1. yüz (Toplam 1 yüz)

Atatürk ile Tanışmış On ABD'li / Gökhan CEBECİ

İletiGönderilme zamanı: Çrş Şub 07, 2018 14:12
gönderen MKA
Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nın ilk gününden ömrünün sonuna dek verdiği mücadelede amacının, ‘tam bağımsız barışçıl bir devlet, ekonomik olarak kalkınmış çağdaş ve egemen bir ulus’ olduğunu, Türk Halkı’na olduğu kadar uluslararası camiaya da anlatmaktan hiç vazgeçmedi.

Sömürücü devletlerin kan kusturduğu, diktatörlerin halklarını ezdiği bir çağda, emperyalizme önce baş kaldırması, kısa sürede de tarihteki ilk yenilgisini tattırması ve sonrasında yaptığı devrimler ile hiç kuşku yok ki dünyanın en merak edilen liderlerinden biri oldu.

Onu merak edip gelen, onun da yeni Türk Devleti’nin amaç ve görüşlerini anlattığı bu insanlar arasında, ABD’li gazeteci, diplomat ve askerler de vardı. Bunların birçoğu gerek bıraktıkları izler gerekse Atatürk’ün üzerlerinde yaptığı etki açısından ilgi çekici kimseler oldular.

* * *

Charles H. Serrill… 1932-1933 yıllarında ABD’nin Türkiye Büyükelçiliğini yapmış bir diplomat. Görev yaptığı dönemde Atatürk ile birçok kez gerçekleştirdiği görüşmeler sonucu edindiği izlenimlerini ‘Gazi Mustafa Kemal’ adlı kitabında toplamış büyük bir Atatürk hayranı olarak konu edindiğimiz kişiler arasında belki de en öne çıkan isim.

‘Büyük adamlar yetiştiren bir ulus, herhalde büyük bir ulustur. Bir milleti anlamak için onun liderlerini incelemekten daha doğru bir yol, bir araç yoktur. Devrimizde kendisinden daha üstün bir başka devlet adamı bulunmayan Mustafa Kemal kadar büyük, yetenekli bir insanı, Türkler nadir yetiştirmişlerdir.’ (1) satırları ile başlar kitabı.

‘Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal kadar hakkında dedikodu, yalan ve uydurma haber çıkarılan bir başka lidere rastlamadığımı itiraf etmeliyim. Mustafa Kemal Paşa’nın özel hayatı ve sağlık durumu ile ilgili olarak ortaya atılan iddiaların sahipleri çoğunlukla haset ve kıskanç bir takım yazarlar olmuşlardır. Bu sebeple Batı aleminde Mustafa Kemal’in sağlık durumunun bozuk olduğuna dair yaygın bir kanaat vardır.’ (2) sözleri, bugünün yalan ve iftiralarının çok eskilere dayandığını gösterir.

Ama o, tanışma fırsatı edindiği Atatürk’ü, ‘Akıllara hayret verecek kadar keskin ve çalışkan zihinsel faaliyetleri, 1914 Dünya Savaşı’ndan beri aralıksız devam eden yorucu çabalarıyla, milleti için hayret verici sonuçlar elde etmiş bulunan Mustafa Kemal’in bu yoldaki çalışmalarını daha uzun yıllar sürdüreceği şüphesizdir.’ (3) sözleri ile tarif eder.

Büyük Kurtarıcı ile defalarca görüşme şansı elde etmiş olan Sherrill’in yazdıklarından anlıyoruz ki Atatürk yabancı kişilerle yaptığı görüşmelerde öncelikle kendi dili ile konuşma taraftarıdır:

“Gazi ilk görüşmede yalnız Türkçe konuşmak adetindedir. Fakat yaptığınız kısa konuşmanın herhangi bir noktası ilgisini çekerse hemen çok güzel ve düzgün bir Fransızca ile size karşılık verir.” (4)

En önem verdiği konulardan biri, ‘Türkçe’nin geliştirilmesi ve hak ettiği değeri görmesi’ olan Atatürk, bir görüşmelerinde, Kurtuluş Savaşı’nı çizdiği krokiler ile anlatırken Sherrill’in dikkatini bir şey çeker:

“Mustafa Kemal Yunanlardan her zaman ‘Helen’ diye söz ediyordu. Niçin Yunan değil Helen adını kullandıklarını sorduğum zaman, bir an için askerliği bırakıp bir filolog (dil bilimci) gibi konuşmaya başlamıştı:

‘Bu adı tercih ediyorum. Çünkü Helen, aslı Türk olan bir kelimedir.” (5)

‘Gazi; pek sevdiği kitapları, haritalarıyla çevrelenmiş kütüphanesindeki huzur ve rahatı hiçbir yerde bulamazdı.’ (6) dediği Atatürk’ü, ‘Hayatımda, meşgul olduğu mevzuyu onun kadar benimseyen ve kendisini o mevzunun akışına kaptıran bir insan daha gördüğümü hatırlamıyorum.’ (7) sözleri ile anlatan Sherrill’e göre:

“Mustafa Kemal’in en bilgili olduğu yanlarından birisi de, Türklerin Orta Asya’dan batıya doğru ilerleyişlerini, etnografik haritalar ve belgeler üzerinde izlemesi ve açıklamasıdır. Gazi, Türk heyecan ve davasını kanıtlamak için, öğle yemeğinden akşama kadar kütüphanesinde bana, haritalar ya da olayların sürekliliğini gösteren sayısız kitap ve belgeler sunarak bilgi verirken inandım ki, onun kadar kendinden geçercesine ve heyecanla davasına sarılan bir insan tarihte az görülebilir.” (8)

“Onun anlatma yeteneği kuvvetli tarihçilerin çok azında bulunabilecek bir özellikti. Gazi’nin ‘çift yollu’ diye nitelendirebileceğimiz bir aklı vardı. Bu yollardan birisi tarihe, diğeri de askerliğe ayrılmıştı. Ancak bu iki yolu hiçbir zaman birbirine karıştırmazdı.” (9)

Atatürk ile yaptığı fikir tartışmalarında da Ulu Önder’den oldukça etkilenmiştir ABD’li büyükelçi:

“Gazi ile aranızda bir tartışma olduğu zaman sizin kanıtlarınızı dinlemek istemekle kalmaz, görüş noktanızı da bilmek ister. Ben hayatımda onun kadar tarafsız düşünen başka bir insanla karşılaşmadım.” (10)

“Fikirlerine iştirak etmediğiniz zaman, bu ayrılığınızın yalnız sebeplerini sormuyor, aynı zamanda o sebeplerin esaslarını da araştırıyor. Sizi, kendisinden başka türlü düşündüren şeyi öğrenmek istiyor. Şimdiye kadar ondan daha doğru düşünen bir insan ile konuşmadım.”(11)

Sherill, Atatürk’ün başardığı işler açısından Hz. Musa, Martin Luther, VIII. Henry ve George Washington ile benzeştiğini iddia eder. (12)

Hz. Musa’nın, İsrailoğulları’nı firavunların egemen oldukları çürük uygarlıktan çekerek çölün en temizleyici havasına götürdüğü gibi Atatürk’ün ulusunu saray entikalarından çekip çıkararak Anadolu’nun tam kalbine taşıdığını belirtir. George Washington gibi cumhuriyeti doğuran savaşlarda general rütbesi taşıdığına ve sonrasında her ikisinin de kurulmasını sağladıkları cumhuriyetlerin ilk cumhurbaşkanları olduklarına, İngiliz hükümdar VIII. Henry’nin kiliseyi devletten ayırması gibi Atatürk’ün de din ve devlet işlerini birbirinden ayırdığına ve Martin Luther gibi kutsal kitabı kendi diline çevirdiğine değinir. (13)

