1. yüz (Toplam 2 yüz)

Sizleri unutmadık unutanlara da hatırlatacağız!

İletiGönderilme zamanı: Cum Şub 29, 2008 1:05
gönderen erenus
Osmanlı pala ve kılıç yerine aklını kullansaydı, 800'lü yıllarda başlayan ve Avrıpa'yı etkisi altına alan İslâm Rönesansını devam ettirseydi ve İbni Rüşd, İbni Sina, Farabî, Ömer Hayyam, Râzi, İbni Hazm, Jabir İbni Hayyan gibi bilim adamlarını red eden İmam Gazalî'yi 'mürşit' olarak kabul etmeseydi, belki de bilim alanında çağlar öncesinin karanlıklarına gömülmeye başlamayacaktı.

Avrupa Birliği fonlarına bel bağlamamış :lol: ve medenî insanlık tarihine ışık tutmuş bazı "Barbar, İdraksiz, akılsız , Şirret,Agbiya-i Türk (Türk kafasızları), Kaba Türk, Cahil Türk, Ebleh Türk" olmadığımıza örnek olması açısından değerli Türk bilim adamlarına ve unuttuğumuz önemli doğulu bilim adamlarına örnekler verelim.

ve unutmayalım !

Kendi bilimini ve teknolojisini üretemeyen, batı bağımlısı bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olma mevkiinden yüksek bir muameleye liyakat kazanamaz.

NASIRÜDDIN-İ TUSİ
(Horasanlı Türk 1201 - Bagdat 1274)

“Türk Öklit’i” ünvanlı büyük bilgin. Aritmetik, geometri, trigonometri, astronomi, optik, mineraloji, coğrafya, tıp, mantık, felsefe, ahlâk, müzik ve edebiyat alanlarında eserler verdi. Düzlem ve küre trigonemetrilerini sistemli biçimde inceledi. 'Kitab-ı Seklül Kutta' eserinde küre üzerindeki büyük dairelerin oluşturdukları üçgen ve dörtgenlerin topolojik sentezinde o kadar ayrıntılı bir analiz yapmıştır ki, kendinden sonra modern analitik yöntemlerin bunlar aracılığıyla kolayca çikarılması mümkün olmuştur. Öklit’in 5.(paraleller) aksiyomunu ikna edici bulmayarak, yerine yeni bir aksiyom denedi. Tusi, bu aksiyomla bir üçgenin iç açılarının toplamının 180 derece olduğunu kanıtladı ve buna dayanarak Öklit aksiyomunu çıkardı. Bu konuda yaptığı çalışmalarla modern Öklit-dışı geometrilerin oldukça erken bir öncüsü olmustur.
Tusi’nin geometri alanındaki gücü 'Tahrir-i Usul-ül Öklidis' ‘te Oklidis’in ünlü 'Elements' adlı kitabının tanıtımı niteliğinde olup, Yunanca aslından yapılmış çeviriye ekler suretiyle genişletilmiştir.
Yunan ve Batı matematik dünyası sınırının en parlak yıldızı olan aksiyometrik düşünceleri ile modern geometrinin cesaretli bir önderi olmuştur.


GIYASEDDİN CEMSİD
(? - Semerkant 1436)
14. yüzyılın özellikle Semerkand’ da çalışmalar ve araştırmalarla tanınan en ünlü Türk astronom ve matematikçisidir. Matematik tarihlerinde ondalık sistemin kâşifi sayılır. Yüksek dereceden sayısal denklemlerin yaklaşık çözümlerine ilişkin bulduğu yöntemlerle de ünlüdür. 1 derecenin sinüsünü 18 ondalığa kadar, pi sayısını da 12 ondalığa kadar doğru olarak bulmuştur. En önemli eserleri 'Risalet-ül Muhitiyye' ve 'Miftah-ül Hitap’ tır.

BURSALI KADIZADE RUMİ
(Bursa 1337 – Semerkant 1449)
Semerkant’ta yetişerek ün kazanmış büyük Türk matematikçi ve astronomudur. Semerkant medresesinde görev ve hizmetlerde bulunmuştur. Baslıca eserleri, 'Risale fi’l- Hesab' adlı aritmetik kitabı, geometri ile ilgili 'EsKalü’t-te’sis', trigonometri ile ilgili bir derecelik yayın sinüsünün hesaplama yöntemine ilişkin 'Risaletü’l –Ceyb' (sinüs üzerine monografi) dir.

