1. yüz (Toplam 1 yüz)

Çanakkale Savaşı ve Türk Kadını / Kerrar Esat ATALAY

İletiGönderilme zamanı: Çrş Mar 18, 2015 16:45
gönderen Balasagun
ÇANAKKALE SAVAŞI VE TÜRK KADINI



Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın Mustafa Kemal ATATÜRK


Resim
Yeryüzünde çeşitli vesilelerle bir takım günler ihdas edilmiştir. Uluslararası olarak kabul edilen, dünya devletleriyle birlikte kutladığımız, Anneler Günü, Babalar Günü, Kadınlar Günü gibi.

Elbette bizim de kendimize özgü, milli ve dini bayramlarımızın dışında kutladığımız günlerimiz vardır. İşgale uğrayan şehirlerimizin kurtuluş günleri, 18 Martımız (Çanakkale Zaferi), 23 Nisanımız (TBMM’nin Açılışı), 30 Ağustosumuz (Büyük Zaferin kazanılması), 9 Eylülümüz (İzmir’de düşmanın denize dökülüşü) ve 29 Ekimimiz (Cumhuriyetimizin kuruluşu) ve daha niceleri... Bu günler; Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde gerçekleşen Türk’ün varoluş günleridir. Bugünlerin kazanılması elbette kahraman subaylarımız ve Mehmetçiklerimizin olağanüstü şartlarda, olağanüstü mücadeleleri sayesinde gerçekleşmiştir. Ancak burada unutulmaması gereken; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Dünyada hiçbir milletin kadını ‘Ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar himmet gösterdim’ diyemez” dediği KADINLARIMIZ, gerek cephelerde gerek cephe gerisinde kendi canları bir yana, minik yavrularının bedenlerini bile kurtuluş için feda etmişlerdir.

* * *

Bilindiği gibi Mart ayının 8’inci günü, “Dünya Kadınlar Günü” ya da “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” adı altında her yıl ülkemizde de kutlanır. Nedir bu kadınlar günü? Kısaca hatırlatalım. 8 Mart 1857 tarihinde ABD’nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda 129 kadın işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 10.000’i aşkın kişi katıldı. 26-27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka’nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart’ın “Internationaler Frauentag” (International Women’s Day- Dünya Kadınlar Günü) olarak anılması önerisini getirdi ve öneri oy birliğiyle kabul edildi. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yılları arasında bazı ülkelerde anılması yasaklanan Dünya Kadınlar Günü, 1960’lı yılların sonunda Amerika Birleşik Devletleri’nde de anmaya başlanmasıyla daha güçlü bir şekilde gündeme geldi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılmasını kabul etti. Türkiye’de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmaya başlandı.

Buraya kadar olanı herkesin az çok bildiği bir konu.



Türk tarihinin ilk balkon konuşmasını Fatih’te Halide Edip Adıvar yaptı


Resim
Benim size anlatmak istediğim kadın ANADOLU KADINI’dır.

Türk Kurtuluş Savaşı’nın, isimli isimsiz destanlaşan kahraman kadınlarıdır bahsetmek istediğim. Yalnız burada yanlış anlaşılmaya meydan vermemek için şunu belirmek isterim: Anadolu Kadını derken, gerek Çanakkale Savaşı gerek Kurtuluş Savaşı sırasında, elde silah bilfiil cephede savaşan kadınlarımızın yanı sıra cephe gerisinde faaliyet gösteren, -bugünün deyimiyle lojistik destek veren- İstanbul’da; Fatih, Kadıköy, Üsküdar, Haydarpaşa ve Sultanahmet’te düzenledikleri o muazzam mitinglerle düşmanın kulağına kar suyu kaçıran Halide Edip ve diğer Türk kadınları; İnas (kız) Darülfünu’ndan Meliha Hanım, Sebahat, Naciye ve Zeliha Hanımlar, yaptığı konuşmayla milleti “isyan”a teşvik ettiği öne sürülerek işgal kuvvetlerince tutuklanan ancak, daha sonra bir yolunu bularak Anadolu’ya kaçan ve oradaki faaliyetleri sırasında “Asker Saime” olarak anılan Münevver Saime Hanımları ve Anadolu’da kurulan, Milli Mücadele’yi destekleyen Kadın Cemiyetleri’ni ve onların mümtaz başkan ve üyeleri olan kadınlarımızı da unutmamamız gerekir.
19 Mayıs 1919 Pazartesi günü Fatih Belediyesi’nin önünü elli bine yakın halk hıncahınç doldurmuştu. Belki de Türk tarihinin ilk BALKON KONUŞMASINI HALİDE EDİP GERÇEKLEŞTİRİYORDU. Ve konuşmasının ilk cümlesi, “Gece en karanlık ve ebedi göründüğü zaman gün ışığı en yakındır” oldu. Bu İstanbul’dan çakılan bir kıvılcımdı ve o kıvılcım Anadolu’da Mareşal Fevzi Çakmak’ın isim babalığını yaptığı ÇOBAN ATEŞLERİ’ne dönüştü... Fevzi Çakmak bunu şöyle anlatıyordu: Mondros Mütarekesi’nden sonraki dönemde, bir uçaktan Anadolu’ya bakılsaydı, yer yer yanan ateşler görürdünüz. Bunlar pırıl pırıl yanan çoban ateşleridir...