Kur’an’ın Türkçe’ye çevrilmesi ile milyonlarca Türk’ün kutsal kitabını okuyup anlayabilmesi ve bu sayede Kur’an’ın Türklerin günlük yaşamlarına girmesi ile ilgili olarak söyledikleri bugün kimilerini utandıracak niteliktedir:

“Bunu anlayabilmek için İslam dünyasında bir süre yaşamak, eski geleneklerin gücünü yakından görmek gerekir. İşte o zaman Gazi’nin Kur’an’ı Türkçe’ye çevirmek için giriştiği işin önemi ortaya çıkar. Mustafa Kemal sayısız çalışmaları ve savaşları süresince bunun kadar tehlikelisine girişmemişti. Oysa o kahraman bunu da yaptı ve bunda başarılı oldu.” (14)

“Bütün Türkler kendi kendilerine okuyup anlayabilsinler diye Kur’an gibi büyük bir kitabın kapılarını arkasına kadar açmak maksadını beslemiş olan Türk Cumhurbaşkanı gibi bir devlet adamına bir şey söylemeye kimin hakkı vardır? Şüphesiz ki hiçbir kimsenin!” (15)

Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet’in ilanı ve devrimler… Atatürk’ün çok kısa bir sürede sağladığı bu denli büyük başarıyı da harika özetler:

“Mustafa Kemal Paşa’nın karşılaştığı koşullar ve durum, insanı ağlatacak, bütün umut ve gücünü kıracak kadar zordu. Gerçekten büyük olan bir adamdan başkası bunlara karşı gelemezdi. Fakat o dayandı ve kazandı.” (16)

“Dünyada en yılmaz adam Gazi’dir.” (17)

“O, Türkiye’nin tek egemeninin Türkler olduğunu önce kendi halkına, sonra da bütün dünya devletlerine göstermiştir.” (18)

“Bu, insana hayretler veren Türk, Türkiye’yi bir kere daha ulusu, tarihi ve diliyle övünür bir duruma getirdi ve yüzyıllardan beri olmayan bir şekilde geleceğinden umutlu kıldı.” (19)


* * *

Clarence K. Streit… Philadephia Public Ledger gazetesi muhabiri. Kurtuluş Savaşı’nın en hareketli zamanlarında Ankara’yı ziyaret eden ilk yabancı gazetecilerden ve Mustafa Kemal Paşa’nın, Meclis Başkanı seçildikten sonra, şahsen röportaj verdiği ilk yabancı muhabir. (20)

Ocak-Mart 1921 tarihleri arasında Türkiye’de bulunmuş ve bu dönem aldığı notlar ve çektiği fotoğraflar Heath W. Lowry tarafından bir kitapta toplanmıştır.

Türkiye’de bulunduğu sırada 25 yaşında olan bu genç gazetecinin, Atatürk ile görüşmesi kadar, Samsun’dan Ankara’ya yaptığı yolculukta yaşadıklarını ve gördüklerini yazdığı satırlar da o günün koşullarını anlamak açısından çok değerlidir.

Kurtuluş Savaşı’nın ne zor şartlar altında verildiği, halkın çektiği yoksulluğun ne kadar büyük olduğu Streit tarafından yalın bir şekilde anlatılmıştır. Yolculuğu süresince konakladığı bir çok köyde karda yalın ayak yürüyen kadınlara ve çocuklara rastlamış olan Streit, tarım yöntemlerinin neredeyse yüzyıllar öncesi ile aynı olduğundan bahseder:

“Köylüler o kadar zor bir hayat geçiriyor ve Sultan’ın hükümeti Rum ve Ermeni tüccarlar tarafından o kadar zalimce sömürülüyordu ki insan onlara acımadan edemiyor.” (21)

Gezisi sırasında, Merzifon’da 40 yıl önce kurulmuş olan Amerikan misyoner okulu Anadolu Koleji’ne ve kolejin hastanesine uğradığından bahseder. Bu ziyaretinin bir ay sonrasında kolejde bir Türk profesörü suikaste kurban gidince, Ankara Hükümeti’nin Yunananistan ile savaş sürerken koleji kapattığını ve hastane personeli hariç tüm Amerikalı personeli işten çıkarttığını belirtir. (22)

Seyahati boyunca insanlarla temas eder. Tanıştığı bir köylü, daha demokrasi yolunun çok çok başında bir ülkenin vatandaşı olmasına karşın, ‘bir seçmen nasıl olmalı’ konusunda adeta ders verir:

“Köylüler yeni hükümet hakkında ne düşünüyor diye sorduğumda, bir gece kaldığım Ceritmüminli köyü (Kırıkkale) muhtarı Mustafa’nın cevabı Meclis’in insanların sadakatini nasıl kazandığını gösteren tipik bir örnek sunar:

‘Eski hükümetten çok daha iyi. Eskiden temsilcilerimiz kim, bilmezdik. Artık bizi görmeye geliyor ve fikrimizi soruyorlar. Onları tanıyoruz. Onlara güveniyoruz. İyi bir hükümet. Eğer kötü olsaydı bizim suçumuz olurdu çünkü mebusları biz seçtik.’ (23)

TBMM açılalı ve Ankara Hükümeti kurulalı henüz bir yıl bile olmamışken ve savaşın olanca hızıyla devam ettiği bir dönemde, yeni hükümetin kararlı ve onurlu uygulamaları ve bu uygulamaların halkın üzerindeki etkisi kendisini şaşırtmıştır:

“Geçmişte bahşiş Türkiye’nin laneti olmuştu. İki gün boyunca acı soğukta kaldıktan ve yaylımız bozulduğunda çıplak ayakla buzlu sulara daldıktan sonra bu iki adam (yolculuğunda kendisine eşlik eden iki Türk jandarma, GC) kesinlikle bir şeyler hak ediyordu. Ama her ikisi de onlara teklif ettiğim cömert bahşişi sorgusuz sualsiz reddettiğinde kulaklarıma inanamamıştım. ‘Yasak. Hükümet bize maaşımızı ödüyor. Sadece görevimizi yaptık.’ dediler.

Hükümetin onlara ödeme yapıyor olması başlı başına kulağa tuhaf geliyor ve açıkça yeni bir düzenin kurulmaya başladığını gösteriyordu. Sultan’ın hükümeti senelerce birçok çalışanının ücretlerini ödemede geri kalmayı alışkanlık haline getirmişti.” (24)

“Türkler Mustafa Kemal Paşa’nın onlar için ne yaptığının farkında çünkü o aynı zamanda ‘Ülkenin Babası.’ Türklerin tarihinin en karanlık dönemi iki sene içerisinde en parlak ve ümit dolu geleceğe dönüştü. Osmanlı İmparatorluğu’nun kalıntılarından bugün Doğu’da böyle güçlü bir konumu olan, yeni, demokratik ve ilerici bir Türk Devleti meydana çıkmasının (dış ve iç direnişe rağmen) mucizeden aşağı kalır yanı yoktur. Ve bu mucizeyi gerçekleştiren Mustafa Kemal Paşa’dır. Vatanseverliği, cesareti, idealizmi ve ezici zorlukların hakkından gelen devlet adamlığıyla, Türkler ve belki de tüm İslam dünyası için yeni bir gün doğmasını sağladı.” (25)

ABD’li muhabirin deneyimleri bunlarla sınırlı değildir. Türk insanının gururu da Streit’in satırlarına yansımıştır:

“(Ceritmüminli köyü muhtarı) Mustafa, bana en büyük oğlunun Dünya Savaşı’nda yaralandığını söyledi. Hükümet ona oğlunun İstanbul’da bir hastanede olduğunu söylemiş. Mustafa eski rejimin hiçbir zaman bu sorunla uğraşmadığını söyledi, ‘Gidip onu görmek istedim ama’ ve sonra savaşçı bir ırkın güçlü gururuyla ekledi, ‘köyün bir Türk babasının oğlunun yaralanmasına katlanamadığını düşünmesine izin veremezdim.” (26)