ULUĞ BEY
(Sultaniye 1394 – Semerkant 1449)
Bilim tarihinde 15. Yüzyil Astronomu olarak tanınır. Timur’un torunu, Şahruh’un oğlu Maveraünnehir’in Genel Valisi ve Timurlu Devletinin Hakanıdır. Semerkant’ta medreseler yaptırdı. Semerkant Rasthanesini kurdu. Bilim ve fenle uğraşarak ününü siyasetten çok bilim ve kültür alanında yaptı. Döneminde ünlü bilginleri toplayarak Semerkant’ı uygarlığın başlıca merkezi durumuna getirdi. Bunda Kadızade Rumi ve Giyaseddin Cemsid ‘in büyük etkisi olmuştur. Kendisi de tarihçi, matematikçi ve astronomdu. Kurduğu gözlemevinde yapılan gözlemler sonucu hazırladığı 'Uluğ Bey Ziyci' adli eseri Doğu ve Batı Bilim dünyasında bir kaç yüzyıl boyunca kullanılmıştır. 1841 ve 1853 de İngilizceye tercüme edilen bu eser hakkında son makalenin 1917 yılında E.D.Knobel tarafından yazıldığı düşünülürse eserin yazıldığı tarihten beş yüzyıl geçmesine rağmen etkinliğini sürdürmüştür. Matematikçi ve astronom Takuyyiddin efendiyi İstanbul'a gönderip ilk rasathaneyi kurduran hükümdardır. Bu rasathane, bağnaz din adamları yüzünden Padişahın fermanı ve Şeyhülislâmın fetvasıyla 1580 yılında topa tutularak yıkılmış, içindeki eserler ve ölçü aletleri yakılmiştır.



İBN-İ BACE (? -1138)

Latinlerin Avenpace dedikleri Endülüs’ün yetistirdiği en büyük matematikçi ve filozoflardan biri. Eserlerinden çoğu felsefe, tıp ve fizik konusundadır. Matematik alanında iki eseri biliniyor.






CABİR İBN-İ-EFLAH (Geber, Jabir İbni Hayyan)

Latinlerin Geber dedikleri Endülüslü astronom ve matematikçi. En ünlü eseri 'Kitab-ül Hey'dir. Küresel trigonometri ve transfer teoremleriyle uğraştı. Hipotenüsü c olan küresel bir ABC dik üçgeninde cos A = cos a sin B formülünü buldu. 1140-1150 civarında öldü.
Batı’da kendisinden Yaman Matematikçi anlamında 'Calculorum Osor' olarak bahsedilir.

EL BAGDADİ

Jabir İbni Hayyan’ın bir diğer çalışma arkadaşı. Arap matematikçi. Öklit geometrisi ile uğraştı. Sayısal örnekleri içeren popüler bir kitabı Latince’ye çevrildi ve büyük etki yaptı. 1100’lerde parlayan bu matematikçinin doğum ve ölüm tarihleri bilinmiyor. Bitmedi...



İBN-İ SİNA (Afsana 980 –Hemedan 1037) :

Batıda Avicenna adıyla bilinen büyük fizikçi, filozof, matematikçi ve hekim. Matematikte sayılar kuramını Diophantus yöntemleri üzerine kurarak, bu teoremlere önemli ekler yaptı. Bir tam sayının 9’la bölümünden kalan artıkları bilindiğinde, bu sayının karesinin ve kübünün 9’la bölümünden kalan artıkları bulmak üzerine geliştirdiği yöntem meşhurdur. Esas ününü, felsefe ve tıp alanında yapmıştır. (Kitab al-shifa, sanatio) adında Felsefe ansiklopedisi, bir miyondan fazla sözcüğün yer aldığı (Qanun fi-l-tıbb) tıb ansiklopedisi yazmıştır.























EL HEYSEM (Basra 960 –Kahire 1039) :

Latinlerin Alhazen dedikleri büyük Mısırlı fizik bilgini. Optik üzerine yazdığı 'Kitab-ül Menazir' adlı eseri Batı optik fiziğine başlangıç teşkil etmiştir. Bu eser 1270 yılında Latinceye çevrilmiştir ve 16. yüzyılın sonlarına kadar Avrupa’da önemini kaybetmemiştir. Astronomi ve matematiğe ilişkin eserlerinin sayısı 60’tan fazladır. Bilardo veya küresel ayna problemini geometrik olarak çözdü. Geometri, cebir, sayılar kuramı, pratik hesap, konikler, pozisyon astronomisi, ağırlık merkezi konuları üzerine eserleri vardır. Kendisi optik bilimini icat eden değil, geliştiren bir bilim adamıdır. Dünyadaki ilk optik bilimcisi, câhiliye devri Arapların'dan olduğu için küçümsenen Arap bilim adamı Abu Ali el-Hassan'dır. El-Hassan, ilk olarak M.Ö. Çin'de üretilen camı, M.S. 500'lü yıllarda ilk gözlük camını yapan bilgindir.


UMAR AS-SUFİ (903 - 986)

İranlı astronom. Latinler 'Azophi' ismini vermişlerdi. 965 yılında yazmış olduğu astronomi kitabında, dünyamızdan 2 milyon 300 bin ışık yılı uzaklıktaki Andromeda Samanyolunu, Ay'da 47 km. çapında bir krater olduğunu keşfettiğini yazmış ve katolize etmişti. Bu kitap en son 1971 yılında M.Shermatov tarafından 'Ash-Shirazi's Comment's On the Star' ve 1984 yılında Gotthard Strohmaier tarafından 'Die Sterne des Abd. AR Rahman as-Sufi' adı altında tekrar yayınlanmıştır. 1612 yılında teleskopla Andromeda'yı ilk kez görüntüleyen Alman Astronom Simon Marius şaşkınlıkla 'Yahu, demişti. Bu yanan bir muma benziyor'



