1. yüz (Toplam 1 yüz)

Osmanlı'da Türklük!

İletiGönderilme zamanı: Cmt Şub 26, 2011 3:36
gönderen ERGENEKON TÜRKSOY
Osmanlı devleti, Oğuzların Bozok kolunun Kayı boyuna mensup Ertuğrul Gazi'nin oğlu yabancı kaynaklarda (Ottoman - 'A(t)t(a)man') olarak geçen Osman Bey'in önderliğinde Söğüt'de bozkır töresi ile kurulmuştur. Kuruluş döneminin önemli isimleri olan Dündar Bey, Akçakoca, Konuralp, Saltuk Alp, Aykut Alp, Samsa Çavuş, Karamürsel, Akbaş, Kocaoğlan, Turgut Alp, Gündüz Alp, Savcı Bey gibi isimler Osmanlı devletinin Türk töresine uygun olarak, bizzat Türk soylular tarafından kurulduğunun en belirgin göstergelerindendir.

Söğüt'de temelleri atılan küçük bir beylikten, yirmi milyon kilometrekare toprak sahanlığı ve üç kıtaya hükmetmesinin yanı sıra; zamanın okyanus ötesi ABD'den dahi vergi alması ile de Türk'ün ''cihan hakimiyeti mefkûresi''nin hayata geçirildiği devlet konumuna ulaşmıştır.

Türk töresine göre bozkır kültürü ile kurulan Osmanlı'nın bu göz kamaştıran başarıları etüd edildiği vakit; Osmanlı'nın idari anlamda Türk soylulardan ve gayri Türklerden oluşan iki ayrı döneminin Türk soyluların devlet içerisinde söz sahibi olduğu yılların ürünü ya da hizmetlerinin getirisi olduğu nettir. Türk soyluların zamanla tasfiye edildikçe, hem ırki vasıfları yönünden vasat olmaları hem de etnisitesi farklı olanların kan ve soy gerektirmeyen çatı muhteviyatı taşıyan islam olan ortak paydaya kraldan çok kralcı kesilerek sarılmasının sonucu dini taassup sebebi ile gerileme dönemine girilmiş, bilim, sanat ve askeri alanda yeniliklerin takip edilememesi ile de çöküş kaçınılmaz olmuştur. Bu tasfiye, kuruluşundan sonraki süreçte binlerce kilometre katederek bozkırın kurt soylu çocukları tarafından kan ve gözyaşları ile kurulan Türk Osmanlı, kademe kademe kuruluşundan yıkılışına kadar cephelerde kanı ve canı ile başarıları yaratan Türk'ün hiç bir erk sahibi olamadığı yapıya bürünmüş, Anadolu'da yüzyıllarca halk ozanlarının her biri gözyaşlarının ürünü olan ağıtlarına konu olmuştur.

Türklüğün Osmanlı'dan tasfiye edilmesinin değerlendirilmesine Orhan Bey'den başlamak gerekir. Osman Bey'den sonra ilk kez Orhan Bey'in Bizans Tekfuru'nun kızı olan Holofira'yla evlenmesi ile birlikte Osmanlı'da yabancı evliliklerin önünün açılmasının yanı sıra; Osmanlı Padişahlarının bu geleneği 700 sene idame ettirmeleri sebebi ile günden güne ırken Türklük'den çıkmalarına neden olmuş, bunun getirisi olarak da, Osmanlı devleti'nde yukarıda ismi sayılan bozkırın Türk soylu çocuklarının nesebinin devlet mekanizması içerisinde hakir görüldüğü; idari anlamda Türk kanı taşımayanların egemenliğine gireceği sürecin ilk başlangıcı olmuş ve bozkırın çocuklarının kan ve gözyaşının üzerine bina edilen devlet, bozkırın çocuklarının kutsal temelinin üzerinde devşirmelerin hoyratça tepindiği yapıya dönüşmüştür. Siyasi, askeri başarılar devşirmelere, başarısızlıklar ise Türk'ün kanıyla savaş meydanına Türk'ün hanesine yazılmıştır.