Batı’nın barbarlar dediği Türkler, Streit’ın gördükleri ile bağdaşmamaktadır:

“Bir Türk’ün, bir kadına, Müslüman ya da Hristiyan veya hayat koşulları ne olursa olsun, bir kez olsun saygı çerçevesi dışında davrandığını görmedim. Seyahatlerimde rastladığım kafilelerde herkese yetecek kadar at ya da eşek olmadığında neredeyse her zaman kadınlar hayvanlara binmiş ve erkekler yürüyor oluyordu.” (27)

Türk insanını seven ve misafirperverliğine hayran kalan bu genç gazeteciyi, köylülerle yediği yemek sırasında, insana tebessüm ettirecek ilginç bir an da beklemektedir:

“İçeceğin (hoşaf) tadını övdüğümde bana küçük bir kase daha getirdiler. Sağlıklarına içtim ama sonra davranışımı açıklamam gerekti çünkü böyle bir adetleri yoktu.” (28)

Anadolu’ya geçerken Türkler ve Türk kurtuluş hareketi konusunda ön yargılı olduğunu saklamayan Streit’in görüşleri, yaşadıkları ve gördükleri sonucunda tamamen değişir:

“Türklerin bütün iyi özelliklerinin Batı’da tamamen gözardı edilmesi ve ülkelerinin koşullarını düzeltmek için verdikleri çabanın daha gelişmiş milletler tarafından gözardı edilmekle kalmayıp üstüne bir de eleştirilmesi kızgınlığımı arttırmaktadır. Bir milletin böyle peşin yargılanması adaletsiz olduğu kadar da aptalcadır.” (29)

Streit Ankara’dan ayrılmadan birkaç gün önce şehre gelen, Amsterdam Algemeen Handelsbad’in muhabiri Hollandalı George Nypels’in görüşleri de Streit’ınkilerden farklı olmayacaktır:

“Türkler tam sempatimi kazandı ve kazanmaya devam ediyor. Mükemmel özellikleri olduğunu kabul ediyorum. Birlikte yaşadıkları Levantenlerden – Ermeniler, Rumlar ve Doğu’nun Avrupalıları dediklerimizden hiç şüphesiz yüz kere daha asil, zarif ve iyilerdir.” (30)

Streit, Ankara’ya ulaştığında başta İstanbul olmak üzere yurdun dört bir yanından Kurtuluş Savaşı için buraya akın eden insanlar görür:

“Şairler, ressamlar, mimarlar, yazarlar, subaylar… Yeni Türkiye için şevkle dolu genç adamlar. Türkiye’nin bağımsızlığı için İstanbul’daki rahat evlerini bırakmış, harekete yardım etmek üzere Anadolu’nun karla kaplı dağları boyunca iki haftalık seyahatin tüm zorluklarına göğüs germişler.” (31)

‘Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi kadar gerçek halk gücünü uygulayan Batılı bir parlamento bilmiyorum.’ (32) sözleriyle tanımladığı Meclis’in 28 Şubat 1921 tarihli toplantısı, uzaktan da olsa Atatük’ü ilk gördüğü andır:

“Kamu Ekonomisi için yeni bir komiser (bakan) seçildiği gün Meclis’te bulunuyordum. Mustafa Kemal Paşa yalnız girdi, mebuslar arasında boş bir koltuğa oturdu ve sandık görevlisi seçim bölgesine göre mebus isimlerini okurken çevresindekilerle sohbet etti. Uzun listenin sonuna doğru ‘Mustafa Kemal Paşa’ geldi (adı diğer mebuslarla aynı monoton ses tonuyla okunmuştu) ve ‘diktatör’ sandığa yürüdü, oyunu attı ve koltuğuna geri döndü. Mustafa Kemal Paşa’yı ilk kez görüyordum. Onu bir fotoğraftan tanımasam bu sade mebusun dünyanın Türk Milliyetçilerine ‘Kemalist’ damgası yapıştıracak kadar otokrat bulduğu o adam olduğunu anlayamazdım.” (33)

Streit, yaptığı uzun yolculuk ve çektiği bunca zahmetten sonra 3 Mart 1921’de Mustafa Kemal Paşa ile Ankara tren istasyonunun yanında bulunan konakta röportaj yapma şansına erişir: (34)

“Çok az insan, beni bu Türk Washington’ının etkilediği gibi etkilemiştir. Hangi ülkede olursa olsun iz bırakırdı. Kendine çabucak güven aşılama yeteneği olan nadir insanlardan biri. İnsanların onun uğrunda ölmek isteyeceği tipte bir adam. Her yönüyle tam bir centilmen, nazik, kültürlü, ince ve hep şık giyimli. Batı’da herhangi bir salonda otururken göze çarpmayacak kadar Avrupalı görünüyor.” (35)

“Mütevazı evi önünde bekleyen korumaları dışında diğer devlet başkanlarının gerekli bulduğu şaşaa ve merasimin hiçbiri Mustafa Kemal Paşa’da yoktur.” (36)

“Profesyonel asker ve samimi demokrat, anında karar alan eylem adamı, hayalperest, organizatör, pratik devlet adamı ve idealist: Mustafa Kemal Paşa’yı nitelendiren bu özellikler elbette nadiren bir araya gelir. Batı basınında sıklıkla ‘asi’, ‘diktatör’ ve ‘demagog’ olarak yer alıyor. Asi olduğu şüphe götürmez. Hem İtilaf emperyalistlerinin kendinden emin bir şekilde Türklerin payına düşmesini beklediği acımasız kadere hem de onların destekledikleri, Mustafa Kemal’i ölümle cezalandıran gerici İstanbul Hükümeti’ne isyan etti. Fakat diğer iki yakıştırmaya gelince bu adamla karşılaşmak ve onu Ankara’daki gündelik hayatının içinde görmek bunun saçmalık olduğunu fark etmek için yeterlidir.

Diktatör? Ülkesi savaş içerisindeyken demokratik ilkelere böylesine sadık kalan başka bir hükümet lideri tanımıyorum” (37)

“Batı, Mustafa Kemal Paşa’ya, kendini Türkiye’nin hükümeti olarak gören bir ‘diktatör’ gözüyle baktı. Milliyetçilere ‘Kemalistler’ dedi. Milliyetçi kabinenin herhangi bir üyesine ‘Mustafa Kemal’in Bakanı’ dedi. Fakat gerçek şu ki Mustafa Kemal Paşa’ya diktatör denilebilmesinin sebebi Türkiye’ye demokratik hükümeti dikte etmesidir. Daha doğrusu bu hükümetin kurulması için muhteşem kişisel gücünü kullanmasıdır. Milliyetçi liderlerin çoğu savaş sürerken ve tüm Anadolu’da kaos hakimken geçici olarak dikatatör olması gerektiğini düşünüyordu. Tam tersine, Doğu Anadolu’da bir şehir olan Erzurum’un seçmenlerinin meclislerine başkan seçtiği sade bir mebustur. ABD Başkanı’nın veto etme hakkına sahip değil, Meclis’in geçirdiği yasaları imzalamak zorunda.” (38)

“Kendi demokratik gelenekleriyle gurur duyan Batı ülkelerinin başkanları ve başbakanları, milletleri Dünya Savaşı’na girdiğinde mutlak güç talep etmişlerdi. Fakat yönetimleri uzun zamandır bir despotluk örneği olan Türklerin lideri, elinin altındaki diktatörlük güçlerini reddetmekle kalmayıp, Türkiye’nin içinde bulunduğu krizin o ciddiyetini bile hükümetini herhangi bir Batılı güçün barış zamanlarında dahi olduğundan daha demoktarik bir temel üzerinde kurmak için kullandı.” (39)

Streit’ın, ‘Koruması bir çift silahsız yaverden oluşmaktadır. (…) Paşa’nın daha iyi korunmuyor olması şaşırtıcı.’ (40) dediği Atatürk’ün günlük yaşamını da gözlemleme şansı olmuştur:

“Mustafa Kemal Paşa, Ankara sokaklarında yalnız şekilde yürürken görülebilir, rastlaştığıyla konuşur ve şakalaşır (…) Onun demokrasisi kameralar patlarken çalışan bir adamla el sıkışan kralın demokrasisi değildir. Halkın arasında onlardan biriymiş gibi hareket eden doğal bir demokrasi anlayışı vardır. Halktan Türklerle yakın tanışıklığı kuvvetinin kaynaklarından biridir.

