1. yüz (Toplam 1 yüz)

Millî Mücadele'nin Bir Öncüsü Mustafa Necati

İletiGönderilme zamanı: Cum Oca 02, 2009 18:17
gönderen Ram
Millî Mücadele'nin Bir Öncüsü Mustafa Necati

Zeki ARIKAN


ORTAM

Mustafa Necati'nin doğup büyüdüğü İzmir, Milli Mücadele'nin kilit noktalarından biri olmuştur. 15 Mayıs 1919 felaketi Türklerin ulusal vicdanına yepyeni bir uyanışın kıvılcımlarını ateşlemiş ve Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın komutasındaki Türk Ordusu. 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir'e girdiği zaman artık burası vatanın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.

İzmir herşeyden önce bir ticaret şehriydi. Buranın ticari önemi başla salnameler olmak üzere dönemin belli başlı kaynaklarında dile getirilir ve bununla ilgili sayılar verilirdi. Sözgelimi 1325 (1909) yılında basılmış Memalik-i Mahnısa-i Şahaneye Mahsus Mükemmel ve Mufassal Atlas'ta1 İzmir hakkında şu satırları okuyoruz: "230.000 nüfusu havi ve makarr-ı vilayet olup Memalik-i Osmaniye'nin Dersaadet'ten sonra ikinci şehridir... İzmir'in ticaret-i umumiyesi senevi 5.600.000 lirayı Osmani raddelerinde olup limanında Avrupa'nın meşhur seyr ü sefain kumpanyalarının acentaları bulunduğu gibi limana her gün pek çok sefain girip çıkmakladır".

İzmir ticaretinden en büyük payı yabancılar ve onların aracısı durumunda bulunan gayrimüslimler alıyordu. Çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını İzmir'de geçirmiş olan Halil Ziya Usaklıgil1, çarpıcı bir dille bu gerçeği şöyle anlatmaktadır:
    "İzmir'le alakası olan büyük bir Anadolu parçasının bütün elde etlikleri gelir. Yemiş Çarşısından başlayarak Gümrük yakınlarına kadar geniş bir alanını doldururdu ve bu alanın içinde dünyanın her tarafından akın etmiş çeşitli bayraklara bağlı yabancılarla yine dünyanın neresinden çıktıkları belli olmayan fakat öteden beri İzmir'de kurulu oldukları bilinen, ceplerinde çeşitli hatta birkaç tabiyel varakaları ile sanki Frenkler ve bunların arasında Rumlar, Ermeniler hele Musevilerden meydana gelmiş bir mahşer kaynaşırdı. Bir kovan ki arıları vızıldayarak her vakit toplanacak balları kursaklarından taşacak kadar emerek sonu gelmeyen bir çalışma içinde dönerdi. Sonra şurada burada tek tük Türk mağazaları vardı. Buralarda misafirle rine bol bol kahve ve çay ikram eden, işlerinin bütün hareket ve uğraşma güçlerini gerektiren kısımlarını yanlarında çalışan yine çeşitli milletlerden gençlere bırakmış 'Efendiler' vardı. Anadolu'nun en zengin kaynağından İzmir'e kadar gelen mahsul her tarafı delik deşik, çürük çatlak bir su borusu gibiydi ki yolu üzerinde sıza sıza sonunda varacağı yere bir sicim kalınlığında varmış bulunurdu. Bu sicim de yabancılann cebinde gittikçe kabaran bir yumak meydana getirirdi. Ziraat Bankası ne yapardı? Onu anlamak için vilayetin resmî gazetesini baştan başa dolduran satılığa çıkarılmış tarlaların ilanlarını görmek yelerdi...''

Vilayetin Türk köylüsü hemen hemen her yerde faizcinin, selemcinin, tefecinin, murabahacının ve Rum bakkallarının insafına terkedilmişti. Kâmil Paşa'nın Aydın Valiliği sırasında (1895-1907), köylülerin kendi aralarında birleşerek birer kooperatif kurmaları ve bu ekonomik bağımlılığı parçalamaları yolundaki çabaları ve bu çabaları destekleyen Ahenk gazetesinin öncülüğü de bir sonuç vermedi3. Sözün kısası imparatorluğun bu en zengin vilayetinde Türk nüfusu fakirlik, sefillik ve eğitimsizlik içinde yüzüyordu. Bezmi Nusrel Kaygusuz4, o tarihlerde daha doğrusu XX. yüzyılın başlarında, İzmir Türklüğü'nün içinde bulunduğu durumu şöyle dile getirmekledir:
    "Türklüğün düştüğü dereceyi acz ve sefaleti düşündükçe içim sızlıyordu. Şimdiki gençler o zamanki halimizi tahayyül dahi edemezler. İzmir, âdeta bir Rum ve ecnebi şehri idi. Herşey onların elinde bulunuyordu. Onlar bizim memleketimizde hür ve mesut, refah ve saadet içinde yaşardı. Biz kendi vatanımızda esir ve muztarip olarak yaşıyorduk. Onların evlerinde piyanolar çalınır, kanaryalar öterdi. Bizim fakirhanelerimiz her gün ah ve figan ile dolardı".

