyasetçi şehirdeki zengin iş adamlarını arar: ‘Kulübümüze destek olmanız lazım, sponsor olun’

Bu görünürde iyi niyetli bir ricadır. Ama zeki bir iş adamı için bu rica devletle çalışma ve ihale alma ‘yönergesidir’. Meraklı ve dikkatli gözler çok az taraftara sahip takımların bazen çok fazla sponsora sahip olabildiğini fark edecektir. Dünyanın en iyi spor pazarlaması uzmanları bile Türk usulü sponsorlukları açıklamakta zorlanır.

Siyasiler bazen arkalarına aldıkları güç ile alenen bir futbol kulübünün transferine bile karışabilir. Özellikle belediye destekli takımlarda bunun olma ihtimali fazladır. Ünlü bir belediye başkanı desteklediği takım için transfer pazarlığında devreye girebilir ve başka kulüp başkanını arayabilir. Benzer durumlarda dik duran, korkusuz ve dürüst futbol başkanlarına kendim bizzat şahit oldum. Ancak çoğu başkan ‘bu adamı kızdırmayalım, başımıza iş alırız’ diyerek futbolcusunu değerinin çok altında satmaya, kiralık vermeye veya dâhil olduğu bir transfer görüşmesinden çekilmeye razı olur. Siyaset eliyle etik olmayan haksız rekabet yaratılmış olur.

Bir de bu işin tam yolsuzluk boyutu vardır. Türkiye’de buna şahsen şahit olmadım ama futbol sektörünü ve dinamiklerini çok iyi bildiğim için bunun yapılmasının önünde hiçbir engel yoktur. Bu yönteme yurtdışında da sık sık başvurulur. Çin transferlerine biraz da bu gözle bakmak gerekir. Bu taktik şöyle işler: Ekonomik olarak zor durumdaki bir futbol kulübüne zengin bir iş adamı başkan olur. Kulübün kurtarıcısı olarak omuzlara alınır. Kendi cebinden para harcayarak transferleri yapar, takımın ‘iyiliği için’ kendi şahsi parasını harcar.

Düşünmeyen beyinler ‘Adama helal olsun, cebinden para harcıyor’ diyerek alkışlar. Kulübün kasasında para olmadığı için gerçekten de başkanın kendi parasını harcadığı doğrudur. Ancak işin arka planında olan şey basittir. Bu bir para aktarma operasyonudur. Alınan ihaleler, rantlar, vadedilen komisyonlar futbol kulübü paravanı kullanılarak gitmesi gereken yere kolayca gönderilir. Bir de bu paralar kulübe hibe değil de borç olarak harcanıyorsa, işte o zaman tam ‘golden-shot’. Arka fonda artık ‘Big in Japan’ şarkısı çalmaya başlayabilir.

Önceki yazılarımda kulüp yöneticilerinin ve menajerlerin taktiklerini yazmıştım. Okumanızı tavsiye ederim. Daha iyi anlarsınız. Üşengeç okuyucular için kısaca şöyle özetleyeyim. Farz edelim ki ben bir başkanım ve yaptığım diğer özel işlerimden dolayı bir siyasetçiye 200.000 Euro vermem gerekiyor. Bir futbolcu transfer ederim, o futbolcunun menajeri olarak da para vermem gereken kişinin işaret edeceği kişiye ödeme yaparım.

Her şey kayıt altında ve her şey yasal.

Hayırlı işler…

Futbol kültürü ve Türkiye - Gökhan Bozkurt

İletiGönderilme zamanı: Cmt May 30, 2020 4:31
gönderen İlteriş Kağan
Futbol nedir?

Ne kadar basit bir soru!

Bu soru bize o kadar basit geldi ki üzerine hiç düşünme gereği hissetmedik. Ve işte tam da burada kaybettik.

Ülke futboluyla ilgili üzerinde durmamız gereken konuların başında futbol paradigmamız gelir. Yani futbola olan bakış açımız. Basitleştirerek sormam gerekirse; Futbol nedir? Futbol bizim için ne kadar önemli? Biz bir futbol ülkesi miyiz?

Bu soruların cevabı futbol-izler sayısının çokluğu ile değil, futbol-sever sayısının çokluğu ile ortaya çıkar. Spor yapmadan sporu sevemezsiniz. Sporu sevmeden de bir spor dalı olan futbolu sevemezsiniz. Haftasonu kötü bir stadyumda oynanan bir akademi maçına giderseniz stadyumda kaç kişiyi görebilirsiniz? Bu tabii ki bir zorunluluk değildir ancak gerçek bir futbolsever boş zamanında bunu severek ve isteyerek yapar. Önemli olan senelik 5 milyon Euro alan ve 1 sene sonra ülkeden çekip gidecek oyuncu için değil, futbol için maç izlemeye gitmektir. Aksi taktirde, futbolseverin az olduğı ‘bir ülkede’ düzenlenen U20 Dünya Kupası tarihin en az izlenen kupası olarak kayıtlara geçebilir! Normaldir.

İstediğiniz şeyi izlemekle, izlediğimiz şeyi istemek (sevmek) farklı bir şeydir. İstediğiniz şeyi izlemek amacıyla maça giderseniz, kendi takımınızın oyuncusuna bile küfür edebilirsiniz ancak izlediğin şeyi ister ve severseniz rakibe saygı duyar, rakibin yaptığı güzel bir hareketi bile alkışlayabilirsiniz. Çünkü özünde istenen şey ‘futboldur’ ve elde edilmiştir.

Peki biz bir spor dalı olan futbolu ne kadar seviyoruz? Devlet sporu (futbolu) sevdirmek için neler yapıyor? Gençlerimiz aktif spor yapıyor mu? Lisanslı kaç futbolcumuz var? Grassroots projelerimiz neler? Halı sahaya para vermek dışında gençlerin ve yetişkinlerin futbol oynayabilecek alanları var mı? Antrenör sayımız kaç? Çalışma şartları ve imkanları neler? İlk fırsatta elinde forma ile Ankara’ya giden futbol yöneticilerinin bu soruları da yetkili kişilere sormalarını tavsiye ediyorum.

Türk futbolunda tartışmamız gereken esas problemler ‘Scouting, akademiler, yabancı sayısı gibi konular değil. Bunlar elbette ki önemli konular ama esas ve hayati olan yönetimsel sorunların düzeltilmesini gerekli kılacak kalıcı sistemi ve çevreyi tartışmaktır. Böyle bir eko-sistemi nasıl oluşturabiliriz? Esas soru budur. İhtiyacımız olan çağdaş bir futbol sistemini ve bakış açısını oturtursak bahsi geçen diğer konular zaman içerisinde kendiliğinden (mecburen) düzeltilmek zorunda kalacaktır. Çünkü, doğru sistem düzelmeyeni kendisi yok edecektir. Yapmamız gereken bu sistemin, bu düzenin ne olduğunu tartışmaktır.

İşte tüm yazılarımın nihai amacı bazı ‘fikir ve ufuk açıcı’ öneriler sunup üzerinde düşünülmesini sağlamaktır. Bizim görevimiz bununla sınırlıdır. Uygulamaya geçip sonuç almak, yetkili koltuğunda oturanların elinde ve sorumluluğundadır.

Etkili bir futbol paradigmasının önemli bir parçası profesyonel futbol ile amatör futbolun ayrımının iyi yapılmış olmasıdır. Bu ikisinin ayrımına varmak yapacağınız her yatırımın ve emeğin karşılık bulup bulmamasıyla yakından alakalıdır.

Futbolu sevdirmek, oynatmak, yaygınlaştırmak ve ülkede sporcu yetiştirmek devletin asli görevidir. Profesyonel futbol takımlarının başarılı olması ise ayrı bir profesyonel iştir ve devletin ana görevi değildir. Profesyonel futbol kulübü devletin direkt ilgi alanına girmez.