Ancak Mustafa Kemal Paşa sıradan bir adam değildir. Başarılarını bilmeden bile, insanın bunu hissetmesi uzun sürmüyor. Davranışları sade ve gayrıresmi olsa da, onu anında diğerlerinden ayıran doğal bir asalet, istikrar ve sakin bir özgüvene sahipti. Kendi gücünün farkında, aynı zamanda kibirli olmayan, çok kuvvetli karaktere sahip bir insan olmasından etkilendim. Onunla görüştükten ve konuştuktan sonra yurttaşlarının ona neden bu kadar inandığını, sözlerinin neden bu kadar itibar gördüğünü hemen anladım. Kendine hemen güven aşılama yeteneği olan çok az insan vardır. Acil zamanlar için ihtiyaç duyulan bir insan, doğuştan bir lider, insanların onun için öleceği karakterde bir adamdı.” (41)

Atatürk’ten bir hayli etkilenen ABD’li gazeteci, ilginç bir benzetmede de bulunur:

“Onu gözlükleriyle ve kalpaksız görün, profesöre benzer bir edası var. Yüzünde hayalperest bir şey var, özellikle gözlerinde ama hayallerini gerçekleştiren bir hayalpereste ait.” (42)

Streit’ın yaptığı röportajda sorduğu bazı sorular ve Ulu Önder’in verdiği yanıtlara değinmeden geçmeyelim.

‘Dünya Savaşı esnasında Ermeniler’in tehcir edilmesi ve başka ülkelere gönderilmesi hakkında hükümetinizin resmi görüşü nedir?’ sorusuna Atatürk’ün verdiği yanıt şöyledir:

“İngiltere’nin barış zamanında ve harp sahasından uzak olarak İrlanda’ya reva gördüğü muameleye hemen hemen kayıtısz bir şekilde bakan dünya kamuoyu, Ermeni ahalisinin tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bulunamaz. Bize karşı yapılmış olan iftiraların aksine, tehcir edilmiş olanlar hayattadır ve bunların çoğu şayet İtilaf Devletleri bizi tekrar savaşa zorlamasaydı evlerine dönmüş olurlardı.” (43)

İki buçuk yıl sonra Cumhuriyet’i ilan edecek ve Cumhuriyet Halk Partisi’ni kuracak olan Atatürk’ün görüşü bugünkü kimi ‘yoldaş’ partidaşlarından çok farklıdır.

O sıralarda toplanmış olan Londra Konferansı ile ilgili sorulan soruya, Atatürk konferanstan bir olumlu bir sonuç çıkacağını düşünmediğini söyler ve ekler:

“İtilaf Devletleri bu meseleyi sadece Yunanistan ve bizim aramızdaki basit bir toprak sorunuymuş gibi konuşuyor. Fakat toprakla ilgili sorunlar ikincil derecede önem taşıyor. Önemli olan siyasi bağımsızlığımız kadar ekonomik açıdan da tam bağımsız olmamız. Buna sahip olmalıyız. Savaştan önce gelişimimiz yabancı müdahalesiyle, kapitülasyonlarla ve yabancı güçlerin Türkiye’de sahip olduğu diğer imtiyazlarla engellenmişti. O zamandan beri İtilaf Devletleri bu köleliği daha da ileriye götürmek istedi. Sevr Antlaşması ancak bir sığır sürüsüne uygulanabilirdi, insanların oluşturduğu bir millete değil.” (44)

Günümüzde ısrarla tartışılmaya açılmak istenen Lozan Antlaşması’nın önemi ve getirdiği kazanımlar imzalanmasının iki yıl öncesinde bu kadar iyi anlatılabilirdi açıkçası.

Streit, son olarak, anılarını samimi bir itiraf ile bitirir:

“Türkiye’ye, Türklere karşı önyargıyla gelmiştim; Türkleri yakından tanımak için onlarla yaşayan birçok kişi gibi, ülkeyi onların dostu ve hayranı olarak terk ediyorum.” (45)

* * *

Clair Price… Atatürk ile 9 Ocak 1922’de Ankara’da görüşmüş New York Times gazetesi yazarı.

20 Aralık 1921’de Ankara’ya geldiğinde, Türk gazeteciler ile yediği yemekte, İngiltere’de uzun süre yaşadığını, birçok İngiliz dost edindiğini ancak emperyalist İngiltere’nin düşmanı olduğunu söylemiştir:

“Emperyalizmi, özellikle emperyalizmin ne demek olduğunu Ankara Hükümeti kadar kimse bilemez. Emperyalizm devam ettikçe bütün bu ülkeler de mücadelede bulunacak ve ülkeleri emperyalizmden kurtulana kadar bu mücadele devam edecektir. Burada yani Anadolu'da oynanılan oyuna katılanlar acaba ne kadar büyük sahnede bulunduklarını biliyorlar mı? İstanbul, Tahran, Kabil'de yarım asırdır Ankara'daki hükümet gibi bir idare olsaydı artık bu mücadele olmayacaktı.” (46)

Kentten ayrılmadan randevu talep ettiği ve Meclis’teki odasında görüşebildiği Mustafa Kemal Paşa ona göre, ‘Dünyadaki tüm insanlar içinde tanışması en kolay ama bulunması en zor adamlardan biridir.’ (47)

Daha sonralarında kaleme aldığı ‘Türkiye’nin Yeniden Doğuşu’ adlı kitabında, bu görüşmede Atatürk’e dair edindiği izlenimlerine yer verir:

“En yumuşak konuşma tonuyla, neredeyse fısıldar gibi ya Türkçe ya da Fransızca konuşuyordu ve en ufak bir haşinlik belirtisi göstermekten uzak kalmayı başararak sözünü esirgemez bir içtenlikle düşüncelerini ifade ediyordu. Diğer iyi askerlerde olduğu gibi onda da en ufak bir yapmacık tavır belirtisi yoktu. Doğu'nun abartılı nezaketini bize, Batılılara karşı göstermiyordu.” (48)

Price’ın, Türkiye’de çözülmesi gereken sorunların ne olduğu ve çözüm ile ilgili fikirleri konusunda sorduğu soruya Atatürk’ün verdiği yanıt nettir:

“Ülkeyi gördünüz, Türkiye'nin hangi koşullarda olduğunu biliyorsunuz. Köylerimiz, kentlerimiz, haberleşmemiz, her şeyin, yeni baştan temelden inşa edilmesi gerekir (…) Türkiye'yi ismine layık bir ülke yapmak istiyoruz. Bu ülkeye sadece kendi uygarlığımızın sunduğu en iyi değerleri değil, aynı zamanda diğer uygarlıklardan alacağımız en iyi değerleri de vermek istiyoruz. Bu amaca ulaşmak için başkalarının yardımlarını memnuniyetle karşılayacağız. Ama görevimizin doğası gereği başkalarından sağlayacağımız yardımlar, kendi çabalarımızın bir destekleyicisi olmak zorundadır. Biz kendimiz başaramazsak, başka kimse başaramaz" (49)

‘Anadolu'nun muhterem Başkanı Mustafa Kemal Paşa Hazretleri dünyanın yetiştirdiği en büyük zekalardan, en büyük şahsiyetlerden biridir. Yarın tarih bu muhterem ismi listesine alacaktır.’ (50) öngörüsünde olduğu gibi savaşı Türklerin kazanacağı tahmininde de haklı çıkan Price, savaş sonrası güçlü bir Türkiye inşası ile ilgili olarak, ‘Başaracağınızı düşünüyor musunuz?’ diye sorduğunda, Paşa’nın yanıtı tarihidir:

"Banştan iki yıl sonra dönecek olursanız nasıl bir başlangıç yaptığımızı göıürsünüz." (51)

* * *

Isaac F. Marcosson… The Saturday Evening Post dergisi yazarı. 1923 Temmuz ayında Ankara’ya gelmiş ve Mustafa Kemal Paşa ile bir görüşme yapmıştır.