Bu çoban ateşlerinden biri kendini Kastamonu’da, polis müdürünün eşi Zekiye Hanım öncülüğünde düzenlenen ilk kadın mitinginde gösterdi...

Bunun sonucunda Anadolu’da kadınların öncülüğünde peş peşe milli mücadeleyi destekleyen kadın cemiyetleri kurulmaya başlandı.

* * *

Kadınlarımızın Türk İstiklal Savaşı sırasındaki faaliyetlerini şu şekilde özetleyebiliriz:

    1- İşgalleri protesto için düzenlenen mitinglere katılmak,

    2- Cemiyetler kurmak,

    3- Cepheye silah taşımak,

    4- Cephane imalathanelerinde, amele taburlarında çalışmak,

    5- Ordunun, askerlerin giyecek ve yiyecek ihtiyacını karşılamak,

    6- Cephe ve şehir hastanelerinde hemşire olarak yaralı gazilerimize bakmak,

    7- Yardım toplamak

    8- Göçmenlere ve kimsesizlere yardım etmek,

    9- İşgalleri protesto eden mektup ve telgraflar göndermek,

    10- Silahlı mücadeleye katılmak...



Cumhuriyetin ilanıyla Türk kadını sosyal ve siyasal statüye kavuştu


Resim
Size bazı isimler sayacağım. Bakalım kaç isim size tanıdık gelecek...

Kastamonulu Hatice Hanım, gelinliğini satıp parasını cepheye yolladı ve basma entarisiyle gelin oldu. Sakarya Savaşının Sancak Çavuşu ise elinde kamasıyla düğüne gider gibi savaşa giden Giresunlu İğneli Pembe ya da Gül Pembe Hatun.

Elinde, kollarındaki bomba, süngüden oluşan yara yerlerini kedi tırmığına benzeten, sadece göğsündeki şarapnel parçasının biraz acı verdiğini söyleyen Kara Fatma (Fatma Seher Hanım).

Evlendikten 2 ay sonra kocasıyla birlikte dağlara çıkan Gördesli Makbule, Tayyar Rahmiye, Yirik Ayşe, elmas küpelerini bozdurup aldığı tüfekle dağlara çıkıp çetelere katılan Aydınlı Çete Emir Ayşe, Pozantı’da Fransızları tuzağa düşüren Kılavuz Hatice, konuşmamasının cezasını fırında canlı canlı yakılarak ödeyen Nafize Kadın, Kastamonulu Necibe Nine, 93 Harbi’nin unutulmaz Dadaşı Nene Hatun, Kastamonulu Halim (Halime) Çavuş, kağnısında taşıdığı top mermisini ıslanmaması için battaniyesiyle saran Şerife Bacı, Maraşlı Senem Ayşe, Maraşlı Bitlis Defterdarının Hanımı, Rus işgaline karşı çıkan Görele’nin kahraman kızı Gülüşan (Dursun Çavuş), babası Çanakkale’de şehit düşen cephe hastanesinin en küçük hemşiresi 10-12 yaşındaki Safranbolulu yetim Şükriye, Çanakkale’nin isimleri tespit edilemeyen keskin nişancı kızları ve 12 yaşında onbaşı olan, İstiklal Madalyası teklifi verilen 92 yıl sonra İstiklal Madalyası torununun kızına verilen en küçük gazimiz Nezahet Onbaşı (Baysel)...

Evet bu isimler cephede bulunmuş kadın kahramanlarımızdan bazıları:

Bu kadınlarımız kurtuluş savaşının kadınları, yani MUSTAFA KEMAL’İN SİLAH ARKADAŞLARI...

Evet bunlar bizim şehit ve gazi kadınlarımız. Peki isimlerini bilen kaç kişi var. Boşuna aramayın tarih kitaplarında bulamazsınız.

Ama bir Jan Dark’ı bilmeyen yoktur. Hani Fransızların milli kahramanı. Bugün sokakta kimi çevirip sorsanız adını bilmeyen çıkmaz. Çıkmadığı gibi size öyküsünü de anlatırlar ayaküstü. Öyle ki Giuseppe Verdi tarafından adına opera bestelendiğini bile söyleyen çıkacaktır...

* * *

Evet gördüğümüz gibi Türk kadını İstiklâl Savaşı sırasında gerek cephede, gerekse cephe gerisinde tüm gücü ile hizmet vermiş, cephede erkekle omuz omuza düşmana karşı savaşırken cephe gerisinde de çeşitli faaliyetleri ile savaşa destek vermiştir. Kağnısı ile cepheye mermi taşımış, atölyelerde mermi hazırlamış, Mehmetçiğe çorap, fanila dikmiş...

Kurtuluş Savaşı’nın bir de “Kalemli Ordu”su vardı... Kadını, erkeği, fen bilimcisi, tarihçisi, edebiyatçısı, ilahiyatçısı, rektörü, uleması, dervişi, öğretmeni, belleteni, öğrencisi ile işgale karşı yek vücut direnen bir kalemli ordu...