EL BİRUNİ (Ebu’l Reyhan-i Beyrunî)
(Ket 973 – Gazne-Afganistan 1048) :
11. yüzyılın ilk yarısının en ünlü astronom ve matematikçisi. 1030 yılına Gazne’de Mesut Han’ın himayesine girdi. Hintlilerin Sanskritçe eserlerini Arapça’ya tercüme etti. Felsefe ve coğrafya alanlarında da çalışmalar yaptı. Sayılar kuramı, Hint hesabı, ay ve güneş tutulmaları, matematik, coğrafya, enlem ve boylam tayini, kuyruklu yıldızlar, küre geometrisi gibi konularda yazılmış 113 kadar eseri (toplam sayfası 13.000 ‘u geçer) bilinir. Geometride, açıyı üçe bölme problemini de içeren cetvel ve pergel ile çözülemeyen bir grup problem vardır ki, bunlar matematik tarihinde “Biruni problemleri” olarak bilinir. Daire içine çizilmiş 9 kenarlı düzgün poligonun bir kenarının uzunluğunu özgün bir yöntemle hesapladı. 'Pi' sayısının hesabı üzerine çalıştı, sinüsler teoremini kendine özgü bir yöntemle kanıtladı. Trigonometriye sekant (kesen doğru), cosecant (eşeksenlik) ve kotanjant (tümey teğet) fonksiyonlarını eklemiştir. ). Satranç oyunundaki işlemlerin toplamını ‘1616 -1 = 18, 446, 744, 073, 709, 551, 916.’ formülüyle ifade etti. ‘Antik Çağda Milletlerin Kronolojisi’ adlı bir kitap ta yazdı ve bugün ‘Siyamlı İkizler’ olarak adlandırılan jenetik hatayı izah etmeye çalıştı.

KÜSYAR BİN LEBBAN
(971-1029) :
Dönemin ünlü Türk matematikçisi. Aritmetik, trigonometri ve astronomi alanlarında eserler verdi. Menelaos Teoremi ve sinüsler teoremi üzerine çalışmaları biliniyor. 'Ziyci el-Cami' ve 'Zeyci el-Baliğ' adlı eserleri ile tanınır.

İBN-İ SAMAH
(Granada 1035) :
İspanya-İslam ekolünden matematikçi ve mühendis. Sayılar kuramı, geometri ve takvim oluşturmaya ilişkin çalışmalarıyla ün kazandı.

EL ZARKALİ
(1029 –1087?)
Latinlerin Arzachel dedikleri İspanya-İslam ekolünün en ünlü astronom ve matematikçisi. İlk kez evrensel kullanılabilecek bir astrolab (gök cisimlerinin yükseltisini ölçmekte kullanılan araç) imâl etti. Küresel trigonometri üzerine çalıştı. Akılcı Mu'tezile akımının baş destekçisi Halife el-Memun tarafından matematik ihtisası için Hindistan'a gönderildi. Hint Dünyasının, özellikle 6., 7., 9. ve 12. yüzyıllarda matematik ve astronomide bilimsel bakımdan üstün düzeyde olduğu bilinmekteydi. El Zarkali, Hintli matematikçilerinden Brahmagupta (598-660), Aryahatha (6. yüzyıl), Mahavira (9. yüzyıl) öğretileri konusunda üst düzeyde matematik eğitimi almıştır. Hintli matematikçilerin özellikle trigonometri kunusundaki çalışmaları, zamanın bilim dili olan Sans-kritçe ve Pevlevice'den 8. yüzyıl ortalarına doğru Ortadoğu dünyasına yayılmıştı. Dahası da var...:

EB-ÜL CÛD
(Muhammed ibn-i Leyt)
Alevi Ebü’l Vefa ekolünden yetişti. 7 ve 9 kenarlı düzgün polinomların çizimi ve triseksiyon meselesine ilişkin buluşlarıyla ün kazandı. Cebir denklemlerini tasnif etti. 1000 yılında yaşadığı biliniyor.


EMİR EBÜ NASR
El Biruni’nin hocasıdır. 1007 yılında en parlak devrini yaşayan bu matematikçinin ünlü eseri 'El Micisti Es-Sahi’dir. Nasireddin Tusi’nin çok övdüğü Ebü Nasr’ın 1035 yılından önce öldüğü biliniyor.

İBN-İ YUNUS
(950-1009)
Ebü’l Vefa ile aynı dönemde yasamış Mısırlı astronom ve matematikçi. Bilim tarihinde, Aben Jonis ülkemizde İbn-i Yunus olarak tanınan bu bilgin; matematik ve astronomi konularında hazırladığı eserlerle birlikte adını zamanımıza kadar ulaştırmıştır. Cebeli Mokattam rasathanesinde rasatlar yaptı ve ünlü 'Zîc-i Hakimî' adlı eseri ile 18 yıldızın koordinatlarını içeren bir katalog düzenledi. Zîc-i Hakimî adlı eserinde kendisinden sonra gelenlere bir çok astronomi trigonometri ve fizik bilgisi bırakmıştır.

Trigonometriye dair ileri bilgileri vardır. Cos a cos b = ½ [cos (a-b) + cos (a+b) ] formülüne benzer bir formül bulmuştur.