‘Fransızca ve Almanca bilmekle beraber, bir tercüman aracılığıyla Türkçe konuşmayı tercih ediyordu.’ dediği Atatürk’ü demir maskeli bir adama benzetmiş ve ‘Maske de, onun tabii yüzüydü’ demiştir. Röportajı tamamlayıp Atatürk’ün yanından ayrıldığında:

‘Güçlü ve hükmedici bir şahsiyetle, insanlar arasında eşi olmayan bir liderle tanışmış olduğumu idrak ettim.’ (52) diyecektir.

Onu belki de en çok etkileyen şey Atatürk’ün gözleri olur:

“Kemal’in gözleri, çelik mavisi, sert, taş gibi, affetmez olduğu kadar nüfuz ediciydi.” (53)

Atatürk’ün güçlü iradesine karşın halka ve Meclis’e sonsuz saygı duyduğuna ve atılacak adımları onlarla birlikte attığına tanıklık eder:

“Kemal’in alelade bir insan olmadığını şimdiye kadar anlamış olmanız gerekir. Kişiyi ve yöntemini incelediğinizde, onun hayret verici başarısının gerisinde iki niteliğin yattığını farkedersiniz. Biri, demir bir iradenin emrinde yürüyen şaşmaz bir gaye; öbürü, kamuoyuna karşı derin saygısı. Gerçi halkı ona tapmaktadır ama o başlangıçtan itibaren attığı her adımda halkına danışmıştır. Bir öneride bulunmak istediği zaman kitlelere gitmekte ve halka görüşünü açıklamaktadır. Büyük Millet Meclisi ile olan ilişkileri de aynı niteliktedir. Giyim ve muaşeret adabı konusunda çok titiz olmasına rağmen, bütün hayatına dolambaçsız bir basitlik hakimdir. İlerleyen Yunanlılara karşı Türklerin son mukavemetini yönetmek için cepheye giderken arkasında bıraktığı tek belge, o zaman Büyük Millet Meclisinin Başkan Vekili olan Dr.Adnan Bey’e yazdığı şu kısa nottu:

‘Büyük Millet Meclisi Başkan Vekiline: Ben cepheye gidiyorum. Yokluğum sırasında işlerimle meşgul olmanızı rica ederim.” (54)

Marcosson, Atatürk gibi Ankara’ya vatan savunmasına gelen insanların yaşadığı zorluklar ve katlandığı fedakarlıklardan da bahseder:

“Eğer yeni Türk hareketine can veren vatanseverlik duygusu hakkında şüpheniz varsa, Ankara’ya gitmeniz bunu dağıtmaya yeter. Tasvir edilmesi hemen hemen imkansız bir konforsuzluğun içinde, çoğu bir zamanlar Londra, Paris, Berlin, Roma veya Viyana’nın lüks ve rahatlığında yaşamış eski elçiler olan yüksek memurların, sabırla günlük görevlerini yapmakta olduklarını görürsünüz.” (55)

Tıpkı Clair Price gibi o da Atatürk’ün şimdiden adını tarihe yazdırdığından emindir:

“Savaş meydanındaki ve toplum hayatındaki hayret verici başarısını, ekonomik kurtarıcı olarak da tekrarlayıp tekrarlayamıyacağını görmek için beklemek gerekir. Kader onun için ne saklıyorsa saklasın, o çoktan çağının tarihine kendisini büyük harflerle yazmıştır. “ (56)

1961 yılında vefat eden Marcosson, Atatürk’ün ‘ekonomik kurtarıcı’ da olduğuna şüphesiz tanıklık etmiştir.

* * *

Gladys Baker… Bir başka ABD’li gazeteci. 26 Mayıs 1935 tarihinde Atatürk ile İstanbul’da röportaj yapmıştır.

Gerçekleşen görüşmede Atatürk’ten çok etkilenir:

“İnsanı teslim alıcı gözlerinde, Gazi’nin olağanüstü önderlik gücü vardı. O tetiktir, cevabı hazırdır, dikkat çekecek derecede zekidir.” (57)

Röportajda, yeni bir dünya savaşı tehlikesi konusunda Atatürk’ün görüşünü merak eder ve ‘savaş çıktığı takdirde ülkesi ABD’nin tarafsızlık siyasetini koruyup koruyamayacağı’ konusunu sorar. Atatürk dünya milletlerinin ilişkilerini ilgi çekici bir benzetme ile anlatarak soruyu yanıtlar:

“İmkanı yok imkanı yok. Eğer savaş çıkarsa, Amerika’nın milletler topluluğunda
kapladığı yüksek yeri herhalde etkilenecektir. Coğrafi durumları ne olursa olsun, milletler birbirine birçok bağlarla bağlıdırlar.

Birleşik Amerika Cumhuriyetleri bu apartmanın en lüks dairesinde oturmaktadır. Eğer apartman, sakinlerinden bazıları tarafından ateşe verilirse, diğerlerinin yangının etkisinden kurtulmasına imkan yoktur. Savaş için aynı şey vardır. Birleşik Amerika Cumhuriyetleri’nin bundan uzak kalması imkansızdır. Bundan başka, Amerika büyük ve güçlü ve dünyanın her yeriyle ilgisi olan bir devlet olduğundan, kendisinin siyaset ve ekonomi yönünden ikinci derecede bir yere düşmesine asla izin veremez.” (58)

Nitekim dört yıl sonra patlak veren ve altı yıl süren II. Dünya Savaşı’nda ABD’nin tutumu Atatürk’ün öngörüsünde ne kadar haklı olduğunu göstermiştir.

ABD’li gazeteciye sadece savaşı yorumlamaz Atatürk. Barışın formülünü de verir:

“Şuna da inanıyorum ki, eğer sürekli barış isteniyorsa kütlelerin durumlarını iyileştirecek uluslararası önlemler alınmalıdır. İnsanlığın refahı, açlık ve baskının yerine geçmelidir. Dünya vatandaşları, kıskançlık, aç gözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde eğitilmelidir.” (59)

Bu görüşmenin en anlamlı bölümü ise ‘kendisine diktatör denmesinden neden hoşlanmadığı’ sorusuna, Atatürk’ün, ‘diktatörlüğün tanımı’nı da yaparak verdiği yanıttır:

“Ben diktatör değilim, benim gücüm olduğunu söylüyorlar, evet bu doğrudur. Benim
arzu edip de yapamayacağım hiçbir şey yoktur. Çünkü ben zoraki ve insafsızca hareket etmek bilmem. Bence diktatör, diğerlerini iradesine bağlayandır. Ben kalpleri kırarak değil, kalpleri kazanarak hükmetmek isterim.” (60)

Baker son olarak ‘mutlu olup olmadığını’ sorar. Atatürk’ün verdiği cevap, bugün dahi okuyanı duygulandıracak türdendir:

“Evet, çünkü başarılı oldum.” (61)

* * *

General Harbord… ABD’li subay. Kurtuluş Savaşı’nın daha başında, 20 Eylül 1919 Cumartesi günü Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa ile görüşmüştür.