Bu faaliyetlere katılan kahraman kadınlarımız aynı zamanda öğretmenlik gibi bazı meslek dallarında da kendilerini kanıtlamışlardır. Atatürk Türk kadınının bütün bu fedakârlığını ve hizmetlerini takdir etmiş ve Cumhuriyetin ilânından itibaren Cumhuriyet öncesi planladığı ve değişik vesilelerle ifade ettiği gibi kadının sosyal, ekonomik ve siyasal konumunu iyileştirici uygulamalara başlamıştır.



Türk kadınını yüzeysel görmek Türk kadınını görememektir


Resim
Kadınlarımız Atatürk’ün açtığı yoldan ilerleyerek her alanda kendilerini ispatlamış; milletvekili, bakan, başbakan, vali, belediye başkanı, muhtar olarak idari görevlerde bulunmuştur.
Uluslararası şirketlerin Türkiye ve bölge temsilcisi olarak görev yapan azımsanmayacak sayıda Türk kadını vardır. Ayrıca uluslararası alanda isim yapmış holdinglerimizin bir çoğunda yönetim kurulu başkanı, CEO olarak Türk kadınını görmekteyiz.

Mustafa Kemal Atatürk, 21 Mart 1923’te Konya’da Kızılay’ın kadın kollarına hitap ettiği konuşmasında kadınlarımız hakkında şöyle demektedir:

“Dünyada hiçbir milletin kadını, ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını gibi emek verdim diyemez. Belki erkeklerimiz memleketi istila edenlere karşı süngüleriyle, düşmanın süngülerine göğüslerini germekle düşman karşısında hazır bulundular. Fakat erkeklerimizin teşkil ettiği ordunun hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir...

Çift süren, tarlayı eken, ormandan odunu, keresteyi getiren, aile ocaklarının dumanını tüttüren, bütün bunlarla beraber sırtıyla, kağnısıyla, kucağındaki yavrusuyla yağmur demeyip, kış demeyip, sıcak demeyip cephenin harp malzemesini taşıyan hep onlar, hep o yüce, o fedakâr, o ilahî Anadolu kadınları olmuştur. Bundan ötürü hepimiz, bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı şükran ve minnetle sonsuza kadar aziz ve kutsal bilelim.”

“Kadınlarımızın bu fedakârlığına, kadınlarımızın bu kadar hizmetine, erkeklerden hiçbir yerde geri kalmayan ehliyetlerine rağmen, düşmanlarımız ve Türk kadınının ruhunu bilmeyen, yüzeysel bakışlar kadınlarımıza bazı iftiralarda bulunmaktadır. Kadınlarımızın hayatta tembel yaşadıklarını, ilim ile, irfan ile münasebetleri bulunmadığını, uygar yaşam ve sosyal yaşam ile alakadar olmadıklarını, kadınlarımızın her şeyden mahrum kaldıklarını, onların Türk erkekleri tarafından, hayattan, dünyadan, insanlıktan, çalışıp kazanmaktan uzak tutulduğunu söyleyenler vardır. Fakat gerçek durum böyle midir? Şüphesiz ki Türk kadınını bu surette görmek, Türk kadınını görememektir. Ecnebileri ve bizi düşman nazariyle görenlerin tarif ve tasvir ettikleri kadınlar, bu vatanın asıl kadını, Anadolu’nun asıl Türk kadını değildir. Öyle kadınlar bizim asıl hayatımızda ve memleketimizde yoktur. Türk kadınını yanlış görüp yanlış anlatanlar, bilhassa büyük şehirlerimizde, gelişmiş uygar zannedilen yerlerde bazı Türk hanımlarının dış görünüşlerine bakarak aldanıyorlar. O kadınların harici manzaralarını aleyhimizdeki yanlış yorumlara müsait bir zemin olarak alıyorlar. Milletin umumi hayatına nispetle pek sınırlı ve değersiz olan o kadınları yayıyorlar. İşte ilk tashih edilecek hakikat buradadır. Manzara-i hariciyeleriyle düşmanlarımıza ve bilhassa içimizdeki hainlere bilerek ve daha ziyade bilmeyerek haklı bir yalan dolan manzaralara, hepiniz biliyorsunuz ve herkes biliyor ki, en ziyade memleketimizin en büyük şehri olan, asırlarca devletin başşehri ve halifeliğin merkezi bulunan İstanbul’da tesadüf ediyor. Düşmanlarımızın bu manzaradaki kadınlardan aldıkları izlenimler ile acı hükümler veriyor ve diyorlar ki: “Türkiye uygar bir millet olamaz, çünkü Türkiye halkı iki parçadan mürekkeptir. Kadın ve erkek diye iki kısma ayrılmıştır. Halbuki bir sosyal toplum aynı gayeye bütün kadınları ve erkekleriyle beraber yürümezse, gelişme ve uygarlaşmasına ilmi imkan ve ilim ihtimali yoktur.”

