1. yüz (Toplam 1 yüz)

Atatürk'ün Sağlığı ve Hastalıkları / Gökhan CEBECİ

İletiGönderilme zamanı: Pzr Eyl 23, 2018 13:29
gönderen MKA
Atatürk çocuk yaşlarda dahi hem beden hem de irade olarak çok güçlü bir insandır.(1)

Ancak ne kadar güçlü olsa da asker olarak düşmana, devlet adamı olarak karanlığa karşı verdiği savaşı, hayatı boyunca hastalık ve yaralanmalara karşı da vermek zorunda kalmıştır.

Onun bu savaşı daha 1881 yılında başlar.

Mustafa Kemal henüz bebekken, babası Ali Rıza Bey’in, kimi zaman ormana gidip kereste kestiğinden eve gelmediği günler olur. Böyle bir günde eve hırsız girer. Mustafa Kemal’in büyükannesi Ayşe Hanım’ın odasına girerek para dolu çekmecesini alırlar.

Büyükannenin feryadı üzerine Zübeyde Hanım kapının arkasına dayanır fakat hırsızlar kapıyı omuzlayınca koca kapı içeride kundakta bulunan Mustafa Kemal’in üzerine yıkılır. Kapının altında kalan Mustafa Kemal şans eseri kurtulur. (2)

Bu onun ölümü ilk mağlup edişi olur ama hayatı boyunca ölüm ile vereceği mücadele aslında daha yeni başlamıştır.

Henüz iki yaşındaki Mustafa Kemal’in ağabeyleri (Ahmet [1874-1883] ve Ömer [1875-1883]) hemen hemen aynı günlerde kuşpalazından ötürü vefat ederler. Ancak kendisi de bu hastalığa yakalanmış olan Mustafa Kemal kurtulur. (3)

Küçükken, kardeşi Mustafa’nın salıncağını sallarken onu düşürüp ölümüne sebep olan ve kardeşinin hatırasını yaşatmak için oğluna Mustafa adını koyan Ali Rıza Efendi, (4) en küçük oğlunun hayatta kalmasına çok sevinecek ve Mustafa’da biraz kırgınlık dahi olsa hemen doktora koşarak oğlunun üzerine titreyecektir. (5)

Mustafa Kemal, Manastır Askeri Lisesi’ne giderken, 1896 yılında sıtma hastalığına yakalanır. Okulda hastalığının şiddetlendiği bir gün kendini kaybettiği sırada babasının kendisine hediye ettiği altın saat çalınır ve buna çok üzülür. (6)

Zübeyde Hanım, tanıdıkları olan Selanik Askeri Hastanesi Başhekimi Miralay Dr. Muhsin Bey’e, “Doktor Bey, ben sana kanlı canlı, aslan gibi bir delikanlı teslim ettim. Oğlumun sıhhi vaziyeti ile niçin meşgul olmadınız? Bak, benim Mustafa’m sıtmaya yakalanmış. Onun kaybetmiş olduğu sıhhatini mutlaka sizden geri istiyorum” diyerek çıkışır. (7)

Annesinin girişimleri sonucunda izinli olarak eve gelen Mustafa Kemal iki ay evde istirahat eder. (8)

Bu günden sonra sıtma nöbetleri yakasını hiç bırakmayacak, Çanakkale başta olmak üzere neredeyse her cephede sıtma hastalığı tekrarlayacaktır. (9, 10)

Atatürk’ün not defterlerinde, 15-18 Mayıs 1909 tarihleri arasında rahatsızlığı nedeni ile Gülhane Hastanesi’nde yattığı yazılıdır. (11)

Mustafa Kemal 20’li yaşlarında, o çağların yine bilindik bir hastalığı diyebileceğimiz, akıntılı idrar yolları enfeksiyonu (Blennorraghie) geçirir. (12)

Daha sonraları ortaya çıkacak olan böbrek rahatsızlığı ‘pyelonefrit’ olarak değerlendirilecektir. (13) Bu böbrek enfeksiyonunun, aşağıdan yukarıya çıkan bir enfeksiyondan mı yoksa direkt olarak böbrek ve idrar yollarındaki bir iltihaptan mı kaynaklandığı bilinmemektedir. (14)

Sıtma hastalığında olduğu gibi, böbrek rahatsızlığı da sık sık nüksedecek, zaman zaman idrarında iltihap görülecektir. (15)

1911 yılında, İtalyanların saldırısı üzerine Trablusgarp’ı savunmak için gazeteci Mustafa Şerif takma adıyla oraya koşan Mustafa Kemal, Mısır’dan Bingazi’ye giderken at tepmesi sonucu yaralanır ve İskenderiye’ye dönmek zorunda kalır. (16, 17)

Daha sonra, Trablusgarp’ta sağ kolundan kurşunla yaralanır. (18)

Bu olayı, ‘Zabit ve Kumandanla Hasbihal’ isimli kitabında şu satırlarla anlatır:

“Sağ kolumdan kurşunla yaralandım. Çok kan kaybediyor olsam da askerin manevi kuvvetini bozmamak için harp hattından çekilmeyeceğim. Ölürsem yanımda Remzi Efendi var. O benim kuvvetimi de idare eder.” (19)

16-17 Ocak 1912’de, Derne’de, komutasındaki yerli kuvvetler ile İtalyanlara karşı yaptığı taarruzda (20) bir kireç parçası gözüne girer ve görme problemi yaşar. (21) Bir ay kadar hastanede tedavi görür ancak tam iyileşmeden hastaneden çıkar.

4 Mart 1912’de gözündeki rahatsızlık nüks eder ve 15 gün yataktan kalkamaz. (22)

Kasım 1912’de Viyana’da tanınmış göz hekimi Prof. Dr. Fuchs tarafından gözü muayene edilir ve bir cerrahi müdahale geçirir. Ancak ölene dek sol gözünde hafif bir şaşılık kalır. (23)

Trablusgarp’ta olduğu gibi Çanakkale’de de hastalıklar ve kurşunlar peşini bırakmayacaktır.

10 Ağustos 1915 günü, Conk Bayırı’nda düşman ordusunun çıkarma ve saldırı hareketleri sırasında patlayan bir merminin parçası Mustafa Kemal’in tam kalbinin üzerine denk gelse de, Harbiye’den mezun olurken annesinin kendisine hediye ettiği Omega marka cep saati hayatını kurtarır.

Durumu gören Alay Komutanı Nuri Conker, “Eyvah vuruldun” diye haykırırken, Mustafa Kemal soğukkanlılığını bozmadan:

“Öyle bir şey yok, aldığınız emri derhal ifa ediniz” der. (24)

20 Eylül 1915’te, Anafartalar’da, tekrar hastalanır. General Limon von Sanders tedavisi için özel doktorunu gönderir. (25)

23 Eylül 1915’te, Almanya’nın İstanbul Elçiliği görevlilerinden Dr. Ernest Jackh, üç gündür yatmakta olan Mustafa Kemal’i çadırında ziyaret eder. Dr. Jackh hatıralarında bu anı şöyle anlatır:

“Mustafa Kemal ağır surette hastaydı ve bu yüzden kendisini ziyaret için çadırına gittim. Malarya’ya tekrar yakalanmıştı. O kadar zayıflamıştı ki ilkin tanıyamadım.” (26)

Aralık 1915’te, Çanakkale’den eve döndüğünde böbreklerinden rahatsızlık geçirmektedir. Annesinin Akaretler’deki evinde birkaç gün yatar. (27)

15 Aralık 1917’de, Veliaht Vahdettin ile birlikte çıktığı Almanya gezisi sonrası 4 Ocak 1918’de İstanbul’a döner. Ancak dönüş yolunda yine böbreklerinden rahatsızlanmıştır. Pera Palas’taki odasında ağrılar içinde bir ay yataktan çıkamaz. (28)

Bir ara iyileşir gibi olsa da tekrar yatmak zorunda kalması üzerine doktorların öneri ve ısrarları sonucu, Mayıs 1918’de, önce Viyana’ya senatoryuma sonrasında Karlsbad’a kaplıcalara tedaviye gider. (29)

Viyana’da ürolog Prof. Dr. Zuckerkandl’a muayene olur. İdrar tahlillerinde koli basili saptanır. (30)

Viyana’da Cottage Senatoryumu’nda üç haftalık tedavi sonrası Karlsbad kaplıcalarına geçer. Burada, kaplıca doktorlarından Vermer ile aralarında ilginç bir konuşma gerçekleşir.

Dr. Vermer, Atatürk’e, ‘yanında un getirip getirmediğini’ sorar. Atatürk’ün ‘hayır’ yanıtına karşılık, “O zaman burada ekmek bulamayacaksınız. Çünkü lokantalar yalnız yerli halka ekmek veriyor” cevabını verir.

Atatürk, “Öyleyse doktor, burada kalamam. Yarın memleketime dönüyorum. Biz memleketimizde önce yabancıları doyururuz. Hükümetime teklif yapacağım, bundan böyle yabancılara ekmek vermesinler” diyerek kızgınlığını belirtir.

