1. yüz (Toplam 1 yüz)

Atatürk ve Gerçek Liderlik / Kerrar Esat ATALAY

İletiGönderilme zamanı: Çrş Mar 30, 2016 16:32
gönderen Balasagun
ATATÜRK VE GERÇEK LİDERLİK


O, lider yaratılmıştır. Liderliğini devamlı ve sistemli olarak geliştirmiştir

Resim
Liderlik, en geniş kapsamı ile, toplumları sevk ve idare sanatıdır. Lider denilince akla gelebilecek tek isim Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Atatürk üstün nitelikli bir liderdir. Bir liderde aranılan bütün vasıfları bünyesinde barındırır.

Aslında Atatürk’ün liderliği tartışılmaz. Gerek kurduğu muhtelif teşkilâtlarda, gerekse olayların akışı içindeki tavırlarıyla bunu ispatlamıştır. Atatürk’ün liderliği, düşünürlerce kabul edildiği gibi, büyük devlet adamlarınca da tasdik edilmiştir. Bilimsel esaslar içinde aranan niteliklerin fazlasıyla bulunduğu da bir gerçektir. Küçük büyük yüzlerce olaydaki tutum, davranış ve tavırları tarihi dolduran belgelerdir. O, lider yaratılmıştır. Liderliğini devamlı ve sistemli olarak geliştirmiştir. Böylece de, liderlerin lideri durumuna geçmiştir.

Bu konuda emekli Korgeneral Cemal Enginsoy’un Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi’nde yayınlanan yazısını aktarıyoruz...

Çağımızın başarı ile sonuçlanmış ilk ulusal bağımsızlık hareketi olan Türk Bağımsızlık Savaşı’nın önderi Gazi Mustafa Kemal Paşa (Atatürk), hiç kuşkusuz, ulusal ve evrensel nitelikli büyük bir liderdir. Birçok otorite bu görüşü paylaşır. Örneğin; tanınmış İngiliz tarihçi Lord Kinross, Atatürk ile ilgili kanısını şu kesin ifade ile belirtir: “...Kemal Atatürk’ün çağımızın en büyük adamlarından biri olduğu hakkında en ufak bir kuşkum yoktur..?”

Türkiye ve Atatürk ile ilgili incelemeleri ile tanınan Amerikalı bilim adamı Prof. Dr. Dankwart Rustow ise, Atatürk’ün büyüklüğünü şöyle tanımlar: “...Osmanlı İmparatorluğu’nun Türkiye Cumhuriyeti’ne dönüşümünde Kemal’in oynadığı rol, Weber’ce (Max Weber) bir terimle, çok kez karizmatik olarak anılan türdendir. Bir karizmatik lider, izleyicilerinin gözünde normal insan değer ölçülerini aşan ve onların yararına mucizeler yaratma yeteneğinde olan bir kişidir... Kemal’in büyüklüğü ülkesinin savunucusu, Cumhuriyet’in kurucusu ve köklü reformcu olarak, üçlü başarısında yatar...”

Yukarıdaki değerlendirmelerin ortaya koyduğu doğal sonuç, Kemal Atatürk’ün üstün nitelikli bir lider olduğudur. Çünkü; liderlik, en geniş kapsamı ile, toplumları sevk ve idare sanatıdır.

Atatürk, çok yönlü tarihî kişiliği içinde, her şeyden önce, meslekten yetişmiş bir asker olarak, Askerlik Sanatı’nı ve bunun en önemli unsuru olan Savaş Prensipleri’ni kavramış, yerinde ve zamanında uygulamasını bilmiş yüksek bir strateji, usta bir taktikçi, insan gücü ve lojistik konularında büyük bir teşkilâtçı olduğunu kanıtlamış seçkin bir komutan, daha özgün bir deyişle “askerî deha sahibi” bir önderdir.

