1. yüz (Toplam 1 yüz)

TÜRK KÖYLÜSÜ

İletiGönderilme zamanı: Prş Ağu 10, 2017 23:29
gönderen Habip Hamza Erdem
TÜRK KÖYLÜSÜ
‘AdElet’ mi dediniz ?
Türkiye’de çokca ‘hukuk’ üzerine konuşulur ama, eğer nüfus seksen milyon ise seksen milyon adet ‘hukuk’ tanımı yapılabilir.
‘Adalet’ de öyle.
Hele CHP’nin ‘önde gidenleri’, ‘hukuçu’ları dahil, ‘adalet’ terimini doğru dürüst telaffuz bile edememektedirler.
Burada isim vermeyeyim, ama siz konuşmalarına dikkat edin yeter.
Aslında Türkiye üzerine yazmamayı düşünüyordum.
Çünkü ‘ne söylesem boş’!
Zavallı ‘kanaat önderleri’ ve dolaysıyla, yani bu nedenle, zavallı bir toplum.
Türkiye’ye doktor “artık canı ne isterse yiyebilir” raporunu vermiş gibi “ne verilirse yiyor”.
Türkiye’ye ilişkin son bir örnek vererek bu bölümü kapatabilirim: Kayseri eski Belediye Başkanı, “Ben ondan fazla KAÇAK İmam Hatip Lisesi yaptıdım” dedi mi demedi mi?
O, ‘ondan fazla’ derken, on adetten fazla demiş olabilir.
Ancak bir yarışma açılsa, “kim ondan fazla kaçak yapı yaptırdı?” ya da kim ondan daha fazla ‘haksız kazanç yedi?’ ve çok daha önemlisi ‘kim en fazla bu Devlet’in dibini oydu?’ yarışması yapılsa; ortalıkta ‘temiz süt emmiş’ bir tek adet ‘Devletlû’ kalmayabilir.
Şimdilerde bu ‘herif’in ‘Bakan’ olduğu söyleniyor örneğin.
Benim bildiğim Türkiye’de, o ‘herif’ eğer ‘Bakan’ idiyse, aynı gün görevden azledilirdi.
Belediye Başkanı idiyse, görevden alınır ve Cumhuriyet Savcıları da haberi duydukları anda, gece yarısı bile olsa, ‘soruşturma’ açarlar İDİ.
Ben ‘zavallı Türkiye’ dediğim zaman burnundan soluyan yukarıda sözünü ettiğim ‘zavallı’lar, ne deyip ne yazdılar acaba?
Kaldı ki bu ‘çok sıradan’ bir örnektir.
Benzeri ve çok daha vahimlerini bilen biliyor.
Ayhan Oğan’a kızılıyor örneğin; ‘herif’ doğruyu söylüyor aslında.
Ben onyıldır söylüyordum.
Ayhan Oğan’a kızan, özünde ‘kara cahil’in ta kendisidir.
‘Bilinç’ten vazgeçtik, Yürek ve Vicdan yoksunudur.
Hukuk Üzerine
Gelelim ‘Hukuk’ ne imiş neye yararmış, ne olmalıymış ve ne olmuşuna.
Olivier Lacoste, Ekonomi Politik dergisinin 74ncü sayısında, Avrupa Birliği’nin kuruluşunda hem ‘araç’ ve hem de ‘çimento’ olan ‘hukuk’un, sonunda ‘piyasanın aracı’ olduğunu söylüyor (*)
Demek ki, öyle ‘hukuk’ –mukuk demeden önce, bir ‘Hukuk’ var, büyük harfle yazılabilir; bir de ‘kapitalist hukuk’ var, küçük harfle yazılabilir; ayırdetmek gerekiyor.
‘Türk Hukuk’u da olabilir; günümüz ‘Türkiye hukuk’u da..
‘III.Abdülhamit hukuku’ demek çok daha yerinde bir saptamadır, ki Türkiye’nin yukarıda ‘ünvan’larını saydığım kesimleri bunu kavrayamazlar.
Kavrayamamaktadırlar.