1912 yılında Türk Yurdu'nda5 "İzmir ve Türkler" başlığını taşıyan imzasız bir yazı çıkmışıtı. Ziya Somar6 bu yazının Türkçü Necip tarafından yazıldığını belirtmekledir. Bu yazı, Frenk mahallesi ile Türklerin yaşadığı barakalara benzeyen evlerle dolu mahalleler arasındaki dengesizliği açıkladıktan sonra şöyle devam etmektedir:
    "Şu acele bakıştan anlaşılır ki İzmir'in bir kısmı zengin ve müterakki, mühim bir kısmı ise fakir ve ıslaha muhtaçtır... İzmir, ticaret şehridir. Maateessüf (yazık ki) sair yerlerimizde olduğu gibi bu kadar mühim bir serveti ecnebiler yutuyor. Bu yutma ameliyesinde Rumlar, Yahudiler de lokmalarını alıyorlar. Fakat en büyük parçalar, harice akıyor... Türkler şehirlerinin ticaretinden tamamiyle binasiptirler. Çünkü hepsi memur, katip efendi ve işçidir. İşsizler, her sene bir iki ay Aydın vilayetinin ruhunu teşkil eden incir mahsulünde iş bulmasalar, bilmem ki bu biçareler ne yapacak?..

    Yarım milyona karib bir nüfusu besleyen bu azim şehrin medeni köyleri de var. Karşıyaka, Bornova, Buca... Baraları Tatlısu Frenkleriyle dolmuştur ve terakki etmiştir... Türklük burada tembel bir hayat içinde yüzüyor. İnsan, yollarda dağınık, perişan duran yüzbinlerce saf hamalları, işsiz sağlam vücutlu Türkleri gördükçe ağlayacağı geliyor. Çünkü İzmir gibi bir şehrin Türkleri bu halde ise, Anadoludakiler kimbilir ne haldedir?..
    "

İzmir'in Kordonboyu, ticari kuruluşlar, bankalar, acenkalar, kahvehaneler, kulüpler, birahaneler ve sinemalarla dolu idi. Kordon'un hemen arkasında bütün Frenk zenginlerinin "mükellef ve muhteşem kaşaneleri" uzayıp gidiyordu, buradaki hamalların çoğu Türktü. Ancak İzmir'de vaşayan diğer Türklerin buraya girmesi, burada gezmesi pek olağan değildi. Nitekim aynı tarihlerde Anadolu Gazetesinin sahip ve başyazarı Haydar Rüştünün eşiyle birlikle bir fayton içinde Kordon'da görünmesi bir 'medeni cesaret' örneği sayılacak kadar önemli bir olaydı7.

İzmir ve Batı Anadolu'nun bütün zenginliğini tüketen, bütün nimetlerinden yararlananlar bu şehirde kültürel bir üstünlük kurmakta da gecikmediler. Açıkça belirtmek gerekir ki Türkler uzun süre bu kültürel üstünlüğe karşı koyabilecek ve onunla rekabet edebilecek bir durumda değillerdi8. Yabancı ve yerli azınlıkların matbaaları, gazeteleri, okulları bu üstünlüğün belli başlı araçları olmuştur. XIX. yüzyılın ortalarından 1928 yılına, daha doğrusu harf devrimine kadar İzmir'de basılan Türkçe kitapların sayısı ancak 500 dolaylarında bulunmaktadır9. 1870'li yıllarda çıkan Devir ve İntibah gazeteleri de ne yazık ki uzun ömürlü olmamıştır. Halit Ziya, İzmir'deki yabancı okulların durumunu canlı bir tablo halinde çizdikten sonra şunları yazmakladır10:
    "Bu çeşitli milletlerin mekteplerinden her yıl lise 'ahsili- n derecelerini aştıktan sonra İzmir'in çalışma yerlerine atılan yüzlerce genç vardı. Bir yandan bankalara, ticaret evlerinde, ailelerinin işlerinde hayat savaşı için ellerinde olan silahları denerken bir yandan da deneme devresini geçirenler bu şehrin gürültülü ticaret âlemini başka bir taraftan giriş imkânı bırakmayan çelik bir ağ gibi örerlerdi... Her şeyden önce pratik hayat için ne lazımsa onu öğrenmişlerdi: 'Birkaç dili
    söylerler, yazarlardı'. Yalnız bir şey bilmezlerdi: 'Türkçe'...
    "

Ya Türk çocuklarının, gençlerinin durumu? Halil Ziya'ya kulak verelim:
    "Bu bilgi müesseselerine karşılık işte Türklerin erkek çocukları için her sınıfı bir hocaya verilmiş, aralarında Türkçe için bütün sınıflara ders veren bir muallimle bütün talebesi ancak yüze varan ve son sınıftan senede nihayet sekiz-on gence diploma veren bir rüştiyesi vardı11..."