Bu görüşü vurgulamak için, hiç değilse, iki örnek verelim. I. Dünya Savaşı’nda (1914-1918) Çanakkale Muharebeleri (1915) ile ilgili olarak bir Avustralyalı yazarın Gelibolu adlı eserinde şu dikkate değer satırları görüyoruz: “...Çanakkale Harekâtı’nın başlangıcı, Entente (İtilâf) devletleri bakımından seferin en acı olayıdır. Çünkü; ilk çıkarma anında (25 Nisan 1915 sabahı) bölgede deha sahibi genç bir komutan (Mustafa Kemal) hazır bulunuyordu. Bu komutan olmasaydı, Avustralyalılar ve Yeni Zelandalılar (ANZAK Kolordusu) Conk Bayırı’nı pekâlâ o sabah ele geçirebilirler ve Çanakkale Harekâtı’nın kaderini daha o zaman ve o yerde tayin edebilirlerdi...”


Askerî dehasını kısa sürede siyasal dehaya dönüştürebilen bir liderdir

Kendisi de seçkin bir asker ve devlet adamı olan Atatürk’ün en yakın silah ve devrim arkadaşı olan rahmetli İsmet İnönü’ye göre, “...(Atatürk’ün) büyük vasıfları vardır. Karar sahibidir, kararları açıktır ve bir defa karar verdikten sonra, onu uygulatmak için kişiliği çok etkileyicidir... Bu, bir kumandan için en büyük niteliklerden biridir. Askerî vasıfları hakikaten yüksektir. Her millette, her devirde yüksek vasıfta kumandan sayılır... (Ama) siyasî vasıflarının daha büyük olduğu görülür. Bu ikisi birleşince, Atatürk’ün kişiliği müstesna bir ölçüye çıkmış oluyor...”

Atatürk’ün gerçekçiliğini anlatmak için, Lord Kinross’dan bir alıntıyı verelim: “...Atatürk’ün pratik alandaki başarılarını onun gerçekçiliğine bağlamak gerekir... Gerçekçilikten çok uzak bir çağda yetişmiş olan Gerçekçi Mustafa Kemal, olmayacak şeylerin peşinde koşan düşmanı, mantık ve sağduyunun emrettiği gerçeklerle yenerek vatanını kurtardı ve güvenlik içine aldı...”

Atatürk’ün gerçekçiliğinde en büyük etken, hiç kuşkusuz, bütün düşünce ve davranışlarına, her zaman, aklın, bilimin ve sağduyunun önder olmasıdır. Çünkü; Atatürk’e göre, “Akıl ve mantığın halledemeyeceği mesele yoktur” ve “hayatta en hakikî mürşit ilimdir”.

Atatürk, bütün yaşamı boyunca, gerçeklere bağlı kalmış; onları, kafasının hayal ettiği veya gönlünün arzuladığı gibi değil, oldukları gibi görmüştür. Her şeyin yok olmuş gibi göründüğü bir dönemde, I. Dünya Savaşı’nı hemen izleyen o çöküntü ortamında, Türk Bağımsızlık Savaşı’na girişmesi, başkalarının sezemediği, gerçekçiliğine dayanır, hayalciliğe değil.

Atatürk, olumsuz gerçekler karşısında asla yılgınlığa kapılmaz; aksine, iradesi daha da bilenir ve gerçek duruma çözüm bulma yolunda en uygun ve kararlı bir tutuma yönelirdi. Bu önemli noktayı da bir örnekle aydınlatalım. Bağımsızlık Savaşımızda “Direnme Safhası”nı oluşturan 1921 yılında, Türk Batı Cephesi Kuvvetleri, 8-23 Temmuz günlerinde cereyan eden Kütahya-Eskişehir Muharebeleri sırasında, Eskişehir’in doğusuna çekilmek zorunda kalır. Beliren bu kritik durum üzerine, 19 Temmuz 1921’de savaş alanına gelen Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa, durumu yakından inceledikten sonra, ordunun Sakarya Nehri gerisine çekilmesi emrini verir. Bu, gerçekten, cüretli bir karardır. Çünkü; esasen Kütahya-Eskişehir Muharebeleri yenilgisi ve Kütahya, Afyon, Eskişehir gibi önemli yerleşme merkezlerinin kaybedilmesi, ülkede moral gücü sarsmıştır. Şimdi de, Eskişehir doğusu bölgesinde Sakarya kesimine kadar 100-150 km. çekilmekle, geniş bir yurt parçası daha, bile bile düşmana bırakılmış oluyordu. Bunun doğal sonucu olarak, ordunun ve halkın morali daha da bozulabilirdi.