Günümüzde spor ‘iş olsun’ diye yapılıyor. Profesyonel futbol da tamamen bir ‘iş’, bir ‘endüstri’ halini almıştır. Sadece İngiltere Premier Lig’in tek başına yarattığı ekonomik gelir 5 milyar Dolar civarındadır. Avrupa futbol ekonomisinin boyutu 30 milyar Dolar bandına dayanmıştır. Hâl böyle olunca bir iş kolu olan profesyonel spora aktif olarak karışmak devletin ve devleti yönetenlerin üzerine vazife değildir. Ülkemizde değişmesi gereken birinci düşünce budur! Buradaki sorun, kimin üzerine vazife olmayan işlere karışıp, kimin üzerine vazife olan işleri boşladığının farkına varılması meselesidir. Türkiye’de bu ayrım tam olarak yapılmadığı için profesyonel futbol kulüplerinin görev ve sorumlulukları devlete, devletin görev ve sorumlulukları da bazen futbol kulüplerine yüklenir. Ortaya tam bir arap-saçı futbol sistemi çıkar.

Özetle anlatmak istediğim şudur. Dünyanın modern futbol paradigması artık bellidir. Bu düşünce tarzına biran önce erişmezsek treni kaçıracağımız kesindir. Bu treni kaçıranlar modern futbol dünyasında ‘zillet içerisinde kalmaya mahkum olacaktır.’ Ve buradaki tren araç değil, amaçtır…

Profesyonel Amatörler- Gökhan Bozkurt

İletiGönderilme zamanı: Cmt May 30, 2020 4:32
gönderen İlteriş Kağan
Geçen hafta ‘futbol nedir?’ sorusunu sorup ülkemizin futbol paradigmasına bir giriş yapmıştık. Bu hafta amatör ve profesyonel spor arasındaki ayrımın altını çizmek ve bu konu hakkında pek yazılmayan detaylara girmek istiyorum. Önemsiyorum çünkü bu konunun Türkiye’de iyi anlaşılmadığını görüyorum.

Örneğin; Süper Lig’de mücadele eden senelik garanti geliri en az 50 milyon TL olan bir şehir kulübüne hâlen devletin, belediyenin, hatta şehirdeki iş adamlarının maddi destek vermesini talep edenler varsa onlar henüz amatör spor ve profesyonel spor arasındaki farkı tam olarak kavrayamamış kişilerdir. Konuya sert mi girdik? Peki, şöyle açıklayayım.

Amatör spor bireyin kendi hazzı için yaptığı spordur. Hem amatör olup hem de ‘şu kadar maaş vermezsen oynamam’ demek olmaz. Amatör sporcu spor yapmak için para talep etmez. Bununla birlikte amatör spora sponsor olunabilir. Örneğin amatör sporcu Olimpiyatlara gidebilir, Dünya şampiyonasında yarışabilir. Böylece halkın ve medyanın ilgisi doğar. Bunu fırsata çevirmek isteyen markalar o sporcuya sponsor olur. Bu doğaldır. Amatör sporcu bu şekilde para kazanabilir. Üstün başarılar yakalayan sporculara devlet ödül de verebilir ama amatör sporcunun spor yapmak için önceden bir para talebi olamaz. Kariyer koçu olabilir ama alacağı paranın pazarlığını yapan menajeri olamaz. Amatör sporda gönüllülük ve spor sevgisi esastır. Kulübünün sporcuya spor yapması için gerekli şartları sunması kâfidir.

Bu bağlamda baktığımızda ülkemizdeki BAL ligi (Bölgesel Amatör Lig) tam bir ucube-gurube sistemdir. 3 büyüklerin amatör şubelerinde ‘milyonlarca lira geliri olan amatör sporcuların’ olması bu düzenin ne kadar düzensiz olduğunu gösterir.

En önemli nokta, amatör sporda sürekli başarı ve yetenek aranmaz. Kısıtlı yetenek ve başarısızlık halinde bile yapılmaya, desteklenmeye devam edilir. Amatör sporda kendini geliştirmek isteyen ve yaptığı aktiviteden haz alan herkese yer vardır.

Özetle, amatör spor kulübünün içinde bulunduğu ile, ilçeye, ve kasaba halkına karşı çok önemli bir görevi ve sosyal sorumluluğu vardır. Bölgesindeki halka spor hizmeti vermek için vardır. Spor yapma imkanı tanır. Çünkü amatör sporda yapmak izlemekten önce gelir. Amatör sporda amaç spor yapan havuzunu mümkün olduğunca büyütmektir. Ne kadar çok yapan olursa, o kadar ‘üstün yetenekli’ sporcu geliştirme şansınız doğar. Sonraki yazılarımda değineceğim grassroots aktivitelerinin temelini işte bu amatör spor oluşturur.

Başarılı ve üstün yetenekli amatör sporcular bireysel olarak profesyonel üst liglere çıkabilir ama amatör takımın profesyonel lige çıkması şart değildir. Manasızdır. En azından amatör takımın ilk (tek) amacı bu olmamalıdır. Çünkü varlık sebebi bu değildir. Ülkemizdeki hemen her amatör futbol kulübünün profesyonel lige çıkma amacının olması ve bu uğurda büyük paralar harcaması bu ayrımın bilinmediğinin çok net bir göstergesidir.

Uzun lafın kısası; Şehirde bir iş adamından maddi destek talep edecek öncelikli kulüpler amatör spora hizmet edecek kulüpler olmalıdır. Spor bakanlığının ve tüm devlet kurumlarının aktif olarak ilgilenmesi gereken temel yer amatör sporlardır. Yabancı bir futbolcuya ve menajerine vermek için ‘dilenilen’ milyonlarca euro ve populizm uğruna ‘verilen’ her para bu ülkenin amatör sporcusu ve sporu için harcanabilecek ana kaynaktan kesintidir.

Profesyonel kulüpler başka bir boyuttur. Profesyonel futbol bir spor ürününden daha çok bir eğlence ürünüdür. Tüketim malzemesidir. İşin aslı profesyonel bir futbol takımı ‘halkın spora katılımını’ önemsemez, sadece izlemesini önemser. Profesyonel bir futbol takımı ülkedeki sporcu sayısının fazlalığı ile de ilgilenmez!

Ülkede yetenekli sporcu yeterince yoksa, gider Afrika’dan getirir, maçına yine çıkar, biletini yine satar. Hatta bir ileriye gideyim. Süper Lig kulüplerinin kendi mecburi ihtiyaçlarını karşılamak dışında ülkeye sporcu yetiştirme kaygısı ve gayesi yoktur. Bunları herkes yazmaz, külüpleri yönetenler bunları taraftara asla söylemez. İşin en komik yanı da en çok böyle bahaneler arkasına saklanarak devletten ve iş çevrelerinden taleplerde bulunurlar.

Aslında pek de haksız sayılmazlar, çünkü işin özünde sporcu yetiştirmek devletin görevidir. ‘Devlet veya belediyeler futbol akademisi işletmelidir’ şeklinde sığ bir çıkarım yapmıyorum. Konuyu yukarıda belirttiğim amatör sporun gelişimi ve desteklenmesi çerçevesinde ele almak gerekir.

Spor gelişimi ve sporcu yetiştirme politikaları uzmanlar tarafından planlı ve uzun vadeli bir şekilde yapılacak çok ciddi bir iştir. Ülke sporu birkaç yüz adamın oy vererek seçtiği, her 2-3 senede bir değişen inşaatcı, turizmci vb. kulüp yöneticilerine bırakılmayacak kadar önemli bir konudur. İşte bu noktayı iyi kavrarsak Türk futbolundaki birçok problemin çözümü daha kolay olur.

Futbolda yönetim Kargaşası - Gökhan Bozkurt

İletiGönderilme zamanı: Cmt May 30, 2020 4:32
gönderen İlteriş Kağan
Haklarını yemeyelim, futbol medyası ve futbol kulüpleri son yıllarda birçok kez profesyonellik vurgusu yaptılar. Futbolun ‘profesyonelce’ yönetilmesi konusunda hemfikirler. Böyle bir ilginin olması umut verici ancak ilginin bilgiyle beslenmesi gerekir. Bilmemek ayıp değil, öğrenilir. Ama bilmediğini bilmemek kötüdür çünkü buna gaflet denilir ve cehaletten daha zararlıdır. Futbol kulüplerine baktığımda iki ihtimal görüyorum. Ya ‘profesyonel yönetim’ nedir bilmiyorlar ya da çoğunluğu gaflet içindeler.

Yönetim ve yönetişim ayrımına burada girmiyorum. Önemli bir detay ama kafa karıştırabilir. Belki daha sonra değiniriz. Herkesin anlaması açısından şimdilik sadece ‘yönetim’ kavramı üzerinden gidelim.