Kavrayabilselerdi, yirmibirinci yüzyılda Türkiye’de bir ‘Üçüncü Abdülhamit Rejimi’ olmayacaktı.
Avrupa Normu
Şimdilerde bir ‘moda’ var: ‘Emperyalizm’, ‘Avrupa Emperyalizmi’, ‘Atlantik Sistemi’ vb denilerek ve sözde onlara karşı olunduğu için ‘millî’ olunduğu ‘moda’sı.
Oysa ‘Avrupa Birliği’nin birliği oluşturmak üzere, elli yıldan fazla bir süre boyunca ortaya koyduğu, ‘antlaşma’, ‘düzenleme’ ve ‘karar’ları bir ‘Avrupa Normu’ oluşturmuştur.
Ancak bunlar Avrupa Parlamento’sunun ‘antlaşma’, ‘düzenleme’ ve ‘karar’ları değil, ‘Adalet Divanı’nın yayımladığı ‘hukuksal belgeler’dirler (jurisprudence).
Öyle ki, herhangi bir Avrupa parlamenteri bile, işbu ‘Avrupa normu’ndan bihaber, hatta ona karşıt bir açıklama, yorum veya ‘lakırdı’ edebilir.
Onun bu açıklaması ile Kayseri eski Belediye Başkanı’nın ‘itirafı’ arasında herhangi bir ayırım yoktur.
Eğer ‘millî’ olunacaksa, Avrupalı’dan önce o ‘eskimiş’ Belediye Başkanı’nın ağzının payı verilmelidir.
Bu sonuncu oturduğu yerde otururken, Avrupalı’ya laf yetiştirmeye ‘Hukuksal açı’dan ‘eşşeklik’ denilmektedir.
Ki Türkiye’de en çok yapılan da bu olmaktadır.
Avrupa Hukuku ve Ulusal Hukuk
Kuşku yok ki, ortaya çıkışından buyana, Avrupa Hukuku’nun ‘Ulusal Hukuk’ ve hatta ‘Ulusal Anayasa’lara ‘önceliği’ öngörülmekteydi.
Dahası, salt ‘hukukçu’ların değil ama ‘yurttaşlar’ın da, bu ‘Avrupa Hukuku’nun oluşumunda ‘görüş’ü alınacaktı (Van Gend en Loos kararı, 1963).
Ne yazık ki, yurttaşların ‘görüş’üne ‘doğrudan’ başvurulması, o gün bugündür uygulanamadı.
Ancak bu ‘uygulanmayacak’ anlamında değildir.
Şimdi Avrupalı harıl harıl bu konu üzerine çalışıyor.
Sadece bu değil, Avrupa Hukuku’nun ‘Ulusal Hukuk’ üzerindeki ‘doğrudan etkisi’ de, sanıldığının aksine, örneğin Fransa’da % 10’u geçemedi.
Demek ki, Avrupa Birliği’ne girmek demek, eğer gerçekten ulusal bir ‘Hukuk’unuz varsa, ‘Brüksel’in ‘boyunduruğu’na girmek demek olmayabilmektedir.
Yeter ki, ‘Ulusal Hukuk’unuz ‘Evrensel Hukuk’a aykırı olmaya.
Öte yandan, ‘Avrupa Hukuku’nun bir başka ‘amaç’ı da ‘globalleşme’ye karşı ‘hukusal bir önlem’ almak ve olabilirse Avrupa’ya özgü bir ‘ekonomik model’in kuruluşuna yardımcı olmak (idi).
Ne var ki, terörizmden gıda sağlığına, finansal işlemlerden vergilemeye, çevre sorunlarından göç sorunlarına, sığınmacılardan yolsuzluklara, sınırötesi suçlardan telif haklarına değin bir dizi alanda hukukun globalleştiğini görüyoruz.
Hukukun globalleşmesinde ‘ABD normu’ Avrupa’ya oranla daha baskın gelmektedir.
Bununla birlikte, örneğin Zarraf ya da Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı olayında olduğu gibi, Dr Recep’in korumaları konusu da, ABD ‘emperyalizm’i değil, ‘globalleşen hukuk’ bağlamında ele alınmalıdır ve öyle a-lı-na-cak-tır.