Bunun üzerine doktor ekmek konusunu halledeceğini söyler. Bir yandan da karşısındaki Türk generalinin gençliği dikkatini çekmiştir, Atatürk’ün yaşını merak eder. 37 yaşında olduğunu duyunca şaşırır ve “Bu yaşta başka generaller var mı?” diye sorar. Atatürk doktora yine tarihi bir yanıt verir:

“Benim ve emsalimin pek genç kabul ettiğiniz yaşta general oluşumuz, her halde fevkalade olayların bizi önemli vakur görevleri yapmamıza fırsat verdiği içindir.” (31)

Burada da gelenek değişmez ve yine tedavisinin tamamlanması için gerekli zamanı ve fırsatı bulamaz. İstanbul’a geri çağrılır. (32)

Yurda dönüş için Karlsbad’dan çıkıp Viyana üzerinden gelirken İspanyol gribine yakalanır. Bir süre Viyana’da kalmak ve dinlenmek zorunda kalır. (33) 2 Ağustos’ta İstanbul’a varır.

16 Ağustos 1918’de, Suriye’deki 7. Ordu Komutanlığı’na atanır. 28 Ağustos’ta, karargahının bulunduğu Nablus’a ulaştığında hastadır. Sıtma rahatsızlığı nüksetmiş ve yine yatağa düşmüştür. (34)

11 Eylül 1918’de, arkadaşı Dr. Rasim Ferit Talay’a Nablus’tan yazdığı mektupta, ıstırabının çoğaldığını yazar. (35)

Her tarihi dönemeçte, düşmana karşı verdiği mücadeleyi hastalık ve yaralanmalara karşı da vermek zorunda kalan Atatürk, Kurtuluş Savaşı öncesi hazırlıklar yaparken de, Kurtuluş Savaşı sırasında da bu mücadeleye devam etmek zorunda kalır.

Samsun’a gitmeden önce rahatsızlanır. Prenses Mevhibe Celalettin’in anılarında anlattığına göre Paşa hafif bir mide humması geçirir. On yedi gün süren hastalık boyunca Mevhibe Hanım, Dr. Rasim Ferit ve Dr. Tevfik Rüştü Mustafa Kemal’e bakarlar. (36)

Cevat Abbas Güler de bu rahatsızlık sırasında, başta Dr. Refik Saydam ve Dr. İbrahim Tali Öngören olmak üzere on kadar doktoru Mustafa Kemal’in Şişli’deki evine getirir. Muayene, tahliller derken, Mustafa Kemal yarı sinirli, yarı şaka bir şekilde, “Beni Manastır Askeri Rüştiye’sine alırken bile böyle sıkı muayene etmemişlerdi” diye serzenişte bulunur. (37)

Atatürk’ün sürekli nüks eden dış kulak yolu ekzeması vardır. Zaman zaman kulak rahatsızlığı alevlenir ve dış kulak yolu iltihabı yaşar. (38)

Şubat 1919 ve Haziran 1920’de kulak rahatsızlığı geçirir. 11 Mayıs 1919’da Şişli’deki evinde Mustafa Kemal’i ziyaret eden Kazım Karabekir, Paşa’nın ameliyat olduğunu ve evinde dinlendiğini söyler. (39)

Bandırma Vapuru’na binmesine sadece beş gün vardır. Ancak hiç bir hastalık onun Samsun’a gidişini önleyemeyecektir.

Samsun’a çıktığında ise sıtma geçirmektedir. (40)

Mustafa Kemal Paşa Samsun’a ayak basar basmaz yeniden başlayan böbrek ağrılarını dindirmek için Havza’ya gider ve 25 Mayıs-12 Haziran 1919 tarihleri arasında kaplıcalarda kalır. (41)

20 Eylül 1919’da, Amerikan Heyeti Başkanı General Harbord ile Sivas’ta iki buçuk saat süren bir görüşme yapar. General Harbord, Mustafa Kemal’in elinde bir tesbihi durmadan çekmesinin ve huzursuz görünümünün nedeninin bir süre önce sıtmaya yakalanmış olup görüşme sırasında sıtma nöbeti geçiriyor olması yüzünden olduğunu öğrendiğini yazacaktır. (42)

1919’un son günlerinde Atatürk Ankara’ya geçer. Beraberindekiler ile birlikte Ziraat Mektebi binasında kalır. Bina korunmasızdır. Bu yüzden Mustafa Kemal ve ekibi sürekli teyakkuz halindedir.

Halide Edip Adıvar’ın, “Bizi bir tek o koruyordu” dediği bahçedeki köpeğin dahi öldürüldüğü ve telgraf tellerinin koparıldığı, binanın etrafında silah seslerinin duyulduğu gece Atatürk silahı yastığının altında bir şekilde yine yüksek ateş ve böbrek sancısı ile yatmaktadır. (43)

3 Ağustos 1920’de Konya’ya gelişi sonrası sıtma hastalığı nükseder. (44) Ankara Cebeci Askeri Hastanesi’nde yapılan tetkikte tertinia tipi (Plasmodium vivax) sıtma etkeni Dr. Arif İsmet Çetingil tarafından tespit edilir. (45, 46)

TBMM’nin açılması ile birlikte Mustafa Kemal Meclis Başkanı seçilir ve Ankara’da tren istasyonunda o zamanki adıyla ‘Direksiyon’ denilen binada kalmaya başlar.

Bir gece uyurken yakmış olduğu gaz lambasındaki gazın bitmesi ve fitilin yanması sonucu bütün oda isle kaplanır ve oda karbonmonoksit gazıyla dolar. Sabah kahvesini getiren emir eri Ali Çavuş, Atatürk’ün hala uyanmamış olmasından kuşkulanarak odanın kapısını omuzlayarak açar ve yüzü simsiyah bir halde hala uyumakta olan Atatürk’ü sarsarak uyandırır.

Zehirlemiş olan Atatürk, Dr. Refik Saydam ve Dr. Adnan Adıvar’ın uyguladıkları tedavi ile çok geçmeden iyileşir ancak günlerce öksürüğü devam eder. (47)

II. İnönü Savaşı’ndan sonra, 1921’in Nisan ayında, sol yanağında büyük bir çıban çıkar. Küçük bir cerrahi müdahale ile cerahat boşaltılır. (48)

Atatürk, not defterlerine yazdığına göre, 12 Mart 1922’de Bolvadin’de iken böbreklerinden bir kez daha rahatsızlanır ve iki hafta kadar tedavi görür. (49)

Ağustos 1921’de, Sakarya Meydan Muharebesi öncesi orduyu teftiş için geldiği Polatlı’da, ata binerken hayvanın ürkmesi sonucu düşer ve kısa süreli baygınlık geçirir. (50) Üç kaburgası kırılmıştır. (51) Göğsü bandajlı ve ağrılar içinde orduya savaşta komuta eder.

Cumhuriyet’in ilanından iki hafta sonra, 11 Kasım 1923’te, öğle yemeği sırasında göğsüne bir ağrı girer. O sırada sofrada bulunan Dr. Refik Saydam hemen bir morfin iğnesi vurur. İki gün sonra bahçede gezinti yaparken bu sefer bir öncekinden hafif olan bir kriz daha geçirir.

Bu krizden üç buçuk yıl sonra, 22-23 Mayıs 1927 gecesi yatakta bir kriz daha geçirir. Bu günlerde Büyük Nutuk’u hazırlamakta ve aralıksız 30 saat çalıştığı olmaktadır. (52)

Ağrı ile birlikte gelen bu kriz, 1923 yılında olduğu gibi, ilkine göre daha hafif ve daha kısa süreli olmak üzere üç gün sonra bir defa, dördüncü gün ise üç saat arayla iki kez daha tekrarlar. (53)

Bu olay sonrası içkiyi ve sigarayı bırakan Atatürk’e, başında ağırlık hissetme yakınması nedeni ile doktorlar tarafından, 4 Haziran’dan itibaren günde altı sigara ve üç fincan kahve içme izni verilir. (54)

Üç buçuk yıl önceki krizdeki gibi bu yaşananı da yine ‘fazla çalışmaktan doğan asabi bir hal’ olarak yorumlayan Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp’in teklifi ile Berlin’den Prof. Dr. Friedrich Kraus ile Münih’ten Prof. Dr. Ernest Von Romberg çağırılır.

Profesörler Cumhurbaşkanı’nın çok sigara içmekten ileri gelen bir anjin geçirmiş olduğuna karar verirler. Dr. Asım Arar bu durumu, çok sonraları, ‘hafif geçen bir enfarktüs’ olarak yorumlayacaktır. Yabancı profesörler önerilerini içeren bir rapor hazırlayarak ülkeden ayrılırlar. Genel Sekreteri tarafından kendisine verilen bu raporu okuyan Atatürk alaycı bir şekilde gülerek, “Aman efendim aman... Ben o bunakların raporuyla mı hareket edeceğim?” der. (55)

Dr. Asım Arar, Atatürk’ün herkese büyük bir nezaket ve lütufkarlıkla iltifat ettiğini ve tavsiye edilen tedbirlere uyacağını vaat ettiğini ancak sözlerinde ve bakışlarında hafif bir alayın yansımasının da hissedildiğini belirtir. (56)

Nitekim bir kaç hafta devam eden tavsiyelere uyma devresinden sonra tekrar her şey eski haline döner. (57)

Ancak neyse ki 1927’deki son krizden sonra kalp ve dolaşım sistemi ile ilgili bir daha sorun yaşamaz. (58)

1920’lerin sonu, 1930’ların başını sağlık durumu açısından nispeten daha iyi geçirir.

1935 yılı Şubat ayı sonlarında, o sırada Çankaya’da bulunan Dr. Asım Arar’a, “Gel bakalım doktor, beni bir muayene et” der. Dr. Asım Arar şaşırır. Atatürk’ün göğsünü ve sırtını dinler ve Atatürk’e tamamen sağlıklı olduğunu söyler.

