1. yüz (Toplam 1 yüz)

Atatürk ve Doktorlar / Gökhan CEBECİ

İletiGönderilme zamanı: Cum Ağu 31, 2018 15:07
gönderen MKA
“Beni Türk hekimlerine emanet ediniz.”

Atatürk’ün en çok bilinen sözlerindendir. Peki, Atatürk bu sözü neden ve nasıl söylemiştir? Bunun dışında Türk hekimleri ile ilgili görüşleri nelerdir? Doktorlar ile olan ilişkisi sadece bu sözden mi ibarettir?

Öncelikle söylemek gerekir ki, Atatürk tıbba da, sağlığa da her zaman önem veren bir lider olmuştur. Bunun birincil örneği, TBMM’nin açılışı sonrası oluşturulan kabinede, tarihimizde ilk defa Sağlık Bakanlığı’na yer vermesidir. (1)

Ayrıca Atatürk’ün ailesinde de doktor vardır. Ali Rıza Bey’in kız kardeşi Nimeti Hanım’ın torunları Dr. Vefik Vassaf ve Dr. Ethem Vassaf’tır. (2) Vefik Vassıf Akkan, henüz tıbbiye öğrencisiyken hem Balkan Savaşı’na hem de I. Dünya Savaşı’na katılmıştır. (3)

Atatürk’ün hayatında ise onlarca doktor yer almıştır.

En iyi dostlukları kurduğu, cephede omuz omuza savaştığı, mecliste yan yana çalıştığı, devrimlerini gerçekleştirirken birlikte yürüdüğü ve en sonunda kendisini emanet ettiği Türk hekimleri ile yolu, yaşamı boyunca sürekli kesişmiştir.

* * *

1905 yılında, ilk görev yeri olan Şam’a tayini sonrası burada Tıbbiyeli Mustafa Elvan Cantekin ile tanışır. Mustafa Elvan Bey, hürriyetçilik suçlaması ile Tıbbiye’den atılmış ve Şam’a sürgün edilmiş birisidir. Geçimini sağlamak için tuhafiye dükkanı işletmektedir. Aydın kesimin uğrak yeri olan dükkanına bir gün Mustafa Kemal gelir.

Dükkanda masanın üzerinde felsefe, sosyoloji ve tıp konusunda Fransızca kitapları gören Mustafa Kemal, Tıbbiyeli Mustafa’ya, “Siz tüccar mısınız, filozof musunuz, doktor musunuz, nesiniz?” diye sorar. Tıbbiyeli Mustafa, “Tüccarım. Bu kitaplar eskiden kalma şeylerdir. Unutmamak için ara sıra okurum” der. Bir kaç gece sonrası için Mustafa Kemal ve arkadaşlarını evine davet eder. (4)

Evdeki buluşmada, ‘Vatan ve Hürriyet’ adlı gizli cemiyet kurarlar. Mustafa Kemal, devrim için, “Bu uğurda ölmeliyiz!” diyerek bağıran Tıbbiyeli Mustafa’ya dönerek, “Mesele ölmekte değil, ölmeden idealimizi yaratmak, yapmak ve yerleştirmektedir!” sözleri ile karşılık verir. (5)

Aradan yıllar geçer. Bir gece toplantısında, Cumhurbaşkanı Atatürk, -Meşrutiyet sonrası Tıbbiye’yi bitirmiş olan- Dr. Mustafa Elvan Cantekin ile bir araya gelir. Doktorun eşine, “Hanımefendi, eşiniz doktor ancak ona yaşama bahsinde ilk gerçek dersi ben vermiştim, sorunuz da anlatsın” diyerek eski dostuna takılmadan edemez. (6)

Atatürk kolağası (kıdemli yüzbaşı) iken, 1909 yılında, Selanik’te bir akşam Dr. Tevfik Rüştü Aras, Nuri Conker, Salih Bozok ile birlikte Olimpiya Birahanesi’nde oturmuş, sohbet etmektedir. Devletin dış siyasetini konuşurlarken Mustafa Kemal eleştirilerini sıraladıktan sonra Dr. Tevfik Rüştü’yü göstererek: “Bu yanlış siyaseti bir gün doktor vasıtasıyla düzelttireceğim. Doktoru Dışişleri Bakanı yapacağım” der. (7) Bunu söylediğinde henüz 28 yaşındadır.

Atatürk ile 30 yıllık dostluk yapacak olan Dr. Tevfik Rüştü Aras yıllar sonra Dışişleri Bakanı olacak ve 14 yıla (1925-1938) yakın aralıksız bir şekilde bu görevde kalacaktır.

Mustafa Kemal, Ekim 1913- Ocak 1915 tarihleri arasında Sofya’da askeri ataşedir. Bu görevi sırasında bir gün iyice sıkılır, Derne Cephesi’nde hiç yanından ayrılmamış olan dostu Dr. Fikret Onuralp’i ziyaret etmek ister ve İzmir’e gelir. Günlerce ülke sorunlarını görüşür ve aynı zamanda gezerler. Dr. Fikret, yanına izinsiz gelen arkadaşının dönmeye pek niyetli olmadığını görür. Bu konu ile ilgili sorduğu sorulara, Mustafa Kemal’in, “Döneceğim zamanı bilirim” yanıtını vermesi üzerine, dostunun başının belaya girmesinden korkar. Dönüş biletini alarak arkadaşını zorla Sofya’ya gönderir.

Atatürk gibi Namık Kemal ve Tevfik Fikret hayranı olan Dr. Fikret, TBMM kurulurken Mustafa Kemal’in yanına ilk gelenlerden olacaktır. (8)

Dr. Fikret örneğinde olduğu gibi; Atatürk, canı sıkıldığında, stres atmak istediğinde doktor arkadaşları ile vakit geçirmekten keyif almıştır.

Dr. Şükrü Şenozan anılarında, 1913 yılında İzmir’de, Mustafa Kemal, Dr. Tevfik Rüştü Aras, Dr. Rasim Ferit Talay, Şükrü Kaya, Cemal Şahingiray ve Dr. Cemal Tunca ile birlikte evinde toplandıklarını ve sabaha kadar musiki yaptıklarını anlatır. (9)

Atatürk’ün bir başka yakın dostu Dr. Rasim Ferit Talay’dır. 1918 yılında Viyana, Nablus ve Halep’ten mektuplar gönderdiği Rasim Ferit Bey’e, ‘Kardeşim Rasim Ferit’ şeklinde hitap eder. Atatürk’ün, mektuplarında, ‘Hasretle gözlerinden öperim’ dediği Dr. Rasim Ferit Bey, (10) kendisinin sırdaşı, akıl danıştığı dert ve kader ortağıdır.

Atatürk, Mayıs 1918’de, tedavi için Karlsbad’a gitme hazırlığı yaparken, o sırada veliaht olan Vahdettin haber gönderip, kızı Sabiha Sultan ile kendisini evlendirmek istediğini iletir. Mustafa Kemal bir gece bu evlilik işi hakkındaki düşüncesini öğrenmek için arkadaşı Dr. Rasim Ferit’e konuyu açar. Doktor, arkadaşına, bu evliliği yapmaması gerektiğini kesin bir dille söyler ve kendisine şu gerekçeleri sunar:

1) Sen iki ay içinde herhangi bir kadından bıkarsın.
2) Bir sultan ile evlilik hayatı sana ağır gelecek merasime tabidir. Yanına gidebilmek için bile izin istemelisin veya onun davetini beklemelisin.
3) Eğer bir sultan ile evlenirsen Enver Paşa’ya benzersin.

Bunun üzerine Atatürk arkadaşına, “Doktor tek gerçek dostum senmişsin. Herkes bu işi yapmam için ayak diriyor” der ve bu evliliği yapması için onu sıkıştıranlara artık bu işi ağızlarına almamalarını kesin bir dille söyler. (11)

Aynı tarihlerde bir gece, Mustafa Kemal ve Dr. Rasim Ferit Talay Akaretler yokuşundan inerlerken, Mustafa Kemal Dr. Rasim Ferit’e, “Doktor tabancan var mı?” diye sorar. Rasim Ferit, “Yok” deyince, Mustafa Kemal, “Benim sol ceket cebimde bir tane var, al ve tetiği aç, arkadan bir adam geliyor, bir suikast yapacak” der.