Yani, buralardan ‘millîlik’ türetmeye kalkışmak, ‘hukuksuz bir millîlik’ türetmek demek olacaktır. Ki isterse ‘norm’unu koyan ABD olsun.
Benim için Dr Recep’in ‘uluslararası’ mı dersiniz, ‘globalleşen’ mi farketmez, ‘hukuksal’ olarak yargılanacağı gün, ‘15 Temmuz’daki gibi sokaklara çıkmak sözkonusu olmaz.
Velev ki sokaklara dökülenlerin elinde ‘Türk Bayrağı’ olsun..
Burada, kimi aklı evveller, onu ‘emperyalizm’e bırakmayız biz yargılayacağız diyebilirler.
İşte böyle söyleyenler ancak ve sadece kendi kendilerini aldatmaktadırlar.
Kaldı ki, adamın yargılanacak ne ‘suç’u var diyenler de çoğunlukta.
Bunlara da ‘Emperyalizm’in sırtına bindikleri denilebilir.
Senin ‘Devlet’in, özünde, ‘Devletin cari açığını kapatıyor’ dediğin ‘herifin Devleti’dir, ama sen ayırdında değilsin.
Buna ‘Halk Bankası’ da dahildir, Ziraat Bankası da..
Benim ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’m ise, Katar Emirliği konumuna düşürülmüştür.
Ve sen benim yazdıklarımı anlamaya çalışmak yerine, bana ‘bilinti’ ve ‘kuruntu’ satmaya kalkmaktasın.
Elinde de Atatürk posteri.
Atatürk kadar başına taş düşsün, ne diyeyim..
Hulusi’ye ‘Genelkurmay başkanımız’ diyen emekli-muvazzaf subaydan ‘Türk subayı’ olmaz diyorum, bana kızılıyor.
Sen havanda su dövmeye devam et o halde.
Eğer zerre kadar onurun varsa ‘gözün açık gidersin’.
Değilse, zaten sorun yok..
Vatan yahut Hallüsinasyon
‘Vatansever’miş.
Burada, Vatan ya da Türkçesiyle ‘Yurt’, ‘Devlet’, ‘Ülke’, ‘Millet’ ve ‘Ulus’ kavramlarını deşmenin bir yararı yok.
Malby’nin sözünü bir kaç kez yazdım: “Fransa sana ait değildir asıl sen ona aitsin”!
Geçenlerde bir arkadaşımdan duydum; Türk köylüsü de, binlerce yıldır “Bu toprak sana ait değil, asıl sen ona aitsin” diyerek gelmiş.
Ben Türk köylüsünün Aydınlanma filozoflarından ve ‘Büyük Devrimci’ Malby kadar bilinçli olduğuna şaşırıp kalmadım değil.
Şimdi bana bu ‘Türk köylüsü’nden, ilaç için bir adet bulup gösterebilir misiniz?
İşte yeniden-yaratılması gereken bu ‘Türk köylüsü’dür diyeceğim.
Aydın ve bir kadar önemli ‘Türk subayı’ndan önce..
Çünkü bunların babayiğidi ‘Devletimizi yıktırmayız’ diyor.
Kendisi ‘yıkıntı’nın içinde, ‘harabe’den bağırıyor; ‘Şu cennet vatanın uğruna’ falan..
Senin ‘Vatan’ ya da Türkçesiyle ‘Yurt’, ‘Devlet’, ‘Ülke’, ‘Millet’ ve ‘Ulus’ dediğin Dr Recep’in çiftliği, sen ‘oraya aitsin’ anladın mı cancağızım?
Başına Osman Gazi Köprüsü kadar çimento ve demir dökülsün e mi?
Kayseri Belediye Başkanından ‘Bakan’ın olsun, Zarraf’tan ‘Maliye Bakanı’n, Halk Bankası Genel Müdürü’nden ‘bürokrat’ın olsun.
Merve Kavakçı’dan Büyükelçin olur inşa’allah.
Ee vallahi Fetullah Gülen’den de Diyanet İşleri Başkanı yakışır sana.