Futbol kulüplerinde kavranması gereken ilk nokta kurumsal yönetim ile futbol takımı yönetiminin farklı işler olduğudur. Başkan ve yönetim kurulu üyeleri kurumsal yönetimin parçalarıdır. Bu kişilere sektörde üst yönetim de denir. Sportif direktör, CEO, kulüp menajeri gibi pozisyonlar ise futbol takımının yönetimidir. Bu kişilere idari yönetim adı verilir. Ülkemizde dernek statüsündeki kulüplerde kurumsal yönetim gönüllü veya fahri bir vazife olarak icra edilir. Futbol takımının yönetimi ise profesyonel bir iştir.

Kritik soru şudur: Kurumsal yönetimin başındaki kişilerin görev ve vazifeleri nelerdir?
Aslında bu sorunun cevabı çok nettir, anlaşılmayacak bir durum yoktur. İki temel görevleri vardır. Birincisi, temsil ettikleri kurumun (bu durumda spor kulübünün) vizyonunu, misyonunu belirlemek ve bu doğrultuda kurumsal strateji geliştirmektir. Kurumun amacına uygun ve sağlıklı bir şekilde hayatta kalmasını sağlamaktır. Stratejinin bir parçası olarak yatırım yapılacak alanlar (mesela akademi), ayrılacak bütçeler (mesela transfer bütçesi), sağlanacak kaynaklar (mesela insan ve tesis kalitesi) gibi konular ortaya çıkar. Strateji uzun dönemli bir iştir. Kulübün nihai amaçlarına ulaşması için üst-yönetim tarafından yapılır. Bu bağlamda kavramsal olarak ‘önümüzdeki maçın stratejisi’ gibi bir söylem doğru olmaz. Orada olsa olsa plandan veya taktikten söz edilebilir. Üst yöneticilerin ikinci vazifesi de kurumun belirlenen misyon ve strateji doğrultusunda doğru istikamette ilerleyip ilerlemediğini denetlemek ve kontrol etmektir. Özetlersek üst-yönetimin asli işi idari yönetime yol göstermek ve nezaret etmektir.

Peki futbol takımının idari yönetiminin görevi nedir? Yönetim kurulunun belirlediği stratejik planı, operasyonel planlara çevirip icra etmektir. Yani üst yönetim tarafından kendilerine gösterilen yolda, eldeki imkanları ve kaynakları en etkili şekilde kullanarak ilerleme işi profesyonel yönetimin görevidir. Bu durumda kurumsal yönetim, profesyonel yöneticileri seçen ve icraatlarını denetleyen üst-kuruldur. Yol gösterir, denetler ama o işi kendisi yapmaz! Seçilen profesyonel yönetici de işi yapacak diğer operasyonel çalışanları seçer, hedeflere ulaşmak için onları organize ve kordine eder.

Popüler konularla değinerek bu iki kavramı biraz somutlaştıralım. Mesela; Modern futbol yönetiminde bir futbol kulübünün başkanı veya yönetim kurulu üyesi hangi futbolcunun alınacağına karar vermez, onay verir! Oyuncu ihtiyacını bu işin uzmanı olan profesyonel yöneticiler belirler. Raporlar, izler, elindeki bütçe ve belirlenen hedefler doğrultusunda en iyi alternatifi seçer.

Bir başkan ayrıca futbolcu pazarlığına da aktif olarak karışmaz (tabiki kulübün bütün bütçesini değiştirecek 50-100 milyon euro’luk dev transferlerden bahsetmiyorum). Bu iş, bu işleri yapsın diye maaş verdiği idari yöneticinin işidir. Pazarlığı yönetim kurulunun verdiği direktifler ve limitler ölçüsünde profesyonel yöneticiler yapar. Onay veya onaylamama kısmı üst yönetime aittir.

Hele 100 senelik maziye sahip şanlı ve tarihi büyük kulüplerimizin başkanları, asbaşkanları 3-5 milyon euroluk oyuncu pazarlıkları için bile kalkıp oyuncunun menajerinin ayağına gidiyorsa orada ya bilgisizlik, ya gaflet, ya da ‘zengin bir yetişkinin kendisine oyuncak olarak gördüğü bir kulüp’ vardır.

Tabii ki bazı istisnalar olabilir. Örneğin; kulüp başkanı veya bir yönetim kurulu üyesi 20 sene aktif futbol oynamış, onunla yetinmemiş senelerce profesyonel futbol kulübü yöneticiliği yapmışsa, evet o zaman işin her aşamasında dahil olabilir. Ya da bazen profesyonel yönetici aynı zamanda yönetim kurulu üyesi olabilir. Örneğin benim çalıştığım dönemde FC Porto’nun CEO’su aynı zamanda yönetim kurulunun da bir üyesiydi. Transferlerde yönetim kurulu üyesi olarak bizzat yer alıyordu. Ancak aynı zamanda futbol takımının maaşlı full-time CEO’su idi. Dünya futbol piyasasını ve takımını en iyi bilen kişiydi. Bazen de tesadüfen bir yönetim kurulu üyesinin işi çözecek kişisel sağlam bağlantıları olabilir, o zaman işe aktif olarak dahil olması normaldir. Bu tür istisnalar olabilir ancak 3 ay önce benzin istasyonu işleten bir adamın, yönetim kurulu üyesi seçildiğinde transferlere karışması, gidip pazarlık masasına oturması gibi bir şey modern futbolda söz konusu dahi olamaz.

Modern futbol ülkelerinde ‘futbol serbest piyasası’ mevcuttur. Sadece işi iyi yapan kişiler futbolla ilgili profesyonel mevki ve makamlara gelir, çünkü işi iyi yapamadığında bütün futbol ailesinin para ve değer kaybedeceğini herkes bilir. Hâl böyle olunca da kulüplerin ayakta kalmaları için hem ekonomik hem de yönetimsel olarak ‘iyi’ olmaktan başka çareleri kalmaz. Ya iyi işler yap, ya kaybol. Motto budur.

Bu durum piyasayı tıpkı ‘görünmez bir el’ gibi düzene sokar. Yok olana acınmaz çünkü ona acımak ve ‘pozitif ayrımcılık’ yapmak, yani haksızca destek olmak iyi yönetilen diğer futbol kulüplerine ceza vermektir. Futbolu geçtim, destek bekleyen onlarca başka spor dalına haksızlıktır. Futbolcudan, antrenöre ve kulüp yönetimine kadar herkesin önünde sadece bu iki seçenek olmalıdır. Borç için bakanı aramanın, iş için milletvekilini tanımanın, bütçe için belediye başkanına yakın olmanın kendilerini kurtarmayacağını bilmeleri gerekir. Bu durum (veya bu korku) modern futbol ülkelerinde futbol kulüplerinin ve paydaşlarının kendilerine çeki düzen vermesindeki en önemli etkenlerden birisidir.

Günümüzde profesyonel futbol kulüpleri müşterilerine hizmet satan, karşılığında para kazanan şirketlerdir. Böyle söylediğimde bazen samimi futbolseverler ve takım taraftarları kızıyor ancak 2020 dünyasında yaşanan gereçeklik budur. Kabul etmemek ve romantik tanımlara sığınmak bu gerçeği maalesef değiştirmez. Profesyonel futbol bir iştir! Nokta! İşini iyi yapamayan ‘şirket’ yok olur. Oyunun kuralı bu olmalıdır.

İyi yönetim için iyi yöneticiler gereklidir. O halde futbol kulubünün başkanı ve yönetim kurulunun en önemli görevi iyi profesyonel yöneticiler bulmak, yetiştirmek ve işi işin ehline emanet etmektir. Bu nokta gömleğin ilk düğmesidir. İlk düğmeyi yanlış ilikleyince arkası yanlış gider. Diğer düğmeleri ne kadar ‘iyi niyetle’ iliklerseniz ilikleyin yanlış yaptığınız gerçeğini değişmez. Profesyonel futbol takımları profesyonel olmayan herkesle acilen ilişkisi tamamen kesmelidir. ‘’Kulübümüzün evladı, yıllardır o görevde, eski futbolcumuz, bizim çocuk…’’ gibi boş lafların profesyonel futbolda yeri yoktur. Futbol gibi dinamik bir sektörde ‘kulübünüzün evladının bir hatasından’ kaşla göz arasında milyonlarca lira zarara uğrayabilirsiniz. Profesonel futbol Ferhan Şensoy’un filmine benzemez.