Olumsuz durumlarda sukunetini zaferde de kontrolünü kaybetmezdi

Fakat; fiziksel ve ruhsal cesareti kadar, gerçekçi bir karakter sahibi de olan Mustafa Kemal Paşa, “...askerliğin icaplarına uyalım...” demiş ve bu cüretli kararı vermiştir. Aslında bu karar, gerçekçi ve ileri görüşlü bir komutanın, askerî dehası örneklerle kanıtlanmış bir önderin sağlam durum muhakemesine dayanıyordu. Atamızın bu durum muhakemesindeki değerlendirme, askerlik tarihimizde eşsiz bir örnek teşkil eder. Nitekim, Bağımsızlık Savaşımızın hayatî önemde bir dönüm noktasını oluşturan Sakarya Meydan Muharebesi (23 Ağustos-13 Eylül)’nin başarı ile sonuçlanması, Atatürk’ün kararının doğruluğunu kanıtlar.

Olumsuz durumlarda sükûnet ve itidalini kaybetmeyen Atatürk, zafer sırasında da kişisel kontrolünü yitirecek bir lider değildir. Çünkü, gerçekçiliği, gereğinden fazla coşkuya kapılarak sağduyudan uzaklaşmasına engeldir. Bu hususu da bir örnekle vurgulayalım. Bağımsızlık Savaşımızın “Kesin Sonuçlu Safhası”nı oluşturan 1922 yılında, 30 Ağustos Başkumandan Meydan Muharebesi’ni zaferle sonuçlandıran Mustafa Kemal Paşa, takip harekâtı sırasında (31 Ağustos-18 Eylül), Çanakkale Boğazı kesimini tutmakta olan ve Türk Ordusu ile ciddî bir çatışmaya hiç de istekli görünmeyen, ama durumu kurtarmaya çalışmaktan da geri kalmayan İngiliz Kuvvetleri ile çarpışmayı göze alarak, daha sert bir tutum izleyebilirdi. Öyle yapmadı. Sadece, Boğazlar doğrultusunda ileri harekete devam ederek, gücünü göstermekle yetindi ve ilk uzlaşma eğilimini gördüğü zaman, ordularını durdurdu. Çünkü; asıl savaşı, Türk Bağımsızlık Savaşı’nı kazanmıştı. Amacı, artık, yeni savaşlar peşinde koşmak değil; barışı, “ülkeye uygarlık, kalkınma ve çağdaşlaşma sağlayacak barışı” kazanmaktı, kazandı da... Atatürk’ün bu tutumunda gerçekçi ve caydırıcı bir strateji ve devlet adamı hâkim kişiliği göze çarpar. Bu hâkim kişiliği, tanınmış İngiliz tarihçi Bernard Lewis’in şu değerlendirmesinde belirgin şekilde görebiliriz. “... (Lozan Antlaşması ile) Türkiye, I. Dünya Savaşı’nın yenilmiş devletleri arasında tek olarak, kendi perişanlığından ayağa kalkmayı başardı ve galipler tarafından kendisine dikte edilen barışı reddederek, kendi şartlarının kabulünü sağladı.... Askerî savaş kazanılmıştı. Milliyetçiler’in siyasal programı başarılmış, uluslararası bir antlaşma ile kabul edilmişti. Bundan sonra ne yapmalı idi? Mustafa Kemal, gerçek büyüklüğünü, işte bu soruya verdiği cevapta göstermiştir.

Bu nokta, Türk gazeteci Falih Rıfkı Atay’ın Mustafa Kemal ile Enver Paşa arasındaki bir karşılaştırmasında iyi belirtilmiştir: “Enver’in niteliği cüret, Mustafa Kemal’in niteliği ise uzak görüşlülüktü. Mustafa Kemal, 1914’te Harbiye Nazırı olsaydı, Devlet’i I. Dünya Savaşı’na sokmazdı. 1922’de Enver Paşa İzmir’e girmiş olsaydı, o hızla döner, Suriye ve Irak üstüne yürür, kazanılanı da kaybederdi”.