Doktor Rasim Ferit tabancayı alınca, Mustafa Kemal sağ cebindeki tabancayı çekip döner ve arkadan gelene, “Dur!” diye bağırır. Adam iri yarı bir çavuştur, elindeki silahını düşürür. Rasim Ferit yere düşen tabancayı alır ve çavuşu önlerine katarak eve gelirler. Mustafa Kemal, sorguda suikast yapacağını itiraf eden İdris Çavuş’u affedecek ve daha sonra atanacağı 7. Ordu Komutanlığı Karargahı’na aldıracaktır. (12)

Ağustos 1918’de Suriye’deki 7.Ordu Komutanlığı’na atanan Mustafa Kemal’e, İstanbul Sıhhiye Müdürü olan dostu Dr. Rasim Ferit Talay İstanbul’daki tüm haberleri özel bir şifreyle gönderir. (13) Kurtuluş Savaşı sırasında da Dr. Talay, Haziran 1921’de Ankara’ya geçene kadar, İstanbul’da topladığı istihbarat bilgilerini Mustafa Kemal’e iletmeye devam edecektir. (14)

Atatürk’ün, Dr. Rasim Ferit Talay ile anıları bunlarla sınırlı değildir. İstanbul’da 1 Kasım 1918’de yayın hayatına başlayan ve baş yazarlığını Fethi Okyar’ın yaptığı Minber gazetesini o tarihte Suriye’de bulunan Mustafa Kemal kurdurmuş ve sermayesini Dr. Rasim Ferit ile birlikte vermiştir. (15) Gazete savaştaki yenilgiye karşın halka moral vermeye çalışmıştır. (16)

Komuta ettiği Yıldırım Orduları kaldırılınca Mustafa Kemal Paşa 13 Kasım 1918 günü İstanbul’a döner. Aynı gün İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan gemilerinden oluşan filo Haydarpaşa’ya gelmiştir. İstanbul işgal edilmektedir. Kendisini karşılamaya gelen kişi, dostu Dr. Rasim Ferit Bey’dir. Arkadaşına, “Hata ettim. İstanbul’a gelmemeliydim. Ne yapıp edip Anadolu’ya dönmenin çaresine bakmalı” dedikten sonra yaveri Cevat Abbas’a dönerek, o tarihi sözünü söyler: “Geldikleri gibi giderler!” (17)

Atatürk ve Dr. Rasim Ferit Talay, 5 Kasım 1931’den 19 Ekim 1937’ye kadar 149 kez bir araya gelecek kadar yakın dostturlar. Ayrıca Atatürk arkadaşını biri İstanbul biri Ankara’da olmak üzere iki kez evinde ziyaret etmiştir. (18)

Mayıs 1919’da, Dr.Tevfik Rüştü Aras Bekirağa Bölüğü’nde tutukludur. Samsun’a hareket etmeden önce Mustafa Kemal, hapisteki arkadaşları Dr. Tevfik Rüştü ve Fethi Okyar’ı ziyaret eder. Dr. Aras bu ziyareti şöyle anlatır:

“Bu hem sevgi bağını gösterir hem cesaretini. Çünkü o sırada bizi tutukevinde ziyarete gelmek, çıkarken tutukevi kapısının üzerine kapanması tehlikesini göze almak demekti. Ama vefalıdır. Geldi. Fethi Okyar ile ayrı benimle ayrı uzun uzun konuştu. Samsun’a gideceğini ve tasarladığı programın ana hatlarını bize anlattı. Bundan dolayı heyecan içinde, onun Samsun’a varmasını bekliyorduk.” (19)

Bandırma Vapuru ile Samsun’a giden Mustafa Kemal Paşa’nın heyetinde üç hekim vardır. Bunlar Dr. İbrahim Tali Öngören, Dr. Refik Saydam ve Dr. Behçet Adil Feyzioğlu’dur. (20)

Anadolu’ya geçmiş olan Mustafa Kemal Amasya’dayken, teşkilatlanmayı yapmaları için önceden Sivas’a gönderdiği iki kişiden biri Dr. İbrahim Tali Öngören olur. Mustafa Kemal’in İstanbul Hükümeti tarafından Ordu Müfettişliği görevinden alındığını Sivas’ta öğrenen İbrahim Tali Bey, bunu Amasya’ya bildiren ilk kişidir. Dr. İbrahim Tali Bey, Sivas’ta kendisine bu karar iletildiğinde, “Önemi yok. Paşa, İstanbul Hükümeti’nin atama ve görevden alması ile hareket etmeyi çoktan ayakları altına almıştır” der. (21)

Mustafa Kemal’in karargahı resmen dağıtıldığı için, Atatürk ile birlikte Anadolu’ya geçmiş olan Dr. Refik Saydam Erzurum Askeri Hastanesi Bulaşıcı Hastalıklar Servisi Şefliğine atanır. Ancak bu görevi kabul etmeyerek ordudan ayrılacak olan Refik Bey Mustafa Kemal’in yanında Erzurum ve Sivas Kongresi’nin çalışmalarına katılacaktır. (22)

Mustafa Kemal 1919 sonunda Ankara’ya geçip çalışmalarına burada devam ederken kısa bir süre sonra İstanbul’da Osmanlı Meclisi açılır. Mustafa Kemal bu meclise Erzurum milletvekili olarak seçilmiştir ancak işgal altındaki meclise katılmak istememektedir. Dr. Refik Saydam, Mustafa Kemal Paşa’nın böbrek ve akciğer rahatsızlıklarından ötürü seyahat etmesinin sakıncalı olduğunu belirtir bir rapor hazırlar. (23) Böylece Atatürk bu meclise katılmaz ve Ankara’da kalır.

İngilizlerin İstanbul’u 16 Mart 1920’de resmen işgali sonrası Osmanlı Meclisi kapatılacak ve milletvekillerinin de yer aldığı bir çok vatansever İngilizler tarafından tutuklanarak Malta’ya sürgün edilecektir.

Refik Saydam, İsmet İnönü hükümetlerinin değişmez Sağlık Bakanı olmuştur. 1937 yılında, İsmet İnönü’nün başbakanlıktan ayrılması ile birlikte Celal Bayar’ın Başbakanlığında kurulan yeni hükümette de Sağlık Bakanı olarak Refik Saydam’ın göreve devam etmesi düşünülür fakat Refik Saydam bu başbakan değişikliğine açıkça tavır koyarak görevi kabul etmez.

Samsun’a çıktığı günden bu yana beraber olduğu arkadaşından ilk kez ayrılacak olmak Atatürk’ü hüzünlendirir.

Cumhurbaşkanlığı bahçesi içinde, Atatürk’ün yaptırıp kendisine hediye ettiği bir köşkte oturan Saydam, artık bakanlığındaki geliri olmayacağından ve köşkün de masraflarını karşılayamayacağından ötürü köşkü kiraya vermeye karar verir. Zaten köşkte kalmaya devam etse de bu sefer şehre gidip gelebileceği bir aracı da olmayacaktır.

Bunu duyan Atatürk üzülür ve Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’a, İş Bankası’ndaki kişisel hesabından her ay 500 lira Saydam’a ödenmesini söyler. Eski bakanın emrine de bir otomobil verilmesini emreder. Ayrıca Atatürk yine kendi hesabından İsmet İnönü’ye her ay ödediği 2000 lirayı 3000 liraya çıkartır. (24)

Atatürk’ün bu kararlarını duyduğunda Dr. Refik Saydam’ın gözleri yaşaracaktır. (25)

Trablusgarp yıllarından itibaren tanıdığı Dr. Refik Bey’e, Saydam soyadını Atatürk vermiştir. Atatürk’ün, “Ben ona niçin Saydam dedim, o içi dışı bir, tertemiz bir insan pırlantasıdır da ondan” (26) sözleri ile anlattığı Dr. Refik Saydam, üç dönemde toplam 14.5 yıl Sağlık Bakanlığı ( 1921, 1923-1924, 1925-1937 ), 2 ay İçişleri Bakanlığı (1938-1939), 3.5 yıl da Başbakanlık (1939-1942) yapmış ve Başbakan iken 1942 yılında vefat etmiştir.

1919 yılında, Mustafa Kemal’in yaktığı kurtuluş ateşi ülkeyi sarmaya başlamıştır. Sivas Kongresi’ne tüm yurttan temsilciler çağrılır. Tıbbiyelilerin temsilcisi ve üç İstanbul delegesinden biri olarak Tıp Fakültesi 3. sınıf öğrencisi Hikmet Boran da Kongre’ye katılanlar arasındadır.

9 Eylül 1919 gecesi manda tartışmalarının yapıldığı sırada Hikmet Bey, yüksek sesle, “Paşam, üyesi olduğum Tıbbiyeliler beni buraya istiklal davamızı başarmak yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunları her kim olursa olsun şiddetle reddeder ve kınarız. Diyelim, manda fikrini siz kabul ederseniz sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i ‘vatan kurtarıcısı’ değil, ‘vatan batırıcısı’ olarak adlandırır ve lanetleriz” diye bağırır.