Arkanızda Milyon Euro’luk zararlar bırakıp ‘Pardon’ diyemezsiniz… Diyorsanız ve bu yanınıza ‘kâr’ kalıyorsa, henüz modern futbol dünyasının bir parçası olamamışsınız demektir.

Futbolsuz futbol ülkesi - Gökhan Bozkurt

İletiGönderilme zamanı: Pzr Haz 07, 2020 17:41
gönderen İlteriş Kağan
Aslında yazının başlığını ‘grassroots’ olarak belirlemiştim ancak güzel Türkçemiz dururken yabancı bir kelime kullanmak istemedim. Bu yazımda özetlemeye çalışacağım konu hakkında detaylı bilgi edinmek isteyen okuyucularımız internette ‘grassroots football’ araması yaparak yüzlerce kaynağa ulaşabilir.

Bu konu futbolun atar damarıdır. Bu damar tıkanırsa, hatta kesilirse vücuda kan gitmez. Kan gitmeyen vücuda ne kadar makyaj yaparsanız yapın, ne kadar süslerseniz süsleyin sonunda er ya da geç ölür.

Türk futbolunda yaşanan temel sorunlardan birisi budur. ‘Ülkemizde futbolcu yetişmiyor çünkü akademiler kötü' demek – ki bu özünde doğru bir eleştiridir - sorunun temeline inmemizi engeller. Elit futbolcu yetiştirmek adına futbol akademileri çok önemlidir ancak o sporcu yetiştirme sürecinin en son halkasıdır.

Sporcu yetiştirme sürecinde ilk ve en önemli halka halkın spora katılımıdır. Bu devlet politikalarıyla olur. Yani bir ülkede halk spor yapmıyorsa bu doğrudan devletin görevini yapmadığını gösterir. Bir ülkede olimpiyat şampiyonları çıkmıyorsa o doğrudan devletin görevini ihmal ettiğini gösterir. Bir ülkede lisanslı ve aktif sporcu sayısı az ise bu devletin sorumluluklarını yeterince iyi yerine getiremediğini gösterir. Halka suç atamazsınız. ‘Halk yeteneksiz’ diyemezsiniz. Birkaç spor kulübünü sorumlu tutamazsınız. Çünkü bu iş anayasamızda devletin görevi olarak belirlenmiş ve belirtirmiştir.

Anayasamızın 59. maddesi halkın spor yapma hakkını güvence altına almıştır. Madde şöyle der. “Devlet, her yaştaki Türk vatandaşının beden ve ruh sağlığını geliştirecek tedbirleri alır, sporun kitlelere yayılmasını teşvik eder. Devlet başarılı sporcuyu korur.”

Şu serzenişi çok sık duyarız. ‘3 milyon Türkün yaşadığı Almanya’dan yıldız futbolcular çıkıyor, 81 milyon Türkiye’den neden çıkmıyor?’ Olaya yüzeysel yaklaşırsak, iki ülkedeki futbol akademilerden veya futbol kulüplerinin yönetiminden bahsedebiliriz. Haksız da sayılmayız. Elbette bunların da etkileri vardır. Ancak esas sorun ve düzeltilmesi gereken yer halkın aktif spor yapması meselesidir. Semptom ve bulgular arasındaki farkı kaçırmamak önemlidir.

Bunu somutlaştırarak şöyle sorayım. Yaşadığınız mahallede çocukların, gençlerin ve hatta yetişkinlerin gidip futbol oynayabileceği kaç saha var?

Bakın, para vererek kullanacağınız özel işletmeler olan halı sahalardan bahsetmiyorum. Para vermeden, anayasanın size verdiği vatandaşlık hakkını kullanarak özgürce kullanabileceğiniz kaç futbol sahası var?

Haftasonları ailelerin çocuklarını alıp izlemeye, katılmaya gittiği mahalle ligleri var mı?

Cevabı sanırım hepimiz biliyoruz.

Tamam, şimdi biraz ‘yerli ve milli’ olalım ve ‘Devlet her mahalleye futbol sahası yapamaz’ diyelim. Aslında doğruluk payı var, çarpık kentleşme ile ihanet edilen şehirlerde bu tabii ki çok zor olurdu!

İşte o zaman önceki yazılarımda sıklıkla değindiğim amatör sporun önemi ortaya çıkar. Her mahallede bir amatör spor kulübü olabilir, olmalıdır. Amerika Birleşik Devletleri’nden tutun da Avrupa’ya kadar birçok ülkede bunun çeşitli örnekleri mevcuttur.

Böylece cüzi ve herkesin karşılayabileceği bir kulüp üyelik aidatı karşılığında çocuklar, gençler ve yetişkinler gönlünce spor yapma şansını bulurlar. Bunu desteklemek de yine belediyelerin ve devletin görevidir. Belediyenin görevi Süper Lig’e çıkacak ve pratikte halkın spor yapmasına hiçbir somut faydası olmayan kulüpleri değil, amatör kulüpleri desteklemektir.

İşte Avrupa’nın ve Dünya’nın en başarılı spor ülkelerinin başarısının temelinde bu güçlü ve yaygın amatör spor sistemleri yatar. Amatör sporcu sayıları çok fazladır. Böyle bir spor anlayışında, nitelikten çok nicelik ön planda olur. Amaç katılımın en üst düzeye çıkarmaktır. Grassroots projelerinde isteyen herkesin futbolla tanışması, oynaması amaçlanır. Tabii ki katılımın artması ile rekabet ve nitelik artacaktır. Dolayısıyla nitelikli oyuncu yetiştirmek için çok önemli bir basamak teşkil eder.

Araştırmalar olimpiyat şampiyonlarının çocukluk dönemlerinde haftada en az 25 saat aktif ve düzenli spor yapan çocuklar arasından çıktığını gösteriyor. Bir başka deyişye, spor yapan çocuk sayısı ne kadar çok olursa, ileride yetenek seçimi yapacağımız kaliteli sporcu havuzumuz o kadar geniş olur. Geniş ve kaliteli bir havuzdan seçim yaparsanız, ileride iyi sporcular yetiştirme ihtimaliniz daha çok artar.

Kısacası, girdiler iyi olmazsa, çıktılar da iyi olmaz. Bugün Almanya 3 milyon Türk arasından bir Mesut Özil yetiştirebildi, çünkü Mesut 6 yaşından ilk keşfedildiği 12 yaşına kadar mahallesindeki amatör futbol kulübünde düzenli ve programlı futbol oynuyordu. Alman devletinin kendisine tanıdığı bu fırsatı bulmasaydı, hiçbir zaman keşfedilemeyecekti.

Ayrıca erken yaşta sporla tanışmak ve ömür boyu aktif sporcu olmak ülkedeki spor sevgisini ve kültürünü de geliştirir. Bunun etkileri yıllar sonra bile görülür. Gündüz Tekin Onay’ın bir sözü vardı ‘Grassroots'un içinde yer alan bir çocuk iyi bir futbolcu olabilir, iyi bir teknik adam olabilir iyi bir hakem olabilir, hiçbir şey olamazsa iyi bir seyirci olur’. Doktor, avukat, mühendis gibi toplumun eğitimli kesimlerinden bazı kişilerin bile bir futbol maçında küfür edip şiddet eğilimi göstermesinin altında belki de yeterince aktif bir spor yaşantısının olmaması yatıyordur.

Türk futbolu neden başarısız?- Gökhan Bozkurt

İletiGönderilme zamanı: Pzr Haz 07, 2020 17:42
gönderen İlteriş Kağan
Türkiye Futbol Federasyonu’nun (TFF) öncelikli görevi ve enerjisini harcayacağı ana alan profesyonel bir futbol liginin yönetimi olmamalıdır. Çok daha önemli ve öncelikli görevleri vardır. Bir başka yazıda TFF’nin öncelikli görevlerine değiniriz.

Şimdilik esas konumuza geri dönelim.

Pratikte Süper Lig tam anlamıyla bir ticari işletmedir.

Peki bu işletmenin yani Süper Lig’in genel müdürü kimdir? Ligi yöneten, geliştirmekle sorumlu olan kişi kimdir? Cevap: Öyle biri yoktur. İşte sistem bu kadar çarpıktır. Görünürde TFF başkanı veya genel sekreter gibi gık-mık cevaplar vermeye çalışmak nafiledir. İşin özü: Lig sahipsizdir. Düzensiz nizam intizamı bozar. Bütün karışıklıklar buradan çıkar.