Bunun üzerine Atatürk, “O halde rakı içebilir miyim?” diye sorar. Dr. Asım Arar da birkaç kadeh içmesinde bir sakınca olmadığını söyler. (59)

22 Kasım 1936’da yeni bir rahatsızlık geçirir. 39 derece ateş ve sağ tarafında ağrı ile uyanır. (60)

Dr. Refik Saydam ve Dr. Asım Arar tarafından muayene edilen Atatürk’e dikkat edilmezse bu rahatsızlığın zatürreye dönüşebileceği söylenir. Zatürre o zamanlar tehlikeli bir hastalıktır. Atatürk, “Ya! Öyleyse bu ihtimali herhalde üzerimizden atmaya çalışalım” diyerek doktorların öğütlerine ilk kez harfi harfine uyar. Beş günlük tedavinin ardından iyileşir. (61)

Son Hastalığı

Atatürk’ün yakınında bulunan Dr. Asım Arar’ın gözlemlerine göre 1936 yılı sonlarında Atatürk’ün sağlığında bir değişiklik olduğu sezilmeye başlanır. Daima halsiz ve yorgun görünmektedir. (62)

1937 yılının başlarında şiddetli kaşıntı yakınmaları başlar. (63)

Kaşıntılar için Ankara Numune Hastanesi Deri Hastalıkları Klinik Şefi Prof. Dr. Alfred Marchionini’nin hazırladığı merhem ve solüsyonlar faydalı olmaz. (64, 65)

Yine 1937 yılında, önce uzun ancak sonradan sıklaşan aralıklarla burun kanamaları başlar. (66) Burun kanamaları olduğunda KBB uzmanı Dr. Ziya Naki Yaltırım’ın uyguladığı tampon ve koterizasyon işlemleri sadece kısa süreli sonuçlar verir. (67)

Atatürk, nisan sonu ile mayıs ayı başlarında altı kez Ankara Numune Hastanesi’ne gider. Ankara Numune Hastanesi’nde KBB uzmanı Prof. Dr. Max Meyer’in burun kanamalarına yönelik uygulama ve önerileri de sorunu çözmez. (68)

1937 sonlarına doğru Dolmabahçe’de ziyaretine gelen Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp’e sohbet sırasında Atatürk sorar:

“Doktor, son zamanlarda bana birkaç keredir ateş geliyor. Eskiden böyle bir şey olmazdı. Sebebi nedir?”

İrdelp Hoca, “Efendim, bu bir ihtardır.” der.

Atatürk doktorunun ne demek istediğini anlar. Akşamki yemeğe Dr. İrdelp de davetlidir. İçki servisi başladığında Atatürk, “Bana koyma. Hoca’nın ifadesine göre ihtar vaki olmuş. Bir müddet alkolü keselim. Bu demek değildir ki ben içmiyorum diye arkadaşların zevklerine mani olalım. Sen beyefendilere koy, onlar içsinler. Bilhassa Neşet Ömer Bey’e koyunuz. Madem ki beni men ediyor, benim yerime o içsin” sözleriyle doktora karşılık verir.

Atatürk’ün tavsiyesine uyduğunu gören İrdelp keyifle içer. Oysa o güne kadar Hoca’nın iki kadeh içtiğini gören yoktur.

Ancak bir süre sonra Atatürk doktoruna alkolü azaltarak bırakmanın daha iyi olacağını düşündüğü söyler ve kendi kadehini de doldurtur. (69)

Yine o günlerde, Çankaya Köşkü’nde sofrada konuklar arasında bulunan bir doktora, Atatürk kaşınan kolundaki kabartıları göstererek, “Bu nedir doktor? Son zamanlarda sık sık oram buram böyle kabarıyor” diyerek sorar. Doktorun, “Bunlar karınca ısırmasıdır efendim” yanıtı sonrası sofrada herkes kaşıntı hissetmeye başlar. Etrafta karıncalar aranırken bir tane de bulunur.

Ancak Atatürk tekrar sorar, “Ben geceleri de kaşınıyorum. Karınca yatak odasına kadar çıkar mı?” Yanıt, “Evet” olur.

Bunun üzerine konunun uzmanları köşkte inceleme yapmaları için çağrılır. Gerçekten de köşkün bazı yerlerinde kırmızı renkte küçük karıncalar görülür. Uzmanlar bu tip karıncaların Çin’den Avrupa’ya geldiğini ve etle beslendiklerini söylerler. (70)

Sorumlu bulunmuştur. Kısa süre sonra köşk ilaçlanır.

Bir yıldan fazla süredir var olan halsizlik; yine bir yıldır süren kaşıntı, burun kanamaları ve ateş basmaları olmasına karşın sorunun ne olduğu konusunda aslında hala bir fikir yoktur ve karaciğer hastalığı olasılığı henüz kimsenin aklına gelmemiştir. Sadece Paşa’nın yakınmalarını giderici önlem ve tedaviler üzerinde durulmakta ama gerçekte zaman kaybedilmektedir.

Bu kez de kaşıntılar için kaplıca suyunun yararlı olabileceği kendisine tavsiye edilir. 21 Ocak 1938’de Yalova Kaplıcaları’na gider. (71)

Ertesi gün, kaplıca müdürü Prof. Dr. Nihat Reşat Belger’den kaşıntılarına çare bulmasını ister.

Dr. Belger yaptığı muayene sonrası kaşıntının nedenini bulduğunu söyler. Atatürk’ün, “Emin misiniz?” sorusuna karşılık, doktor, “Efendim kanaatim o kadar kesindir ki, bu teşhisimin isabetinde şüphenin gölgesi yoktur. Karaciğeriniz biraz büyümüş ve sertleşmiştir. İşte kaşıntının sebebi bu karaciğer rahatsızlığıdır” diyerek doğru tanıyı koyan hekim olur.

Doktorun bu sözleri o ana kadar kendisine karaciğer hastalığından bir kez bile bahsedilmemiş olan Atatürk üzerinde sürpriz etkisi yapar ancak hiç bir şaşkınlık belirtmeksizin doktoru sükunetle dinlemeye devam eder ve “Şimdi ne yapacağız?” diye sorar.

Dr. Nihat Reşat Bey tarafından kendisi için termal tedavisi ve perhiz düzenlenir. (72)

Uzun yıllardır Atatürk’ün doktorluğunu yapmakta olan Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp bir gün sonra Yalova’ya gelir ve yaptığı muayene sonucu Prof. Dr. Belger ile aynı tanıyı koyar. (73)

Yıllar sonra, Prof. Dr. Belger, Atatürk’ün bu hastalıkta hiç talihinin olmadığını, hayatında ve eserlerinde baht kendisine ne kadar yar olduysa, hastalığında bunun tam tersi olarak talihin kendisine en ufak yardımda bulunmadığını söyleyecektir. (74)

Kuşkusuz bu şansızlığın başında, tanısının konmasından yedi-sekiz ay önce yapılan muayenesinde hiç bir bulguya rastlanmaması gelmektedir.

Prof. Dr. Nihat Reşat Belger Cumhuriyet gazetesine verdiği röportajda: “Atatürk’ü ilk defa Haziran 1937’de Yalova’da muayene ettim. O tarihte kendisinde siroz hastalığına ait hiçbir alamet görmedim. Fakat bu tarihten sekiz ay sonra yine Yalova’da yaptığım muayenede karaciğerdeki rahatsızlığın arazını tespit ettim” demiştir. (75)

Yalova’da başlanan tedavi ile kaşıntıları neredeyse tamamen geçen ve iştahı düzelen Atatürk doktorların tavsiyesi üzerine sofrada geçirdiği süreyi de kısaltır. Ancak Dr. Belger’in tedaviyi üç haftaya tamamlama önerisine karşın (76) Sümerbank Merinos Fabrikası’nın açılışını yapmak üzere 12. gün Yalova’dan ayrılarak Bursa’ya geçer. (77)

2 Şubat 1938 günü fabrikanın açılışını yaptıktan sonra akşam Bursa Belediye’sinin onuruna verdiği baloya katılır. Vals yapar, zeybek oynar.

Sabaha karşı balodan ayrılır. Üstünde terden ıslanmış gömleği ile kısa bir yürüyüş yaptıktan sonra üşüdüğünü fark eder. Arabaya biner binmez şoföre, “Haydi çabuk, üşür gibi oluyorum” der. Başını cama dayadığında dudaklarından, “Ama ne güzel geceydi” sözleri dökülür.

Ne yazık ki bu onun oynadığı son zeybek olur. (78)

Ertesi gün Mudanya’dan Ege Vapuru ile İstanbul’a hareket eder. Dönüş yolunda rahatsız görünmektedir. Yüzü sararmıştır ve sancısı vardır. (79)

4 Şubat 1938’de Dolmabahçe Sarayı’na geçer. İki gün sonra akşam Park Otel’e gider. (80) Burada soğuk ve rüzgarlı bir yerde gece geç saatlere kadar oturur ve üşütür. (81)

7 Şubat 1938 akşamı şiddetli öksürükle beraber nefes darlığı ve göğüs ağrısı başlar. Teşhisi koyan yine Dr. Belger’dir. Zatürre olmuştur. Karaciğer hastalığı nedeniyle nekahat devri uzar. Yüksek ateş günlerce sürer. (82)

On gün boyunca neredeyse saraydan hiç çıkamaz. Belli ziyaretçileri olsa da sıkıldığından dolayı İnönü’yü yanına çağırır. Ondan bir hafta yanında kalmasını rica eder ve “Sonra beraber Ankara’ya döneriz” der. Öyle de yaparlar. 24 Şubat 1938’de birlikte Ankara’ya hareket ederler. (83)

28 Şubat 1938’de Türk hekimleri tarafından yapılan ilk konsültasyondan sonra Atatürk’e içki yasaklanır. O günden sonra Atatürk bir daha alkol almaz. (84)

* * *

Burada alkol konusunda bir parantez açmakta fayda var.