EL KERHÎ
(? – 1029)
Batılılar’ın “Arap Diophantus'u “ adını verdikleri Bağdatlı matematikçi. 1010-1016 yıllarında yazdığı tahmin edilen 'El Fahri' adlı cebir kitabında, cebirsel miktarlara ilişkin rasyonel çözümler, kökler, birinci ve ikinci dereceden denklemler, belirsiz denklem sistemleri ve bunlara ait problemlerle, sayısal ve katsayılı bikuvadratik denklemler yer alır. El Kerhi, bu belirsiz denklemlerin tam çözümlerini verdi: x3+y3=z2, x2 y3=z2, x2-y2=z3, x3+ax2=y3, x3-bx2=y3. Aynı tarihlerde yazdığı ve hesap üzerine olan 'El Kâfi Fi’l Hisap' adlı eseri de meşhurdur.



EL NESEVÎ
Horasanlı Türk matematikçi. Hint aritmetiğine ve Arşimet’in eserlerine ilişkin çalışmalar yaptı. 1013-1019 tarihleri arasında yazdığı ünlü eseri 'El Mukni’ de doğal sayıların kare ve küp köklerini veren yaklaşık formüller geliştirdi. Açıyı üçe bölme meselesini yeni bir yöntemle çözdü. Doğum ve ölüm tarihleri bilinmiyor.

El KARMANİ
Endülüslü matematikçi ve astronom. Cordoba’da doğdu, 1000’li yılların son yarısında Saragossa’da vefat etti.

İBN-İ EL-SAMH
(979 – 29 Mayıs 1035)

Granada’lı matematikçi. Ticari matematik hakkında ‘El-Mu’amelat’, zihinden hesap yapma konusunda ‘Hisab el-Hawa’i’ kitaplar yazmış, astronomik tabloların tamamlanması üzerinde çalışmıştır.

İBN-İ ABU-RİJAL
( ? – 1040)

Latinlerin Abenragel ismini verdikleri astronom ve matematikçi. İspanya’da Cordoba’da doğdu. En önemli yapıtı: ‘Al-bari fi ahkam al-nujum – Uzaydaki Burçlar Hakkında Mükemmel Kitap). Bu kitap Judah ben Moses tarafından Arapça’dan İspanyolca’ya çevrildi.

İletiGönderilme zamanı: Cum Şub 29, 2008 2:14
gönderen Ram
erenus, bu değerli bilim insanlarını hatırlattığın için teşekkürler.
Konu sabitlenmiştir.

İletiGönderilme zamanı: Cum Şub 29, 2008 3:49
gönderen Bersagon
erenus, sana çok teşekkür ederim.

Türk Bilim Dünyasına değerli katkılar sağlamış bilim insanlarını konunun dışında tutmak kaydıyla,
Bilgisayarının başına oturup, dünyanın bir ucundaki bir bilimsel yazıyı, emrindeki asistanına tercüme ettirip sonuna iki cümle yazarak kendi fikirleriymiş gibi lanse eden, vaktinin çoğunu entel görünmek uğruna gala ve kokteyllerde geçiren; kendisin 50 yıl önce öğretilen bilgileri bugün aynen öğrencilerine aktarmayı eğitimcilik, bilimsel üretimden ziyade sermaye dünyasının ihtiyaçlarını karşılamayı üretkenlik zanneden çok sevgili pek saygıdeğer hocalarımızın yukarıda adı geçen gerçek kaşiflerin torunları olduklarını hatırlamalarını dilerim.

Keşke Hz. Mevlana'ya gösterilen saygı ve özen bu bilim öncülerine de gösterilse. Üniversitelerin panellerinde, amfilerinde isimleri yaşatılsa. Bu büyük değerler, yeni nesil "laptop fakültesi" öğrencilerinin beynine mıhlansa.

Ne güzel olurdu.