Bunun üzerine Mustafa Kemal heyecanlı bir sesle, “Arkadaşlar gençliğe bakın, Türk milli bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin” der ve Hikmet Bey’e dönerek, “Evlat, müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: ‘Ya istiklal ya ölüm!” sözleri ile tarihi konuşmasını bitirir. “Var ol Paşam” diyerek elini öpen genç tıbbiyeliyi alnından öper. (27)

Aradan yıllar geçer. Bir gün, Atatürk eski günleri anarken, Sivas’ta tanıdığı tıp öğrencisi Hikmet Bey’in hemen bulunup milletvekili yapılmasını emreder. Fakat kendisine Hikmet Bey’in öldüğü söylenir. Çok üzülen Atatürk yemeği sonlandırır. Oysa Hikmet Bey sağdır ve Anadolu’nun bir köşesinde doktorluk yapmaktadır. Atatürk’ün ölümünden bir kaç ay sonra Mazhar Müfit Kansu sokakta Hikmet Bey’e rastlayacak, boynuna sarılıp yapılan yanlışlığı anlatacaktır. (28)

1920 yılının Kasım ayı... Mustafa Kemal yine böbrek rahatsızlığı yaşamaktadır. Ankara’daki Direksiyon binasında, odasında yatmakta olduğu bir gün Dr. Tevfik Rüştü Aras ziyaretine gelir. Sohbet ederlerken kapı aniden açılır ve Çerkez Ethem yanındaki iki adamı ile birlikte silahlı bir şekilde odaya girer. 15 adamı ile de binayı sarmış olan Çerkez Ethem, odaya girdiğinde Tevfik Rüştü Bey’in orada olacağını hiç düşünmemiştir.

Yaşadığı kısa şaşkınlıktan sonra konuya girip, İsmet Paşa’nın ordunun başından alınması isteğini ileten Çerkez Ethem’e, Mustafa Kemal bunun mümkün olmadığını söyler. “Son sözünüz bu mudur, Paşa?” diye soran ve “Evet” yanıtını alan Çerkez Ethem’in eli belindeki silaha doğru giderken, Mustafa Kemal de yastığının altındaki silahının kabzasını kavramıştır ki odaya askerlerle birlikte Salih Bozok girer ve olası bir suikast girişimi önlenmiş olur.

Olay sonrası Mustafa Kemal Paşa: “Şüphesiz fark ettiniz. Ethem Bey’in niyeti halis değildi. Zannımca Tevfik Rüştü Bey’in mevcudiyeti, tasavvurunu değiştirdi” diyecektir. (29, 30)

Bu Atatürk’e yapılan ve bir anlamda yine yanında bulunan doktor arkadaşı sayesinde başarısızlıkla sonuçlanan ikinci suikast girişimidir.

Ağustos 1921’de, cephenin durumunu yakından görmek için Mustafa Kemal Polatlı’ya gelir. Burada atına binerken hayvanın şahlanması sonucu yere düşer, kısa süreli baygınlık geçirir. (31)

Ağrı ve nefes darlığı yakınmaları artması sonucu Ankara’ya geri döner. Cebeci Askeri Hastanesi’nde çekilen röntgen sonucu üç kaburgasının kırıldığı (32) anlaşılan Atatürk’e doktorlar tarafından, konuşmadan istirahat etmesi söylenir. Ancak Atatürk ertesi gün cepheye geri dönmek istemekte ve ısrar etmektedir. Doktorların yanıtı değişmez. Bunun üzerine Atatürk yanında bulunan Dr. Adnan Adıvar’a dönerek: “Adnan Bey bir de sen bak” der.

Adnan Bey muayene eder gibi görünerek, diğer doktorların şaşkın bakışları arasında, “Yarın gidebilirsiniz Paşam” der. Dr. Adnan Bey neden böyle yaptığını daha sonraları şöyle açıklayacaktır: “Diğer doktorlar Atatürk’ün bünyesini normal insanların bünyesi gibi kabul ederek doğru hüküm vermişlerdi. Fakat ben onun gözlerindeki iradeye baktım, onun bu arızayı kolaylıkla yeneceğini anladım ve netice bana hak vermiştir.” (33)

Zaten doktorlardan onay almasa bile kaçıp gideceğini sinirli bir şekilde söylemekte olan Atatürk, bu muayenenin ertesi günü göğsü bandajlı bir şekilde otomobile kucakta bindirilerek yeniden cepheye yol alır. (34)

22 gün 22 gece Türk Ordusu’na komuta eden ve elde ettiği zafer ile 1683’te Viyana’dan bu yana yaşanan geri çekilmeyi durduran Mustafa Kemal Paşa, Sakarya Savaşı’nın kazanılması ile birlikte ağrılarının ilk defa geçtiğini söyleyecektir. (35)

Kurtuluş Savaşı sırasında İtalyanların gizlice silah satmayı kabul etmesi üzerine Mustafa Kemal Paşa, Şam ve Bingazi’den arkadaşı Dr. Mustafa Şevket Bengisu’yu Ankara’ya çağırır. Yeni doğan kızını göremeden Ankara’ya gelen Dr. Mustafa Şevket’ten gizli bir görevle Rodos’a gitmesini, orada silah alımını organize etmesini ve gerekli bilgileri Ankara’ya bildirmesini ister. (36)

Rodos’a giden Mustafa Şevket Bey İtalyanlar ile iletişime geçer ve yüklü miktarda silah ve cephane alır. Ancak elindeki para bitmiş, silahları Anadolu’ya götürecek gemi için parası kalmamıştır. Eşinin gerdanlığını satar, yine para yetmeyince borç alır. Bir gemi kiralar ve silahları gece yarısından sonra gemiye yükletip bizzat kendisi Anadolu’ya getirir. (37)

Mustafa Kemal Paşa ordu teftişi amacı ile 1922 yılı Haziran ayı ortalarında Kocaeli bölgesinde bulunur. Bu sırada kendisini takip eden muhabirler arasında genç bir Tıbbiyeli olan Muhterem Bey de (Prof. Dr. Muhterem Gökmen) yer almaktadır. Geyve’de beraberindekiler ile oturarak dinlenmekte olan Mustafa Kemal Paşa’nın yanına gelen Muhterem Bey: “Paşam fotoğrafınızı çekmeme izin verir misiniz?” der. Paşa’nın, “Buyrun çekin” sözü üzerine Muhterem Bey, “Paşam bütün fotoğraflarınızda sert ifadelerle poz veriyorsunuz. Sizden rica etsem bu fotoğrafta gülümseyebilir misiniz?” diye sorar.

Herkes Mustafa Kemal Paşa’ya bakmakta ve ciddiyetsiz olarak düşündükleri bu isteğe onun ne yanıt vereceğini beklemekte iken Paşa gülümser. “Çocuk doğru söylüyor. Tıbbiyeli bu gencimizin arzusunu yerine getirelim” sözü ile birlikte Muhterem Bey’i yanına çağırır, fotoğrafı bir başkasına çektirerek, güldüğü fotoğrafta onun da yanında yer almasını sağlar. Bir Tıbbiyelinin isteği üzerine çekilen bu kare basında yayınlanan ilk ‘gülümseyen’ Mustafa Kemal fotoğrafı olur. (38)

Okumayı çok seven Atatürk, bu konuda doktor arkadaşlarına tavsiyelerde bulunurken onların önerilerini de dikkate almıştır.

Dr. Adnan Adıvar, Milli Hükümet’in İstanbul Temsilciliğini yaptığı dönemde Mustafa Kemal ondan zaman zaman kitap ister. 13 Ocak 1923 tarihli mektubu şu şekildedir:

“Bana faydalı olacağını tahmin buyuracağınız eserleri istiyorum. Bu arada Ziya Gökalp’in Asrileşmek, Türkleşmek ve İslamlaşmak adlı kitabı ile Victor Berar’ın La Revolte De L’Asie adındaki eserini buldurmanızı rica ederim.” (39)

Mustafa Kemal’in böbrek rahatsızlığı nedeni ile İstanbul’dan Ankara’ya çağrılan ve burada bir yıl kalan Dr. Behçet Sabit Erduran, Mustafa Kemal ile tanıştığı sırada Paşa’nın Hint tarihi ile ilgili bir kitap okumakta olduğunu ve kitabı incelemesi için kendisine de önerdiğini söyler. (40)

Dr. Reşit Galip de bir yılbaşı balosunda, Atatürk’e, Tarih ve Dil Kurultaylarının tutanaklarını içeren bir kitap hediye eder. Bu hediye karşısında mutlu olan ve teşekkür eden Atatürk, “Diğer vekillerimizden de her an böyle armağanlar beklerim” der. (41)

Atatürk, Dr. Reşit Galip’i, 1923 yılında Mersin ziyaretinde tanımış ve onun 1925 yılında milletvekili seçilmesini sağlamıştır.