Bilimsel olarak kişi soyunu anne ve babasından eşit olarak alır. Yani, kişinin soy tespitinin anne ve babasının mensup olduğu ırka bağlanması için; ya aynı ırka mensup çiftden doğması gerekir ya da bir kaç nesil aynı ırk ile evlenmiş çiftlerden doğup, baskın gen sebebi ile bir ırka mensup olması gerekmektedir. Orhan Bey'den sonra Osmanlı padişahları içerisinde bir kaçı harici gelenek haline gelen yabancı evlilikler, Osmanlı şehzadelerinin gen bilimi ışığında günden güne ırken Türklük'den çıkmalarına neden olmasının yanı sıra; insan psikolojisinden kaynaklı ırken melez olmanın getirisi olarak Türklük şuurundan uzaklaşmasını da beraberinde getirmiştir. Akabinde de olay, yönetim kademesinden dışlanan Türk'ün, saray etrafına konuşlanmış dönme, devşirme ve etnisitesi karışık güruhun hakaretlerine maruz kalmasına, ırken melezleşmiş padişahların da göz yumup ve dahi ödüllendirmesine ulaşmıştır.


Soy olarak Türklük'den çıkmış padişahların büyük çoğunluğunun, sadrazamların, vezir, ulemanın, saray ve enderun kökenlilerinin, kapıkulu mensuplarının Türklüğe karşı bizzat yönettikleri ve de ön ayak oldukları saldırılar, zararlar saymakla bitmese de okyanusta damla sayılacak birkaç örnek ile gözler önüne sermek mümkündür. Bu tabaka Türk halkını yalnız can, kan ve mal vergileri için hatırlamışlar, onun dışında Türk olmayı bir hakaret, aşağılama, utanç vesilesi saymışlardır. Osmanlı idaresinde Türk milletinin Türklük şuuruna saldırılmış, dini sebepler ile Araplar'ın, din kardeşliği sebebi bilumum gayri Türk'ün, hoşgörü ve geçmiş gayri Türk devletlerin mirasçısı anlayışı ile de inançları farklı gayri Türklerin imtiyazlı bulunduğu bir payitaht/ümmet kişiliksizliğinde millet ezilmiş, dışlanmış, horlanmıştır.


Soyu bozulmuş padişahlar ve devşirmeler tarafından Araplara ’’kavm-i necip’’, Ermenilere ’’millet-i sadıka’’ denirken, Türklere; "Kaba Türk", "Anlayışsız Türkler" ''etrak-ı bi idrak'' yani 'Anlayışsız Türk'' demekte beis görülmemiştir. Osmanlı şairi olan Nef'i "Tanrı, Türk'e İrfan çeşmesini yasaklamıştır" derken; Türk'ün ve Türklüğün Osmanlı'da ne anlam ifade ettiğini; ''Fuzuli, gökten yere insen sana yer yok! Yürü var gel, ya Arap'tan ya Acem'den'' sözleri ile Fuzuli ifade etmiştir. Osmanlı'nın Türklüğe aidiyetini Otlukbeli savaşını ve Fatih'i dizelerinde tasvir eden Hoca Saadettin Efendi, ''Leş ve baş ile dolmuştu ordu yeri / Az bulunur çok eşyalar ele girdi / Kesti Türkmen boyunu Rum Padişahı / Kederlere düşen Uzun(Hasan) haddin bildi.'' diyerek esasında anlayana Osmanlı'nın milli mensubiyetini ifade etmiştir. Ve yine ''Türk(men) değil mi Merzifon'un eşeği / eşek değil, köpekten de aşağı'' dizeleri, Osmanlı'nın Türklüğe bakış açısının en bariz ispatlarındandır. Divan-ı Hümayun'un devşirme şairi Hafız Ahmet çelebi, ''Sakın Türk'ü insan sanma / Bir an bile olsa Türkle birlikte olma / Türk eline şeker olsa o şeker zehir olur / Türk'ün başını keserken sakın gam yeme / Babanda olsa Türk'ü öldür.'' dizelerinde Türklüğe olan kinini ve nefretini olanca hıncı ile kusmuştur.