“Daha selâmetle, daha dürüst olarak yürüyebileceğimiz bir yol vardır. Büyük Türk kadınını meclisimizde müşterek kılmak hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını ilmî, ahlakî, içtimaî, iktisadî, hayatta erkeğin arkadaşı, muavin ve destekleyicisi yapmak yoludur. Eğer kadınlarımız İslâm usullerinin tavsiye, dinin emrettiği bir kıyafette, faziletin icap ettirdiği davranışla içimizde bulunur, milletin ilim, sanat, sosyal hareketlerine iştirak ederse, bu hali, emin olunuz milletin en bağnazı dahi takdirden kendini alıkoyamaz, men’i nefs edemez. Bilakis, o halin aleyhinde söylenecek sözlere karşı, belki onu girişkenlerden daha fazla müdafi savunucu olur.”




12 kahraman kadınımız İstiklal Madalyası ile taltif edildi


Resim
İstiklal Madalyası sahibi kadınlarımız.

Bir de küçük bir hatırlatma;

İnönü savaşlarında beşikleriyle birlikte sırtlarında cephane taşıyan kahraman kadınlarımızdan 12’sine İstiklal Madalyası tevdi edilmiştir. İşte o kahraman kadınlarımız:

Ali kızı Alime, Hacı Osman kızı Fatma, Besim kızı Şükriye, Musa kızı Ayşe, Mehmet Ali kızı Hafize, Kara Bektaş kızı Fatma, Mehmet kızı Ümmühan, Hacı Mustafa kızı Fatma, Veli Onbaşı kızı Ayşe, Molla İbrahim kızı Fatma, Ali kızı Ayşe ve Molla Hasan kızı Fatma. (KEA)

*

Bu kısa sunuş yazımızdan sonra Başkent Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Yrd. Doç. Dr. Nevin Yazıcı tarafından yapılan ve Çanakkale Savaşı’nda Türk Kadınının Rolü adlı araştırmayı sunuyoruz.

Türk kadını, Çanakkale Savaşı sürecinde; cephede erkekle omuz omuza düşmana karşı savaşırken cephe gerisinde de çeşitli faaliyetleri ile savaşa destek vermiştir. Çanakkale Savaşı’nda Türk kadını, daha ziyade cephe gerisinde aktif bir rol üstlenmiştir. Sağlık hizmetlerinin sağlanmasında, askerler için kılık-kıyafet ihtiyacının karşılanmasında, cemiyetler vasıtasıyla yardım toplanmasında ve kamuoyu oluşumunda Türk kadını önemli hizmetlerde bulunmuştur. Türk kadınının, Çanakkale’de askeri, ekonomik, sosyal, kültürel alanlarda göstermiş olduğu faaliyetler; Milli Mücadele döneminde daha aktif rol üstlenmesine zemin hazırlamış ve Yeni Türk Devleti’nin yapılandırılması sürecinde de kadının, toplumun tamamlayıcı, birleştirici, dinamik ve modern unsuru olmasında etkili olmuştur. 13 Kasım 1914’te başlayan Çanakkale Muharebeleri, 9 Ocak 1916’ya kadar aralıklarla yaklaşık 14 ay devam etmiştir. 18 Mart 1915’teki deniz harekatının ardından, Nisan, Haziran ve Ağustos aylarında çok kanlı muharebeler cereyan etmiş, dönemin en güçlü silahlarına sahip olan İtilaf Devletleri ordusu, 9 Ocak 1916’da Çanakkale’yi tamamen terk etmek zorunda kalmıştır. Çanakkale Muharebeleri, deniz harekatı başta olmak üzere onu izleyen kara taarruzlarıyla sıradan askeri bir harekat olarak değerlendirilemez. Çanakkale Boğazı stratejik açıdan Osmanlı Devleti’nin payitahtının anahtarı, kalbi ve iki kıtayı birbirine bağlayan önemli geçitlerden biridir.

Birinci Dünya Savaşı’nda birçok cephede mücadele etmiş olan Osmanlı Devleti ve Türk toplumu açısından Çanakkale Cephesi muharebeleri, zaferle sonuçlanan tek cephe olması ve Millî Mücadele’nin en önemli güç kaynağı olan millî şuurun, ilk defa büyük bir güç olarak kendini göstermesi bakımından çok önemlidir.

Çanakkale savaşları, olağanüstü şartların ve olağanüstü mücadelelerin savaşı olmasının yanı sıra; Türk ordusunun ve Türk milletinin dirilişinin başlangıcı, emperyalizmin gururunun kırıldığı yerdir. Çanakkale Savaşı’nda bir ölüm-kalım mücadelesi veren Türk milleti, ordusuyla, basınıyla, istihbarat örgütleriyle, yardım cemiyetleriyle ve tüm unsurlarıyla (kadın-erkek-çocuk-yaşlı) büyük başarı kazanmıştır. Ancak, Çanakkale’deki kanlı muharebeler, İngiliz General C.F. Aspinall’in ifadesiyle: “Türklerin çiçeklerini (yani geleceği olan gençlerini)” elinden almıştır.