İletiGönderilme zamanı: Cum Şub 29, 2008 15:52
gönderen Nihan
Bersagon, bu bilimadamlarını ortaya çıkaran düşünce, Hz. Mevlana ve ondan önceki ekollerin İslam'ı doğru anlayıp halkı aydınlatmak için bilimin gerekli olduğu yolundaki düşünceleridir. Onlar halkla sohbetlerinde ilim öğrenmenin kadın erkek her müslümana farz olduğunu her fırsatta hatırlatmasalardı bu bilimadamlarını yetiştiren altyapı kurulamazdı. O yüzden onların paylarını inkar etmeyelim.
erenus, teşekkürler konu için. Adları geçen bilimadamlarının çoğu Batı'da Arap olarak bilinir çünkü eserlerini Arapça olarak yazmışlar. Tabii o dönemlerde ortak bir medeniyet var. Bu medeniyetin bilim dili Arapça, edebiyat dili Farsça; halk ise günlük yaşantıda Arapça, Farsça ve Türkçe konuşuyor. Milliyeti ne olursa olsun bir bilimadamı kitap yazarken Arapça kullanıyor, şiir yazmak isteyen bir edebiyatçı Farsça yazıyor. Nitekim Mevlana Mesnevisi'ni Farsça yazmıştır. Bu kullanımı bilmeyen kişiler de bilimadamları ve filozofların milliyetlerini kullandıkları dile göre sınıflandırdıklarından o dönemdeki bütün bilimadamları Arap oluyor kendilerince. Bizim İran'la Mevlana'nın milliyeti konusunda bugün bile anlaşmazlığımız var. Biz Mevlana Celaleddin-i Rumi derken onlar hayır, Mevlana Celaleddin-i Farsi diyorlar. Dikkat edin İslamiyet'in yayılmaya başladığı ilk dönemlerde bilim merkezi Bağdat ve Kufe iken Atlas Okyanusu'na kadar olan Kuzey Afrika'nın ve İspanya'nın fethiyle Endülüs'e ve bundan az bir süre sonra da Türklerin İslamiyet'i kabul etmeye başladıkları Talas savaşıyla birlikte yavaş yavaş Semerkant ve Buhara gibi Türk şehirlerine kayıyor. Türkistan şehirlerinde yetişen bilimadamlarının eserleri Endülüs'te görücüye çıkıyor. Batı rönesansını da Endülüs üniversiteleri hazırlıyor. İbni Sina'nın el-Kanun fi't-Tıb eseri Avrupa üniversitelerinde 300 sene tıp alanında tek kaynak olarak okutuluyor. İslam medeniyetinin zirvesini Endülüs medeniyeti yaşatmıştır. Endülüs yıkıldıktan sonra üstünlük Avrupa'ya geçiyor. Eğer Endülüs vahşeti yaşanırken II. Beyazıt Yahudileri kurtaracağına müslüman bilimadamlarını kurtarıp gemilerle İstanbul'a getirtseydi bugün dünya bilimi içinde söz sahibi olabilirdik diye düşünüyorum. :roll:

İletiGönderilme zamanı: Cum Şub 29, 2008 23:02
gönderen Bersagon
Nihan,
fikirlerine aynen katılıyorum. bu kıymetli bilimadamlarını ve hizmetlerini inkar etmek haddime değil. yazdıklarım öyle anlaşılıyorsa özür dilerim. benim ifade etmek istediğim şey, aynı Hz. Mevlana örneğinde olduğu gibi, bu bilim öncülerinin de paneller ve organizasyonlarla anılması ve İslam-Bilim ilişkisinin doğru şekilde lanse edilmesiydi.
Örneğin bir üniversitenin matematik bölümü yukarıda adı geçen bir matematik üstadının adını bir dersliğe verse, bir mühendislik fakültesi diğer bir bilimcinin adına paneller düzenlese. Böylece genç dimağlara batılı bilim adamlarıyla beraber bizim de gurur duyacağımız filozoflarımız, teorisyenlerimiz olduğu öğretilse.

İletiGönderilme zamanı: Cmt Mar 01, 2008 0:18
gönderen Nihan
Bersagon, bu bilimadamlarını Arap kabul etmede Batı'dan bir farkımız olmadığından üzerinde pek durulup anma günleri düzenlenmiyor. Mevlana iyi ki Anadolu'da yaşamış yoksa onu da İranlılara kaptıracaktık. Oysa bu insanlar Arap da olsalardı ortak bir medeniyetin gurur kaynakları olarak yine unutulmamaları gerekirdi.

İletiGönderilme zamanı: Cmt Mar 01, 2008 9:04
gönderen erenus
Ram, Bersagon ve Nihan'a yorum ve katkılarından ötürü teşekkür ederim..

Arkadaşlar, unutmayalım ki teknoloji ve bilimin temeli olan matematik batıya uzaydan gelmemiştir. Yukarıda saydığımız bilim adamlarımız intihal yapmamış, nobel ödülü almamış ve üstüne üstlük bir çok kendini bilmez tarafından kafirlikle suçlanmıştır.

Asıl sorun, İslâm uygarlığını çağının en önemli uygarlığı haline getirmiş olan akılcı Mu'tezile akımlarının varisi olması gerekilirken, ne yazık ki, özellikle Fatih'ten sonra, aydınlanma çağının yok edilmesinde en büyük etken İmam El Gazalî'nin öğretilerine göre hareket edilmesidir. Halk ve bilim bu insanların insafına terk edilmiştir!

İmam Gazalî, 'Tehâfüt-ûl Felâsife – Filozofların Tutarsızlığı' adlı kitabında bilimde aklı esas tutan İbnî Sînâ'dan, Fârâbi'den farklı olarak "Akıl iyi bir yol gösterici değildir, insanları yoldan çıkaran bir bağdır." tezini ileri sürerek aklın değil, imanın önemli olduğunu vurguluyordu. Gazâlî aynı kitabında; Sokrat, Hipokrat, Platon ve Aristo'nun düşüncelerini 'inkârın tek kaynağı' olarak gösteriyor ve Fârâbî ile İbnî Sînâ'yı da bu yanlışlara düşerek İslâm'dan sapan filozoflar olarak tanımlıyordu.

İmam Gazâli'nin, filozofları dinsizlikle suçlayan 'Tehâfüt-ûl Felâsife-Filozofların Tutarsızlığı' kitabına karşılık Endülüslü İbni Rüşd 'Tehâfüt et-Tehâfüt-Tutarsızlığın Tutarsızlığı' adlı eseriyle cevap vermiştir.