Osmanlı padişahlarından II. Bayezıt kullanmış olduğu ''Adli'' mahlası ile yazdığı dizelerinde; ''Değme etrak ne bilsin gam-ı aşkı Adli / Sırr-ı aşk anlamaya hallice idrak gerek'' Yani, ''Türkler ne anlar aşktan Adli / Aşkın sırrını anlamaya epeyce akıl gerek'' diyerek, Osmanlının Türklüğe tavrını ve bakışını bakışını yansıtmıştır.

Türk çocuklarına ''Muhteşem uluğ Türk'' diye dayatılan Kanuni'ye Osmanlı'nın divan edebiyatının önde gelen şairlerinden Baki'nin bizzat yazıp sunduğu dizelerinde 'Her tac olmaz fahr-u fena ehline sertac, Türk ehlinüney hace biraz başı kabadır'' Yani, ''her taç yoksulluk ve yokluk ehline baştacı olmaz. Ey hoca Türk toplumundan olanın başı kabadır, sultan olma yeteneğinden yoksundur'' demiş, muhteşem(!) Kanuni'de bu dizeleri ödüllendirmiştir.

Türklüğünün övüncünde ve bilincinde olduğu yönünde anlatılan Osmanlı'nın son padişahı Vahdettin'e ait bildirilerden birisinde "Türkler dini, kavmiyeti, vatanı meşkuk (kuşkulu...) ve mahlud beş-altı milyonluk cahil bir kitledir." Türkçe'si; "Türkler; dini, soyu sopu, yurdu belirsiz karmakarışık cahil bir topluluktur" sözleri yer almıştır.

Osmanlı'nın padişahlar'dan başlayarak idari mekanizmanın tamamen devşirmelerden oluşması sebebi ile; Türklüğe karşı her zaman hasmane tutum ve davranış sergilenmiş ve Osmanlı'nın resmi yazıcıları ve divan edebiyatı'nın önde gelenleri Türklüğe, 'Türk-ü sütürk' (azgın Türk), 'Türk- bed lika' (çirkin yüzlü Türk), 'Etrak-ı bi idrak' (anlayışsız-akılsız Türk), 'Nadan Türk' (kaba, cahil Türk), 'Eşirra-Etrük' (şerli çok kötü Türk), Kızılbaş-ı evbaş (kızılbaş rezili), Etrak-i na-pak (pis, murdar Türk), Ekrad-ı bi akl u din , cemaat-ı kallaş gibi şimdi aklı başında olan hiç bir Türk'ün kabul etmeyeceği hakaretler ile saldırmışlardır.