Türkiye işgal altındadır. İtilaf Devletleri tarafından paylaşılmak istenmektedir. İngiltere, ABD Başkanı Wilson’u Türkler ve Ermeniler arasında hakem olarak tayin etmek istemekte ve Türkiye’de bir Amerikan Mandası olursa, bunun Ruslarla kendi aralarında bir tampon kuvvet ve denge vazifesi göreceği düşüncesindedir. ABD’ye bu konuda baskı yaparlar. Wilson’un da sıcak baktığı bu teklife, Amerikan Senatosu’nda, kamuoyunda ve basınında şiddetli muhalefet vardır.

Sonuç olarak, konuyu yerinde inceleyecek bir askeri heyetin gönderilmesi ve Türkiye ile Ermeni meselesi hakkında bu heyetin vereceği rapor üzerine karar alınması ve hareket edilmesi Senato tarafından kabul edilir. Heyetin başkanı General Harbord olur.

Mardin ve Malatya’dan sonra Sivas’a geçen heyetin başı General Harbord burada Mustafa Kemal Paşa ile görüşür. Anılarında bu görüşme ile ilgili şunları yazmıştır:

“Cevapları gayet açık ve akarsu gibiydi. Tercüman aracılığı ile olayları ve gerçekleri düzenli bir sıra ve mantık çerçevesinde ayrıntılarıyla anlatıyor ve kendini zapt ve cebretmekte büyük sıkıntı çektiği sinirli halinden ve elinde tuttuğu oldukça güzel tesbihi hiç durmadan sürekli çekmesinden belli oluyordu. Fakat sonradan öğrendim ki, bir zaman önce sıtmaya yakalanmış ve bizimle görüştüğü sırada kendisi rahatsız, sıtma nöbeti içinde bulunuyormuş. Göze çarpan üstün kişiliği ile bütün arkadaşlarına ve çevresine hakim olmuştu.” (62)

“Özet olarak maksatlarının Türk Devleti’nin bütünlüğünü korumak olduğunu söyledi. Topladıkları Kongre’de verdikleri karar, Cumhurbaşkanımıza telgrafla bildirilmiş ve Senato tarafından buraya bir araştırma heyeti gönderilmesi rica edilmişti. Lakin onların müzaheret (yardım etme, koruma, arkalama) hakkındaki görüş ve fikirleri asla bizimki gibi değildi. Onlar bunu yalnız, bir büyük kardeşin öğütleme, nasihat ve yardımı gibi düşünüyorlar. İç yönetime veya dış ilişkilere hiç bir suretle karışılmamasını şart koşuyorlardı.” (63)

Temsil Heyeti’nin başkanı olan Mustafa Kemal, dünyanın Türk Milleti’ne yaptığı haksızlığa isyan edercesine muhatabına şu sözler ile serzenişte bulunur:

“Amerika, Fransa ve İngiltere’de de adam öldürmeler ve çeşitli işkenceler, soykırımlar oluyor ve hiçbir millet suçlanmıyor. Yalnız Türkler, kendi ahalisinin bir kısmının ayaklanmaları ve Türkleri katletmeleri karşılığı soykırım ve sürgünden haksız yere sorumlu oluyor.” (64)

Amerikan heyeti bölgeyi dolaşmaktadır ancak dokuz gün önce sonlanan Sivas Kongresi’nde manda fikri reddedilmiştir. ABD’li general, Türk Milleti’nin, ‘Ya istikal ya ölüm!’ kararında olduğunu anlar:

“Mustafa Kemal Paşa, eğer Barış Konferansı, imparatorluğu parçalamaya çalışmakta ısrar ederse, bu zilleti asla kabul etmeyip milli şeref uğrunda ölmeyi tercih ederek karşı duracaklarını söyledi.

Ben de buna karşılık olarak fertlerin yaptığı gibi milletlerin de intihar edebileceklerini ileri sürdüm ve evvelce Almanya-Avusturya ile ittifak etmekle bir şey kazanmadıklarına göre, yalnız başlarına bütün müttefiklere karşı ölüm – kalım savaşına girişip bunu kazanmaları umudunun pek az olduğunu hatırlattım.” (65)

Çok değil, üç sene içerisinde Mustafa Kemal ve ulusu Harbord’ı haksız çıkaracaktır.

Ancak ABD’li general, henüz filizlenme safhasında olan bu kurtuluş hareketinin göz ardı edilemeyeceğini de anlamıştır. Mustafa Kemal’in başını çektiği bu yurtsever insanları muhatap almak zorunda kalınacağının farkına varır:

“Bu görüşme son derece ilgi çekici oldu. Şunu söylemek zorundayım ki, bu görüşmenin sonucu olarak bende, Mustafa Kemal Paşa ile yakın arkadaşlarının gerçek ve örnek vatanseverler oldukları izlenimi hasıl oldu.” (66)

“Sonuç olarak anlaşılıyor ki, Türkiye meselesini bir çözüme bağlamak için, milli mücadelecileri hesaba katmak lazım geliyor.” (67)

ABD’li subayın, Atatürk’ten ve verdiği mücadeleden ne denli etkilendiği, bu görüşmenin tercümanlığını yapan Hulusi Y. Hüseyin Pektaş’ın şu sözlerinden anlaşılmaktadır:

“General Harbord, Mustafa Kemal Paşa’ya veda ederken elini sıkmış ve şu sözleri söylemişti: ‘Eğer Amerikan ordusunda muvazzaf bir subay olmasaydım, gelir sizinle birlikte mücadelenizi izlerdim!” (68)

* * *

General Mac Arthur… ABD Kara Kuvvetleri Komutanı. 27 Eylül 1932 tarihinde Dolmabahçe Sarayı’nda Atatürk ile bir araya gelmiştir.

Görüşme sırasında Mac Arthur, Ankara'yı överek, ‘On sene sonra büyük ve yüz sene sonra pek büyük bir şehir olacağını’ söyler. Ayrıca Atatürk Orman Çiftliği hakkında da övgü dolu ifadeler kullanır. Atatürk de çiftliğin kısa süre önce çıplak ve batak bir yerken, işe bir aygır ve iki küçük traktörle başlandığını ve bunu tereddüt edenlere Ankara'da yerleşmenin mümkün olduğunu ispat amacı ile yaptığını anlatır. (69)

General Mac Arthur, dünya ekonomik buhranından, Amerika'da on milyon işsiz bulunduğundan ve durumun güçlüğünden bahseder. Türkiye'de ise ekonomik buhranın yok denecek kadar hafif olduğunu belirtir ve bunun sebebini de ülkenin ziraat ülkesi olmasına bağlar.

Ulu Önder ise ekonomik buhranın ilim, fen ve gayret sayesinde çaresinin bulunacağını ve durumun normale doğru gideceğini ümit ettiğini, Türkiye'nin buhrandan daha fazla etkilenme pahasına olsa bile gelişmiş bir sanayiye sahip olmayı hedeflediğini söyler. (70)

Atatürk, Mac Arthur ile yarım saat kadar baş başa görüştükten sonra, konuğunu o sırada Dolmabahçe Sarayı’nda toplanan Türk Dil Kurultayı’na götürür. (71)

* * *

Robert Steed Dunn… Dönemin ABD İstanbul Yüksek Temsilcisi olan Amiral Bristol’un istihbarat subayı. 1 Temmuz 1921’de, gayrıresmi olarak ‘havayı koklamak’ için gittiğini söylediği Ankara’da görüştüğü Atatürk’ün kendisine soğuk ve tepkisiz tavır takındığından söz eder.