Mu'tezile felsefesi sayesinde 8. yüzyıldan 10. yüzyılın ortalarına kadar yaşanan İslâm Rönesansı aynı zamanda ortaçağ karanlığında yaşayan Avrupalıları da etkilemiş, İslâm filozofları, hekimleri, matematikçileri, astronomları tarafından yazılmış olan kitaplar Latince'ye çevrilmeye başlanmıştı. 'Aristo'nun, özellikle İbni Sina ve İbni Rüşd gibi büyük filozofların Arapça yorumları eşliğindeki yapıtlarının yaygınlaşmasıyla, yeniden kurulan Paris Üniversitesi, eksiksiz denebilecek bir bilimsel düşünce sistemiyle tanışmış bulunuyordu. (Ortaçağda Endüstri Devrimi, Jean Gimpel)'

Ortaçağ Avrupa'sı; uygarlığın, sanat ve bilimlerin çoğunda İslâm dünyasının öğrencisiydi. Başka türlü bilinemeyecek birçok Yunan yapıtının bile Arapça çevirilerine bel bağladığı için, bir anlamda İslâm dünyasına bağlıydı' (Hata Neredeydi, Prof. Bernard Lewis)'

Ahmet Naim, 1913 yılında yazdığı "İslam'da Davai Kavmiye" adlı kitabında, Türk'e karşı savaş açmış ve "Türkün geçmişini bilmesine ve öğrenmesine lüzum ve ihtiyaç yok... gerekli olan şeriatı öğrenmektir," demiştir. 1919-1920 yıllarında Şeyhülislamlık görevine getirilmiş ve Padişahla birlikte ülkeden kaçmak zorunda kalmış olan Mustafa Sabri Efendi ise, Türk'e Türklük benliği vermek isteyenlere "soysuzlar" yakıştırmasında bulunmuştur.


Belli ki İmam El Gazalî''nin ekolü geçirdiği türlü türlü mutasyonlarla kabuklanıp kök salmışken ULUĞ BEY,NASIRÜDDIN-İ TUSİ,GIYASEDDİN CEMSİD,BURSALI KADIZADE RUMİ,İBN-İ SİNA'nın torunları nerelerdeler ?

İletiGönderilme zamanı: Cmt Mar 01, 2008 12:32
gönderen Nihan
erenus, ilk çeviriler Yunanca ve Latince'den Arapça'ya yapılmıştır. Bahsettiğimiz bilimadamları bu kitapları okuyup fikirleri geliştirmişler sonra onların yazdıkları kitaplar tekrar Yunanca ve Latince'ye çevrilmiştir. Fikirler birbirine karışmış, medeniyetler bir etkileşim sürecine girmiş. Bu süreçte Eski Yunan filozoflarının İslam'a aykırı fikirleri de yerleşmeye başlamış. Gazali'nin karşı çıktığı nokta burasıdır. Yoksa akıl ve bilimi reddetmemiştir. Akıl ve bilim yolunda Eski Yunan'ın sapık düşüncelerini reddetmiştir. Kendisinden sonra gelen ve onun fikirlerini savunduklarını söyleyenler tarafından fikirleri ekol haline getirilip kullanılmıştır. İbn-i Rüşt'ün fikirleri de Endülüs'te aynı şekilde değerlendirilmiştir. İslam dünyasında Endülüs gibi büyük bir medeniyetin yıkılmasına halkının rezil, sefil bir hale düşüp köle olmasına bu bozuk fikirlerin, İslam'dan uzaklaşmalarının yol açtığı yönünde genel bir kanı vardır. Çünkü tarih incelendiğinde görülür ki Hristiyanlar dinlerinden uzaklaştıkça Müslümanlar ise dinlerine sıkı sıkıya bağlı oldukları sürece ilerleme kaydetmişler. Kim bilir II. Beyazıt belki de bu düşüncenin etkisiyle Endülüs'teki bilimadamlarını değil sanat ve ticaret ile uğraşan Yahudileri kurtarmayı tercih etmiştir.

İletiGönderilme zamanı: Pzr Mar 02, 2008 5:14
gönderen erenus
Eski yunanda yaşamış bilim adamlarının - Heredotun "beni içeriye alın" diye kapısında ağladığı - Mısır kütüphanelerindeki bilgi ve kitaplardan yararlanmış olmaları ihtimali büyük. Bu bilgileri doğru anlayıp anlamadıkları ise ayrı bir tartışma konusu.

Bence, doğu da yaşamış - ilk mesajımda belirttiğim- bilim adamlarının aklı üstün görme meziyetleri ve evrensel bir dil olan matematik üzerine olan savları önemlidir. :!:

Farabi ve İbn-i Sina, sebeb-sonuç arasındaki bağın mantıksal bir zorunluluk olduğunu ileri sürdüler. Bu gibi söylemler zamanla yerini hurafelere bırakcaktır. Doğu kültürü, bilimden günah olarak söz edip uzak durmaya çalışken, doğudan duydukları bilgiler ortaçağ sonrası batı biliminin temel taşlarını oluşturmuştur. En basit anlamda, Newton yasalarının ve Termodinamik yasaları oluşturan temel matematik modelleri, doğu bilim adamları tarafından düşünülen bir takım savların uygulamalarıdır.