[1] Mehmet Nasrullah, Mehmet Rüştü, Mehmet Eşref. İstanbul, 1325, 56-57.
[2] Kırk Yıl, İstanbul. 1969, 138-139; Nurdoğan Taçalan, Ege'de Kurtuluş Savaşı Başlarken. İstanbul, 1970, 79-92.
[3] Ziya Somar, Yakın Çağların Fikir ve Edebiyat Tarihimizde İzmir. İzmir, 1944, 113-124; Zeki Arıkan, "İzmir'de İlk Koopeatifleşme Çabaları", tarih İncelemeleri Dergisi, IV (1989), 31-42.
[4] Bezmi Nusret, Bir Roman Gibi. İzmir, 1955, 16.
[5] 1 (1327-1328), 209-211.
[6] "İşgale Doğru İzmir'de Kültür". Edebiyat Dostları, 1/1 (1987), 12-14.
[7] Haydar Rüştü Öktem, Mütareke ve İşgal Anıları (Haz. Zeki Arıkan), TTK yay.: Ankara, 1991, s. 1
[8] Ziya Somar, Yakın Çağların Fikir ve Edebiyat Tarihimizde İzmir, IV.
[9] Erkan Serçe, İzmir'de Kitapçılık (Başlangıçtan Harf Devrimine), Dokuz Eylül Üniversitesi ATATÜRK İlkeleri ve İkılâp Tarihi Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, 1990 (basılmamış).
[10] Kırk Yıl, 83-84.
[11] Kırk Yıl. 84.

Devam edecek...

İletiGönderilme zamanı: Cmt Oca 03, 2009 19:21
gönderen Ram
MUSTAFA NECATİ

İzmir'in üzerine çöken bu sisli havayı dağılmak için birkaç zeka kendi varlıklarının bağımsızlık duygusuyla yolu çıkarak bir uyanış hareketinin öncüsü oldular. Bu gençler Ziya Somar'ın anlatımıyla; "Avrupa tesiri, İzmir'de olduğu sürülecek malların açık ve kolay bir pazarı olmaktan, işte bu birkaç zekanın kuvvetiyle kurtuluyor ve bu pazar yerinde, bir şehrin düşünen, isteyen, yaratan, yapan has dehası yükseliyordu12. Halit Ziya. Tevfik Nevzat gibi gençlerin öncülüğünü yaptığı bu hareketin özü, bir pazar yerini, bir liman şehrini bir "vatan" parçası haline getirmekti13.

İzmir'deki Türk unsurunun sosyal, ekonomik ve kültürel uyanışı yönünden İkinci Meşrutiyetin özel bir yeri vardır. Basında bir canlanma gündeme gelmiştir. Ahenk ve Hizmet'in yanında Köylü, İttihat gibi gazeteler yayına girer. Eğitimin önemi kavranmış, bir çok özel Türk okulu açılmıştır14. İzmir'in kültürel varlığını ve birikimini biraraya toplamak ve gelecek kuşaklara aktarmak için 1913 yılında "millî" sıfatını taşıyan bir kütüphane kurulmuştur. Türk sermayesi şehrin ekonomik ve ticari yapısında belirli bir rol oynamaya başlamıştır. Kooperatifleşme alanında emekleme görülmektedir15. İttihat ve Terakki ile bunun yan kuruluşları İzmir'in siyasal yaşamına bir canlılık getirmiştir. Ancak bütün bu alanlarda atılan adımlar yeterli olmamış, Birinci Dünya Savaşı ve işgalle başlayan acı günler İzmir'in üzerine bir karabasan gibi çökmüş ve o güne kadar elde edilen olumlu sonuçlara ağır bir darbe vurmuştur. İste Necati böyle bir ortamda doğdu.

Mustafa Necati'nin İlk Yılları

Mustafa Necati İzmir'de 1834 yılında Eşrefpaşa'da iki katlı bahçeli, teraslı genişçe bir evde doğdu. Babası Darendeli Hacı Hüseyin Paşa'nın torunlarından Abdullah Faik Bey'in oğlu Halit Bey'dir16. Halide Nusret Zorlutuna çocukluğunda ziyaret ettiği ve evinde tam dokuz ay kaldığı Halit Bey, amcası ve onun ailesi hakkında önemli bilgiler vermektedir. Zorlutuna'nın bu unutulmaz anıları arasında Necati'nin çocukluğuna ilişkin çarpıcı birkaç sahne ilgilimizi çekmekten geri kalmıyor;
    "Ben tenha, sade, sessiz bir hayata alışıktım. Kaldı ki ağabeyler biri on, biri onüç yaşında hareketli çocuklardı, kız kardeşleri de onlara uymuştu. Gürültülü erkek oyunları oynarlar, benim de bu oyunlara katılmamı isterlerdi. Ben onlara ayak uyduramazdım. Rahmetli Necati ağabeyim 'nazlı bebek' derdi, galiba için için kızardı. Çünkü bir fırsatını buldu mu beni hırpalamaktan geri kalmazdı. Mesela top gibi havaya atar, tutar, ben feryadı basınca da bırakır kaçardı[color=darkred]17...[/color]"