Atatürk içki alışkanlığı için şunu söylemiştir:

“Benim adım çok içki içer diye çıkmıştır. Bunu siz de duymuş olacaksınızdır. Filhakika ben öteden beri içerim, içkiyi severim. Fakat istediğim zaman bunu keserim. Vazifem esnasında bir damlasını ağzıma koymam. Vatan işlerine içki karıştırmam. O sadece benim keyfim içindir. Onun yüzünden vazifemi bir an geri bıraktığımı hatırlamıyorum.” (85)

Atatürk’ün hayatı, her zaman sadık kaldığı bu ilkesinin örnekleri ile doludur.

12 Kasım 1916 günü Bitlis civarında Alay karargahını teftişinde hazırlanan içki ikramı hoşuna gitmemiş, hatıra defterine bu konuda şunları yazmıştır:

“Akşam rakı büfesi hazırlamışlar. Diğer subaylar için de böyle... Askere bu kadar yakın bulunan subaylar için bu hali uygun bulmadım.” (86)

Yakın arkadaşlarından Süreyya Yiğit, “Atatürk büyük işler hazırlarken asla alkol almazdı. Nitekim Erzurum’da iken biz içerdik. Teklif ettiğimizde kabul etmez, yalnız kahve içerdi” demiştir. (87)

Sakarya’da, Dumlupınar’da, İzmir’e girerken hiç bir şekilde alkol kullanmamıştır. (88)

Aynı şekilde Cumhuriyet’in ilanına karar verdiği gece, Hilafetin kaldırılması arifesinde, (89) Çankaya Köşkü’nde Büyük Nutuk’u yazdığı günlerde bir damla içki içmemiştir. (90)

Normal zamanlarda uzun günler hatta aylarca içki kullanmadığı olduğu gibi bilhassa cephe teftiş seyahatlerinde alkol aldığı görülmemiştir. (91) Gündüzleri hiç bir şekilde içki içmemiştir. (92) Bu kuralına çok önemli bir misafiri olsa dahi uymuştur.

İngiliz Kralı VIII. Edward’ın Türkiye’yi ziyaretinde Kral, kendi eliyle Atatürk’e bir kadeh viski sunmuş, Atatürk ise bu ikramı nazikçe reddederek: “Teşekkür ederim. Gündüzleri içki kullanmam” demiştir. İngiliz Kralı da, “Ben de sevmem” diyerek elindeki kadehi bırakmıştır. (93)

Kız kardeşi Makbule Hanım, Atatürk’ün rakıya Enver Paşa ile didişmeye başladığı zaman başladığını söylemiştir. (94)

Hizmetinde bulunan Cemal Granda, Atatürk’ün çok içmediğini, içerken acele etmediğini, sohbet ederek yavaş yavaş içtiğini ve içtiği zamanlarda hiç bir gün taşkın hareketine rastlamadığını ve bir kere bile sarhoş olduğunu görmediğini belirtmiştir. (95)

Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak da, Atatürk’ün sofrada saatlerce kalmasına karşın miktar olarak çok içmediğini vurgulamıştır. (96)

Bir gün Hasan Rıza Soyak’ın alkol alımı konusunda endişesini anlatması üzerine Atatürk ona şöyle demiştir:

“Haklısın, bunları ben de bilmez miyim çocuk? Fakat ne yapayım ki içmeye mecburum. Kafam çok ama beni mustarip edecek kadar çok ve hızlı çalışıyor. Vakit vakit onu uyuşturup biraz dinlenmek ihtiyacı duyuyorum. İçmediğim zamanlar uyuyamıyorum, ıstırap içinde bunalıyorum. Aynı zamanda içki bağırsaklarımı da tanzim ediyor. Bu durumda takdir edersin ki yapabileceğim şey ancak mümkün mertebe azaltmak olabilir, ona çalışalım.” (97)

İçki içtiğini hiç bir zaman milletinden saklamamış, kapalı kapılar ardında, örtülü perdeler arkasında milletinden gizli iş yapmamıştır.

1926 yılında İzmir’de Naim Palas’ın alt katında kurulan kalabalık sofrada, perdelerin örtülü olduğunu görünce:

“Açın! Kapıları ardına kadar açın. Ne varsa millet görsün ve bilsin ki biz işte böyle yemek yiyoruz, böyle içki içiyoruz. Merak ederler önce birikirler, bakarlar sonra görürler anlarlar ve kendi işlerine giderler” demiş ve gerçekten de dediği gibi olmuştur. (98)

Yine bir akşam Gülhane Parkı’nda gittiği bir açık hava toplantısında orada toplanan binlerce insana:

“Arkadaşlarım bu elimdeki rakıyı evvelce padişahlar da, halifeler de içerlerdi fakat onlar saraylarında, dört duvar arasında içiyorlardı. Ben ise sevgili milletimin önünde ve onun şerefine içiyorum” diyerek alkış tufanı içerisinde kadehini kaldırmıştır. (99)

Atatürk’ün en büyük özelliği, halkından hiç bir şeyi saklamamış olmasıdır. Günümüzde hakkında atılan onlarca iftira ve söylenen yüzlerce yalanın nedeni, onun milletine karşı hep açık sözlü olması ve ne yaptıysa milletinin önünde yapmasından kaynaklanmaktadır.

Bugün kendisine yapılan vefasızlığı görse eminim ki yine aynı şekilde davranmaktan ve dürüst olmaktan vazgeçmezdi. Onu Atatürk yapan da işte bu gizlisi saklısı olmayan, yanlış bir şey yapmadığı için hiç bir şeyini saklamak zorunda bırakmayan karakteridir.

* * *

Biz yine konumuza dönelim ve kaldığımız yerden devam edelim.

İstanbul’daki zatürre tedavisinin bitimi sonrası Atatürk Ankara’dadır.

12 Mart 1938’de, İstanbul Tıp Fakültesi hocalarından Alman Prof. Dr. Erich Frank, Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp’in daveti sonucu, İstanbul’dan Ankara’ya Atatürk’ü muayene etmeye gelir.

Atatürk ile Almanca konuşan Prof. Dr. Frank muayene için izin ister. “Emrinizdeyim” diyen Atatürk doktor ile birlikte kütüphaneye geçer.

Muayene sonrası Çankaya’dan ayrılan Alman doktor, Prof. Dr. İrdelp’in Kızılay’daki evine gelir. Muayene bulguları ve tedavi önerileri hakkında bir rapor düzenleyecektir. Dosyayı inceleyen Dr. Frank, Atatürk’e hiç tahlil yapılmadığını görür ve çok şaşırır. “Bu nasıl olabilir?” diye sorunca, Dr. İrdelp’ten “Atatürk’ten kan almaya çekindik” yanıtını alır. (100)

O yıllarda siroza karşı vitaminlerden başka ilaç yoktur. Daha önce Atatürk’e meyve kürü önerilmiştir. Dr. Frank buna bir de ananası ekler. “Koskoca bir Cumhurbaşkanı için bu meyvenin temini o kadar zor olmasa gerektir diye düşündüm” diyen Prof. Dr. Frank yanılacaktır. (101)

Ananasın suyunu çıkartacak mikser için Paris Büyükelçiliğimize yazı yazılacak ancak bu alet Fransa’da da bulunamayacaktır. (102)

28 Şubat 1938’de, Celal Bayar’ın yurtdışından yabancı doktor getirilmesi teklifine, “Ortada Hatay meselesi var, hastalığım dışarda duyulursa fena olur” diyerek itiraz etmiş olan Atatürk, 15 Mart 1938’de Bayar’ın, (103) “Bizim için en önemli dava sizin sağlığınızdır. İzin verin bir yabancı uzman getirelim” şeklindeki ısrarına karşılık, “Çocuk ne yapacaksan yap. Ben hastayım” yanıtı ile onay verir. (104)

Hükümetin daveti üzerine Paris Tıp Fakültesi’nden ünlü Fransız hekim Prof. Dr. Noel Fissinger 28 Mart 1938 günü Ankara’ya gelerek Çankaya’da Atatürk’ü muayene eder. Muayene sonrası Atatürk’e şu sözleri söyler:

“Ben sizi iyi edeceğim fakat benden önce siz kendinizi iyi edeceksiniz. Siz büyük bir kumandan olabilir, büyük zaferler kazanmış olabilirsiniz. Fakat bu işin kumandanı benim, bana yardım edeceksiniz.”