Peki ligin sahibi kim olmalıdır? Felsefi anlamda bu sorunun cevabını uzun uzadıya tartışabiliriz ama modern futbol dünyasında işleyen uygulama bellidir. Futbol liginin sahibi o ligde mücadele eden futbol takımlarıdır.

Bu yüzden Türk futbolunda acilen profesyonel ligler kurulmalı ve kolektif bir bilinçle futbolun ana paydaşları kulüpler tarafından yönetilmelidir. Bu iş başlangıçta zordur. Çünkü 18 takımın da egolarını ve kişisel çıkarlarını bir kenara bırakıp, ligin çıkarlarını öncelemesi gerekir. Bu yaklaşım tarzına erişebilmek için ciddi bir spor ekonomisi ve spor endüstrisi bilgisi gerekir.

2-3 ay önce benzinci, inşaatçı olan adamların bir anda Süper Lig’de kulüp yönetebildiği bir ortamda bu entelektüel bakış açısına ve bütüncül kavrayışa erişilmesi zordur. Bahsettiğimiz kavrayışa erişemeyen kişiler ellerinden oyuncaklarının alınacağını düşünürler. Düşünsene, kulüp başkanısın ama ne yapıp ne yapamayacağına lig yönetimi de karışıyor. Kim ister bunu? Hani ben transferlerle hava atacaktım? Hani ben kulüp üzerinden manevi veya maddi rant sağlayacaktım? Zaten bu yüzden senelerdir Türkiye’de bu konu konuşulmasına rağmen henüz ciddi bir adım atılamamıştır. Eski köye yeni adet getirmesi zordur, o yüzden Türk futbolunda yeni bir köy inşa etme zamanı gelmiştir.

Dünya futbolunda artık takımlardan önce ligler yarışıyor.

Liginiz iyi değilse ne kadar iyi takımınız olursa olsun dünya futbol pazarında yeriniz olmaz. Özne değil, nesne olursunuz. Figüran rollerle mutlu olursunuz.

Bu yüzden samimi ve biliçli her futbol yöneticisinin amacı kendi takımının yanısıra Türkiye Süper Lig’ini de güçlendirmek olmalıdır! Bu tür dayanışmalar ‘iyilik’ değildir. Futbol endüstrisinin dinamiklerini bilen olan modern ve bilgili futbol yöneticilerinin ‘kendi çıkarları’ için yaptıkları stratejik hareketlerdir. ‘Benim varlığım için diğerlerinin varlığı da önemli’ düşüncesinin somutlaşmış halidir. Örneğin, Bundesliga’da mücadele eden birçok takımın gelirleri Covid-19 nedeniyle düştüğünde, Bayern Munich, Borussia Dortmund, RB Leipzig ve Bayer Leverkusen Şampiyonlar Lig’inden elde ettikleri gelirin €20 milyon Euro’sunu diğer takımlara bağışlamıştı.

Profesyonel bir ligde takımlar iş ortaklarıdır. Saha içindeki 90 dk. hariç, saha dışında birbirleriye rakip değil müşterek çıkarları olan şirket ortaklarıdır. Maalesef geçmiş senelerde başta 4 büyükler olmak üzere, diğer kulüplerimiz de sadece ‘hep bana, hepsi bana’ anlayışıyla pozisyon aldılar. Basit bir örnek vereyim. Yayın gelirinden ligin eski şampiyonlarına dağıtılan ekstra paralar bile özünde haksız rekabet yaratır. Yıl sonunda lig şampiyonuna ek bir bonus verilmesi doğaldır ve bu hakkıdır ancak 25-30 sene önceki şampiyonluklardan dolayı bile bugün yayın ihalesinden fazla para alınması o ligin dengesini bozar.

Ligi ve ligde oynanan futbolu değerli kılan en önemli faktör rakabetçi dengedir. Uzunca bir dönem İspanya dünyanın en iyi iki oyuncusuna sahip ligiydi. Messi ve Ronaldo. Ancak La Liga asla Premier Lig’in önüne geçemedi. İngiltere Premier Lig’i dünyanın en değerli ve en fazla ilgi gören ligi yapan sebeplerin başında bu rekabet ve denge unsuru gelir. Çünkü her hafta kimin kimi yeneceği net belli değildir. Takımlar arası rekabetçi denge iyi oluşturulmuştur. Benzer şekilde dünyanın en çok gelir getiren ligleri Amerika Birleşik Devletleri’ndedir. İster NBA’e ister NFL’e bakın, orada da ilk göreceğiniz şey ligi yöneten akıl tarafından takımlar arasındaki dengelerin korunması için ciddi ve bilinçli bir emek verildiği olacaktır. Salary Cap uygulamasından draft sistemine kadar her şey bu denge için icat edilmiştir. F1 sever okuyucularım varsa onlara da dokunayım. Schumacher’in F1’de üst üste 5 sene şampiyon olduğu dönemin sonlarına doğru izleyicinin ilgisinin azaldığı görülür. Nedeni bellidir. Kimse sonucu belli olan bir spor müsabakasına fazla ilgi göstermez.

Burada şunun da altını çizmem gerekir. Rekabetçi denge, kalite ve yetenek özelinde olursa lige fayda sağlar. Kalitesizlik ve beceriksizlik üzerine bir denge kurmanız ve bu ortam içerisinde herkesin birbirini yenme ihtimalinin olması o ligi ilerletmez. Özellikle Türkiye Süper Ligi'nde zaman zaman karşılaştığımız durum budur. Normalde 500.000 euro bile etmeyecek adamları 2 milyon euro maaşla getirip yıldız diye pazarlamak ve sonrasında Anadolu takımlarına yenilmek ligimizi rekabetçi ve kaliteli yapmaz.

Ligimizin rekabetçi dengesi takımlarımızın Avrupa’da başarı kazanması için de en kritik faktördür. Örneğin, senelik 6 milyon euro maaş vererek takımınıza Falcao’yu getirmeniz bile sizi asla Avrupa’da başarılı yapmaz! Yapamaz! Bunun tek ve en sağlam yöntemi ligin kalitesinin ve buna bağlı olarak marka değerinin artmasıdır. Eğer takımınız ligin en az 20 haftasında Avrupa seviyesindeki kadar kaliteli rakiplerle karşılaşıyorsa, işte o zaman sizin Avrupa’da tur atlama ve kupa kazanma şansınız artar. Bu da ligdeki diğer takımların güçlenmesinden geçer. ‘En çok parayı ben alayım ve böylece en pahalı transferleri ben yapayım’ mantığı yanlış bir mantıktır. Yine somut örneklerle gideyim. Fenerbahçe güçlenmek ve kalıcı başarılar elde etmek istiyorsa bunun tek bir şartı vardır. Beşiktaş’ın, Trabzonspor’un, Galatasaray’ın güçlenmesidir. Ama bu burada bitmez. Ligin 15. sırasındaki bir Anadolu takımının da güçlenmesi gerekir. Başka türlü Türkiye’den hiçbir takım Avrupa’da ciddi ve kalıcı bir başarı elde edemez.

Portekiz nasıl başardı? - Gökhan Bozkurt

İletiGönderilme zamanı: Pzr Haz 07, 2020 17:43
gönderen İlteriş Kağan
Son Avrupa şampiyonu...
Son UEFA Uluslar Ligi şampiyonu...
Son Avrupa Futsal şampiyonu...
Dünya’nın en iyi oyuncularının ülkesi...
Ülke ihracatının %2’sini futboldan sağlayan bir ülke...
Scouting denilince akla gelen en başarılı ülkelerden birisi...
Tayland’dan Çin’e, Premier Lig’den MLS’e kadar neredeyse dünyanın bütün liglerine senede ortalama 500 oyuncu gönderen bir ülke...
Daha birçok özellik sayabilirim.
Bahsettiğim ülke Portekiz.

Dünya futbolunda Portekiz haklı bir üne ve yere sahiptir. Geçen hafta Türkiye’de ligimizin güçlenmesi adına birkaç öneride bulunmuştım. Bu hafta Portekiz ligi ve futbolu örneğinden giderek siz değerli okuyucuları somut ip uçları sunmaya çalışacağım.