Türk kadını, Çanakkale’de düşmana karşı Mehmetçikle birlikte savaştı


Resim
Çanakkale Cephesi için Anadolu’nun ve Osmanlı sahasının her yerinden birçok insan, gönüllü olarak savaşa katılmıştır. Hemen her haneden bir kişi cepheye gitmiş, köyler boşalmış ve geride kalanlar; anneler, cephedeki evlatları için seferber olmuşlardır. Geride kalanların yaşadıklarını hiçbir zaman unutmadıkları bu muharebeler sırasında pek çok şehit verilerek Çanakkale Destanı yazılmıştır.
Türk kadını, Çanakkale Savaşı sırasında gerek cephede, gerekse cephe gerisinde tüm gücü ile hizmet vermiş; cephede erkekle omuz omuza düşmana karşı savaşırken cephe gerisinde de çeşitli faaliyetleri ile savaşa destek vermiştir. Özellikle Balkan Muharebeleri sırasında tecrübe kazanan Türk kadını, savaş sürecinde açtıkları dernekler ile büyük bir fedakârlıkla ve gayretle çalışarak; asker evlatlarını cephede kaderine terk etmemiştir.

Çanakkale Savaşı sürecinde Türk kadını, daha ziyade cephe gerisinde aktif bir rol üstlenmiştir. Sağlık hizmetlerinin sağlanmasında, askerler için kılık-kıyafet ihtiyacının hazırlanmasında, cemiyetler vasıtasıyla yardım toplanmasında ve kamuoyu oluşumunda Türk kadını önemli hizmetlerde bulunmuştur.

Türk kadınının Çanakkale Savaşı sürecinde askerî, ekonomik, sosyal, kültürel alanlarda göstermiş olduğu faaliyetler; Milli Mücadele döneminde Türk kadının daha aktif rol üstlenmesine zemin hazırlamış ve Yeni Türk Devleti’nin yapılandırılması sürecinde de kadının, toplumun tamamlayıcı, birleştirici, dinamik ve modern unsuru olmasında etkili olmuştur.

Çanakkale’de Savaşan Kadınlar

Çanakkale Savaşları’nda Türk kadınlarından bazıları cephe gerisinde Mehmetçiğe destekte bulunurken, bazılarının da siperlerde düşman askerlerine büyük kayıplar verdirdiğine dair Avustralya, Yeni Zelanda ve İngiliz arşivlerinde bilgi mevcuttur. Bu bilgiler ışığında Çanakkale Savaşları’nda Türk kadınlarının sanıldığının aksine sadece cephe gerisinde değil, siperlerde de düşmana karşı Mehmetçiklerin yanında göğüs göğüse çarpıştığı görülmektedir.

Bu kadın mücahitler kimlerdir, eylemleri bireysel midir, yoksa örgütlü ve planlı bir eylem midir? Bu sorulara mevcut kaynaklar ve araştırmalar çerçevesinde kesin yanıt vermek güç görünmektedir. Ancak Milli Mücadele sürecinde Türk kadınının cephede savaştığı dikkate alındığında, kadının cephedeki rolünün başlangıcını Çanakkale Savaşı olabileceğini söylemek mümkündür.

Konuyla ilgili Avustralyalı piyade er J. C. Davies annesine yazdığı mektupta kendilerine karşı çarpışan bir Türk kadın savaşçısıyla ilgili olarak şunları anlatmaktadır: “Benim de vurulduğum 18 Mayıs 1915 günü keskin nişancı bir Türk kızı, pusuda çarpışıyordu. Gizlendiği yerden gün boyunca ateş etti ve çok sayıda adamımızı vurdu. Ancak gün batmadan bir Avustralyalı tarafından’ vurulmasına gene de üzüldüm. Güzel, yapılı ve tahminen 19-21 yaşlarında bir genç kızdı. Ölü ele geçirdiğimizde, yanında başka bir Türk’ün ölüsünü de bulduk. Genç kızın bedeninde tam 52 kurşun yarası vardı... Bu savaş korkutucu.”



Pusuda ateş eden keskin nişancı Türk kadın savaşçılar düşmanı bunaltıyordu


Resim
Avustralyalı askerin aktarımında dikkati çeken unsur, “keskin nişancı bir Türk kızı” betimlemesidir. Bu Türk kızının, kendisini korumak üzere ailesi tarafından veya asker bir yakını tarafından eğitilmiş olması ihtimali kuvvetli görünmektedir.

Times gazetesi muhabiri, İngiliz donanmasına ait hastane gemisiyle İngiltere’ye götürülen yaralı askerlerle yaptığı görüşmeyi şöyle aktarmaktadır: “Denizci asker 25 Nisan 1915 çıkarmasında yaralanmış, kendisi çarpışmalar sonucu ele geçen keskin nişancı bir Türk kadınıyla karşılaşmış: ...O, bir Türk kadın savaşçısıydı ve durmaksızın saklandığı evden ateş ediyordu, evi boşaltıp teslim olmayı reddediyordu. Sonunda ele geçtiğinde, yanında yaşlı annesi ve çocuğu da birlikteydi. Yakalanana kadar bir pencereden ısrarla ve özellikle de subaylarımızı hedef alarak ateş etmişti. Sanıyorum öldürdüğü bazı kurbanlarını süngülemişti de. Üzerinde 16 askerimizin künyesini bulduk...” Bu örnekte ise, ailesini korumak üzere silaha sarılmış bir Türk kadınından bahsedilmektedir. Erkeklerin çoğunun askerde olduğu düşünüldüğünde, kadının ailesini korumak üzere savaşması kaçınılmaz bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır.