Bu konuşma çok hoşuna giden Atatürk: “Yaparım” der. (105)

Ankara dönüşü İstanbul’da bir konferans veren Dr. Fissinger, Dr. Akil Muhtar Özden’e şunu söyler:

“Çok büyük bir şefiniz vardır. Kendisine karaciğerden bahsederken bu uzuv bir orduda levazım tedarik eden, orduyu besleyen bir kıtadır, diyerek açıklamak istedim. Beni susturdu. ‘Bazen orduda levazım teşkilatı bozulur. Lakin orduyu yine beslemek mümkün olur. Onları bir tarafa bırakınız’ dedi. ‘Ne ise onu anlatınız’ demek istiyordu.” (106)

Fissinger Türkiye’den ayrılmadan önce gazetecilere de bir açıklama yapar:

“Bu kadar dinamizmin, bu kadar zeka ve canlılığı bir arada toplaması pek enderdir. Zamanımızın bir çok büyük adamlarıyla temas ettim fakat büyük şefiniz Atatürk bunlardan hiçbiriyle bir tutulamaz.” (107)

Hatay ile ilgili Türk-Fransız ilişkilerinin gergin olduğu bir dönemdir. Atatürk’ün sağlık durumu Hatay’ın kaderini etkileyecektir. Tüm dünya, özellikle de Fransa onun sağlık durumunu merak etmektedir.

Bu nedenle doktorların tavsiyelerine uyacağını söylemesine karşın yine yapamayacak ve Hatay meselesi nedeni ile mayıs ayında Mersin ve Adana seyahatlerinde bulunacaktır.

Evet artık alkol yoktur. Bir daha da olmayacaktır. Ancak günün neredeyse tamamını sırt üstü yatarak geçirmesini söyleyen doktorların önerilerinin aksine yurt gezisine çıkacaktır.

Dış basında çıkan, ‘Atatürk’e felç inmiş, artık yürüyemez hale gelmiş’ haberleri üzerine (108) özellikle Fransızlara gözdağı vermek için, 20 Mayıs 1938’de önce Mersin’e oradan da Adana’ya geçer.

Çevresindekilerin ricalarına karşın, “Mehmetçik ne zaman oturarak selamlandı bugüne kadar?” (109) diyerek askeri geçit resmini ayakta izlediği Mersin’den Başbakan Celal Bayar’a talimat verir:

“Yabancı büyükelçilere deyiniz ki Atatürk Mersin’dedir ve Hatay meselesini halledinceye kadar da Mersin’de kalacaktır.” (110)

22 Mayıs 1938’de Mersin’de motor gezisi yapar. Motorda gramofon kurdurup Hafız Mehmet’in gazellerini dinledikten sonra yanındakilere dönerek, “Çocuklar, bu kubbede baki kalan meğer yalnız bir hoş sada imiş” sözleri ile derin bir iç çeker. (111)

24 Mayıs 1938 günü Mersin’den Pozantı’ya geçerken ise Salih Bozok’a, “Ben öleceğim Salih çünkü benim hastalığım sirozdur. Bu hastalık beni ölüme götürecektir. Okudum, tetkik ettim. Bu hastalıktan kurtuluş yoktur. Siroz insanı muhakkak öldürür” der. (112) “Ölümü istemek cesaret değildir ama ölümden korkmak da ahmaklıktır” diye de ekler. (113)

Bu seyahat ona istediğini vermiş, geziyi yakından izleyen Avrupa basını Atatürk’ün artık iyileşmiş olduğuna dair yayınlar yapmaya başlamıştır. (114) Artık dönüş vaktidir.

Adana’dan dönüş öncesi tren saatine kadar parkta dinlenirken Adana Valisi portakal suyu ikramında bulunur. Yanında bulunan doktoru Neşet Ömer İrdelp’e bakar ve onun kaş göz hareketleri ile ‘hayır’ demesi üzerine portakal suyunu içemez. Ancak trene bindiğinde, hediye edilen portakal sepetini buzhaneden getirtir ve yasak masak dinlemeden portakalları hem yer hem de yanındakilere yedirttir. (115)

Bu seyahat onu çok yorgun ve bitkin düşürmüş, tüm dünyaya meydan okurken kalan ömrünün kısalmasına neden olmuştur.

27 Mayıs 1938’de, hayata gözlerini yumacağı İstanbul’a geçer.

28 Mayıs 1938 akşamı, otomobille Florya’dan Dolmabahçe’ye giderken yolda rahatsızlanır. Karnından göğsüne vuran şiddetli bir sancısı vardır. Salih Bozok daha önce kalp krizi geçirdiğinden yanında taşıdığı ilaçtan verir. Atatürk’ün ağrısı hafifleyince yola devam edilir. (116)

Ertesi gün kendisini muayene eden Dr. Neşet Ömer İrdelp’in yüzü düşer. İrdelp, Hasan Rıza Soyak’a, “Dünkü krizin kalp ile alakası yok bu tamamen karaciğere aittir. Bizde buna rüzgardan sonra yağmur derler. Maatessüf karın su toplamaya başlamıştır” der. (117)

1 Haziran 1938 günü, Savarona’da kendisini muayene eden Prof. Dr. Nihat Reşat Belger de karın boşluğunda sıvı biriktiğini tespit eder ve bunu Atatürk’e bildirir. Atatürk, “ Doktor! Bana, şişmanlıyorsun diyorlar. Fakat ben hissettim ki bu şişmanlama normal değildir! İşin içinde başka bir şey vardır! Bu bir hastalıktır! Gördünüz siz odadan içeri girdiğiniz zaman ben aynanın önünde pantolonumu iliklemeye çalışıyordum ve buna muvaffak olamıyordum” sözleri ile adeta kükrer. (118)

Salih Bozok’ta olduğu gibi, Savarona’da hizmetinde bulunan Cemal Granda’ya da, “Doktorlar iyi olacağımı söylüyorlar ama buna ben pek inanmıyorum” der ve gözleri yaşaran Granda’yı ‘Her gelişin bir gidişi var’ sözleri ile teselli eder. (119)

Aslında Atatürk, Medical Larousse’u okuyup incelemiş ve hastalığın gidişatı konusunda hemen her şeyi öğrenmiştir. (120) Ağustos ayında da siroza ilişkin yabancı dilde, özellikle Fransızca kitapların ve yayınların getirilmesini isteyecek ne var ki bu kitapları okuyamadan hayata veda edecektir. (121)

Kılıç Ali, Atatürk’ün hastalığını ve bu hastalığın sonuçlarını bildiğini ancak bunu belli etmediğini söyler. (122)

Kim bilir belki de hastalığı hakkında bu kadar bilgi sahibi olduğundan, masada duran Hatay meselesi ve yaklaşan II. Dünya Savaşı tehlikesi nedeni ile doktorların önerilerine pek uymamıştır.

Atatürk vaktinin daraldığını bilmesine karşın yarım kalan iş bırakmak istememiş, adeta koşar adım son işlerini yetiştirmeye çalışmıştır.

Hastalığından ötürü bütün gözler üzerinde, dost düşman herkes merak içerisindedir.

Öyle ki, Dr. Fissinger, Haziran 1938’de, Atatürk için Türkiye’ye ikinci gelişinde, ülkesi Fransa’nın Ankara Büyükelçiliği tarafından, Atatürk’ün sağlık durumu ile ilgili sorguya çekilmiş ancak ketum davranarak ağzından bir şey kaçırmamıştır. Fransız Büyükelçiliği, doktordan, Atatürk’ün iki yıl daha yaşayabileceğini düşündüğünü öğrenebilmiştir sadece. (123)

Savarona yatında 10 Temmuz 1938’de başlayıp 8 gün süren bir ateşi olur. Dr. Eren Akçiçek. o zaman nedeni anlaşılamayan bu ateşin bugün ‘spontan bakteriyel peritonit’e bağlı olduğunun anlaşıldığını söyler. (124)

31 Temmuz 1938’de, Prof. Dr. Eppinger Viyana’dan, 1 Ağustos 1938’de de Prof. Dr. Bergmann Almanya’dan davet üzerine Atatürk’ü muayene etmek için İstanbul’a gelirler.

Atatürk Eppinger’in kaba özelliklerinden dolayı ondan hoşlanmaz. Doktorun tavsiye ettiği çiğ meyve kürü de kendisini rahatsız eder. (125) Bu tedavi sistemine karşı olan Türk doktorlarına, “Hakkınız varmış. Vay hınzır herif, beni galiba tavşan zannetti” der. (126)

Dr. Eppinger, Atatürk’ün hastalığı için ‘güç bir vaka’ diye düşüncesini aktarır. (127) Hem Eppinger hem de Bergmann vena porta trombozunun olasılıklar içinde olduğunu düşünürler. (128)
Hazırladıkları raporun ilgili kimi maddeleri şu şekildedir:

1) Atatürk’te bir siroz vardır. Asit yapmış, biraz sub-ikter oluşmuştur.
2) Bunun esas nedeni alkoldür
3) Önceden Atatürk’ün çektiği Malarya’nın bir etkisi olmadığını kesin olarak söylemek mümkün değildir.
4) Vena Port’un bir şubesinde flebit olması da olasılık dışı değildir. (129)

7 Eylül 1938’de, ponksiyon ile karından su alma işlemi yapılır. İşlem öncesi Atatürk doktorlarına işlemin yaratabileceği sorunları sorar. Doktorların işlemin kolay ve tehlikesiz bir işlem olduğunu söylemelerine karşın her türlü olasılığı hesap ederek 5 Eylül günü vasiyetnamesini yazar. (130)

Karında yine benzer miktarda sıvı birikmesi üzerine 22 Eylül 1938’de ikinci kez su alma işlemi yapılır. (131) Bu işlemden 5 gün sonra 26-27 Eylül gecesini rahatsız geçirir ve bu hafif komayı atlatır. (132)

16 Ekim 1938’te ise beş gün sürecek olan komaya girer. Bu ilk büyük komadan çıktığının ertesi günü devlet işleriyle uğraşmaya devam eder.