Buna karşılık Saray ve devşirmelerin zulmü altında inleyen Türklük cephesinin hislerine derman olacak halk ozanlarından gayrısı olmadığı için; Osmanlı'nın Türklüğe, Türklüğün Osmanlı'ya bakışını Türklüğün sinesinden çıkmış halk ozanları ifade etmiştir. ''Şalvarı şaltak Osmanlı / Eğeri kaltak Osmanlı / Ekende yok biçende yok / Yemede ortak Osmanlı'' sözleri, Türklerin kendisini can, kan ve mal vergileri için hatırlayan Osmanlıya olan isyanlarının göstergesidir. Dadaloğlu'nun ''Belimizde kılıcımız kirmani / Taşı deler mızrağımın temreni / Hakkımızda devlet etmiş fermanı / Ferman padişahın dağlar bizimdir.'' ya da ''Aşağıdan iskan evi gelince / Sararıp da gül benzimiz solunca / Malım mülküm seyfi gözlüm kalınca / Kaypak Osmanlılar size aman mı?'' dizeleri; Osmanlı'nın keyfi idaresine karşı başkaldırı ifadesini taşımaktadır. Nitekim, Türklüğü hakir gören saraya karşı, ağır vergilerin de sebep olduğu ekonomik nedenlerden dolayı çıkan Celalî isyanları, Dadaloğlu'nun sözlerinin vuku bulmasından başka bir şey değildir. Yalnız, acıdır ki; -acaba milletin derdi nedir diye sormadan bu isyanların bastırılması yine devşirmelere, isyanları bastırma da kullandığı metodlardan dolayı Kuyucu lakabını almış Hırvat asıllı Murat Paşa gibi kan emici soysuzlara verilmiş, ortaya çocuk yaşta ki Türklerin dahi katledilip kuyulara doldurulduğu acı bir tablo çıkmıştır. Kuyulara atılıp katledilen çocuklardan bir tanesi; Osmanlı'nın kuruluş aşamasında bulunan Konuralp, Samsa Çavuş, Karamürsel'in öz torunu olup olmadığını kim bilebilir ya da bunun böyle bir ihtimal dahi içermesi yüzünden olayların akışını hangi Türk evladı onaylayabilir ki?.. Ya da II. Murat'ın Karaman Beyliği'ne yaptığı seferi yorumlayan Âşıkpaşazade'nin ''o yıl doğan çocukların babası belli olmadı!..'' sözlerinde tarif ettiği Türk'e takınılan gaddar ve hasmane tavrı?..

Soy bakımından ırken Türklük'den çıkmış padişahlarını bir kenara koyarsak; Türklüğün uğradığı zulmün başlıca sebeplerinden olan ve devlet kademesinden Türklüğün uzaklaştırılmasına ön ayak olan devşirme sisteminin temellerini I. Murat atmış olmasına rağmen, Fatih Sultan Mehmed bunu devlet politikasının birincil önceliğine oturtmuştur. Devşirme politikasını sistemleştirmiş, gayri Türklere açtığı payitaht kapısını, cephede savaşmak dışında Türklere neredeyse tamamen kapatmıştır. Bilhassa kendisini yetiştiren hocaları Akşemseddin ve Molla Gürani hocaları dahi; bu duruma içerlemiş Çandarlı'nın idamı ve arkasından gelen politikalar yüzünden Fatih ile araları açılmış, bir daha eskisi gibi olmamıştır.


Osmanlı'da Türklük açısından üzüntü ve elem verici bir diğer olay da payitahtın yanı sıra Anadolu'nun kapıları fethedilen bölgelerin gayri Türk halkına açık olduğu halde; Türklere kapalı olmuştur. Orta Asya'dan dalga dalga gelen Türkmen nüfusu Osmanlı'yı var etmesine rağmen, iktidarı ve yönetimi Osmanlı hanedanlığının ırken Türk olmamaları ve de devşirme sistemi ile gayri Türklere kaptırmalarının sonucu, kendilerine ihtiyaç kalmadığında da istenmeyen konumuna düşmüşlerdir. Süslü vaatler ve de tanınan haklar sebebi ile; belli bir kesimi devşirme hanedan yanlısı olup; Osmanlı'nın savaş gücünü oluşturmuş olsa da, esas kütle Osmanlı'nın despot ve keyfi idaresi altında yüzyıllarca ezilmiş, horlanmış ve aşağılanmıştır. Payitahtı sağlama almak ve de Türklüğü Anadolu'dan uzaklaştırmak için icat olunan ''zorunlu iskan politikası''ndan nasibini alan Türkmen feryatlarının izlerine bugün bile hala yaşamımızda rastlayabiliriz. Sözlü Halk edebiyatımızın temelini oluşturan ozanlarımızın deyişleri, Türklüğün uğradığı zulüm karşısında şekillenmiş ve bugünümüze ulaşmış durumdadır. ''Barak'' ve ''Bozlak'' diye bilinen en hüzünlü Türkülerimizin seslendirmesini oluşturan tür, içerisinde; Osmanlı'nın politikalarının vermiş olduğu yüzlerce yıllık ıztırabın hüznünü saklamaktadır. Zorunlu iskana uğrayıp kısmen yaşanabilir bölgelere sürülen Türklere göre Beğdili obalarının Rakka'ya sürgün edilmesinin yeri, zulüm ve eziyet açısından apayrıdır. Rakka çöllerine sürülüp yaşam koşullarına dayanamayan Beğdili obaları, Anadolu'ya geri gelmek istedikçe gayri Türk'e hoşgörülü olup Türk'e gaddar olan Osmanlı'yı bulmuş, çöllerde kırıldığı yetmez gibi, Osmanlı'nın devşirme idarecileri elinde kırılmış, dökülmüştür. Tarihi yazan millet olduğu için, milletin bağrından çıkmış ozanların halkın durumunu yansıtan deyişleri dönemin koşullarını ve şartlarını yeteri kadar açıklamaya yetecektir.