Yeni Zelanda’dan savaşmak için gelen Otago Birliği’ne mensup bir askerle yapılan görüşmede şu izlenimleri aktarmaktadır: “Bir keskin nişancı Türk savaşçısını yakalamak için operasyon düzenlediklerini, bu nişancıyı ele geçirdiklerinde şaşırıp, kadın olduğunu gördüklerini...” Mısır’da yayınlanan The Egyptian gazetesinde yer alan ve bir askerin İskenderiye’den ailesine yazdığı mektubunda, Türk kadın savaşçılardan şöyle bahsedilmektedir: “15 Ağustos 1915 Pazar günü savaşa katıldık ve büyük bir tepeyi ele geçirme görevi aldık. Bu arada çok can kaybı verdik. Şarapnel parçaları, makineli tüfek mermileri yanı sıra, pusuda ateş eden keskin nişancı Türk kadın savaşçıların ateşi altında, adeta cehennemde ilerlemek gibi bir şeydi bizimkisi. Burada çarpışanların çoğu kadın ve kız. Kendilerini yeşile boyayıp, ağaç ve bodur bitkilerle uyum sağlamış.”

İngiliz arşivi referans gösterilerek hazırlanan bir diğer çalışmada da benzer aktarımlar yer almaktadır Bir İngiliz yüzbaşı anılarında Suvla Limanı’na yapılan çıkarmayı anlatırken bir Türk hücumu esnasında sahile doğru çekilmek zorunda kalışlarından ve bu sırada yakalanan bir Türk kızından şöyle bahsetmektedir: “Herkes en hızlı bir şekilde sahile süründü... Türk siperlerindeki keskin nişancılardan bize ateş yönetildi. Biraz ateşten sonra çalıların arkasından bir Türk kızı geliyordu. Kimliğini gösteren bir çeşit yuvarlak işaret diskleri ve kollarında saatler olduğu halde yakalandı. Çalılığa uysun diye vücudu yeşil boya ile kamufle edilmişti. Keskin nişancılık eğitimi almıştı. Başka yakalanan Türk kadınları da vardı.”

Yukarıda verdiğimiz her iki örnekteki bilgiler, bireysel ve mecburen kendini veya ailesini korumak üzere silaha sarılan kadın savaşçı örneği algısını, başka bir boyuta taşımaktadır. Çünkü burada sayıları birden fazla ve kamuflaj kıyafetinde bir grup savaşçı Türk kadınından bahsedilmektedir. Bu kadınlara özel bir eğitim verilmiş midir? Ya da herhangi bir askeri birliğin uzantısı mıdır? Bilmiyoruz. Ancak, köylerini veya mahallerini korumak üzere aralarında böyle bir örgütlenmeye gitmiş olabileceklerini söylemek mümkündür.



Gora’dan gelen Zeynep Mido Çavuş Çanakkale’de şehadet şerbetini içti


Resim
Yukarıda ifade ettiğimiz alıntılarda “keskin nişancı Türk kadın savaşçıları” imajı ön plana çıkmaktadır. Anzak ve İngiliz askerlerinin ifadesinde ve aktarımında yer alan savaşçı kadınları, gerek sayısal bakımdan gerekse harekât tarzı dikkate alındığında örgütlü ve planlı bir eylemin parçası olarak tanımlamak zordur. Ancak, bu kadınların, kendilerini kamufle edecek şekilde giyinmiş olmaları ve keskin nişancı olarak tanımlanmaları, askeri bir eğitim almış olabilecekleri ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Türk kadınının Çanakkale Savaşı’ndaki konumu ile ilgi yukarıda yer verdiğimiz bilgilere ulaşan Mete Tunçoku; “Bu örnekler Çanakkale Savaşları’nda bazı kadın savaşçıların da rol aldığını, bunun bireysel bir kaç olaydan çok örgütlü bir eylem olduğu kanısını güçlendirmektedir” yorumunu yapmaktadır. Ancak, bu yorumu destekleyecek veriler hali hazırda çok sınırlıdır.

Türk kadınının Çanakkale Savaşı’nda cephedeki faaliyetlerini açıklık getiren Türk arşiv ve kaynaklarında herhangi bir bilgi yer almamakla beraber; Çanakkale Savaşları ile ilgili son dönemde yapılan bazı çalışmalarda; kadınların cephede savaştığı bilgisine katkı sağlayabilecek anı ve aktarım düzeyinde örnekler yer almaktadır.

Bunlardan biri, Mücahide Hatice Hanım tarafından 20 Mart 1926 tarihli Zafer-i Milli gazetesine verilen beyanattır: “İzmir’in Kemalpaşa (Nif) kazasının Ahmetli köyünden Hacı Halilzâdeler’denim. Babam merhum Mehmet Efendi’dir. Çanakkale Anafartalar’da 56. fırkada silahımla muharebelere iştirak ettim. Adım Ahmet idi. Benim kadın olduğumu kimse bilmiyordu. Şarapnel ve kurşunlarla dokuz yerimden yaralandım. Milli muharebelerimize de gönüllü iştirak ettim...”