Toprak işgal etmek veya diğer ülkelere saldırmak gibi bir girişimde bulunmadı

Atatürk’ün gerçekçiliği ile ilgili olarak, bir başka İngiliz yazar da benzer görüşler taşıyor. Ülkemizde sekiz yılı aşkın bir süre ile aramızda yaşayarak bizi oldukça yakından tanımak fırsatını bulmuş olan gazeteci-yazar David Hotham’a göre; “... Bütün milletlerin büyük adamları vardır; fakat. Atatürk’ün eşsiz kişiliğine benzer bir varlığın başka bir yerde bulunduğundan kuşkuluyum. O, ebedî Önderdir... Mustafa Kemal, I. Dünya Savaşı sonundaki karmaşık ortama tam zamanında müdahale eden bir devdi ve Türkiye’nin alınyazısını tam anlamıyla değiştirdi... Temelde başarılı bir komutandı. Sonraları giriştiği bütün hareketler başarıya ulaştı. Çünkü; ordu bütünü ile arkasında idi... (Atatürk) toprak işgal etmek veya diğer ülkelere saldırmak gibi hiçbir girişimde bulunmadı. İstanbul’u ve Boğazları’nı da kapsayacak şekilde Türkiye’nin yeni sınırlarını tespit ettikten sonra, bununla yetindi. Bu bakımdan, erişilmez bir gerçekçi idi...”

Atatürk, hiçbir zaman hayalci olmamış, hayal peşinde koşmamıştır. Bununla beraber; sağlam kararlara varabilmek için, durum değerlendirmelerinde her ihtimal üzerinde dururdu; bu da hayalen zengin olmayı gerektirir. Ata’mız, “hayatın gerçekleri”ne tutkundur; şu sözleri bunu kanıtlar “...Biz ilhamımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz. Bizim yolumuzu çizen, içinde yaşadığımız yurt, bağrından çıktığımız Türk milleti ve bir de milletler tarihinin bin bir facia ve ızdırap kaydeden yapraklarından çıkardığımız neticelerdir...”

Atatürk, stratejinin “amaç ve araç arasında dengeli bir uyum sağlanması” kuralını siyaset hayatında da geçerli kılmış ve gerek iç, gerek dış siyasetinde tam bir gerçekçi olduğunu ortaya koymuştur. Bu bakımdan, Osmanlı yönetimini eleştirerek “... iç siyasetlerini dış siyasetlerine göre düzenlemek zorunda kaldıklarını” belirtir ve “Halbuki, gerçek, bunun tersi olmalıdır; yani, dış siyaset, iç siyasetin dayanabileceği ölçüde yürütülmelidir” der.

Atatürk’ün gerçekçiliğe verdiği önem, şu sözlerinde açıkça yansır: “...Milleti aklımızın ermediği, yapmak kudret ve kabiliyetini kendimizde görmediğimiz hususlar hakkında kandırarak geçici teveccühler elde etmeye tenezzül etmeyiz. Millete, âdi politikacılar gibi, yalancı vaatlerde bulunmaktan nefret ederiz”.

Sonuç olarak diyebiliriz ki; çok yönlü tarihî kişiliği, ulusal yaşamımıza ışık tutan ilkeleri ve yarattığı Türk İnkılâbı ile yücelen ve ulusumuzu da yücelten bir “Atatürk Gerçeği” vardır. Bu gerçek, Birleşmiş Milletler Teşkilâtı’nın benimsediği sözlerle, “... bütün insanlık dünyası için bir onur simgesi” oluşturur.

Atatürk Gerçeği’nin yapısında, düşünsel ve eylemsel niteliği ile “Atatürk’ün Gerçekçiliği”nin katkısı büyüktür. Ulu Önder Atatürk, bu gerçekçi yanı ile kendisini tanımlarken, “İki Mustafa Kemal vardır: Biri, ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal...” diyerek, onu bir kenara bırakır ve hemen devam eder; “Öteki Mustafa Kemal, onu ben kelimesi ile ifade edemem, O, ben değil, bizdir. O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir.

O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarması gereken Mustafa Kemal odur.”

Kerrar Esat ATALAY, 18~21 Aralık 2016