Bilmemiz gereken ilk şey: Portekiz’de futbol ligleri profesyonel olarak yönetilir. Profesyonel lig olarak sadece 1. ve 2. lig kabul edilir. Dünya’daki trend de bu yöndedir ve günümüz futbol dünyasında en uygun olan yöntem budur.

Bizdeki durum ise aksine epeyce karışıktır. Örneğin; Türkiye’de 3. Lig var. Hatta yetmemiş 3. Lig içerisinde 3 ayrı grup daha kurmuşuz. TFF 3. Lig 1. Grup, TFF 3. Lig 2. Grup…vs.

Bu gruplara da 18 tane takım doldurmuşuz. 3. ligde 54 takım yarıştıran ilginç bir futbol ülkesiyiz. Bu tür zoraki uygulamalar ‘dostlar alışverişte görsün’ uygulamasıdır.

Hiçbir plan, program veya strateji olmadan yapılan işler olduğunu ‘bakan’ gözler değil ama gören gözler çok rahat anlayacaktır.

Şehirlerde yaşayan halka şirin görünmek, oyalamak ve oy almak için siyasi endişelerle birçok takımın profesyonel lige alınması meselesidir. Zaten, Süper Lig’i de sayarsak ülkemizdeki 3. Lig aslında 4. Ligdir ve Avrupa standardında kesinlikle amatör lig statüsündedir.

Esas konumuza dönersek, Portekiz’de liglerin organizasyonu özelleştirilmiştir. Bu ne anlama gelir? Profesyonel liglerde futbol federasyonu günlük işlere aktif olarak karışmaz. Ligin yönetimi adı üzerinde ligi yönetmesi için seçilen ve full-time işi bu olan kişi ve kişilere emanettir. Federasyon tabii ki denetim ve düzenleme görevini gerektiğinde ihmal etmez ancak federasyonun ana görevleri milli takımlar ve ülkedeki futbol gelişimidir.

Liglerin CEO’ları vardır ve ligin sahipleri ligde oynayan futbol kulüpleridir. Liglerin kuralları lig kurulu tarafından belirlenir sadece federasyonun ana talimatlarına uyumlu olması beklenir. Portekiz’de profesyonel liglerde yabancı sınırlaması yoktur ancak her takımın kadrosunda 8 tane Portekiz’de yetişmiş oyuncu bulundurma zorunluluğu vardır. Bu bir şekilde ister istemez oyuncu yetiştirmeyi zorunlu kılar.

Özerk lig yönetimi 1. Lig, 2. Lig ve Lig Kupası olmak üzere 3 ayrı organizasyonu düzenler. Bu 3 organizasyonun sponsorluk anlaşmaları da özerk olarak yapılır ve gelirler yine kulüplere dağıtılır. Federasyon kulüp futbol organizasyonu olarak bir tek Portekiz Kupası’nı organize eder. Onun dışında amatör futbol, futbol gelişimi, futbol eğitimleri, antrenör gelişimi ve milli takımlarlar ile ilgili görevleri icra eder.

Buradan yola çıkarak Türkiye Süper Ligi, 1. ve tek gruplu 2. Lig’in de profesyonel ligler olarak şirketleşmesi hemen önerebileceğim bir uygulamalıdır. Gerisi amatör ligdir. Ancak böyle işleyen bir düzen içerisinde belki külüplerimiz 90 dakika saha içinde rakip, ama saha dışında 7 gün 22 saat 30 dakika boyunca iş ortakları olduklarının farkına varabilirler.

Tabii ki liglerin özerkleşmesinden önce ligde oynayan takımların durumu ne olmalı sorusu geliyor. Ligleri özelleştirmek hemen sorunları halletmez. ‘Dernek’ statüsündeki kulüplere böyle bir lig emanet edilemez. Edilirse bu sadece ligin görünürde yapısı değiştirir ama işleyişini değiştirmez. Peki, ne olmalıdır? Yine Portekiz örneğinden giderek olması gerekeni anlatmaya çalışacağım.

Portekiz’de profesyonel liglerde oynamak için şirketleşmek ön-şarttır! Bu iş keyfiyete bırakılmaz, şarttır. Keyfiyete bırakılırsa vergi avantajlarından faydalanmak için birçok kulüp buna sıcak bakmayacaktır. Burada Türkiye’de yapılan sözde ve göstermelik bir şirketten değil özde bir futbol şirketinden bahsediyorum. Portekiz örneğinde bu iki şekilde olabilir: SDUQ (Sociedade Desportiva Unipessoal por Quotas) veya SAD (Sociedade Anónima Desportiva).

Önemli olan kulübü değil, futbol takımını şirketleştirmektir.

Bugün Portekiz futbol liginde gördüğünüz en büyük takımdan en alt sıradaki takıma kadar aslında hepsi birer şirkettir. SDUQ statüsündeki şirketin tek bir sahibi vardır. Yani futbol takımının artık spor kulübüyle organik hiçbir bağı yoktur. Kulüp üyelerin olmaya devam eder ama takım bir şahsın, bir kişinin özel malıdır.

SAD ise birçok yatırımcı tarafından hissesi paylaşılan şirkettir. SAD olan şirketlerde (ki bugün Portekiz’deki kulüplerin çoğu böyledir) yasa gereği kulüp %10’dan daha az hakka sahip olamaz. Yani, takımı satın almak isteyen yatırımcılar en iyi ihtimalle takımın %90’ına sahip olabilir, geriye kalan %10’u her zaman kulüp bünyesinde kalır. Böylece duygusal ve tarihi bağlar bir nebze de olsa korunmuş olur.

Takım satın alındığında (SAD veya SDUQ) kulübe değil, profesyonel takıma sahip olursunuz. Şöyle açıklayayım. FC Porto kulübü ve FC Porto SAD şeklinde iki yapı var. Sadece SAD’ın hisseleri satın alınabilir. SAD ise profesyonel futbol faaliyetinin yapıldığı yerdir. Amatör sporlar ve diğer branşlar kulübün olmaya devam eder. Yatırımcı amatör sporlarla, diğer branşlarla ilgilenmez, alakası olmaz.

Türkiye’den bir örnek vererek açıklamam gerekirse, bu sistemde Galatasaray’ı değil ama Galatasaray Futbol A.Ş’yi (futbol takımını) satın alabilirsiniz. (Galatasaray Futbol Takımı = SAD) Burada kâr payı dağıtan hisse senetlerinden bahsetmiyorum. Ciddi ve fiziki anlamda şirkete ortak olmaktan bahsediyorum.

Böyle bir durumda, futbol takımını satın alan veya ortak olan yatırımcı Riva arazisi, Galatasaray Adası gibi gayrimenkullere sahip olamaz, çünkü onlar takıma değil, kulübe aittir. Takımın da en fazla %90’ına sahip olabilirsiniz, %10’u yine kulübe ait olacaktır.

Yani, Galatasaray A.Ş’nin bir futbolcusunu 10 milyona sattınız diyelim, %10’u (1 milyon) Galatasaray kulübüne gidecektir. Bu şekilde kulübün diğer amatör branşlarının da yaşamasına imkan sağlanır. Böylece kulüp yöneticileri ve üyeleri, takımı satın alan şahısları (grubu) destekler çünkü onların başarısı kulübe maddi ek gelir olarak yansır. Kulüp yatırımcı sayılmadığı için borçlara karşı yükümlüğü yoktur. Kulüp ve SAD şirket bütçesi, gelirleri, giderleri asla birbirlerine karıştırılmaz. Yasal olarak engel vardır ve dikkatle denetlenir. Genel kurullara sunulan raporlarda cinlik-inlik işlemez. Yakalanırsanız çok ağır cezalar uygulanır.

Bazen SAD’ın çoğunluk hissesi kulübe ait olabilir. Bunda bir engel yoktur. Çoğunluk hisse kulübe ait olduğu durumlarda, kulübün başkanı SAD’a (şirkete) kendisini yönetim kurulu başkanı olarak atayabilir ancak bu iş full-time profesyonel bir iş olmak zorundadır! Her gün mesai saatlerinde başkan dahi olsa ofisine gelip işinin başında durmalıdır. Bunun karşılığında şirketin yöneticisi olarak (SAD’in yönetim kurulu başkanı olarak) isterse belli bir maaş alabilir, yasaldır. Yani bu sistem içerisinde seçilmiş kulüp başkanları profesyonel futbol yöneticilerine dönüşür. Artık onlar futbol sektöründe çalışan iş adamlarıdır.