Bir diğeri ise; Çanakkale Savaşı’na Kosova’dan gelen gönüllüler arasında yer alan Zeynep Mido Çavuş’tur. Çanakkale Savaşı’na, Gora-Dragaş’tan katılanların anlattıklarına göre, biri Gora’dan olmak üzere, Kosova’dan sekiz tabur katılmış; sadece erkekler değil, kadınlar da yer almıştır. Zeynep Mido Çavuş, savaşa bekâr olarak katılan ve şehit düşen Dragaşlı’lardan biridir.

Çanakkale Savaşı’nda Yardım Kuruluşlarının Faaliyetleri ve Kadınlar

Seferberliğin ilan edilmesi üzerine resmi kurumların ve sivil toplum kuruluşlarının teşviki ile Türk halkı Çanakkale Savaşı’na destek vermek için topyekûn çalışmıştır. Türk halkı, bu süreçte, birlik ve beraberlik içinde, cepheden gelen yaralılara evlerini açmış, cephedeki askerlerin aileleri ve çocukları için yardım kampanyaları düzenlemiştir. Bu kampanyalara halkın her kesiminden kadınlar katılmıştır. Katılanlar arasında Gayrimüslimlerin de yer alması önemli bir ayrıntıdır.

Bu yardım kampanyalarını düzenleyen ve bu uğurda çalışanların büyük bir kısmını kadınlar oluşturmuştur. Çanakkale Savaşı’nda Türk kadını, sağlık, eğitim, yardım faaliyetleri çerçevesinde cephede savaşan Mehmetçiğe maddî ve manevî olarak destek olmuştur.



İster gazi ister şehit olsun, değil mi vazifesini yapmıştır. Gam yemem


Resim
Çanakkale Savaşı’nın gizli kahramanıdır Türk kadını... Hem cephede hem de cephe gerisinde ülkesine, vatanına, milletine hizmet etmiştir. Savaş sırasında Türk kadını, toplumda hak ettiği rolü elde etmek için tüm benliğiyle; “savaşan”, “hasta bakan”, “yardım toplayan”, “çalışan”, “anne-eş-kardeş” kimliğiyle her alanda faaliyet göstermiştir. Kayıplarını büyük bir metanetle karşılamış ve “vatan sağ olsun” demiştir Türk kadını...

Türk kadını şehit annesidir, Çanakkale Savaşı’nın. Kaybettiği eşinin, çocuğunun ve hatta milletinin acısını büyük bir metanetle karşılamıştır. Cepheden dönen yaralılar arasında evladını arayan ancak, bulamayan bir Türk annesi şu sözleri söylemiştir;”...Kalbim diyor ki Osman’ım şehit olmuştur. Fakat her halde ister gazi ister şehit olsun, değil mi vazifesini yapmıştır. Gam yemem. Allah devlete, millete zeval vermesin...”

Herhangi bir isyan belirtisi ve üzüntüsü göstermeyen; vatanı ve milletine karşı vazifesini yapmış olmanın haklı gururunu yaşayan bir kadındır, annedir Türk kadını... Şehit annesinin bu sözlerini nakleden muhabir Türk kadınının Çanakkale Muharebeleri sırasında gösterdiği gayreti ve fedâkarlığı ise şöyle yorumlamaktadır: “Türk kadınlarının bu muharebede gösterdikleri menâfii, sarf eyledikleri mesâiyi düşünüyordum. Filhakika, bidayet-i harbden beri sarf edilen bu mesâi o derece azimdir ki, Allah’a şükür borcunu ödemek için ne kadar çalışsak azdır. Yaralılarımıza çamaşır, sargı yetiştirmek asker ailelerine muâvenet etmek için muhtelif cemiyetlerde çalışan, hastanelerde yaralı gazilerimizin yaralarını saran kadınlarımız gayrimuntazır bir sırada aldıkları felâketâmiz haberlere karşı da muhafaza-i metânet etmeyi biliyorlar.”

Türk kadınının toplumsal dönüşümünde Çanakkale Savaşı’nın etkisi

Savaş sırasında erkek nüfusun cepheye sevki nedeniyle tarlada onun yerini alarak çalışan Türk kadını, diğer yandan pek çok iş alanında da faal olmaya başlamıştır. Balkan Muharebeleri ile birlikte toplumsal hayatta kendini etkili bir şekilde yer almaya başlayan kadınlarımız, yine kadınlar tarafından kurulan cemiyet ve derneklerde görev almışlardır.

Fatma Aliye “Kahraman Kadınlarımız” adlı makalesinde kadınların okur-yazar ve meslek sahibi olmaları hakkında bir yaralının şu sözlerini aktarmaktadır: “Doktor, kadınlar okumalı, yazmalıdır, diye ne zamandır söylüyordu. Sizi okutup yazdırmaları, acaba bize bugün bakmanız için mi imiş?”

Fatma Aliye bir diğer makalesinde ise; kadınların İslamiyet’in ilk dönemindeki durumundan, Meşrutiyetin ilânına kadar olan süreçteki değişimine dikkat çekmekte ve Çanakkale kara muharebelerinin şiddetini artırdığı günlerde, telefon ve posta idaresinde kadınların istihdamını ve hastabakıcı olmalarının; kadının toplumsal hayattaki rolüne önemli katkı sağlayacak gelişmeler olarak ifade etmektedir.