1931 yılı sonbaharında bir gece Dolmabahçe Sarayı’ndaki sofrada, Atatürk ile Aydın milletvekili Dr. Reşit Galip arasında bir tartışma çıkar. Dr. Reşit Galip, Milli Eğitim Bakanı Esat Bey’i sert bir şekilde eleştirmekte ve gericilikle suçlamaktadır. Atatürk mantıklı bir tartışmanın olmayacağını düşünerek, “Galiba rahatsız oldunuz. Biraz ayrılıp istirahat etseniz.” diye yumuşak bir ifade ile Reşit Galip’e sofrayı terk etmesini tavsiye eder fakat Dr. Reşit Galip, “Burası milletin sofrasıdır, ben o sofrada oturuyorum” cevabını vererek yerinden kımıldamaz. Bunun üzerine Atatürk, “Öyleyse sofrayı terk etmek bize düşüyor” der ve yatak odasına çekilir.

Bütün geceyi sofradaki bir sandalyede tek başına oturarak geçiren Dr. Reşit Galip ertesi gün erkenden sarayı terk ederek Ankara’ya döner. Parası olmadığından Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Tevfik Bıyıklıoğlu’dan bir miktar ödünç para ister. O da 25 lira verir. Atatürk bunu öğrenince çok üzülür. Tevfik Bıyıkoğlu’na, ‘İnsan o halde bulunan arkadaşına 25 lira mı verir? Hiç değilse benim hesabımdan yüz lira vermeliydin.’ diye çıkışır. “Cebinde beş parası yok ama karakterinden hiç taviz vermiyor” diye de ekler. (42)

Dr. Reşit Galip Ankara’dan Atatürk’e yazdığı 30 Ocak 1932 tarihli mektup ile affını ister. Atatürk mektubu okur, “Nedir, bir kabahati mi var ki?” diyerek tebessüm eder. (43)

Kısa bir süre sonra, Atatürk bir gece yarısı Reşit Galip’i Çankaya Köşkü’ne sofraya davet eder. Yanına oturttuğu Reşit Galip’e iltifatlarda bulunur. Sonra bir ara iki asker çağırır ve Reşit Galip’i sandalyesi ile birlikte havaya kaldırtır, “İşte biz insanı böyle kaldırır, indiririz” diyerek doktora takılır ve barışırlar. (44)

Dr. Reşit Galip Türk Ocakları Genel Başkan Yardımcılığı, Türk Tarih Kurumu Genel Sekreterliği, Türk Dil Kurumu Başkanlığı yapmıştır. (45)

Atatürk ile arasının açılması pahasına eleştirdiği Esat Bey’in yerine 19 Eylül 1932’de Milli Eğitim Bakanı olan Dr. Reşit Galip, 13 Ağustos 1933’e kadar bu görevini sürdürür.

Okullarımızda yıllarca okunmuş olan Andımız, 23 Nisan 1933 sabahı Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip’in öncesinde hiç düşünmeden, tamamen içinden gelerek kızlarına söylediği sözlerdir. (46)

Milli Eğitim Bakanlığı sırasında üniversite reformunu da gerçekleştiren Reşit Galip için Atatürk: “Doktora gıpta ediyorum. Üniversite reformu gibi çok güç, çok şerefli bir işi başarmak ona nasip oldu” demiştir. (47)

Atatürk, Dr. Reşit Galip’i çok sevmiş ve onu her yerde övmüştür. Onu, “Bu Reşit Galip hem doktordur, hem hukuk doktorudur, hem siyaset doktorudur, hem edebiyat doktorudur ve güzel arkadaştır” sözleri ile tarif etmiştir. (48)

Dr. Reşit Galip örneğinde olduğu gibi, Atatürk’ün sofrasında doktorların yer aldığı çok olmuştur. Dr. Sadi Irmak, Atatürk’ün bir akşam sofrada, “Benim hakiki misyonumu ne olarak düşünüyorsunuz?” diye sorduğunu anlatır. Verilen hiç bir yanıtı beğenmeyen Atatürk: “Ben öğretmenim! Hiç biriniz söylemediniz” der. (49)

Kendisini öğretmen olarak gören Atatürk’ün belki de en önemli özelliği bilime, sürekli öğrenmeye önem vermesi ve bilim insanlarına duyduğu saygıdır.

1912’de Derne’de tanışarak (50) yakın dostluk kurduğu ve dâhi anlamına gelen Öke soyadını verdiği (51) Dr. Mim Kemal Öke buna ilişkin Atatürk ile ilgili bir anısını şöyle anlatır:

“Bir gece Dolmabahçe Sarayı’nda verilen baloda, gecenin ileri saatlerinde Neşet Ömer Bey’le birlikte Atatürk’ü görüp kendisinden müsaade aldıktan sonra evlerimize dönmek istedik. Onun muayede salonunda olduğunu söylediler. Yanına gittiğimizde onu bir iki arkadaşıyla beraber padişahlara mahsus tahtın yakınında bir koltukta oturuyor bulduk. İznini alarak veda ettik. Gitmek üzereyken bizi durdurdu, ‘Lütfen doktor, çıkıp şu tahta oturur musun?’ dedi. ‘Aman efendim benim ne haddime?’ dediğimde, ‘Ne demek? Orası, etek öptürtmekten başka bir şey yapmayan sultanlardan çok sizler gibi değerli ilim adamlarına yakışır’ yanıtını verdi.”( 52, 53)

Ancak Atatürk’ün köşk içindeki basit yaşayışı hele sofradan misafirleri dağıldıktan sonraki yalnızlığı kimi zaman dikkati çeker. Bazen yapayalnız kaldığı olur.

Bir gece kendisine bakan Nesim Efendi de uyur ve Atatürk yemek salonunda tek başına kalır. Bu esnada köşkte bulunan Dr. Mim Kemal Öke’ye içini çekerek: “Kemal Bey, bak ben ne kadar bedbahtım. Beni odama götürecek bir adamım bile yok” der. (54)

Atatürk çok sıkılgan ve utangaç yapılı bir insandır. Bunu da en iyi gözlemleyen yine çevresindeki doktorlar olmuştur. Bu durum, kendisi ile ilgilenen hekimlerin her zaman dikkatini çekmiştir.

Dr. Neşet Ömer İrdelp bu konu ile ilgili Kılıç Ali’ye: “Kılıç Ali Bey, tarihteki dâhileri tetkik edecek olursak hepsinin sıkılgan ve uykusuz olduğunu görürüz” demiştir. (55)

Yine Atatürk’ün doktorlarından Akil Muhtar Özden şunları söylemiştir: “Atatürk’ün başkalarında rastlanmayan özelliklerinden birisi fevkalade utangaçlığıdır. Bir çoklarında yadırganacak bu his Ata’da güç inanılacak kadar kuvvetliydi. Ben bu hissini bildiğimden konsültasyon zorunluluğu olduğu zaman dahi meslektaşlarımı ikaz eder, işimizi mümkün olduğu kadar çabuk bitirmemizi rica ederdim. Karın boşluğunu muayene ederken yüzümüze bakmamak için gözlerini kapatır veya başını yan tarafa çevirirdi.” (56)

Karında biriken suyu (assit) boşaltan Dr. Mim Kemal Öke de: “Bu işlem sırasında benden başka kimsenin yanına yaklaşmasına istemediğini anlattı ve mecalsiz eliyle yatak çarşafını örtmeye çalıştı” demiştir. (57)

Atatürk’ün ölümü sonrası anılarını anlatan Dr. Fissinger da Türk meslektaşları ile aynı fikirdedir: “Savaş sahnelerinin bu yenilmez ilahı, bir hekimin önünde utangaç bir çocuk gibiydi. Beden mahremiyetine bu kadar özen gösteren hastayı az gördüm.” (58)

* * *

Cumhuriyet devrimlerinin gerçekleşmesinin, bilim ve kültür alanında yapılan atılımların neredeyse her kilometre taşında Tıbbiyeliler Atatürk’e omuz vermişlerdir.

Başka alanlarda da uzmanlaşarak; gazetecilik, yazarlık, diplomatlık, kaymakamlık, valilik, bestekarlık, Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu Başkanlıkları, Danıştay üyeliği, Merkez Bankası Başkan Yardımcılığı hatta Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanlığına kadar bir çok alanda hekimler Cumhuriyet’e hizmet etmişlerdir.