Dunn’ın, Türkiye’deki Amerikan yardım ve hayırsever kurumlarına ve onlarla bağlantılı Amerikalılara karşı basında karşıt propaganda yapılmasına Ankara Hükümeti tarafından neden izin verildiğini sorması üzerine Atatürk şu yanıtı verir:

“İnsani ve hayırsever faaliyetleri, bu faaliyetler yasalarımızla uyumlu olduğu sürece, seve seve kabul ederiz. Bunu söylediğimiz için üzgünüz ama bu kurumlardan bir kısmı, mesela Merzifon ve Kayseri’dekiler haince amaçların aracı oldu. Basının tek şikayeti bu gerçekleri yayınlamak oldu. Basınımızın her yerdeki gibi özgür olduğunu unutmayın.” (72)

Dunn’ın, Amerikan çıkarları ile ilgili bir diğer sorusu, ‘Ankara Hükümeti kapitülasyonların kaldırılmasını talep etmeyen Amerika Birleşik Devletleri ile diplomatik ilişkilerinin başlatılmasına izin verecek mi?’ olur.

Yabancı ülkelere verilen haksız imtiyazların kaldırılması hayatının en büyük davalarından biri olan Atatürk’ün bu konudaki fikri hiç bir zaman değişmemiştir:

“Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, büyük bir memnuniyetle, Amerika ile ilişkilerinin başlatılmasını ister. Fakat Milliyetçi Hükümet, Amerikan Hükümeti’nin Türkiye’yi mutlak bağımsızlığından mahrem bırakan kapitülasyonların devamında ısrarcı olmayacağını ümit eder. Kapitülasyonların iptal edilmesini gerektiren mutlak bağımsızlık Büyük Millet Meclisi’nin belirleyici ilkesidir.” (73)

* * *

Konu Atatürk olur da işin içinde çocuklar olmaz mı? Çocuklara bayram hediye etmiş dünyanın bu tek lideri, iki Amerikan çocuğunun da hayatında iz bırakmıştır.

Curtis LaFrance… 10 yaşında Amerikalı bir çocuk. Atatürk ile birebir tanışıklığı olmamıştır ancak öyküsü ilgi çekicidir.

Amerikan bağımsızlık mücadelesinin kahramanı, Fransız Lafayette’in soyundan gelmektedir. Özgürlük hikayeleriyle büyümüştür. Çok uzak bir ülkede, tam 9000 kilometre ötede, Anadolu’da verilen Kurtuluş Savaşı ilgisini çeker. (74)

‘Angora’ (Ankara) adlı küçük şehirde kurulan yeni devletin Reis’iyle yapılmış bir röportaj görür gazetede. Heyecanlanır, etkilenir. Cumhuriyet’in ilanından tam bir gün önce, 28 Ekim 1923 günü Gazi Paşa’ya bir mektup yazar. Bir de imzalı fotoğraf ister kendisinden. (75)

Curtis’in, ilkokul son sınıf öğrencisiyken, babasının daktilosunda oturup yazdığı mektup şöyledir:

“Gazi Mustafa Kemal Paşa Angora-Türkiye
Sayın Efendim,
Ben 10 yaşında, Amerikalı bir çocuğum. Türkiye ve yeni hükümetine büyük ilgi duyuyorum. Siz ve Bayan Kemal hakkında bir röportaj okudum. Türkiye hakkında bir defterim var ve şimdiden siz ve Bayan Kemal hakkında birçok yazı ve resim topladım. Lütfen bir Amerikalı çocuğa bir küçük not ve bir imzalı fotoğrafınızı gönderin. Bir gün, Türkiye’yi görebileceğimi umut ediyorum. Saygılarımla, Curtis LaFrance”

27 Kasım 1923 günü mektubu Atatürk’e ulaşır. Atatürk mektubu okur ve çalışma odasına geçerek cevap yazar. (76)

“Türkiye Cumhuriyeti Riyaseti - Hususi
Ankara, 27.11.1339 (1923)
Mister Kurtis LaFrance’a
Mektubunuzu aldım. Türk vatanı hakkındaki alâka ve temenniyatınıza (iyi düşüncelerinize) teşekkür ederim. Arzunuz vechiyle (arzu ettiğiniz şekilde) bir adet fotoğrafımı leffen (ilişikte) gönderiyorum. Amerika’nın zeki ve çalışkan çocuklarına yegane tavsiyem, Türkler hakkında her işittiklerine hakikat nazarıyla (gerçekmiş gibi) bakmayıp kanaatlerini mutlaka ilim; ve esaslı tedkikata (araştırmalara) isnad ettirmeye (dayandırmaya) bilhassa atf-ı ehemmiyet eylemeleridir (önem vermeleridir). Hayatta nail-i muvaffakiyet ve saadet olmanızı (başarılı ve mutlu olmanızı) temenni eylerim.
Türkiye Reisicümhuru Gazi Mustafa Kemal”

Atatürk’ün gönderdiği yanıt kendisine ulaştığında çok mutlu olur küçük Curtis:

“O zaman çok sevindim tabii ama hadisenin önemini yıllar sonra idrak ettim. Yaşım ilerledikçe heyecanım çoğaldı. Okuyup Atatürk’ün kim olduğunu anlayınca hayranlığım arttı. Ne kadar şanslı olduğumu çok sonraları anladım.” (77)

Bu mektuptan 15 yıl sonra Atatürk’ün vefatını öğrendiğinde ise hüzne boğulur:

“1938’de Atatürk’ün ölüm haberi geldiğinde 25 yaşında bir delikanlıydım. Niye ağladığımı kimse anlamadı.” (78)

Daha önce defalarca ziyaret ettiği Türkiye’ye, kendisinden haberdar olunması sonrası bu sefer Türk Hükümeti’nin daveti ile geldiği 1998 yılında, Atatürk’ün kendisine gönderdiği mektubu Anıtkabir’e armağan eden Curtis LaFrance, ne acı bir rastlantıdır ki, 10 Kasım 2012’de vefat etmiştir. (79)

* * *

Mary Howard Gillespie Crichell… 1920’den 1939’a (ölümüne) kadar İstanbul’da Amerikan ticaret delegesi ve ataşesi görevlerinde bulunan Julian Gillespie’nin kızı.

Atatürk’ün doğumunun yüzüncü yılı olan 1981 yılında, onunla ilgili olan anılarını şöyle anlatır:

“Biz Maçka’da oturuyorduk. 1930-1933 yılları arasında yaz aylarında akşam vakitleri Florya’ya giderdik. Denizde yüzer, piknik yapardık. Atatürk’ün Florya plajındaki köşkü bize çok yakındı.

Bir akşam Atatürk yanımıza geldi. O zaman çok küçüktük. Ben ve kardeşim onun büyüklüğünü kavrayacak durumda değildik. Bizimle oynamasını, oyuncak fincanlarımızdan çay içmesini rica ettik. Çamurdan da pastalar yapmıştık. Atatürk bizim oyuncak fincanlarımızı aldı, çay içer gibi ve çamur pastalarımızı yer gibi yaptı. ‘Çok güzel olmuş, çok iyi yapmışsınız’ diyerek biz üç kardeşe iltifat etti.

Biz yeni bir oyun arkadaşı kazandığımız için çok sevinçli ve mutluyduk. Atatürk’ü denizde gördüğümüz zaman el sallar, ‘Gel bizimle oyna’ derdik. Babam, Atatürk’ün büyük bir kişi olduğunu, onu böyle çağıramayacağımızı söylese de biz çağırmaya devam ederdik.