Necati, ilköğrenimini Burhanü'l maarifte tamamlayarak İzmir idadisine yazıldı. Necati'nin İzmir idadisindeki öğrencilik yıllarına ilişkin en dikkate değer bilgileri bize, onun yakın arkadaşı Mahmut Esat (Çınar) vermekledir18:
    "Onu yirmi sene evvel İzmir idadisinde tanıdım... O son sınıftaydı. Eşrefpaşa'da oturuyorlardı. Mahalle arkadaşlarıyla adeta bir fırka yapmıştı. Trampet çalıp da teneffüse çıktıklarında bir araya toplanırlar, mektebi gürültüye boğarlardı. Galiba bir de marşları vardı. Eşrefpaşalıyız, asarız, keseriz mealinde bir şeydi. Hep bir ağızdan söylerler, herkesi kendileriyle meşgul ederlerdi. Necati bu fırkanın başıydı. Durup dinlenmesini bilmeyen, ele avuca sığmayan bir baş. Biz daha küçükler onu karşıdan hayran hayran seyrederdik, sınıfa giderken ya arkasındaki arkadaşlarına takılır, ya karşıdaki postanın içinde biriyle alay eder ve yahut da merdiven başında bekleyen mubassırla zevklenirdi. O kadar canlı o kadar kanlıydı. Necati'yi böyle bir hava içinde tanıdım."

Mustafa Necati, İzmir idadisini bitirdikten sonra İstanbul Hukuk Mektebi'nde okudu. Buradan mezun olduktan sonra yeniden İzmir'e döndü. Necati burada dava vekili19a ve öğretmen olarak çalışmaya başladı. Kız Muallim Mektebinde öğretmenlik yapmış. Şark İdadisi adı altında açılan özel okulun müdürlüğünü üstlenmiştir. Necati İzmir'de bir eğitici olarak, bir hukuk adamı olarak, ulusal bir bilincin doğumasında ve kökleşmesinde oldukça önemli bir rol oynadı. Balkan Savaşı'ndan sonra konferanslar vermek üzere İzmir'e gelen Ağaoğlu Ahmet, Hamdullah Suphi gibi ünlülerin arasında bulunan Fuat KöprülüRam Not 1, onun kişiliğinde burada ulusal bilinci oldukça yüksek bir gençlik bulduğunu dile getirmekledir19b:
    "Ben İzmir'e ilk defa gidiyorum; arkadaşlar arasında da evvelce İzmir'e gitmiş kimse yoktu. Canlı, hareketli, misafirperver İzmir gençliğinin bize karşı ne samimi, ne parlak tezahürlerde bulunacağını itiraf edeyim ki tahmin edemiyorduk. Daha limana girmeden evvel İzmir gençliği namına hususi bir istimpotla bizi istikbale gelen heyet, ne samimi, ne candan bir muhitte bulunduğumuzu bize anlattı... İzmir'de bir haftadan fazla süren bu misafirliğimizde, hepimiz ayrı ayrı konferanslar verdik, yazılar yazdık; oradaki canlı, ateşli mefkure arkadaşlarıyla düşüp kalktık: 'Millî şuur'un İzmir gençliğinde kuvvetle inkişafına sahit olduk, kalplerimiz istikbal için büyük ümitlerle doldu'."



[12] Ziya Somar, Bir Adamın ve Bir Şehrin Tarihi Tevfik Nevzat, İzmir'in İlk Fikir ve Hürriyet Kurbanı, İzmir. 1948, 6.
[13] Ziya Somar, Tevfik Nevzat, 8.
[14] Mehmet Uysal, II. Meşrutiyetten Cumhuriyet'e Kadar İzmir'de Özel Türk Okulları, E. Ü. Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Bitirme Tezi, 1990 (basılmamış).
[15] Zafer Toprak, Türkiye'de "Millî İktisat", Ankara. 1982, 211-232.
[16] Ahmet Önder, Mustafa Necati Bey ve İstiklâl Mücadelesi Hatıraları, Ankara. 1953, 5: Hüseyin Ragıp Uğural, "Mustafa Necati'nin Ecdadı ve Kimliği", Mustafa Necati Sempozyumu, (9-11 Mayıs 1911 Kastamonu), Ankara. 1911, 184-187. Necati'nin babası Halit Bey, 1892 yılında İzmir'e gelmiş ve orada mülkiyenin ilk mezunlarından Elbistanlı Mustafa Necati Efendi'nin kızı Naciye Hanım'la evlenmiştir. Bu evlilikten 1894 yılında Mustafa Necati dünyaya gelmiş, dedesi Necati Efendi torununun doğumundan 2-3 ay önce öldüğünden, kendisine onun adı verilmiştir. Halit Bey'in Mustafa Necati'den başka Fuat ve Hüsnü adlı iki oğluyla Adviye adında bir kızı vardı. 12 Mart 1926 tarihinde İzmir'de ölen Halit Bey'in ailesi hakkında ayrıntılı bilgiler için bkz. Yeni Gün, 14 mart 1926.
[17] Halide Nusret Zorlutuna, Bir Devrin Romanı, Ankara. 1978, 14-15. Halide Nusret dünyaya geldiği zaman, Necati 7-8 yaşlarında, zeki, akıllı, güzel bir ilkokul öğrencisi imiş. Halide Nusret'in doğum müjdesi İzmir'e ulaşınca Mustafa Necati ile sözü kesilmiş. Bu "beşik kertmesinden" anne ve babalardan başka kimsenin haberi yoktu. Nitekim Halide Nusret, 1907 yılında İzmir'e gidip Necatilerde kaldığı zaman bunu bilmiyordu. Ancak bu sözleşme, hiçbir zaman evliliğe dönüşmedi (aynı eser 129-131).
[18] M. Esat, "Sevgili Necati", Fikirler. 11/31 (10 Ocak 1929), 32-33.
[19a] Necati'nin diğer alanlarda olduğu gibi avukatlığı da başarılarla doludur. Bunlardan bir tanesini burada Çiftçi Necati'nin kaleminden olduğu gibi veriyoruz: "Bugünlerde (mütareke) tanıdığım Torbalı köylüleri bana gelmişti. Torbalı'da Tepeköy Çiftlikat-ı Humayunu diye büyük bir arazi vardı. (Bu arazi geçen sene -1928- Cumhuriyet'in lütfu olarak köylüye verilmiştir). Resmen çiftlik-i hazine-i hassanındı. Fakat köylülerindi. Köylüler körükörüne şehzadegan efendilerin haraçgüzarıydılar. Beni buldular. Bu çiftliği şehzadegan hazeratı! Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nın aza-yı nafizesine kiraya vermişler. Bunlar da köylünün başına bela olmuşlardı. Necati onlarla temas etti. Köylülerin hukunu meccanen müdafayı deruhde etmişti. Bu hususta koca Hürriyet ve İtilaf Fırkası bir Necati'ye râm olmuştu" ("Sen de bu bohçanın içindesin", Fikirler, 11/31 -1929-, 32).
[19b] "Necati'ye Bazı Hatıralar". Hayat, V/111 (1929), 6-7.
[Ram Not 1] Fuat KÖPRÜLÜ, Arı Hareketi (ya da Grubu, Vakfı) kurucusu Kemâl KÖPRÜLÜ'nün dedesinin amca oğludur.