23 Nisan’ın Çocuk Bayramı olarak ilk defa 1927’de kutlanmaya başlanması Dr. Fuat Umay’ın katkılarıyla gerçekleşmiştir. (59)

Mustafa Kemal’in Başkumandan olması için Dr. Emin Erkul Seyidoğlu ve Dr. Refik Saydam birlikte kanun teklifi vermiştir. (60)

Dr. Emin Erkul Bey’in verdiği kanun teklifi ile fes yerine kalpağın ulusal başlık olduğu kanun kabul edilmiştir. Emin Erkul Bey’in verdiği bir başka kanun teklifi ise uzunluk ölçüsü olarak ‘metre’nin kullanılması olmuştur. (61)

Dr. Suat Soyer Türkiye’de yerli malları haftası davasını ilk ele alanlardan biridir. (62)

Cumhuriyet’in ilanı için önerge verenlerden biri de Dr. Mazhar Germen’dir. Cumhuriyet 29 Ekim 1923 akşamı ilan edildikten sonra Cumhurbaşkanının hemen seçilmesi teklifini yapan da Dr. Fikret Bey’dir. (63)

Atatürk’ün tarih çalışmalarına katılan hekimler Dr. Reşit Galip, Dr. Osman Şevki Uludağ, Dr. Şevket Aziz Kansu ve Dr. Süheyl Ünver’dir. Dil çalışmalarına ise Dr. Sadi Irmak, Dr. Saim Ali Dilemre, Dr. Akil Muhtar, Dr. Kemal Cenap Berksoy ve Dr. Mehmet Ali Ağakay katkıda bulunmuşlardır. Bestekar Dr. Şükrü Şenozan ise musiki çalışmaları konusunda Atatürk’ün sofrasına katılmış ve görüşlerini belirtmiştir. (64)

1935 seçimlerinde seçilen ve Türkiye’nin ilk kadın milletvekillerinden olan Dr. Fatma Şakir Memik, özellikle doktor olmasından dolayı Atatürk tarafından aday gösterilmiş ve Edirne milletvekili olarak meclise girmiştir. (65)

Soyadı Kanunu çıktığında, ön ismin soyadı olarak kullanılamaması konusunda uygulamanın istisnası Dr. Hulusi Behçet olmuştur. Dr. Hulusi Behçet’in hem kendisinin hem de babasının ikinci ismi olan Behçet adını soyadı olarak alabilmesi, yaptığı yayınlarda karışıklık çıkmaması adına, Atatürk’ün kendisi için verdiği yazılı izin ile gerçekleşmiştir. (66, 67)

Cumhuriyet’in ilan edildiği zamanlardan ölümüne kadar özel doktorluğunu yapan Prof. Dr. Ömer İrdelp’e soyadını Atatürk vermiştir. Aleyhinde konuşulduğunda ‘Niye karışıyorsunuz? Adam hoşuma gidiyor’ dediği İrdelp’in Ankara’da Yenişehir’de ev sahibi olmasına yardım etmiştir. (68)

1937’de başlayan burun kanamalarını tedavi edecek olan KBB uzmanı Dr. Ziya Naki Yaltırım’a, ‘Işık’ anlamına gelen soyadını; (69) Türk dili çalışmalarına katılan Dr. Saim Ali’ye Dilemre soyadını yine Atatürk vermiştir. (70)

Hastalığında Doktorlar ile İlişkisi

Atatürk muayene olmayı sevmez, doktor önerilerini de pek dinlemez. İlaçlar ile de pek arası olmamıştır. (71)

Ancak çevresindekilerin sağlık durumları ile her zaman yakından ilgilenmiş adeta üzerlerine titremiştir. Bu yüzden Dr. Mim Kemal Öke: “Halbuki biraz da kendi sağlığına önem verseydi ne olurdu?” demiştir. ( 72 )

Siroz tanısı konmadan bir ay önce, 1938 yılbaşını Çankaya Köşkü’nde Dr. Tevfik Rüştü Aras ve Harbiye’den arkadaşı İsmail Hakkı Kavalalı ile geçirir. Çevresindekilere hediyeler vermekten hoşlanan Atatürk yine o akşam arkadaşlarına dolabından kıyafetlerini vermeye başlar.

Dr. Aras, “Paşam, mendillerinize, potinlerinize varıncaya kadar bize vermekten hoşlanıyorsunuz. Ne olurdu bir ay önce düşünseydik de yeni bir yıl için bütün giyeceklerinizi yeniden ısmarlasaydık ve bu gece başka arkadaşları da çağırarak elbiseleriniz, çamaşırlarınızı ve gömlekleriniz aramızda kapışsaydık. Ne kadar çok eğlenirdik. Her birimizde bu yılbaşı gecesinin anısı olarak sizden bir şeyi üzerimizde taşırdık ve siz de yarın hep yeni giyinmiş olurdunuz” der.

Bunun üzerine Atatürk, “A doktor, bunu niçin daha evvel düşünüp söylemedin?” deyince, Dr. Aras, “Zararı yok gelecek yıl böyle yaparız” cevabının verir. Atatürk bir süre düşünür ve dudaklarından şu sözcükler dökülür: “Bakalım gelecek yıla yaşayacak mıyım?” (73)

Ne acıdır ki henüz hastalığı bile bilinmiyorken Atatürk öleceğini hissetmiştir.

Atatürk’ü ölüme götüren karaciğer hastalığının tanısı Dr. Nihat Reşat Belger tarafından 22 Ocak 1938’de Yalova’da konur. (74)

Tanı konduktan bir ay sonra, 27 Şubat 1938’de şiddetli bir burun kanaması yaşar ve bu nedenle Balkan İttifakı Dışişleri Bakanlarına verilen yemeğe geç katılmak zorunda kalır. Bu onun bir randevusuna ilk kez geç kalışıdır.

Bunun üzerine Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Dr. Asım Arar, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya aracılığıyla Başbakan Celal Bayar’a, Atatürk için yabancı hekimlerin getirilmesini önerir. Başbakan Celal Bayar’ın kendisine ilettiği bu teklifi Atatürk kabul etmez ve kendisine Türk doktorlarının bakmasını ister. “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz” sözünü bu olay sonucu söylediği düşünülmektedir. (75)

Ertesi gün olan 28 Şubat 1938’de; Dr. Neşet Ömer İrdelp, Dr. Akil Muhtar Özden, Dr. Hüsamettin Kural, Dr. Asım Arar ve Dr. Ziya Naki Yaltırım’dan oluşan bir hekim grubu Atatürk’ü muayene etmek üzere köşke gelir. Atatürk İnönü ile oturmaktadır. Doktorların toplu olarak üzerine doğru gelmekte olduğunu görünce, ‘korkunç’ diye söylenir. (76)

Muayenesinde kaburga kavsini üç parmak geçen sert kıvamda karaciğer, iki parmak geçen dalak büyüklüğü ile gözlerde hafif bir sarılık tespit edilir. Ödem ve karında sıvı (assit) yoktur. (77)

Muayene sonrası doktorlar bir odada toplanır ve bir rapor hazırlarlar. Bu raporu Atatürk’e okuduklarında dikkatli bir şekilde dinleyen Atatürk, konu içki yasağına geldiğinde, “Bu içki yasağı ne zamana kadar sürecek?” diye sorar. Yanıt Dr. Asım Arar’dan gelir: “Yine böyle bir heyet toplanıp, içki kullanmakta mahzur olmadığına karar verinceye kadar.”

Atatürk’ün: “Ben alkolü çok eskiden beri kullanıyorum, bir şey olmadı. Şimdiki hastalığıma başka bir sebep aramanız gerekir” sözlerine karşılık Dr. Asım Arar sesini hiç beklenmedik bir şekilde yükselterek: “Atatürk! Sizin birkaç defa sofranızda bulundum. Çok içiyorsunuz. Lakin bilincinize hemen hemen hiçbir şey olmuyor. Bunun sebebi şudur: İçtiğiniz alkolü çabuk yakıyor ve zararsız bir şekle sokuyorsunuz. Bunu yapan en önemli uzvunuz karaciğerdir. Bugün karaciğeriniz hastalanmıştır. Artık vazifesini eskisi gibi yapamayacaktır. Aldığınız alkol de sizi zehirleyecektir. Onun için ne olursa olsun bırakmanız lazımdır.” cümleleri ile bu gerekliliği açıklar.

‘Peki’ diyen Atatürk, bu konuşmadan ölümüne kadar bir daha hiç alkol almayacaktır. (78)

Doktorların koyduğu içki yasağına ölünceye kadar uyacak ancak dinlenmesi konusundaki öğütleri ne yazık ki göz ardı edecek ve günlük çalışma temposunu düşürmeyecektir. Bunun nedeninin başında, Hatay meselesi için verdiği yoğun mesai gelmektedir.