SAD’ın hisselerini alan yeni yatırımcı yönetim kuruluna girmeye hak kazanır ve hissesi oranında söz sahibi olur. Hatta bazı kulüpler hisse alacak yatırımcıya kadroya istediği 2-3 oyuncuyu getirme hakkı verir. Böylece o adam iyi oyuncular getirip satmayı, yaptığı yatırımını çıkartmayı hedefler. Portekiz’de bu iş tam bir kazan-kazan durumudur. Ticari bir iş gözüyle bakılır.

SAD dışında kalan kulüp yapısı üyelik sistemi ile çalışır. Kulüp amatör sporlara devam eder. Kulüplerin üyeliği halka açıktır! Bir kaç basit temel kural dışında (vatandaşlık, sabıka kaydı vs.) üye olmak çok kolaydır. Her üye kulübe bir aidat öder ve bu aidatların tutarları sıradan bir vatandaşın ödeyebileceği seviyelerdedir. Belli bir süre sonra her üyenin mutlaka oy hakkı olur. Yani, kulübe üye olup aidat ödemek = başkan seçme hakkı demektir. Bu yüzden Benfica gibi büyük kulüplerin 100.000’ı geçen üyeleri vardır ve seçimleri ufak bir ‘devlet başkanlık’ seçimi tadında geçer, çünkü neredeyse her üye gelip oy kullanır.

Sayıları yüzbinleri bulan üyeler ayrıca kulüplere düzenli ve ciddi bir gelir kaynağı getirir. Bu sistem çok önemlidir çünkü ne kadar çok üyeniz olursa o kadar çok kalıcı geliriniz olur. Özellikle Güney Amerika’da bazı kulüpleri bu üye aidatları hayatta tutar.

Türkiye’de bu durum oldukça geri kalmıştır.

20-25 milyon taraftarı olduğunu iddia eden kulüplerin aslında 10-15 bini zor bulan kayıtlı üyesi vardır.

Benzer bir uygulamayı Fenerbahçe 1 Milyon Üye kampanyası ile yapmaya çalıştı. Niyet iyi ve doğruydu ancak dediğim gibi bu sistemin işlemesi için önce üyeliğin çok kolay olması ve sıradan bir vatandaşın maddi imkanlarına uygun şekilde yapılandırılması gerekir. (Üyelik aidatı 10.000 tl demek aslında ‘sıradan vatandaş üye olamaz’ veya ‘ben çok fazla üye istemiyorum’ demektir) Bu sistemin işlemesi için girişi şartlarının kolaylaştırılması şarttır.

İkinci önemli nokta ise üye olanın üye olduğunda gerçekten ayrıcalıklı bir hakka sahip olması gerekir. Bunun en basit ve etkili yolu da başkan seçiminde oy hakkıdır. Lisanslı ürünlerde indirim veya üyelik ID kartı gibi jestlerle istenilen sayılara ulaşamazsınız. Bu sistemi hayata geçiren 3 büyükler, çok büyük maddi gelir elde edebilir. Böylece kimin ne kadar ‘gerçek’ taraftarı olduğu da ortaya çıkacaktır.

Ancak böyle bir sistem içerisinde futbol kulüplerinin maddi ve manevi rant kapısı olmasının önüne geçebiliriz. Türk futbolunu ve kulüplerini ‘ayrıcalıklı’ birkaç insanın elinden kurtarabiliriz.

Ne diyelim. Portekiz ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine...

Global Futbol Piyasası ve Türkiye - Gökhan Bozkurt

İletiGönderilme zamanı: Pzr Haz 07, 2020 17:44
gönderen İlteriş Kağan
Bundan tam 10 sene önce Simon Kuper’in bir kitabını okumuş ve oldukça etkilenmiştim. Kitabın özgün adı farklıydı ama itiraf etmeliyim ki Türkçe basımında kullanılan ‘yeni’ ismi de oldukça etkiliydi.

‘Futbol asla sadece futbol değildir’.

Sonraki senelerim bunu anlama ve anlamayanlara anlatma mücadelesiyle geçti. Hâlâ geçiyor. Bu yazımda biraz rakamlara ve verilere başvurarak anlatma mücadeleme bir yenisi daha ekleyeceğim.

Uzaklara gitmeye gerek yok. Sadece geçen seneyi baz alalım.

2019 yılında 4162 futbol kulübü toplamda 18.042 uluslararası transfer yaptı. Sadece geçen sene dünya genelinde 7.3 milyar dolar bonservis parası ödendi. 179 farkı futbol ülkesinde transfer gerçekleşti. 178 farklı milletten oyuncular transfer edildi. Gerçekleşen 18.042 transferin sadece 3558’inde resmi futbolcu menajerleri görev aldı. Bu da bize sektörde hâlen büyük oranda lisanssız menajerlerin görev aldığını gösteriyor. Resmi menajerlere ödenen toplam para 653 milyon dolar. Kayıtlara geçmeyenleri bilmiyoruz. Bu da futbolun her türlü yolsuzluğa açık olduğunun bir başka göstergesi.

Öngörülebilir şekilde en fazla transfer UEFA’ya bağlı futbol liglerinde yapıldı. Sadece UEFA liglerinde transfer ekonomisi 5.5 milyar doları buldu. UEFA’ya bağlı 55 ülkeden 53’ü aktif olarak transfer pazarında yerini aldı. Avrupa’da toplam 1914 futbol takımı en az bir uluslararası transfer yaparak bu pazardaki yerini aldı.

Dünya’da az transfer yapan bölge ise Tahiti, Fiji, Samoa gibi pasifik okyanusunun küçük adalarının oluşturduğu Okyanusya Futbol Konfederasyonu (OFC) ülkeleri oldu. Bu bölgede futbol oldukça geri kalmış ve dünya futbol piyasasından kopmuş durumda. Öyle ki coğrafi olarak bu konfederasyona dahil olması gereken Avustralya bile özel bir talepte bulunarak gönüllü olarak Asya Futbol Federasyonu’na geçmişti. Futbolla bu kadar alakasız ada ülkelerinin ‘hayalet’ federasyon başkanlarının zaman zaman FIFA’nın en önemli kurullarında görev alması da incelenmesi gereken diğer bir ‘hassas’ konudur.

En fazla uluslararası transfere dahil olan futbol ülkesi ise Brezilya. Brezilya’da 306 takım uluslararası transfere dahil olmuş. Brezilya birinci liginde (Serie A) sadece 20 takım olduğunu düşünürsek bu veri bize şunu gösteriyor. Brezilya’da amatör liglerden bile oyuncular başka ülkelere transfer olmuş. Başka ülkelerde parasını kazanan oyuncular ülkesine dönmüş belki de son senelerinde şehrinin takımına katkıda bulunmuş.

Yeri gelmişken buradan değerli futbol yöneticilerine bir mesajım olsun. Brezilya’ya ‘oyuncu seyretmeye’ gittiğinizde Serie A’daki Santos-Fluminense maçını seyretmenize pek gerek yok. Brezilya bundan tam 500 sene önce Portekizli denizci Pedro Alvares Cabral tarafından keşfedildi. Biz biraz geç kaldık. Onun torunları da Brezilya ligini her hafta düzenli olarak yerinde keşfediyor. Bu yüzden illa ‘keşif’ yapmak isteyen maceracı takımlarımız varsa Serie B, Serie C maçlarını takip etmeleri daha gerçekçi ve verimli olabilir.

Futbolun Brezilya için tam bir ‘dış ticaret’ olduğunu gözler önüne seren bir başka önemli veri de her sene yurtdışına gönderdikleri futbolcu sayısı. Brezilya’dan sadece 2019’da yurtdışına yapılan transfer sayısı 948! Brezilya’dan sadece Portekiz’e gelen oyuncu sayısı geçen sene 228. Sıkı durun bu verdiğim 948 sayısı sadece Brezilya’dan yurtdışına gidenler. Dünya genelinde 2019 senesinde transferi gerçekleşen Brezilyalı sayısı 1988! Hayır, doğum tarihimi yazmadım, sadece geçen sene uluslararası transferi gerçekleşen Brezilyalı oyuncu sayısı yazdım. Singapur’dan, Çin’e, Slovakya’dan Kanada’ya kadar aklınıza gelen her yerde transferleri gerçekleşti.