Bazı sözde bilim adamlarına göre İslam dininin menfaati için bir çok usa vurma reddedilmeliydi. Uluğ Beyin rasathanesinin başına gelenler yeterince açıklayıcı.


Diğer taraftan;

Akılcı Mutezile akımının yüzyıllar önce ortaya attığı önermeleri, bugün quantumcuların tartışması size de ilginç gelmiyor mu?

Önerme: Ne hareketsiz, ne de hareketli olan bir cismin bekası mümkün olmayınca cisim hakkinda kesin yargıya varılamaz

Her ne kadar, Gazalî o zamanlarda bu gibi fikirleri çürütmek için karşı fikirler üretse de, bugün CERN yaptığı deneylerle bu önermenin uygulanırlığını tartışıyor.

Quantum Mekaniği prensiplerinden alıntı:

"....Eğer zamanı süreksiz kabul ederseniz "cisim hakkinda hiç bir kesin yargıya varılamaz" diyebilirsiniz. Çünkü her anda, bir fotograf çeker gibi, varlik belli bir uzay noktasındadır ve bir nokta ile diğeri arasinda hiç bir süreklik ilişkisi yoktur. ... "

Fârâbinin, İnsan iyi ve kötüyü seçip yapabilecek güçte yaratılmıştır."gibi insanı birey olarak tanımlayan görüşleri her ne kadar Gazalî tarafından beğenilmemiş olsa da bana ters gelmemektedir.

Özellikle Gazali ve akımı bir türlü tam anlamıyla dahil olmadıkları tarafsız bilimi günah, farklı yorumları sapkınlık olarak görmeseydi belki her şey daha farklı olabilirdi. Bu yanlışların izdüşümleri ortadadır.

Sonuçlara bakacak olursak.

Rönesansı ve sanayi devrimini ıskalamış olan Osmanlı döneminde, "Resim günahtır. Ticaret günahtır. Sanat adidir. Toprak kutsidir, seni cennete götürür öğretisi ile Türk toplulukları için, aklı çalıştıran ne varsa günah sayılmış, sadece toprakla uğraşması salık verilmiştir.

Vahdettin, İngiliz Zırhlısı ile İstanbulu terk ederken, Saray Nazırına; "Sürümü kime bırakacağım"diye hayıflanır. Ortadoğu tarihçisi Bernard Levisin; "Türkler, Osmanlı boyunduruğundan kurtulan son ulustur" sözleri de bunu doğrulamaktadır.

Ancak, unutmayalım ki!

Bilimi ve aklı yol gösterici olarak kabul eden , "Fikri HüR, Vicdanı HüR, İrfanı HüR" bir toplum inançlarını korkusuzca yaşayabilir. Ancak böyle bir toplum yaşamını tam bağımsız olarak sürdürebilir.

İletiGönderilme zamanı: Pzr Mar 02, 2008 11:45
gönderen Nihan
erenus, Vahdettin'in "Sürümü kime bırakacağım" sözünün dayanağı Peygamberimizin "Her biriniz sürünüzün çobanısınız ve hepiniz sürünüzden mesulsünüz ve reis (halife) teb'asına karşı sorumludur." hadis-i şerifidir. Yoksa tebasını aşağılamak için söylenmemiştir. Hadis-i şerife göre aile reisi de çobandır veya bir topluluğun başına getirilen (topluluk iki kişiden oluşsa da) kişi de çobandır. Buradaki çobanlık sorumluluğu temsil eder.

"Bilimi ve aklı yol gösterici olarak kabul eden , "Fikri HüR, Vicdanı HüR, İrfanı HüR" bir toplum inançlarını korkusuzca yaşayabilir. Ancak böyle bir toplum yaşamını tam bağımsız olarak sürdürebilir" demişsin ya bana böyle bağımsız bir topluluk gösterebilir misin?

İletiGönderilme zamanı: Pzt Mar 03, 2008 1:28
gönderen erenus
Teolojik sembolojideki sürü imgesi ile devlet yönetimdeki sürü mantığını birbirine karıştırmamak daha faydalı olacaktır diye düşünüyorum. Her peygamber insan topluluklarını aydınlığa taşımak için gönderilmiştir. Bu toplumlar o ulvi kişilikler vasıtası ile aydınlatılmaya çalışılmıştır. Bakara suresi 104’te: “Ey iman sahipleri raina (bizi çobanın sürüyü güttüğü gibi güt) demeyin. Söylenenleri dinleyin” denmektedir. Bu ayette Peygamber’e bile “Raina” denmesi yasaklanmaktadır. Kuran toplumun sürü, bireyin ise onların güdücüsü olmasını istememektedir.

Süphesiz ki Kuran’ın insanı; düşünen, akleden insan olmaldır.

Kuran’ın ruhuna aykırı şekilde kendisi hakkında uydurulan hadisleri görse, bunları uyduranları ilk kınayan, bu hadis kitaplarını ilk yakan Peygamberimiz olurdu.