Hastalığı süresince sürekli doktorları; Neşet Ömer İrdelp, Nihat Reşat Belger ve Mim Kemal Öke olmuştur. Danışman hekimler ise; Mustafa Hayrullah Diker, Akil Muhtar Özden, Süreyya Hidayet Serter, Abravaya Marmaralı ve Mehmet Kamil Berk’tir. (79)

Yine hastalığı süresince günlük laboratuvar tetkiklerini o tarihlerde Haseki Hastanesi Başhekimi olan Dr. Fethi Erdem yapar. (80)

Dostu, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras başta olmak üzere, çalışma arkadaşı olan hekimler, branşları gereği tedavisinde yer almasalar da süreci yakından takip ederler.

1938 yazında, Savarona’da olduğu dönemde Atatürk, bir gün kendisini ziyarete gelen Dr. Aras’ın elini sıkarken: “Doktor, hastalığın ikinci evresine geçmişiz” der. Aras’ın yüzünün sarardığını görünce arkadaşını teselli etmek yine kendisine düşer: “Üzülme, doktorların bütün tavsiyelerini dikkatle yerine getireceğim. Belki bu tehlikeyi de atlatırız.” (81)

Atatürk’ün ikna edilmesi ile birlikte yurtdışından da hekimler çağrılmış ve tedavi konusunda fikirleri alınmıştır.

Ünlü Fransız hekim Prof. Dr. Noel Fissinger; Mart, Haziran ve Eylül aylarında olmak üzere üç kez Atatürk’ü muayene etmek için Türkiye’ye gelir.

Prof. Dr. Fissinger 8 Haziran 1938’de ikinci kez Türkiye’ye geldiğinde, bir gün sonra Atatürk’ün isteği üzerine İsmet İnönü’yü muayene etmek üzere Ankara’ya gider ve aynı gün İstanbul’a geri döner. 10 Haziran akşamı da Türkiye’den ayrılır.

Kılıç Ali’nin hiç değilse bir beş gün daha kalması için rica etmesi üzerine Fransız doktor gitmekte ısrar eder:

“Beni bırakınız hemen gideyim. Burada bir gün daha kalırsam, anlıyorum ki derhal emrine gireceğim. O kadar güçlü adam, o kadar etkisi altındayım.” (82)

Ayrılmadan önce Dr. Neşet Ömer İrdelp’in verdiği akşam yemeğinde ise Fissinger: “Nereye, kimin yüzüne baksam gözlerinin içindeki üzüntüyü, akıttıkları göz yaşlarını görüyor ve beraber ağlıyorum” diyecek ve gözlerinin yaşlı olduğu görülecektir. (83)

6 Eylül 1938’de üçüncü kez gelecek olan Prof. Dr. Fissinger’a, Atatürk siyah yazı tahtası hediye eder ve bu tahta Paris Hotel Dieu Hastanesi’nde ders amfisine konur. (84)

Almanya’dan gelen Dr. Bergmann ve Viyana’dan gelen Dr. Eppinger’in 3 Ağustos 1938 günü yaptıkları konsültasyonda Türk doktorlar da bulunur. İki yabancı profesörün muayenelerinden sonra Atatürk, Dr. Abravaya Marmaralı ve Dr. Akil Muhtar Özden’i işaretle yanına çağırarak kendisini onlara da muayene ettirir. Bu hareketi ile Türk hekimlerini yabancı meslektaşlarının yanında onurlandımak istemiştir. (85)

Hastalık süresince üç kez parasentez yolu ile karından su (assit) alınmış olan Atatürk’e bu işlemlerin ilk ikisini 7 Eylül ve 22 Eylül 1938’de Dr. Mim Kemal Öke uygulamıştır.

Dr. Mim Kemal Öke’nin yaptığı ilk parasentez sonrası işlemde kullandığı iğneyi Atatürk görmek ister, görünce de, “Aman bu kazma anestezisiz nasıl batırıldı? Bir kaç defa batırılmadan bu yapılamazdı. Fakat bir diğeri icap ederse rica ederim daha incesini seçelim.” der. (86)

Girdiği ilk komadan (16-21 Ekim 1938) uyandığında Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’a, “Gel bakalım. Ne dersin, biz gittik geldik” dedikten sonra, Türk hekimleri hakkında en az ‘Beni Türk hekimlerine emanet ediniz’ sözü kadar güzel ve anlamlı şu cümleyi söyler: “Bu doktorlar insana adeta can veriyorlar.” (87)

Ancak karnında kısa sürede yeniden su birikir. 7 Kasım günü, karnında biriken suyun üçüncü kez alınmasını istediğinde gerekli tedbirleri almak ve hazırlığı yapmak için doktorlar işlemi bir sonraki gün yapmayı teklif ederler. Atatürk ısrar eder. Doktorlar ise işlemi yapacak olan Mim Kemal Öke’nin o gün Gülhane’de ders verdiği için ertesi gün gelip işlemi yapmasını önerirler. Atatürk, “İşte Dr. Kamil Bey var. Zaten bu işi en iyi beceren de oymuş, o yapsın” sözleri ile diretir. Doktorların hazırlık yapmak adına dışarı çıkması sonrası, “Niçin tereddüt ediyorlar? Olacak olur. (Karnını göstererek) Bu dayanılmaz” diyerek söylenir. (88)

Suyun yeniden alınması, Atatürk için ölüm-kalım davasıdır. Doktorlar, çaresiz yeniden su almak gerekeceğini, bundan kaçınılamayacağını bilmektedirler ama bunun öldürücü olabileceğinden ötürü de çekinmektedirler. Daha önce su alma işlemi sonrası Atatürk komaya girmiştir. Şimdi bir defa daha komaya girerse kurtulamayabilir düşüncesindedirler. (89)

Sonuç olarak doktorlar suyun tamamını almadan altı litre kadar su çekerler ve Atatürk’e bunu 12 litre olarak söylerler. (90) Ne yazık ki yine de korkulan olur ve Atatürk su alındıktan 30 saat sonra, 8 Kasım günü saat 19:00 sularında bir daha uyanmamak üzere komaya girer.

Günlerdir olduğu gibi 10 Kasım sabahı da doktorları yanındadır. Saat 08:00 ve 09:00 arası Dr. Kamil Berk gözleri yaşlı bir şekilde ıslatılmış pamukla Atatürk’ün dudaklarını siler ve sonrasında da başını Dr. Mim Kemal Öke’nin omzuna dayayarak hıçkırıklara boğulur. Dr. Akil Muhtar Özden ise kendinden geçmiş bir şekilde odanın içinde dolaşmakta ve ‘Aman Yarabbi, Aman Yarabbi’ diyerek söylenmektedir. (91)

Saatler 09:05’i gösterdiğinde ise dünyanın en büyük barış adamı, ezilen milletlerin yol göstericisi, Türk Ulusu’nun Büyük Kurtarıcısı hayata gözlerini yumar.

Tanı konduktan dokuz buçuk ay sonra Atatürk vefat etmiştir. Teşhiste geç kalındığı doğrudur. Bunda bir etken ne yazık ki Atatürk’ün muayene olmayı sevmemesi ve gerekli laboratuvar tetkiklerinin yapılmasına çoğunlukla karşı çıkmasıdır. (92) Örneğin Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp’in ısrarla istediği 24 saatlik idrarını toplayıp bir türlü vermemiştir. (93) Bir diğer etken de doktorların büyük lider karşısında yeteri kadar ısrarcı olamamalarıdır.

Ne ilginçtir ki, ölümünden önce Atatürk’ün kendisi de bu konuya değinmiştir.