Devam edecek...

İletiGönderilme zamanı: Pzr Oca 04, 2009 22:45
gönderen Ram
Mütareke ve Mustafa Necati

Mondros Mütarekesi'nin imzalanması İzmir'de önce umutla karşılandı. Çünkü dört yıldan beri süren savaş bitmişti. Fakat bu umudun yerini giderek karamsar bir havaya bıraktığı görülmekledir. Mütareke hükümleri açıkça çiğneniyor, İzmir'in üzerinde kara bulutlar dolaşıyor, şehirdeki gayrimüslim azınlıklar sonu gelmez taşkınlıklar yapıyorlardı. Böyle bir ortamda Necati gençleri uyarıyor, İtilaf Devletlerinin işlerine son verdiği Aydın-Kasaba demiryolları işçilerinin haklarını savunuyor, savaştan dönen işsiz güçsüz yedeksubayların sosyal ve ekonomik sorunlarına çözüm arıyor, yaklaşan tehlike karşısında hemşerilerini dirençli olmaya çağırıyordu. Dört yıl süren savaşın getirdiği acılar, açtığı yaralar, sıkıntılar onun güçlü kaleminde en anlamlı ifadesini buluyordu. Mütarekeden bir süre sonra çıkan bir yazısında Necati şöyle diyordu:
    "Harp birçok facialar, sefaletler bırakarak tarihe intikal ettiği şu günlerde, saadet ümidi dilenen çehrelerde yine elemin siyah izlerini yaşıyor. Her masumun yaralanan kalbinden kan yine bütün kuvvetiyle akıyor, her zavallının zehirlenen mevcudiyetinden her gün yine birisi kopuyor. Ne garip cilve-i tali, ne kanlı mukadderat-ı tarihiyemiz var...20"

Bu karanlık tablo karşısında "Bu memleket bizim, toprak ve deniz bizim ve onun üzerindeki hakimiyet-i tarihiye ve hukukiye sabit iken..." İhmal ve kayıtsızlıktan yakınıyor ve şöyle diyordu:
    "Geliniz bu memleketin namus ve millî hukuku ile oynayanlara karşı diyelim ki biz varız. Bu memleket bizimdir. Bu halk bizimdir... Türk saltanası bu memlekette ebediyen devam edecektir..."

Necati, birkaç gün sonra çıkan ve Gençlere Hitap başlığını taşıyan bir yazısında da insanlığın yeni bir döneme girdiği şu sırada Türk gençlerini yeni görevlerin beklediğini anımsatıyor ve onları şöyle uyarıyordu:
    "Gençler: Baltanat uful eder, hâkimiyetler ölür fakat millet ölmez, milliyet boğulmaz. Bilhassa tarihin şanlı sahifelerini işgal eden, bütün cihan sahasında at oynatan bir kavim hiç bir vakit hayattan mahrum edilemez. Bütün beşeriyetin topları ve tüfenkleri başımızda patlasa, bütün hâkimiyetlerin mağrur sadaları kulaklarımızı doldursa yine ürkmeyelim.21"