Son günlerinde dahi Atatürk’ün akli melekeleri, bilinci, mantığı yerindedir.

29 Ekim 1938 günü Türk Ordusu’na göndereceği mesajı Mareşal Fevzi Çakmak ile birlikte hazırlar. 1 Kasım 1938 günü Meclis açış nutkunu Başbakan Celal Bayar’a okutur, dikkatle dinler, kendisi de cümle ekler. (133)

7 Kasım 1938 günü, üçüncü kez karından su alma işlemi yapılır. Ertesi günün akşamında bu sefer bir daha uyanamayacağı ikinci büyük komaya girer.

10 Kasım 1938 sabahı saat 09:00’da yaşananları Hasan Rıza Soyak şu şekilde anlatır:

“Gözleri kapalı. Göğüs mütemadiyen inip çıkmakta. Sarayda ve odada ruhani bir sessizlik hakim. Yatağının sağ tarafında, hemen yanı başında Dr. Mim Kemal Öke ayakta duruyor. Dr. Kamil Berk başını Mim Kemal’in omuzuna dayamış hıçkırıklarına hakim olamıyor. Prof. Dr. Akil Muhtar Özden kendinden geçmiş, odanın içinde telaşlı adımlarla durmadan dolaşıyor; hem ağlıyor hem de mütemadiyen ‘Aman Yarabbi, Aman Yarabbi...’ diye söyleniyor. (...) Hazin sessizlik içinde kulağıma yalnız Dr. Kamil ve Prof. Akil Muhtar’ın hıçkırıkları çarpıyor.” (134)

Bundan beş dakika sonra ise, henüz 57 yaşındayken, bir ulusun kurtarıcısı, büyük devrimci Atatürk yaşama gözlerini yumar.

* * *

Atatürk’ü bedenen aramızdan ayıran hastalığın ve bu hastalığın nedenlerinin ne olduğu konusunda bir kesinlik yoktur.

Ağustos 1938’de, Dr. Eppinger ve Dr. Bergmann tarafından yapılan konsültasyonda tedaviye idrar söktürücü ilaçlar yanında ayrıca sıtma tedavisi için kullanılan kinin ilacının da katılması yönünde karar alınmıştır. Hekimlerin düzenlediği bu tedavi şekli o tarihte siroza neden olan etken konusunda görüş birliği olmadığını göstermektedir.

Konsültasyonun yapıldığı tarihte karaciğer biyopsisi de yapılamadığından sirozun nedeninin bugün için alkol, sıtma veya virütik hepatit gibi nedenlerden hangisine bağlı olduğunu kesin olarak söylemek zordur. (135)

28 Mart 1938’de Atatürk’ü Çankaya’da muayene eden Dr. Fissinger’ın koyduğu tanı Hepatite Sclero congestive ethylique yani alkole bağlı sert ve kanlı karaciğer iltihabıdır. (136)

Ancak Fissinger, Atatürk’ün Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’a, “Bu hastalığın sırf içkiden geldiği yolundaki düşünce doğru değildir. Benim Fas, Tunus ve Cezayir’den gelen birçok Müslüman hastam var ki ömürlerinde ağızlarına herhangi bir ispirtolu içki koymamışlardır. Hastalığın daha başka ve önemli etkenleri olduğunu kabul etmek lazımdır. Bence bunlar arasında bilhassa beslenme tarzı ve daimi kabızlık gibi etkenler başlı başına yer tutmaktadır” demiştir. (137)

Çünkü Atatürk’ün çok uzun yıllardır süre gelen müzmin kabızlığı da vardır. (138)

Günümüz gastroenterologlarından ve Atatürk’ün Sağlığı Hastalıkları ve Ölümü adlı çok önemli bir eserin yazarı Dr. Eren Akçiçek ise, “Atatürk’ün hastalığı alkole bağlı siroz değildi” gibi bir ifadenin ancak bilimsel verilere dayanarak söylenebileceğini belirtmektedir. Atatürk’ün askeri öğrenciliğinden bu yana alkol kullandığını belirten Akçiçek’e göre Atatürk’ün sirozunda hepatit enfeksiyonunun rolü olabilir ancak bunu artık bilebilmek mümkün değildir. (139)

Dr. Akçiçek’e göre Fissinger, Hasan Rıza Soyak’a söylediklerinde, Atatürk’ün siroz hastalığının alkolden olup olmadığı hakkında bir şey ifade etmemiştir. Fissinger, siroz etiyolojisinde, o gün için bilinmeyen, bugün ise bilinen sebeplerle ilgili fikir yürütmek istemiştir. (140)

15 yıl Atatürk’ün hekimliğini yapmış olan Dr. Neşet Ömer İrdelp, Atatürk’ün vefatından sonra Asım Us’a, Atatürk’ün hastalığı konusunda şunları söylemiştir:

“Atatürk’ün hastalığı rakıdan mıydı? Bunu kesin olarak kestirmek mümkün değildir. Vaktiyle sıtma da geçirmiş, dalağı büyümüştü. Ölümünden sonra otopsi yapılmasını hükümetin isteyip istemediğini sorduk. Hükümet istemezse bizce de ihtiyaç yoktur, dedik. Hükümet de buna gerek görmedi.” (141)

Prof. Dr. Sait Kapıcıoğlu, Güncel Gastroenteroloji dergisinde yer alan ‘Atatürk’ün Hastalığı Alkole Bağlı Siroz Değildi’ başlıklı yazısında, “Alkol içmeye bağlı siroz olması riski en az 10-15 yıl günde 3 bardak ve daha fazla rakı içilmesi koşulu ile olabilir. Oysa Atatürk bu sıklıkla ve bu sürede içki içmemiştir” demektedir.

Ayrıca Dr. Kapıcıoğlu, Atatürk’ün hepatit B virüsünün cirit attığı Makedonya, Balkanlar, Trablus ve Anadolu’nun tüm bölgelerinde görev yaptığını belirterek, bu şartlarda virüsün Atatürk’e mutlaka bulaştığını ileri sürmektedir. (142)

Atatürk’ün hastalığının karaciğer kanseri olduğunu düşünen hekimler olduğu gibi, sıtma hastalığı ve kullandığı ilaçların karaciğere toksik etkisinden dolayı bu hastalığa yakalandığını düşünen hekimler de vardır. (143)

Otopsi yapılmadığı için de ne yazık ki bu tartışmalar sonuca bağlanamamaktadır.

Gerçek şu ki... Atatürk’ün alkolden ötürü siroz olmadığını kanıtlamak bugün için mümkün değilken, onun alkole bağlı siroz nedeni ile öldüğünü kesin bir şekilde iddia etmek de aynı şekilde imkansızdır.

Her şeyden önemli olan, bedenen aramızdan ayrılışının nedeninden ziyade fikren ona ne kadar bağlı olduğumuz ve emanetlerine ne kadar sahip çıkabildiğimizdir.

Türk Ulusu var oldukça, varlığını borçlu olduğu Ata’sını yaşatmak onun namus borcudur.