Rakka çöllerine dönmeleri, aksi durumda kılıçtan geçirileceklerine dair ferman çıkan Beğdili Türkmenlerinin bu duruma yorumu Dadaloğlu'nun dizelerinden farklı olmamıştır.

''Oradan geçirdi sürdü Colab’a
Seksen dört bin hane gelmez hesaba
Deve koyun insan çoktur kalaba
Susuz hayvan inileşir çöllerde''

''Muslu Beyden Firuz Beye bir selâm
Yahşiyle yamanı seçelim demiş
Düşmanı tutalım verelim ele
Gelin biz bu candan geçelim demiş
Bu kanı çöllere saçalım demiş.''

Sonucu, Osmanlı'nın devşirme idarecilerinin ucundan Türk kanı damlayan kılıçları belirlemiştir.

''Uyan Şahin Beyim dön bak ardına
Hoyrat girdi aslanların yurduna

Rakka'da Colab'a döküldük yola
Kesilen kelleler gelmiyor dile
Suçumuz ne idi sürüldük çöle.''

''Badilli de katil kuvvet bezince
Osmanlı da fermanını yazınca
Yusuf Paşa suçsuzları ezince
Bu dertlere dayanamam ben kuğu..''

''Misis'den göçünce Irakka yolu
Anavarza üstü Bayındır eli
Perişan düştü de koca Beğdili
İstanbul belimiz kıran değil mi''

Osmanlıcı tarihçiler Osmanlı'nın zorunlu iskan politikasını ''fethedilen bölgeleri Türkleştirme'' olarak açıklasa da, padişahlarından başlayarak Türklüğe hakaret edip, hakir gören Osmanlı'nın herhangi bir bölgeyi Türkleştirmek istemesinin mantıklı izahati yoktur. Zira, varoluş nedenini ''Hilafetin yücelmesi'' olarak açıklayan Osmanlı'nın, İran ve Irak bölgesinden ard ardına göç eden kürt aşiretlere kucak açıp yurtluk ve sancak vererek payitahtın kalbi Anadolu'nun bir kısmını kürtleştirip fethettiği yerleri Türkleştirmek istemesinin tutarlı dayanağı yoktur.


Başlangıçta bozkırın bozkurt soylu çocukları tarafından kurulmasına rağmen yönetimi ele geçiren devşirmelerce Türklüğü hasım belleyen Osmanlı devleti ve ''Uluğ'', ''Bilge'', ''Hazret'' diye yere göğe sığdırılamayan Osmanlı padişahları ile Osmanlı'da Türklüğün durumu ne yazık ki, budur!

Unutmak tükenmek olacağı için Türk evlatları bu gerçekleri unutmayıp, aynı hatalara düşmenin Türklüğün sonu olacağının bilinci ile Osmanlı gibi belaya bir daha geçit vermemelidir!

Oğuz Şad

Alintidir: http://www.turkcuturanci.com