Atatürk kumda bizimle top oynar, bizi gezdirirdi. Biz çocuklar onu kendimize gerçek dost olarak edinmiştik. Bir kez ona oyuncak bebeğimin çok hasta olduğunu, ateşinin çıktığını söyledim. ‘Dur, ben şimdi ona bir doktor bulup iyileştiririm’ dedi. Biraz sonra elinde siyah çantayla bir beyefendi geldi. Stetoskopuyla bebeğimi muayene etti, göğsünü dinledi ve nane şekerini ilaç olarak verdi.

Ben şimdi bu büyük adamın biz çocukları kırmadan arkadaşlık etmesini düşündükçe, insani duyguları mükemmel olan bu büyük öndere ve dahiye duyduğum sevgim, hayranlığım daha da artıyor.” (80)

* * *

General, büyükelçi, gazeteci ya da küçük bir çocuk… Atatürk’ün karşısındakini dikkate alması için fark etmiyordu. O her zaman muhatabına samimi ve içinden geldiği gibi davranmış, önem vermiş ve kim olursa olsun konuştuğu kişinin düşüncelerini dikkatle dinlemiş bir liderdi. İster Türk olsun ister yabancı, onu tanıyıp da zekasından, cesaretinden ve bugünün tabiriyle karizmasından etkilenmeyen yok gibiydi. Tıpkı konu edindiğimiz Amerikalılar gibi…

Gökhan Cebeci


1) Gazi Mustafa Kemal, Charles H. Sherrill, Karakarga Yayınları, 2017, sayfa 9
2) A.g.e, sayfa 10
3) A.g.e, sayfa 11
4) A.g.e, sayfa 30
5) A.g.e, sayfa 115
6) A.g.e, sayfa 32
7) Sherrill; Üç Adam: Kemal Atatürk, Roosevelt, Mussolini, s.32-33; aktaran General Charles H. Sherrill Atatürk’ün Biyografisini Nasıl Yazdı?, Prof. Dr. Hikmet Özdemir, sayfa 12
8) Gazi Mustafa Kemal, Charles H. Sherrill, Karakarga Yayınları, 2017, sayfa 206
9) A.g.e, sayfa 118
10) A.g.e, sayfa 199
11) Sherrill; Üç Adam: Kemal Atatürk, Roosevelt, Mussolini, s.35-36; aktaran General Charles H. Sherrill Atatürk’ün Biyografisini Nasıl Yazdı?, Prof. Dr. Hikmet Özdemir, sayfa 27-28
12) Gazi Mustafa Kemal, Charles H. Sherrill, Karakarga Yayınları, 2017, sayfa 98-100
13) A.g.e, sayfa 194
14) A.g.e, sayfa 196
15) General Sherrill'in, ‘Atatürk Nezdinde Bir Yıl Elçilik’ (İstanbul, Muallim Ahmet Halit Kütüphanesi, 1935) adıyla Türkçede yayımlanan eserinin ilk basımında yer alan "Türkçe Kur'an - Mustafa Kemal ve Martin Luther" başlıklı bölümü, s.81-86; aktaran General Charles H. Sherrill Atatürk’ün Biyografisini Nasıl Yazdı?, Prof. Dr. Hikmet Özdemir, sayfa 22
16) Gazi Mustafa Kemal, Charles H. Sherrill, Karakarga Yayınları, 2017, sayfa 62
17) A.g.e, sayfa 123
18) A.g.e, sayfa 54
19) A.g.e, sayfa 225
20) Bilinmeyen Türkler, Heath W. Lowry, Bahçeşehir Üniversitesi Yayınları, 2011, sayfa xi
21) A.g.e, sayfa 32-33
22) A.g.e, sayfa 20
23) A.g.e, sayfa 83
24) A.g.e, sayfa 42
25) A.g.e, sayfa 93
26) A.g.e, sayfa 39-40
27) A.g.e, sayfa 57
28) A.g.e, sayfa 39
29) A.g.e, sayfa 12
30) A.g.e, sayfa 75
31) A.g.e, sayfa 53
32) A.g.e, sayfa 217
33) A.g.e, sayfa 109
34) A.g.e, sayfa 93
35) A.g.e, sayfa 95
36) A.g.e, sayfa 105
37) A.g.e, sayfa 106
38) A.g.e, sayfa 80
39) A.g.e, sayfa 81
40) A.g.e, sayfa 68-69
41) A.g.e, sayfa 109-110
42) A.g.e, sayfa 112
43) A.g.e, sayfa 202
44) A.g.e, sayfa 217
45) A.g.e, sayfa 160
46) Ankara’da Amerikalı Bir Gazeteci, Yrd. Doç. Dr. Serpil Sürmeli, Atatürk Dergisi, 2005, Cilt:IV, Sayı:4, Atatürk Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Müdürlüğü, sayfa 31, http://e-dergi.atauni.edu.tr/atauniad/a ... 1025001129
47) A.g.m, sayfa 35
48) A.g.m, sayfa 36
49) A.g.m, sayfa 36-37
50) A.g.m, sayfa 34
51) A.g.m, sayfa 39-40
52) Türkiye’nin Kuruluş Yıllarında Bir Yabancı Gazetecinin Ankara Yolculuğu ve Atatürk ile Görüşmesi, Prof. Dr. Ergun Özbudun, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, 1984, Cilt:1, Sayı:1, sayfa 167-191, http://www.atam.gov.tr/dergi/turkiyenin ... -gorusmesi
53) A.g.m
54) A.g.m
55) A.g.m
56) A.g.m
57) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2006; Ayın Tarihi: 1935, Sayı:19, sayfa 260 – 262, http://www.ata.tsk.tr/content/media/01/ ... lar/11.pdf )
58) A.g.m
59) A.g.m
60) A.g.m
61) A.g.m
62) Mustafa Kemal Paşa – General Harbord Görüşmesi Tanık ve Tercümanı: Prof. Dr. Hulusi Y. Hüseyin, Dr. Fethi Tevetoğlu, Atatürk Araştırmaları Merkezi Dergisi, Cilt:IV, Sayı:10, Ankara, (Kasım, 1987), sayfa 197-207,
http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-10/mu ... yin-pektas
63) A.g.m
64) A.g.m
65) A.g.m
66) A.g.m
67) A.g.m
68) A.g.m
69) ABD Genelkurmay Başkanı General Mac Arthur’un Türkiye’yi Ziyareti ve Atatürk – Mac Arthur Görüşmesi, Feyzullah Ezer, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2012, Cilt:22, Sayı:2, sayfa 96
70) A.g.m, sayfa 96
71) Atatürk – Mac Arthur Görüşmesinin İçyüzü, Cüneyt Akalın, Kaynak Yayınları, 2006, sayfa 12
72) Bilinmeyen Türkler, Heath W. Lowry, Bahçeşehir Üniversitesi Yayınları, 2011, sayfa 225
73) A.g.e, sayfa 225-226
74) 10 Yaşındaki Çocuğun Atatürk’e Mektubu ve Ata’nın Cevabı, Güzin Abla, Hürriyet, 29 Ekim 2011
75) A.g.m
76) Curtis, Yılmaz Özdil, Sözcü, 28 Ekim 2017
77) 10 Yaşındaki Çocuğun Atatürk’e Mektubu ve Ata’nın Cevabı, Güzin Abla, Hürriyet, 29 Ekim 2011
78) A.g.m
79) Curtis, Yılmaz Özdil, Sözcü, 28 Ekim 2017
80) Tarih ve Edebiyat Mecmuası, yıl 17, sıra no: 203, 1 Kasım 1981, sayfa 23; aktaran ‘Çocukluk …Ne Güzel Şey…’, İlknur Güntürkün Kalıpçı