1) Prof. Dr. Bedi Şehsuvaroğlu, Atatürk’ün Sağlık Hayatı, Hür Yayın, Şubat 1981, s. 7
2) Enver Behnan Şapolyo, Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, İstanbul, 1958, s. 27’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, Atatürk’ün Sağlığı Hastalıkları ve Ölümü, İzmir Güven Kitabevi, İzmir-2005, s. 129
3) Makbule Atadan, Büyük Kardeşim Mustafa Kemal Atatürk, Yeni İstanbul, 3 Ocak 1953’ten aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 8, 14
4) Enver Behnan Şapolyo, Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, 3. Baskı, İstanbul, 1958, s. 17’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 8
5) Makbule Atadan, Büyük Kardeşim Mustafa Kemal Atatürk, Yeni İstanbul, 3 Ocak 1953’ten aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 8
6) Dr. Eren Akçiçek, Atatürk’ün Sağlığı Hastalıkları ve Ölümü, İzmir Güven Kitabevi, İzmir-2005, s. 143
7) Şemsi Belli, Makbule Atadan Anlatıyor, Ağabeyim Mustafa Kemal, Selis Kitaplar, İstanbul, 2005, s. 58’den aktaran: Metin Özata, Atatürk ve Hekimler, Demkar Yayınevi, Ocak 2015-İstanbul, s. 50
8) Şemsi Belli, Makbule Atadan Anlatıyor, Ağabeyim Mustafa Kemal, Ankara, 1959, s. 62, 63’ten aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 143
9) Sırrı Akıncı, Atatürk’ün Hastalıkları, Cumhuriyet, 11 Kasım 1975’ten aktaran: Dr. Eren Akçiçek, Atatürk’ün Sağlığı Hastalıkları ve Ölümü, İzmir Güven Kitabevi, İzmir-2005, s. 143
10) Baki Vandemir, Atatürk’ün Cehaletle Mücadelesi, Yerli Yabancı 80 İmza Atatürk’ü Anlatıyor, İstanbul, s. 206’dan aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 143
11) Ali Mithat İnan, Atatürk’ün Not Defterleri, Gündoğan Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2009, s. 60
12) Prof. Dr. Bedi Şehsuvaroğlu, Atatürk’ün Sağlık Hayatı, Hür Yayın, Şubat 1981, s. 7
13) Asım Arar, Son Günlerinde Atatürk, İstanbul, 1958, s. 11’dan aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 146, 147
14) Asım Arar, Son Günlerinde Atatürk, İstanbul, 1958, s. 10’dan aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 143
15) Prof. Dr. Bedi Şehsuvaroğlu, Atatürk’ün Sağlık Hayatı, Hür Yayın, Şubat 1981, s. 7
16) Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 3. Kitap İkinci Bölüm, ‘Yeni Türkiye’nin Oluşumu 1923- 1938, Ankara, 1986, s. 214’ten aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 129
17) İsrafil Kurtcephe, Trablusgarp’ın İtalyanlarca İşgali, Mustafa Kemal ve Arkadaşlarının Direnişe Katılmaları, Atatürk Yolu, Cilt 2, Sayı 6, Kasım 1990, s. 372’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e s. 129
18) Dr. Eren Akçiçek, Atatürk’ün Sağlığı Hastalıkları ve Ölümü, İzmir Güven Kitabevi, İzmir-2005, s. 134
19) Dr. Eren Akçiçek, Atatürk’ün Sağlığı Hastalıkları ve Ölümü, İzmir Güven Kitabevi, İzmir-2005, s. 134
20) Hamdi Ertuna, 1911-1912 Osmanlı İtalyan Harbi ve Kolağası Mustafa Kemal, Ankara, 1984, s. 208’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 130
21) Cemal Kutay, Trablusgarb’da Bir Avuç Kahraman, İstanbul, 1978, s. 291’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 130
22) Hale Şıvgın, Mustafa Kemal’in İlk Savaşı, Atatürk Kültür Merkezi Dergisi, Cilt IV, Sayı 24, Kasım 1987, s. 190’dan aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 131
23) Cemal Kutay, Trablusgarb’da Bir Avuç Kahraman, İstanbul, 1978, s. 232, 233’ten aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 133, 134
24) Prof. Dr. Bedi Şehsuvaroğlu, Atatürk’ün Sağlık Hayatı, Hür Yayın, Şubat 1981, s. 8
25) İsmet Görgülü, İzzeddin Çalışlar, On Yıllık Savaşın Günlüğü, Orgeneral İzzeddin Çalışlar’ın Günlüğü, Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, 1999, İstanbul, s. 122, 123’ten aktaran: Metin Özata, a.g.e. s. 254
26) Güliz Beşe Enginsoy, Dedem Hüseyin Atıf Beşe, Varlık Yayınları, 2004, İstanbul, s. 259 aktaran: Metin Özata, a.g.e. s. 254
27) Mete Akyol, Abdürrahim Tunçak’ın Anıları, Milliyet, 26 Mayıs 1981’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 147
28) Nuyan Yiğit, Atatürk’le 30 Yıl, İbrahim Süreyya Yiğit’in Öyküsü, Remzi Kitabevi, 2004, s. 417’den aktaran: Metin Özata, a.g.e. s. 285
29) Sadi Borak, Ata ve İstanbul, İstanbul, 1983, s. 65, 66’dan aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 148
30) Dr. Eren Akçiçek, Atatürk’ün Sağlığı Hastalıkları ve Ölümü, İzmir Güven Kitabevi, İzmir-2005, s. 149
31) Afet İnan, Mustafa Kemal’in Karlsbad Hatıraları, Ankara, 1982, s. 30’dan aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 150
32) Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk’ün Hayatı ve Eseri I, Ankara, 1997, s. 251’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 151
33) Afet İnan, Mustafa Kemal’in Karlsbad Hatıraları, Ankara, 1982, s. 60’dan aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 151
34) Dr. Eren Akçiçek, Atatürk’ün Sağlığı Hastalıkları ve Ölümü, İzmir Güven Kitabevi, İzmir-2005, s. 314
35) Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk Hayatı ve Eseri, Atatürk Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayını, 1990, Ankara, s. 156’dan aktaran: Metin Özata, a.g.e. s. 290
36) Sadi Borak, Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları, 2. Baskı, 1998, Kaynak Yayınları, s. 230’dan aktaran: Metin Özata, a.g.e. s. 336
37) Cemal Kutay, Sohbetler, Sayı 12, Kasım 1969, s. 32,33’ten aktaran: Metin Özata, a.g.e s. 336
38) Dr. Eren Akçiçek, Atatürk’ün Sağlığı Hastalıkları ve Ölümü, İzmir Güven Kitabevi, İzmir-2005, s. 171
39) Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz, 2. Baskı, İstanbul, 1969, s. 17’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 169
40) Asım Arar, Son Günlerinde Atatürk, İstanbul, 1958, s. 10’dan aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 145
41) Prof. Dr. Bedi Şehsuvaroğlu, Atatürk’ün Sağlık Hayatı, Hür Yayın, Şubat 1981, s. 9
42) Fethi Tevetoğlu, Mustafa Kemal Paşa – General Harbord Görüşmesi Tanık ve Tercümanı: Prof. Hulusi Y. Hüseyin, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt IV, Sayı 10, Kasım 1987, s. 204
43) Dr. Mithat Atabay, Atatürk’ün Ankara’ya Gelişi ve Ziraat Mektebi, http://canakkaleaynalipazar.com/yazarla ... ktebi/215/
44) Refik Koraltan, Bir Politikacının Anıları, Hazırlayan: Coşkun Ertepınar, Ankara 1999, s. 252’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 145
45) İhsan A. Özkaya, Atatürk’ün Son Hastalığı ve Ölümü, Milliyet, 10 Kasım 1976’dan aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 145
46) Arif İsmet Çetingil, Autobiographie ve Bazı Anılar, İstanbul, Tıp Fakültesi’nin Emekli Olan Değerli Hocaları, İstanbul, 1973, s. 61-65’ten aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 145
47) Ziya Oranlı, Atatürk’ün Şimdiye Kadar Yayınlanmamış Anıları, (Atatürk’ün Emir Çavuşu Ali Metin), Ankara, 1967, s. 190, 191’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 127
48) Prof. Dr. Bedi Şehsuvaroğlu, Atatürk’ün Sağlık Hayatı, Hür Yayın, Şubat 1981, s. 10
49) Ali Mithat İnan, Atatürk’ün Not Defterleri, Ankara, 1998, s. 110-113’ten aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 154
50) Prof. Dr. Bedi Şehsuvaroğlu, Atatürk’ün Sağlık Hayatı, Hür Yayın, Şubat 1981, s. 10
51) Yakınlarından Hatıralar, İstanbul, 1955, s. 107’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 138
52) Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, İstanbul 1973, Cilt II, s. 724-728’den aktaran: Bilal N. Şimşir, Atatürk’ün Hastalığı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1989-Ankara, s. 1, 2
53) Asım Arar, Son Günlerinde Atatürk, İstanbul, 1958, s. 66-68’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 161
54) Asım Arar, Son Günlerinde Atatürk, İstanbul, 1958, s. 66-68’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 162
55) Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, İstanbul 1973, Cilt II, s. 724-728’den aktaran: Bilal N. Şimşir, a.g.e. s. 1,2
56) Asım Arar, Son Günlerinde Atatürk, İstanbul, 1958, s. 19 aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 162
57) Dr. Eren Akçiçek, Atatürk’ün Sağlığı Hastalıkları ve Ölümü, İzmir Güven Kitabevi, İzmir-2005, s. 162
58) Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar II, İstanbul, 1973, s. 728’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 164
59) Asım Arar, Son Günlerinde Atatürk, İstanbul, 1958, s. 21, 22’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 177
60) Asım Arar, Son Günlerinde Atatürk, İstanbul, 1958, s. 23’ten aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 167
61) Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, İstanbul 1973, Cilt II, s. 728, 729’dan aktaran: Bilal N. Şimşir, a.g.e. s. 6
62) Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Anılar, Yapı Kredi Yayınları, 2004, s. 681’den aktaran: Metin Özata, a.g.e. s. 750
63) Prof. Dr. Bedi Şehsuvaroğlu, Atatürk’ün Sağlık Hayatı, Hür Yayın, Şubat 1981, s. 15
64) Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar 2, İstanbul, 1973, s. 720’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 179
65) Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk’ün Hastalığı, Profesör Dr. Nihad Reşad Belger’le Mülakat, Ankara, 1959, s. 8, 9
66) Asım Arar, Son Günlerinde Atatürk, İstanbul, 1958, s. 28’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 181
67) Orhan Çekiç, Son Yıl 1938, Kaynak Yayınları, 6. Basım, Haziran 2016, s. 219, 220
68) Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar 2, İstanbul, 1973, s. 719, 720’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 181