14 Haziran 1938 tarihinde İsviçre’de öğrenim görmekte olan Afet İnan’a yazdığı mektupta: “Doktorların yanlış görüş ve hükümleri sebebiyle hastalık durmamış ilerlemiştir” demektedir. (94)

İsmet İnönü’nün özel doktoru Prof. Dr. Zafer Paykoç’a anlattığına göre ise Atatürk, hastalığının ilerlediği sırada İsmet Paşa’ya yakınmış, özetle:

“İsmet, bu benim hastalığım çok daha önce bütün ağırlığıyla bana anlatılsaydı o zaman işin başında tam baştan önlemimi alırdım. Bu noktaya getirmezdim. Bana yeterince anlatılmadı, gerçekler gizlendi” demiştir. (95)

Şevket Süreyya Aydemir’e göre: “O günlerde ona ‘Paşam söz senin değil artık benimdir’ diyecek karakterde bir doktor bulunmaması hazin bir talihsizliktir.” (96)

Cemal Kutay da Atatürk’ün hastalığına geç tanı konulduğunun farkına vardığını fakat hayatına mal olan bu gecikme üzerinde çevresindeki hekimlere tek kelime sitem sözcüğü kullanmadığını yazmıştır. (97)

15 yıl süren Etnografya Müzesi’ndeki geçici kabir istirahati sonrası... Atatürk’ün, 11 Kasım 1938 tarihinde Prof. Dr. Lütfü Aksu tarafından tahnit edilmiş olan (98) naaşını içeren kurşun tabut, Anıtkabir’e defin öncesi, 9 Kasım 1953’te açılır. Naaş kefenlenirken tüm bu işlemleri yöneten Dr. Cahit Özen’in yanına bir polis memuru gelir. Avucunun içinde sakladığı bir kağıdı doktora göstererek: “Bu kağıdı Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Hanım gönderdi. Kefenin içine, Atatürk’ün göğsü üzerine konulmasını istedi” der. Kağıttaki yazının eski harflerle yazılmış olduğunu gören Dr. Cahit Ören: “Böyle bir kağıdı Atatürk kabul etmezdi, bize kızar, darılır” şeklinde yanıt vererek bunu reddeder. (99)

Kurşun tabutu açarak Atatürk’ün naaşının tahnitini bozma görevini ise Prof. Dr. Kamile Şevki Mutlu gerçekleştirmiştir. İşlem sonrası, Büyük Önder’in artık toprak olacak bedeni ile ilelebet payidar kalacak Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kadın patoloğu ve ilk kadın tıp profesörü karşı karşıyadır.

Yardımcısı Dr. Cahit Özen ile birlikte Atatürk’ü son gören iki hekimden biri olan Prof. Dr. Kamile Şevki Mutlu bu anı anlatırken Atatürk’ün belki de tüm devrim ve eserlerini bir cümle ile özetlemiştir:

Ata ve eseri, bir an birbirimizle bakıştık sanki.” (100)