Böyle bir umut içinde bulunan Necati, 'azim ve inancımızdan' doğacak gücümüzün yarınki aydınlığımızı, mutluluğumuzu yaratacağını da gençlere müjdeliyordu. Mustafa Necati, mütarekede İzmir'de geniş bir örgütlenmenin öncülerinden biridir. Mütarekede İzmir'de kurulan bir takım derneklerin ya kurucusu olmuş ya da bunların oluşumunu desteklemiştir. Gerçekten mütarekeden işgale kadar geçen dönemde İzmir'de pek çok derneğin kurulduğunu ve geniş bir örgütlenmenin gündeme geldiği gözden kaçmamaktadır. Öyle anlaşılıyor ki bu meslek kuruluşlarının amacı, yaklaşan tehlike karşısında bir birlik oluşturmaktı. Bunlardan bir iki örnek verelim. Savaşın bitiminden sonra terhis edilen yedeksubayların aralarında birlik ve dayanışmayı sağlamak amacıyla kurdukları İhtiyat Zabitanı Teavün Cemiyeti bu doğrultuda örgütlenmenin ilk örneği olmuştur. Çok geçmeden Bursa'da da yedeksubaylar arasında, Izmir Ihtiyat Zabitanı Teavün Cemiyeti tüzüğü esas alınarak bir yardımlaşma kurumu oluşturulmuştur.

Mütarekede İzmir'e gelen ve bütün işgal süresince burada kalan, Yunan basın kaleminde müdür ve sansür memuru olarak görev yapan Mihail Rodas, İzmir ve çevresindeki yedeksubayların Vali Nurettin Paşa tarafından örgütlendiğini yazmaktır22. Fakat bize göre bu örgütlenmenin fikir babası Mustafa Necati'dir. Mustafa Necati; işinden, gücünden, okulundan, fabrikasından koparılıp cepheye götürülen bu gençlerimizin, savaşın bitiminde, yorulan dimağ ve vücutlarıyla içimizde dalgın ve ümidsiz dolaştıklarını dile getiriyor, bunların durumlarına bir çare bulmanın ulusal bir görev olduğunu savunuyordu. Necati, İhtiyat Zabitan Himaye Yurdu adıyla bir demek kurulmasını öneriyor, bütün kurum ve kuruluşları bu konuda yardıma çağırıyordu. Ona göre, bu yedeksubayların bir ikisini şuraya buraya yerleştirmek kesin bir çözüm değildi. Çözüm köklü olmalı ve onların asıl mesleklerine dönüşü sağlanmalı, yarım kalan öğrenimlerini tamamlamaları için gereken koşullar hazırlanmalıydı23. İşte onun kurulmasını önerdiği dernek bunu yapacaktı. Bu konudaki yazısının yayımlanmasının üzerinden bir ay bile geçmeden İhtiyat Zabitanı Teavün Cemiyeti'nin kurulması, Mustafa Necati'nin uyarı ve girişimlerinin etkisini açıkça göstermektedir. Bu derneğe bağlı yedeksubaylar, ünlü Maşatlık toplantısında büyük bir rol oynadıkları gibi, Batı Anadolu'da Kuvay-i Milliye'nin örgütlenmesinde de oldukça elkili oldular24.

Necati'nin İzmir'de kurulmasına öncülük etliği ve hatta hukuk danışmanlığım üstlendiği bir başka dernek te İzmir Demiryolları İslam Memuriyetini Teavün Cemiyeti'dir. Mütareke imzalandıktan sonra, İzmir-Kasaba, İzmir-Aydın demiryollarında ve körfez vapurlarında çalışan yüzlerce Türk işçi ve memurun görevlerine haksız yere son verilmişti. Bunların kendi aralarında bir birlik oluşturup haklarını aramalarında Necati oldukça büyük bir rol oynadı. Bu cemiyetin 19 Mart 1919 tarihli Köylü Gazetesi'nde yayınlanan ve Mustafa Necati tarafından kaleme alındığına şüphe bulunmayan bir Muhtıra'sı, İtilaf Devletlerinin müdahalesine karşı yürekli bir çıkışın ilginç belgesidir25. Bu muhtırada, devletin savaş çıkmasından ötürü demiryollarına el koymak zorunda kaldığı belirtiliyor, burada çalışan Türk işçi ve memurlarının dört yıl boyunca diğer unsurlara zarar vermeksizin olağanüstü bir çabayla görevlerini yerine getirdikleri açıklanıyordu. Bu bakımdan bu işçi ve memurların, demiryollarına el koyan İtilaf Devletleri tarafından ödüllendirilmeleri gerektiği halde işlerine son verilmiş olmaları açıkça kınanıyordu: "Bu sebeple her türlü uhud hilafına olarak bu memleketin yerli ahalisini teşkil eyleyen Türk gençlerinin işten çıkarılması" ve onların kazanılmış haklarının çiğnenmesi eleştiriliyordu. Bu belge, emperyalist güçlere karşı yürekli bir çıkışın ifadesidir.