69) Orhan Çekiç, Son Yıl 1938, Kaynak Yayınları, 6. Basım, Haziran 2016, s. 409, 410
70) Prof. Dr. Bedi Şehsuvaroğlu, Atatürk’ün Sağlık Hayatı, Hür Yayın, Şubat 1981, s. 67
71) Orhan Çekiç, Son Yıl 1938, Kaynak Yayınları, 6. Basım, Haziran 2016, s. 219, 220
72) Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk’ün Hastalığı, Profesör Nihad Reşad Belger’le Mülakat, Ankara, 1959, s. 10-12
73) Orhan Çekiç, Son Yıl 1938, Kaynak Yayınları, 6. Basım, Haziran 2016, s. 222
74) Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk’ün Hastalığı, Profesör Nihad Reşad Belger’le Mülakat, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara-1959, s. 45
75) Cumhuriyet, 26 Kasım 1938’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 183
76) Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk’ün Hastalığı, Profesör Nihad Reşad Belger’le Mülakat, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara-1959, s. 15
77) Orhan Çekiç, Son Yıl 1938, Kaynak Yayınları, 6. Basım, Haziran 2016, s. 225
78) Orhan Çekiç, Son Yıl 1938, Kaynak Yayınları, 6. Basım, Haziran 2016, s. 226-230
79) Eren Akçiçek, Atatürk’ün Sağlığı Hastalıkları ve Ölümü, İzmir Güven Kitabevi, İzmir-2005, s. 199
80) Özel Şahingiray, Atatürk’ün Nöbet Defteri 1931-1938, Ankara, 1955, s. 699’dan aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 167, 168
81) Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar II, İstanbul, 1973, s. 738’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 168
82) Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk’ün Hastalığı, Profesör Nihad Reşad Belger’le Mülakat, Türk Tarih Kurumu Basımevi ,Ankara, 1959, s. 15-16
83) Orhan Çekiç, Son Yıl 1938, Kaynak Yayınları, 6. Basım, Haziran 2016, s. 262, 263
84) Asım Arar, Son Günlerinde Atatürk, İstanbul, 1958, s. 14’ten aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 103
85) Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk’ü Özleyiş, Ankara, 1957, s. 131’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 95
86) Şükrü Tezer, Atatürk’ün Hatıra Defteri, Ankara, 1972, s. 68’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 97, 98
87) Yakınlarından Hatıralar, İstanbul, 1955, s. 56’dan aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 98
88) Dr. Eren Akçiçek, Atatürk’ün Sağlığı Hastalıkları ve Ölümü, İzmir Güven Kitabevi, İzmir-2005, s. 98
89) Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk Tarih ve Dil Kurumları Hatıralar, Ankara, 1954, s. 90’dan aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 98
90) Cemal Granda, Atatürk’ün Uşağı İdim, İstanbul, 1973, s. 60’dan aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 98
91) Dr. Eren Akçiçek, Atatürk’ün Sağlığı Hastalıkları ve Ölümü, İzmir Güven Kitabevi, İzmir-2005, s. 97
92) Dr. Eren Akçiçek, Atatürk’ün Sağlığı Hastalıkları ve Ölümü, İzmir Güven Kitabevi, İzmir-2005, s. 109
93) Muzaffer Erendil, İlginç Olaylar ve Anektodlarla Atatürk, Ankara, 1988, s. 166’dan aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 109
94) Şemsi Belli, Makbule Atadan Anlatıyor, Ağabeyim Mustafa Kemal, Ankara, 1959, s. 71’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 97
95) Cemal Granda, Atatürk’ün Uşağı İdim, İstanbul, 1973, s. 64’ten aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 99, 100
96) Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar 1, s. 12’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 99
97) Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar 1, s. 18, 19’dan aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 102
98) Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk Tarih ve Dil Kurumları Hatıralar, Ankara, 1954, s. 48’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s.107
99) Kemal Arıburnu, Atatürk’ten Anılar, 2. Baskı, Ankara, 1994, s. 255, 256’dan aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s.107
100) Suat Efe, Ord. Prof. Dr. E. Frank’ın Türkiye’ye Gelişi, Atatürk’ü Muayenesi ve İsmet Paşa’nın Yardımı Hakkında Kendi Beyanına Dayanan Anekdotlar, Şişli Çocuk Hastanesi Tıp Bülteni, 24 (4) 1989, s. 609-612’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 188
101) Suat Efe, Ord. Prof. Dr. E. Frank’ın Türkiye’ye Gelişi, Atatürk’ü Muayenesi ve İsmet Paşa’nın Yardımı Hakkında Kendi Beyanına Dayanan Anekdotlar, Şişli Çocuk Hastanesi Tıp Bülteni, 24 (4) 1989, s. 609-612’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 188
102) Bilal N. Şimşir, Atatürk’ün Hastalığı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1989-Ankara, s. 15
103) Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar II, İstanbul, 1973, s. 730’dan aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 189
104) Celal Bayar, Atatürk’ten Hatıralar, İstanbul, 1955, s. 88’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 189
105) Orhan Çekiç, Son Yıl 1938, Kaynak Yayınları, 6. Basım, Haziran 2016, s. 281
106) Prof. Dr. Bedi Şehsuvaroğlu, Atatürk’ün Sağlık Hayatı, Hür Yayın, Şubat 1981, s. 21, 22
107) Akşam, 1 Nisan 1938, Tan 1 Nisan 1938’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 191
108) Orhan Çekiç, Son Yıl 1938, Kaynak Yayınları, 6. Basım, Haziran 2016, s. 362
109) Orhan Çekiç, Son Yıl 1938, Kaynak Yayınları, 6. Basım, Haziran 2016, s. 365
110) Cumhuriyet, 22 Mayıs 1938 ve 23 Mayıs 1938’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 200
111) Kılıç Ali, Atatürk’ün Son Günleri, s. 22’den aktaran: Semihi Vural, Atatürk’ün Mersin’i Son Ziyareti, http://www.yumuktepe.com/ataturkun-mers ... ihi-vural/
112) Özel Şahingiray, Atatürk’ün Nöbet Defteri 1931-1938, Ankara, 1955, s. 726’dan aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 243
113) Kılıç Ali, Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları, der. Hulusi Turgut, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2010, s. 627’den aktaran: Orhan Çekiç, a.g.e. s. 413
114) Orhan Çekiç, Son Yıl 1938, Kaynak Yayınları, 6. Basım, Haziran 2016, s. 367
115) Kılıç Ali, Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları, der. Hulusi Turgut, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2010, s. 347’den aktaran: Orhan Çekiç, a.g.e. s. 369
116) Kılıç Ali, Son Günleri, İstanbul, s. 21’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 209
117) Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar II, İstanbul, 1973, s. 742’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 210
118) Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk’ün Hastalığı, Profesör Nihad Reşad Belger’le Mülakat, Ankara, 1959, s. 21, 22
119) Cemalettin Bildik, Savarona’yı Gezerken, Akşam, 20 Haziran 1950’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 204
120) Orhan Çekiç, Son Yıl 1938, Kaynak Yayınları, 6. Basım, Haziran 2016, s. 413
121) Orhan Çekiç, Son Yıl 1938, Kaynak Yayınları, 6. Basım, Haziran 2016, s. 464
122) Kılıç Ali, Son Günleri, İstanbul, s. 42’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 243
123) Bilal N. Şimşir, Atatürk’ün Hastalığı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1989-Ankara, s. 37
124) Dr. Eren Akçiçek, Atatürk’ün Sağlığı Hastalıkları ve Ölümü, İzmir Güven Kitabevi, İzmir-2005, s. 168
125) Prof. Dr. Bedi Şehsuvaroğlu, Atatürk’ün Sağlık Hayatı, Hür Yayın, Şubat 1981, s. 25
126) Necdet Evliyagil, Atatürk’e Dair Hatıralar, Dr. Nihad Reşad ve Abreveya Hatıralarını Anlatıyorlar. Dünya ve Türkiye, Cilt 9, Sayı 101, 20 Kasım 1958, s. 13’ten aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 231
127) Asım Arar, Son Günlerinde Atatürk, İstanbul, 1958, s. 51’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 194
128) Prof. Dr. Bedi Şehsuvaroğlu, Atatürk’ün Sağlık Hayatı, Hür Yayın, Şubat 1981, s. 25, 26
129) Prof. Dr. Bedi Şehsuvaroğlu, Atatürk’ün Sağlık Hayatı, Hür Yayın, Şubat 1981, s. 26
130) Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar II, İstanbul, 1973, s. 752-760’dan aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 212, 213
131) Dr. Eren Akçiçek, Atatürk’ün Sağlığı Hastalıkları ve Ölümü, İzmir Güven Kitabevi, İzmir-2005, s. 218
132) Dr. Eren Akçiçek, Atatürk’ün Sağlığı Hastalıkları ve Ölümü, İzmir Güven Kitabevi, İzmir-2005, s. 223
133) Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, İstanbul 1973, Cilt II, s. 768, 769’dan aktaran: Bilal N. Şimşir, a.g.e. s. 68
134) Orhan Çekiç, Son Yıl 1938, Kaynak Yayınları, 6. Basım, Haziran 2016, s. 543
135) İsmet Görgülü, Atatürk’ün Özel Yaşamı, Uydurmalar-Saldırılar-Yanıtlar, Bilgi Yayınevi, 2003, Ankara, s. 160-167 aktaran; Metin Özata, a.g.e s. 756
136) Prof. Dr. Bedi Şehsuvaroğlu, Atatürk’ün Sağlık Hayatı, Hür Yayın, Şubat 1981, s. 22
137) Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar II, İstanbul, 1973, s. 745’ten aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 246
138) Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar 1, s. 18’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 172
139) Dr. Eren Akçiçek, Atatürk’ün Sağlığı Hastalıkları ve Ölümü, İzmir Güven Kitabevi, İzmir-2005, s. 246
140) Dr. Eren Akçiçek, Atatürk’ün Sağlığı Hastalıkları ve Ölümü, İzmir Güven Kitabevi, İzmir-2005, s. 248
141) Asım Us, 1930-1950 Hatıra Notları, Vakit Matbaası, 1966, İstanbul, s. 341,342’den aktaran; Metin Özata, a.g.e. s. 646
142) Sait Kapıcıoğlu, Atatürk’ün Hastalığı Alkole Bağlı Değildi, Güncel Gastroenteroloji, 1997/1, s. 462’den aktaran: Dr. Eren Akçiçek, a.g.e. s. 246
143) Dr. Eren Akçiçek, Atatürk’ün Sağlığı Hastalıkları ve Ölümü, İzmir Güven Kitabevi, İzmir-2005, s. 248