Gökhan Cebeci

Kaynakça
1) Atatürk’ün Sağlıkla İlgili Özdeyişleri ve Sözleri, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, Ankara-1981, s. I
2) Metin Özata, Atatürk ve Hekimler, Demkar Yayınevi, Ocak 2015-İstanbul, s. 49
3) Fethi Erden, Türk Hekimleri Biyografisi, 1948, İstanbul, s. 23, 24’ten aktaran: Metin Özata, a.g.e. s. 95
4) Bekir Tunay, Mustafa Kemal ve İttihat Terakki, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Yıl 1, Sayı 1, 1984, Ankara, s. 236, 240’tan aktaran: Metin Özata, a.g.e, s. 54
5) Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk Hayatı ve Eseri, Atatürk Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayını, 1990, Ankara, s. 10’dan aktaran: Metin Özata, a.g.e, s. 54
6) Cemal Kutay, Atatürk’ün Son Günleri, Boğaziçi Yayınları, 1981, İstanbul, s. 101’den aktaran: Metin Özata, a.g.e. s. 55
7) Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, İstanbul, 1955, s. 30, 31’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, Atatürk’ün Sağlığı Hastalıkları ve Ölümü, İzmir Güven Kitabevi, İzmir-2005, sayfa 60, 61
8) Hıfzı Topuz, Gazi ve Fikriye, Remzi Kitabevi, 2001, İstanbul, s. 54-58’den aktaran: Metin Özata, a.g.e, s. 137
9) Sadi Yaver Ataman, Atatürk ve Türk Musikisi, Kültür Bakanlığı Yayını, 1991, Ankara, s. 64, 65’ten aktaran: Metin Özata, a.g.e, s. 137
10) Yusuf Hikmet Bayur, Mustafa Kemal’in Üç Mektubu, Belleten, Ocak 1960, XXIV/93, s. 129-137
11) Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk’ün Hayatı ve Eseri, İstanbul, 1997, s. 149’dan aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e, s. 310
12) Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk Hayatı ve Eseri, Atatürk Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayını, Ankara-1990, s. 154’ten aktaran: Metin Özata, a.g.e, s. 288
13) Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk Hayatı ve Eseri, Atatürk Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayını, Ankara-1990, s. 135’ten aktaran: Metin Özata, a.g.e. s. 291
14) Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk Hayatı ve Eseri, Atatürk Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayını, Ankara-1990, s. 281’den aktaran: Metin Özata, a.g.e. sayfa 408
15) Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele 1. Kitap, İş Bankası Yayınları, 2004, İstanbul, s. 92’den aktaran: Metin Özata, a.g.e. s. 331
16) Hıfzı Topuz, Türk Basın Tarihi, 2003, s. 117’den aktaran: Metin Özata, a.g.e. s. 331
17) Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk Hayatı ve Eseri, Atatürk Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayını, Ankara-1990, s. 189’dan aktaran: Metin Özata, a.g.e. s. 328
18) Özel Şahingiray, Atatürk’ün Nöbet Defteri 1931-1938, Ankara, 1959, s. 24-183’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 310
19) Kemal Arıburnu, Atatürk ve Çevresindekiler, İş Bankası Yayını, Ankara, s. 385’ten aktaran: Metin Özata, a.g.e, s. 337
20) Metin Özata, a.g.e. s. XXI
21) Yunus Nadi, Kurtuluş Savaşı Anıları, Çağdaş Yayınları, 1978, İstanbul, s. 102, 103’den aktaran: Metin Özata, a.g.e. 354, 355
22) Metin Özata, a.g.e. s. 357
23) Fahrettin Kırzıoğlu, Atatürk’e Ait Bilinmeyen Yedi Vesika, Türk Kültürü, Yıl XIV, Sayı 164, 1976, s. 475’ten aktaran Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 176
24) Orhan Çekiç, Son Yıl 1938, Kaynak Yayınları, 6. Basım, Haziran 2016, sayfa 193,194
25) Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Anılar, Yapı Kredi Yayınları, 2004 İstanbul, s.675 aktaran: Metin Özata, a.g.e, s. 643
26) Eren Akçiçek, Mustafa Kemal Olmak, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 2004, İstanbul, s. 307 aktaran; Metin Özata, a.g.e. s. 643
27) Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, Türk Tarih Kurumu Yayını, 1. Cilt, 1997, s.237’ten aktaran: Metin Özata, a.g.e, s. 405, 406
28) Metin Özata, Atatürk ve Hekimler, Demkar Yayınevi, Ocak 2015-İstanbul, sayfa 406
29) Attila İlhan, Allah’ın Süngüleri, Reis Paşa, İş Bankası Yayınları, 2002, s. 67’den aktaran: Metin Özata, a.g.e. s. 419-421
30) Hasan İzzettin Dinamo, Kutsal İsyan, Cilt 5, Tekin Yayınevi, 2000, İstanbul, s. 268-271 aktaran: Metin Özata, a.g.e. s. 419-421
31) Prof. Dr. Bedi Şehsuvaroğlu, Atatürk’ün Sağlık Hayatı, Hür Yayın, Şubat 1981, s. 10
32) Yakınlarından Hatıralar, İstanbul, 1955, s. 107’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 138
33) Ahmet Ateş, Vefeyat Dr. Abdulhak Adnan Adıvar, İstanbul Enstitüsü Dergisi, I, 1955, s. 94, 95’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 138
34) Ruşen Eşref Ünaydın, İstiklal Yolunda, Ankara, 1960, s. 121, 122’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 139
35) Adnan Ataç, Türk Tarihinde Bir Dönüm Noktası ve Atatürk’ün Geçirdiği Kaza, Askeri Tarih Bülteni, Yıl 21, Sayı 40, 1996, s. 79-86’dan aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 139
36) Metin Özata, a.g.e. s. 563
37) Kaya Bengisu, Koca Doktor Mustafa Bengisu, BAB Yayınları, 1993, İzmir, s. 34-37’den aktaran: Metin Özata, a.g.e. s. 564
38) Metin Özata, a.g.e. s. 628, 629
39) Cihat Akçakayalıoğlu, Atatürk Komutan, İnkılapçı ve Devlet Adamı Yönleriyle, 3. Baskı, Genelkurmay Basımevi, 1998, s. 553’ten aktaran; Metin Özata, a.g.e. s. 635
40) Avni Altınter, Her Yönüyle Atatürk, 2.Baskı, Bakış Yayını, 1981, İstanbul, s. 589’dan aktaran: Metin Özata, a.g.e. s. 648
41) Ahmet Şevki Elman, Dr. Reşit Galip, Ankara, 1955, s. 228’den aktaran: Metin Özata, a.g.e. s. 723, 724
42) Kazım Özalp, Teoman Özalp, Atatürk’ten Anılar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1992, İstanbul, s. 49’dan aktaran: Metin Özata, a.g.e. s. 721
43) Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar I, İstanbul, 1973, s. 30’dan aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 47
44) Uluğ İğdemir, Yılların İçinden, Türk Tarih Kurumu yayını, Ankara 1976, s. 375’ten aktaran: Metin Özata, a.g.e. s. 722
45) Yener Oruç, Atatürk’ün Fikir Fedaisi Dr. Reşit Galip, Gürer Yayınları, 2007 İstanbul, s. 35-38’den aktaran: Metin Özata, a.g.e. s. 716
46) Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1959, s. 204’ten aktaran; Metin Özata, a.g.e. s. 720
47) Uluğ İğdemir, Yılların İçinden, Türk Tarih Kurumu yayını, Ankara 1976, s. 124’ten aktaran; Metin Özata, a.g.e. s. 725
48) Ahmet Şevket Elman, Dr. Reşit Galip, Ankara, 1955, s. 226, 227’den aktaran; Metin Özata, a.g.e. s. 720
49) Sadi Irmak, Atatürk’ü Anarken, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt 1, Sayı 1, 1984, Ankara, s. 164-166’dan aktaran; Metin Özata, a.g.e. s. 737
50) Cemal Kutay, Atatürk’ün Son Günleri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1981, s. 27’den aktaran: Metin Özata, a.g.e. s. 73
51) Cemal Kutay, Sohbetler, sayı 12, Kasım 1969, s. 46’dan aktaran: Metin Özata, a.g.e. s. 73
52) Kemal Arıburnu, Atatürk ve Çevresindekiler, İş Bankası Kültür Yayını, 2. Baskı 1995, İstanbul, s. 161-163’ten aktaran: Metin Özata, a.g.e. s. 753, 754
53) Yakınlarından Hatıralar, Sel Yayınları, 1955, s. 105’ten aktaran: Metin Özata, a.g.e. s. 753, 754
54) Yakınlarından Hatıralar, İstanbul, 1955, s. 104’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 75
55) Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, İstanbul, 1955, s. 119’dan aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e, s. 76
56) Cemal Kutay, Sohbetler, Sayı 12, Kasım 1969, s. 42, 43’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e s. 77
57) Cemal Kutay, Sohbetler, Sayı 14, Ocak 1970, s. 135’ten aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e s. 77
58) Cemal Kutay, Sohbetler, Sayı 14, Ocak 1970, s. 135’ten aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e s. 77
59) Metin Özata, a.g.e. s. 545
60) Metin Özata, a.g.e. s. 551
61) Mahmut Goloğlu, Cumhuriyet’e Doğru, 1971, Başnur Matbaası, s. 176’dan aktaran: Metin Özata, a.g.e. s. 552
62) Melih Tınal, TBMM Birinci Dönem Doktor Milletvekilleri, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Volum 2/6, 2009, s. 617-627’den aktaran; Metin Özata, a.g.e. s. 554
63) E. Semih Yalçın, Cumhuriyet’in İlanında Emeği Geçenler, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi Cilt 15, Temmuz 1999, sayı:44, s. 567, 597’den aktaran: Metin Özata, a.g.e. s. 647
64) Metin Özata, a.g.e. s. 735, 743
65) Sibel Duroğlu, Türkiye’de İlk Kadın Millevekillleri, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, 2007, Ankara, s. 83-87’den aktaran: Metin Özata, a.g.e. s. 669
66) Yemni O, Ord. Prof. Dr. Hulusi Behçet, Deri Hast Frengi Arş 1964, 1: 58-59’den aktaran: Metin Özata, a.g.e. s. 671
67) Saylan, T. Life Story of Dr. Hulusi Behçet. Yonsei Med J. 1997 Dec; 38(6): 327-3’ten aktaran: Metin Özata, a.g.e. s. 671
68) Asım Arar, Son Günlerinde Atatürk, İstanbul, 1958, s. 13’ten aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 120
69) Cumhuriyet gazetesi 10 Kasım 1951’den nakleden Baki Sarısakal http://www.bakisarisakal.com ‘dan aktaran: Metin Özata, a.g.e s. 676
70) Emre Dölen, Türkiye Üniversite Tarihi, Cilt 3, s. 332’den aktaran: Metin Özata, Atatürk ve Hekimler, Demkar Yayınevi, Ocak 2015-İstanbul, sayfa 741
71) Prof. Dr. Bedi Şehsuvaroğlu, Atatürk’ün Sağlık Hayatı, Hür Yayın, Şubat 1981, s. 16
72) Yakınlarından Hatıralar, İstanbul, 1955, s. 108’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 120
73) Yakınlarından Hatıralar, Sel Yayınları, 1955, s. 105’ten aktaran: Metin Özata, a.g.e s. 751
74) Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk’ün Hastalığı – Prof. Dr. Nihad Reşad Belger’le Mülakat, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara-1959, sayfa 10
75) Prof. Dr. Bedi Şehsuvaroğlu, Atatürk’ün Sağlık Hayatı, Hür Yayın, Şubat 1981, s. 15,16
76) Orhan Çekiç, Son Yıl 1938, Kaynak Yayınları, 6. Basım, Haziran 2016, sayfa 267
77) Prof. Dr. Bedi Şehsuvaroğlu, Atatürk’ün Sağlık Hayatı, Hür Yayın, Şubat 1981, s. 20
78) Prof. Dr. Bedi Şehsuvaroğlu, Atatürk’ün Sağlık Hayatı, Hür Yayın, Şubat 1981, s. 20, 21
79) Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 258
80) Prof. Dr. Bedi Şehsuvaroğlu, Atatürk’ün Sağlık Hayatı, Hür Yayın, Şubat 1981, s. 79
81) Prof. Dr. Bedi Şehsuvaroğlu, Atatürk’ün Sağlık Hayatı, Hür Yayın, Şubat 1981, s. 76
82) Orhan Çekiç, Son Yıl 1938, Kaynak Yayınları, 6. Basım, Haziran 2016, s. 415
83) Kılıç Ali, Son Günleri, İstanbul, 1955, s. 15-17’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 193
84) Muhtar Tevfikoğlu, Atatürk’ün Hatırası, Tıp Dünyası, Cilt 41, Sayı 10, Ekim 1968, s. 425, 426’dan aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e, s. 193
85) Arslan Terzioğlu, Atatürk’ün Son Hastalığı ve Tedavisinde Kullanılan Tıbbi Aletler, Bifaskop, Yıl 2, Sayı 4, Nisan 1981, s. 2-8’den aktaran: Dr. Eren a.g.e. s. 244
86) Prof. Dr. Bedi Şehsuvaroğlu, Atatürk’ün Sağlık Hayatı, Hür Yayın, Şubat 1981, s. 86
87) Prof. Dr. Bedi Şehsuvaroğlu, Atatürk’ün Sağlık Hayatı, Hür Yayın, Şubat 1981, sayfa 89
88) Prof. Dr. Bedi Şehsuvaroğlu, Atatürk’ün Sağlık Hayatı, Hür Yayın, Şubat 1981, s. 92, 93
89) Bilal N. Şimşir, Atatürk’ün Hastalığı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1989-Ankara, s. 62
90) Bilal N. Şimşir, Atatürk’ün Hastalığı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1989-Ankara, s. 91
91) Prof. Dr. Bedi Şehsuvaroğlu, Atatürk’ün Sağlık Hayatı, Hür Yayın, Şubat 1981, s. 95
92) Orhan Çekiç, Son Yıl 1938, Kaynak Yayınları, 6. Basım, Haziran 2016, s. 199
93) Orhan Çekiç, Son Yıl 1938, Kaynak Yayınları, 6. Basım, Haziran 2016, s. 219
94) Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, 3. Baskı, Ankara, 1981, s. 21’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 241
95) Mustafa Ekmekçi, İşin Aslı Astarı, Cumhuriyet, 21 Mayıs 1992 aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 242
96) Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam Mustafa Kemal, 3. Cilt, İstanbul, 1985, s. 543’ten aktaran: a.g.e. s. 241
97) Cemal Kutay, Son Günlerinde Atatürk, İstanbul, 1981, s. 6 aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 243
98) Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 279
99) Prof. Dr. Bedi Şehsuvaroğlu, Atatürk’ün Sağlık Hayatı, Hür Yayın, Şubat 1981, s. 50
100) Prof. Dr. Bedi Şehsuvaroğlu, Atatürk’ün Sağlık Hayatı, Hür Yayın, Şubat 1981, s. 47