Necati, böylece bir yandan çeşitli derneklerin kuruluşuna öncülük ederken diğer meslek sahiplerinin örgütlenmelerini de alkışlıyor, destekliyordu. Nitekim İzmir'deki doktorlarımızın kendi aralarında birleşip bir dernek kurmalarını Necati şöyle değerlendiriyordu26:
    "Bu meslekî cemiyet öyle görülüyor ki memleketimizi yıkan hastalıklarla mübarezeye başlayacak ve harbin en şedit, günlerinde ateş ve ölüm içinde vazifelerini yapan genç doktorlarımız büyük bir aşkla memleketin geri kalan evlatlarının hayatını kurtarmak için gayret ve himmet gösterecekler, bu suretle memlekette bir faaliyet uyanacak, millî mevcudiyetimiz kuvvetlenecektir."

Kalpleri vatan aşkıyla, milliyet aşkıyla çarpan hassas ve nezih kadınlarımızın öncülüğüyle bir Himaye-i Etfal Cemlyeti'nin kurulmasını da, Necati yürekten alkışlıyordu26.


[20] "Millî Vazifeler (3)", Ahenk, 29 Teşrinisani 1334.
[21] "Millî Vazifeler (4) Bir Hitap Gençlere", Ahenk, 4 Kanunievvel 1334.
[22] "Genç Zabitler", Ahenk, 23 Kanunievvel 1334.
[23] "Genç Zabitler", Ahenk, 23 Kanunievvel 1334.
[24] Kazım Özalp, Millî Mücadele, 1919-1922, I. Ankara, 1985, 9.
[25] Zeki Arıkan, "İzmir-Kasaba-Aydın Demiryolları Çalışmalarının Bir Muhtırası", Tarih ve Toplum, 49, (1988), 52-56. O tarihte İstanbul'da yayınlanmakta olan Memleket Gazetesi de bu muhtırayı olduğu gibi vermiş ve başlığına şu açıklamayı koymuştur (15 Mart 1335): "Haksız Yere İşten Çıkarılan İzmir Şimendiferleri Müstahdemini Düvel-i Mütelife Askerî Murakebe Heyetinden Hakkaniyet İstiyorlar"

İzmir Demiryolları'nda çalışan ve adetleri (3000)'e baliğ olan İssâm memurlarının bilasebep açığa çıkarılarak sefil bırakılmaları bütün Türklerin kalbini cerihadar edecek bir meseledir. Hrap zamanında mafevkalbeşer gayretlerle vazifelerini ifa eden İslâm Memurları Teavün Cemiyeti tarafından Düvel-i Mütelife Askerî Murakabe Heyeti'ne bir muhtıra verilerek, maruz kaldıkları haksızlık ariz ve amik izah edilmiş ve harp esnasında ansır-ı gayrimüslimeye mensup şimendifer müstahdimine Hükümet-i Osmaniye tarafından ilişilmediğine işaret edilerek adalet talep edilmiştir. Mezkur cemiyet haklarının müdafaası için icap eden teşebbüsatta bulunmak üzere İstanbul'a bir murahhas gönderilmiştir. Bu muhtıra sürecini derç ediyoruz."

[26] "Himaye-i Eftal Cemiyeti Münasebetiyle". Ahenk, 12 Şubat 1335.
[27] Göst. yer.


Devam edecek...

İletiGönderilme zamanı: Pzt Oca 05, 2009 21:54
gönderen Ram
Mustafa Necati, İzmir Türk Ocağı'nın etkin bir üyesi idi. Bu ocak, gittikçe yaklaşmakla olan tehlikeye karşı koymak için büyük bir çaba gösteriyor, terhis edilmiş yedeksubaylarla ve işlerinden kovulmuş demiryolu işçi ve memurlarıyla da yakın bir iletişim kurmuş bulunuyordu. Yapılan çalışmalar bir uyarı niteliğinde idi. Muhtıralar yazılıyor, Anadolu'nun Türklüğünü kanıtlamaya çalışan yazılar yayınlanıyor ve toplantılar yapılıyordu. Necati'nin yakın arkadaşı Haydar Rüştü'nün (ÖKTEM) yazdığına göre, işgalden onbeş-yirmi gün önce yapılan bir toplantıda Necati, ilk kez silahlı bir direnmenin (Mukavemet-i müsellaha) zorunlu olduğu üzerinde durmuştur. Haydar Rüştü'nün bildirdiğine göre, Bu ateşli genç diyordu ki28:
    "Tehlike yaklaştı. Rumlar harıl harıl silahlanıyor ve bir şeyler bekliyorlar. Biz ise kalemle, muhtıra ve nutuklarla nümayiş ve alayişle iş görmeğe çalışıyoruz. Bu doğru değildir. Her ihtimale karşı bütün Türklüğün silahlanması icap eder. Ona göre teşkilat yapmalıyız."

Bu öneri toplantıdaki bazı üyeleri ürkütmüş, lehinde ve aleyhinde sözler söylenmiş. Necati de önerisinin oybirliği ile kabul edilemeyeceğini sezdiği için Türk Ocağı yönetim kurulu üyeliğinden çekilmiştir.