Birilerini peşinden sürü mantığı ile gitmenin bir yere varmadığını artık görmemiz ve doğu milletleri olarak kendimize çeki düzen vermemiz lazım.

Doğu kültürünün temsilcisi olarak biz Müslümanlar bilime sahip çıkmadık, teknolojiye ihanet ettik, düşünmeyi ve araştırmayı hakir gördük. Bilek ve çene gücüyle her sorunumuzu çözeriz sandık. Oysa karşımızdaki toplumlar bir ellerinde teknoloji öteki ellerinde akılcılık bizim eteğine ulaşmamaya çalıştığımız zirvelere çoktan tırmanmışlardı bile.

Bilimi ve aklı yol gösterici olarak kabul eden , "Fikri HüR, Vicdanı HüR, İrfanı HüR" bir toplum inançlarını korkusuzca yaşayabilir. Ancak böyle bir toplum yaşamını tam bağımsız olarak sürdürebilir" demişsin ya bana böyle bağımsız bir topluluk gösterebilir misin?



Nihan, ben bu cümle ile bir hedef tesbiti yaptım. Tam bağımsızlık bir idealdir ve ancak akıl yolu ile ulaşılabilir demek istiyorum.


İngiliz gazeteci,

Atatürk`e sorar:"Birleşmiş Milletlere üye olmayı düşünüyor musunuz?"

Atatürk:"Şartları koyarız.Kabullerine bağlı.Biz müracaat etmeyiz üye olmak için.Davet gelirse düşünürüz."

Oysa Birleşmiş Milletler`in kuruluş yasasına göre,ülkeler başvuru yaparlarsa kabul ediliyorlardı.

Atatürk başvuru yaptı mı? Hayır.

Peki ne oldu? Birleşmiş Milletler yasasını değiştirdi ve Türkiye`yi davet etti,davet edilen ilk ülke Türkiye oldu.

1930'lar Türkiyesi...işte sana tam bağımsızlık örneği


Madem doğu bilginleri ile ilgili untulmuş bilgileri gündeme getirdik aşağıdaki bilgileri de atlamamakta fayda görüyorum.

Kızamık ve çiçek hastalığını fark eden ve saf alkolü ilk elde eden Razi,

Cüzzamı ilk tanımlayan İbni Cessarü,

Vebanın bulaşıcı bir mikrop olduğunu fark eden İbni Hatip,

Verem mikrobunu tanımlayan Kambur Vesîm,

Retina tabakasını inceleyen İbni Rüşd,

Sıfırı ve ikilik düzeni ilk kullanan Harizmi,

Trigonometriyi matematiksel modelemede kullanan Battani, Ebul Vefa, Nasiruddin Tusi,

İlk trigonometrik dönüşüm formülünü bulan İbni Yunus,

Binom formülünü bulan Ömer Hayyam,

İlk difransiyel denklikler kitabını yazan Sabit bin Kurra,

Ondalık kesiri kitaplarında kullanan Gıyaseddin Cemşid,

Dünyanın döndüğünü fark eden Biruni,

Güneşin yüzündeki lekeleri gözleyen Fergani,

Yıldızların yer ve açıklıklarını ölçen ve ilk cetveli geliştiren Cabir bin Eflah,

Otomatik kontrol sistemleri tasarlayan Ahmet bin Musa,

Sibernetik benzeri bir kurgu yapan İsmail-El Gezeri,

Optik kuramı üzerinde çalışan İbni Heysem,

Sesin matematiksel modeli üzerinde çalışan Farabi,

Yer çekimini tanımlayan Razi (Newton :?: ),

Maddelerin özgül ağırlığını hesaplayan Hazini,

Atom altı parçacıkları düşünen Cabir bin Hayyan,

Kimya laboratuarı kuran Cabir,

Ecza kitabını yazan İbni Baytar,


Bu videoyu bir kere daha seyredip Gazali ekolünün Osmanlı'yı doğru yola taşıyıp taşımadığını bir kere daha düşünelim.

İstanbul Kanatlarımın Altında - Son Sahne



"Öldük, dünyayı ardımızda bırakıp gittik;
Binlerce incimiz vardı işlenmedik,
Sersemliği yüzünden bilgisizlerin,
Renk renk düşünceler kaldı söylenmedik..."
Ömer Hayyam

İletiGönderilme zamanı: Cmt Mar 08, 2008 12:44
gönderen Türk-Kan
erenus, cok, cok tesekkürler.
Gazi Mustafa Kemâl yazdı:Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.

İletiGönderilme zamanı: Pzr Mar 09, 2008 4:43
gönderen erenus
Türk-Kan, rica ederim.

İletiGönderilme zamanı: Pzr Mar 09, 2008 20:48
gönderen kaye
Çok teşekkürler erenus;
Gönderdiğin bilgilerle tekrar sorgulama ihtiyacı hissettim. Biz nasıl bir milletiz, abuk şeyleri din sanıyor, subuk adamları şeyh ilan ediyor, tarihimizi bilmiyor, kendimizi tanımıyoruz..
(Elbette sözüm herkese değildir :) )

İletiGönderilme zamanı: Pzr Mar 09, 2008 22:28
gönderen erenus
kaye, rica ederim.