Türk Yurdu dergisi ise; Türk kadınını, erkeklerin birçok müşkül vazifelerine yardım etmek üzere sosyal hayat sahnesine zarurî bir unsur olarak girdiğini ve kamu hizmetine mahsus kurumların hepsinde yorulmak bilmez bir faaliyet gösterdiğini belirtmekte; hatta son zamanlarda yalnız erkeklerin ihtisas alanı içinde sanılan birçok işin, kadınların sihirli elleri tarafından büyük bir başarıyla idare edildiğini ifade etmektedir.



Kahraman Türk kadını hem cephede hem de cephe gerisinde savaştı


Resim
Kadın, savaş sürecinde fabrikalardan atölyelere, yol yapımından sokak temizlik işine kadar birçok iş sahasında faaliyet göstermiştir. Turan Gazetesi, Türk kadının “gayret ve fedâkarlığını” şöyle ifade etmektedir: “Daha düne kadar hayat-ı umûmiyeye yabancı tutulan Türk kadınlığının son zamanda gösterdiği bu terakki (ilerleme) ve faaliyet göğüslerimizi kabartacak kadar yüksek ve ulvîdir. Bizden kendilerine binlerce takdir ve teşekkür.”

Toplumda erkeklere mahsus bazı meslekler de ilk defa kadınlar tarafından yapılmaya başlanmış, Beyoğlu’nda görülen kadın berberler gazete sayfalarına haber olmuştur. Diğer taraftan bazı kadınlar erkeklerin silah altında olması nedeniyle boş kalan ticaret sahnesine de atılarak, Mudanya-İzmir yolu ile getirilen eşyayı Galata Rıhtımı arkasında satmaya başlamışlardır.

Çanakkale Savaşı’nın gizli kahramanıdır Türk kadını... Hem cephede hem de cephe gerisinde ülkesine, vatanına, milletine hizmet etmiştir. Savaş sırasında Türk kadını, toplumda hak ettiği rolü elde etmek için tüm benliğiyle; “savaşan”, “hasta bakan”, “yardım toplayan”, “çalışan”, “anne-eş-kardeş” kimliğiyle her alanda faaliyet göstermiştir. Kayıplarını büyük bir metanetle karşılamış ve “vatan sağ olsun” demiştir...

İncelediğimiz kaynaklarda, Türk kadınının profilini İstanbul ve çevresinde yaşayan, eğitimli hatta bürokrat ailelerine mensup kadınlar oluşturmaktadır. Diğer bir husus ise; kadının savaş sırasında toplumsal hayatta oynadığı aktif rol, bilinçli bir seçimin değil; zarurî bir durumun sonucu olduğu ortaya çıkmaktadır. Burada dikkati çeken bir diğer husus ise, kadınların gerek basın gerekse toplantı faaliyetleri aracılığıyla kamuoyu oluşturmada gösterdikleri başarıdır. Yine bu süreçte kadın, “erkek mesleği” olarak addedilen meslekleri, gerek kamusal alanda gerekse özel alanda gayet başarılı bir şekilde deneyimlemiş ve gerçekleştirmiştir. Başlangıçta zarurî bir durumun gerektirdiği bu kadın faaliyetleri, kadının toplumsal hayatta daha bilinçli rol almasına katkı sağlamıştır. Türk kadınının okuma-yazma oranının artması, meslek edinmesinin hız kazanması ve ekonomik alanda üretici bir kimliğe dönüşmesi; kuşkusuz savaşın zarurî ihtiyaçlarının doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. I.Dünya Savaşı’nı takiben gerçekleşen Kurtuluş Savaşı’nda, Türk kadını, hem cephede hem de cephe gerisinde daha aktif bir rol üstlenmiş ve örgütlü faaliyetler içinde yer almıştır. Önemli bir kısmı Balkan Muharebeleri’nde kurulan cemiyetler aracılığıyla toplanan yardımlar, yaralıların bulunduğu hastanelere ve Müdâfaa-i Milliye veya Hilâl-i Ahmer Cemiyetleri vasıtasıyla gazilere ulaştırılmıştır. Toplanan yardımlar, aynı zamanda yardıma muhtaç asker ailelerine de ulaştırılmıştır.

Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Hanımlar Merkezi’nin Çanakkale Savaşları sırasında en büyük ve kapsamlı yardım faaliyeti, askerler için gerekli olan giyim malzemelerinin temininde olmuştur. Askerin giyim ve kuşamından hastanelerdeki çarşaf ve hastabakıcı gömleklerine kadar hemen her şeyin dikilmesinde Balkan Savaşları sırasında tesis edilen Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Hanımlar Merkezi’ne bağlı Dârussınâa’nın (tersane) önemli hizmetleri olmuştur. Özellikle Çanakkale Savaşları esnasında Dârussınâa, milyonlarca çamaşır ve yatak takımı levâzımı hazırlamış, ordu için binlerce çorap, eldiven, boyun atkısı örmüştür.

Yeniçağ, 8~17 Mart 2015