Yurtdışında ülkemizi başarıyla temsil eden değerli ve yetenekli genç Türk futbolcularımızla gurur duyuyoruz, ancak koskoca Türkiye’den yurtdışına transfer yapabilen oyuncu sayımız bir elin parmaklarının sayısını geçmiyor! Birkaç başarılı ve yetenekli oyuncuya bakarak ‘Türk futbolu gelişiyor ve üretiyor’ demek bizi yanlış yönlendirir. Duygusal değil, veriler ışığında nesnel değerlendirme yapmak her zaman daha faydalıdır.

İşin diğer bir ilginç tarafı Brezilya’nın hem yurtdışına en çok oyuncu gönderen ülke hem de yurtdışından en çok transfer yapan ülke olmasıdır. Burada bir bilgi vermem gerekir. FIFA jargonunda uluslararası transfer bir ülke federasyonundan bir başka ülke federasyonundaki lige yapılan transferdir. Oyuncunun milliyetine bakılmaz. Bir ülkeden başka bir ülkeye transfer olması o transferin uluslararası transfer sayılması için yeterlidir. Bu şekilde Brezilya liglerine 2019’da 831 tane uluslararası transfer yapılmış. Tabii ki bu sayının çok büyük bir bölümü farklı ülkelerde oynayıp Brezilya’ya dönen Brezilyalı futbolcular.

Bu da futbolun bir ülke için sağlayabileceği önemli bir sosyo-ekonomik katkıya dikkat çekiyor. Düşünsenize, her sene ortalama 800 Brezilyalı yurtdışına futbol oynamaya çıkarken her sene yine yaklaşık 800 Brezilyalı ülkesine geri dönüyor. Bu sadece fiziksel bir dönüş değil. Muhtemelen yanlarında yüzbinlerce Euro döviz ile dönüyorlar. Bu durum ülke ekonomisine yaptığı katkı kadar futbolcunun yaşadığı bölgenin, ailesinin ve hatta sülalesinin sosyal, kültürel ve ekonomik kalkınmasında bir kaldıraç vazifesi görüyor. Sadece 2019 senesinde Brezilya futbolcu transferlerinden 299 milyon dolar kâra geçti. Bu hesaba bireysel oyuncu maaşları dahil değil. Sonuçta Çin’de maaş alan Hulk da parasının bir kısmını Brezilya’daki banka hesabına yatıyor. Bireysel maaşları hesaba katacak bir veriye ulaşmamız mümkün değil ama varın toplam meblağı siz hayal edin.

Brezilya’dan sonra transfere dahil olan en fazla kulüp sayısına sahip ülkeler Almanya (144) ve İspanya (130). Benzer pozitif tabloları bu ülkelerde de çok net görüyoruz.

Türkiye’ye dönecek olursak, 2019 yılında Türkiye’de 59 takım uluslararası transferlere dahil olmuş. Bazı okuyucularımızın dikkatinden kaçmayacaktır. Süper Lig ve TFF 1. Lig dışında yabancı transferi yasak ve bu iki ligdeki toplam takım sayımız 36’yı geçmiyor. Nasıl 59 takımımız uluslararası transfere dahil olabildi? Açıklaması çok basit. Belli ki kendimiz yetiştirmek yerine Almanya’nın, Hollanda’nın yetiştirdiği gurbetçi Türk gençlerini Türkiye’ye getirip hazıra konma alışkanlığımızdan vazgeçememişiz.

Geçen sene Türkiye’ye 301 tane uluslararası transfer yapılmış. Dediğim gibi bunlardan bazıları gurbetçi Türk oyuncular. Ancak kabul etmek gerekir ki çok büyük bir bölümü yabancı oyuncular.

Burada yabancı oyuncu sorunsalına da çok kısa değinmek istiyorum. Yabancı oyuncuyu yasaklamak, sınır koymak modern futbolda çağdışı bir harekettir. Siyasetten futbola hangi alanda olursa olsun bir temel kural hiç şaşmaz. Bir yerde bir şeyi yönetemeyen varsa, o şeye yasak koyar.

Türk futbolu yasaklarla gelişemez. Futbol ve genel anlamda ülkenin spor gelişimi için belli başlı yöntemler vardır. Denetimler ve faydalı kriterler olur evet ama yasak olmaz. Koltukları ve mevkileri işgal edenlerin bunları bilmesi ve uygulaması gerekir. Her ne kadar bu konu uzmanlık alanım olsa da şu an bu gazetede köşe yazan bir yazara ‘şimdilik’ bundan daha fazla ahkam kesmek düşmez.

2019 yılında Türkiye’nin 10/1’i büyüklüğündeki Sırbistan’dan 249 oyuncu yurtdışına gitmiş. Gidenlerin neredeyse tamamını Sırp oyuncular oluşturuyor. Sırbistan dışında gerçekleşen Sırp oyuncu transferlerini de hesaba katarsak sadece geçen sene 435 Sırp oyuncu uluslararası transfer yapmış. Bu sayıyı neden verdim? Çünkü 2019 senesinde Türkiye’den yurtdışına giden oyuncu sayısı da 249. Aynıyız. Ancak ufak bir farkımız var.

Üst satırlarda ‘Türkiye’den yurtdışına giden Türk oyuncu sayımız bir elin parmaklarını geçmiyor’ demiştim. Şimdi kendimle çelişmedim mi? Hayır efendim. Ülkemizden yurtdışına giden 249 transferin neredeyse tamamı yabancı oyunculardır. Mesela; bir Türk takımında oynayan ve sözleşmesi bitince bonservissiz yurtdışında başka bir takıma giden yabancı oyuncu bu kategoride sayılır. Türk futbolunun başarısıyla veya gelişimiyle bir ilgisi yoktur.

Buradan da bir başka sosyo-ekonomik değerlendirme çıkar. Ülkemizden her sene ortalama 200 yabancı oyuncu yanlarında yüzbinlerce belki milyonlarca Euro götürüp ülkeden ayrılıyor. Bu durum Brezilya veya Sırbistan örneğinin aksine ülke ekonomisine zarar sağlıyor. Bunu lütfen küçümsemeyin. Türkiye’de futbolun oluşturduğu döviz açığı tahmin edilenden çok daha fazladır ve nüfusunun %20’si yoksulluk sınırında olan bir ülke için bu çok önemli bir kayıptır. Yaşadığım ülke, Portekiz’den bir örnek vermem gerekirse; geçen sene Portekiz aldığı ve sattığı oyuncular sonucunda ülke ekonomisine 384 milyon dolar artı ek gelir soktu ve Dünya’da futbol transferlerinden en çok kazanç sağlayan ülke oldu.

2019 yılında ülkemizden Arap takımlarına yapılan bonservisli satışlarla bu durum biraz düzeldi. Ancak oyunculara verilen maaşları ve geriye dönük uzun dönemli geçmiş harcamaları dikkate aldığımızda durum hiç açıcı değil. Daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi popülizm uğruna bol keseden ‘verilen’ her Euro, bu ülkenin sporcusu ve sporu için harcanabilecek ana kaynaktan kesintidir.

Burada 3 büyüklerin milyonluk transferlerine odaklanmak büyük resmi görmemizi engelleyebilir. Esas yazık olan paralar Anadolu takımlarında hatta TFF. 1 Lig’de harcanan paralardır. Kendi ülkesinde 5 bin Euro maaşla oynayan sıradan oyuncular (ki senelik kazancı 50 bin Euro olur) Süper Lig’e gelince en az 400/500 bin Euro alıyorlar. İşin en acı tarafı da bu oyuncular ‘ucuza, ekonomik, cazip şartlarda’ anlaşılan oyuncular olarak lanse ediliyor. Onlarca kez bu ülkenin en büyük ulusal TV kanallarında yayın yapan yorumcuların ‘500 bin Euro çok ucuza anlaşmışlar’ dediklerine şahit oldum. Böyle kişilerin veya yöneticilerin ya ekonomiden haberleri yok, ya hayal edemeyeceğimiz kadar zenginler ki zihinlerindeki para mefhumu farklı, ya da futbol sektörünü hiç bilmiyorlar.

Uzun lafın kısası, diyeceğim odur ki Dünya’da futbol artık ‘iş’ olsun diye yapılıyor…