Bu son derece nazik günlerde bile Necati, İzmir'in kültürel varlığına katkıda bulunmaktan geri kalmıyordu. Tamamen edebi ve bilimsel nitelikle olan, İzmir'in genç şair ve yazarlarını bir araya toplayan Yeni İzmir Dergisi'ni bu bağlamda değerlendirmek gerekir. O günlerde tamamen Türk hak ve çıkarlarını savunan, fakat işgalden sonra hıyanet yoluna sapacak olan Köylü Gazetesi, Yeni İzmir'in çıkışını kamuoyuna şöyle duyuruyordu29:
    "YENİ İZMİR adıyla çıkan ilmi ve edebi risalenin birinci sayısı dün pek güzel yazılar, yüksek duygularla dolu olduğu halde çıkmıştır. Yazan ve çıkaranları kullar ve bütün okuyucularımıza içten ve gönülden öğütleriz."

İşgalden bir gün önce Anadolu matbaasında basılıp dağıtılan ve Redd-i İlhak Cemiyeti imzasını taşıyan ünlü bildiri de Necati ve arkadaşları tarafından kaleme alınmıştır. 14 Mayıs akşamı Maşatlık toplantısını Mustafa Necati, Haydar Rüştü ile birlikte yüksekçe bir kaya parçasının üzerinden izlediler. Haydar Rüştü anılannda o günkü duygularını şöyle dile getiriyor30:
    "Biz iki arkadaş melal ve sükuti içinde inleyen bu sesleri, çırpınan bu halkı, kanlı ve maceralı bir sabaha doğru ilerleyen karanlık ve kabuslu bir geceyi temaşa eyledik. Bahribaba'daki kalabalık azalınca yanan ateşler kalplerdeki ümidleri gibi sönmeye zeval bulmaya yüz tutunca, bağrışan çağrışan halkın, gümbürdeyen davulların seslen sükuna münkalip olunca biz de oturduğumuz kayadan kalkıp yavaş yavaş Necati'nin yukarı mahallede bütün İzmir Körfezi'ne hakim olan evine doğru yürümeye başladık."


Mustafa Necati'nin Millî Mücadele'ye Katılması

Mustafa Necati, İzmir'in işgaline tanık oldu. Haydar Rüştü ile birlikte saklandıkları evlerinin çevresinin yunan askeri tarafından tutulduğunu gördü. İşgalin ancak beşinci günü İzmir'den çıkabildi. İşgal günü Necati'nin Yunanlılar tarafından yakalanıp öldürüldüğü, parça parça edildiği, yazıhanesinin ateşe verildiği, babasının hapse atıldığı söylentileri İstanbul'a kadar yayıldı. Necati öldürülmemiş fakat yazıhanesi alt-üst edilmişti. O günleri yaşayan Halide Nusret bize şunları aktarıyor31:
    "Güzel İzmir'in İşgali bizi hem millî, hem ailevi iki yönden vurmuştu. Halit Bey amcalar İzmir'deydiler. Necati Ağabeyim, Cumhuriyet Devri'nin Maarif Vekili iken vefat eden Mustafa Necati koyu bir milliyetçi idi. İzmir'de avukatlık yapıyor, durmadan düşman aleyhine, Yunanlılar aleyhine neşriyatta bulunuyordu. Şimdi kendilerinden hiçbir haber alamıyorduk. Yalnız kulağımıza korkunç rivayetler geliyordu; Necati Ağabeyimi Yunanlılar yakalayıp öldürmüşler, parça parça etmişler, yazıhanesini ateşe vermişler, ihtiyar amcamı hapse almışlar. Bu söylentilerin insanı şaşkına çevirdiği sırada zil çalmış ve Halide Nusret'in annesi:

      ─ 'Necatim sen sağ mıydın? ALLAH'a şükürler olsun!' diye ağlayarak onu karşılamıştı. Necati ise kurtuluşunu şöyle anlatıyordu:

      ─ 'Yengeciğim, sahiden bir mucize eseri olarak sağ bulunuyorum. Yunanlılar beni bucak bucak arıyorlardı. Yazıhanemin zemin tahtalarına kadar sökmüşler. Evde her gün bir baskın bekliyorduk.'
    O sırada Almanya'daki öğrenimini yarıda bırakıp dönen kardeşi Hüsnü'nün yanında Vasıf ve Esat (Çınar) kardeşler de Mustafa Necati'ye katıldı. Artık Feneryolu'ndaki Halide Nusret'lerin köşkü gece gündüz büyük bir ateş ve heyecanla kurtuluş çareleri arayan gençlerle dolup taşıyordu. Halide Nusret'in yazdığına göre: 'İstiklâl Savaşı'nın ilk tohumlarının bir kısmı böylece bizim evde hazırlanıyordu ve şimdi anladığıma göre gençler Anadolu ile gizli temas kurmuşlardı. Sonunda hep birlikte Balıkesir'e gitmeye karar verildi.
    "


[28] Haydar Rüştü ÖKTEM, Mütareke ve İşgâl Anıları, s. 63.
[29] Köylü Gazetesi, 12 Nisan 1335.
[30] Haydar Rüştü ÖKTEM, Mütareke ve İşgâl Anıları, s. 76.
[31] Bir Devrin Romanı, s. 126-127


Devam edecek...