Sözde ‘karşıymışsın’.
Tahmin değil kesinlikle söylüyorum; 81 ilin ‘Vali’sinin Fetullah Gülen’den ‘zerre kadar’ farkı yoktur.
Sen önünde ‘Bizim Yaşar’ gibi amuda mı kalkarsın, yoksa ‘Sizin Yaşar’ gibi ‘Darbe’sini mi önlersin, bilemem.
Bu bölümü toparlayacak olursam; diyeceğim o ki; madem ki, bir ‘’Vatan’ ya da Türkçesiyle ‘Yurt’, ‘Devlet’, ‘Ülke’, ‘Millet’ ve ‘Ulus’a ‘sahip olunamıyor’ ancak oraya ‘ait olunabiliyor’; ben senin ‘Vatan’ ya da Türkçesiyle ‘Yurt’, ‘Devlet’, ‘Ülke’, ‘Millet’ ve ‘Ulus’una ‘ait değilim’, tamam mı?
Benim ait olduğum ’Vatan’ ya da Türkçesiyle ‘Yurt’, ‘Devlet’, ‘Ülke’, ‘Millet’ ve ‘Ulus’, Mustafa Kemal’in kurduğu ‘Devlet’, kurtardığı ‘Yurt’ ve onu ‘Ata’sı olarak kabul eden ‘Ulus’tur. Anlıyor musun?
Çünkü bende ‘aidiyet’ime karar verecek olan bir benlik var.
Kurt kapacak olsa da ‘sürü’den ayrılmayı göze alabiliyorum demektir.
Bizim oralarda Kayseri Belediye Başkanından ‘Bakan’, Dr Recep’ten bilmem ne, Hulusi’den genelkurmay başkanı olmaz.
Sense biraz daha Rubin-Mubin hatmet istersen.
Ben senin bulunduğun ‘yer’i görüyorum ve istesen de ‘birlik’te olamayız.
‘Batak’tasın, ‘harabe’de, ‘enkaz altında’sın çünkü.
Ekonomi Politik’teki yarar/maliyet hesabına göre, senden bana ‘yarar’ gelmesi şöyle dursun, sen benim yapacaklarımın ‘maliyet’ini artırmaktasın.
Sen ‘karşı safta’sın.
Tam da ‘emperyalizm’in istediği yerde.
Gece gündüz ‘emperyalizm emperyalizm’ diye sayıklıyorsun; emperyalizmin en sağlam ‘güvence’si sensin aslında.
Dr Recep’le birlikte ‘emperyalizm’e karşı mücadelene devam et öyleyse..
Don Kişot’u geçeceksin bu gidişle.
Kapitalizmin Hukuku
Yukarıda ‘Kapitalist Hukuk’ demiştik, açalım biraz.
Karl Polanyi’nin Büyük Dönüşüm (La Grande Transformation) kitabı Türkçe’ye de çevrildi sanıyorum.
Polanyi diyordu ki; “Bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler” esprisi, felsefesi de diyebilirsiniz, doğal-moğal değildir.
Oysa, bugün bile, ekonomi okuduğunu ileri süren herkes bu esprinin doğal olduğunu sanır.
Öyle öğrenmiştir, üzerinde düşünmeye zamanı olmamıştır da ondan.
Peki bunun ‘hukuk’la ne ilgisi var diye sorulabilir.
Şu ilgisi var; eğer gerçekten ‘şeyler oluruna bırakılacak olsa’ idi, yani ‘bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler’ esprisi uygunacak olsa idi, ‘serbest piyasa’ diye birşey kesinlikle olmayacaktı.
‘Serbest piyasa’yı kuran da yaşatan da ‘Devlet’ olmuştur.
Devlet demek, küçük harfle hukuk demektir; yasa koyan ve kaldıran.
19.yüzyılda ‘gümrük tarife’leri, ‘dışsatım primleri’, ‘ücret’lerin belirlenmesi yoluyla Devlet, yani hukuk, ekonomi bilen bilmeyen herkesin taptığı ‘serbest piyasa’yı doğurdu.
Kapitalizmi doğurdu da denilebilir.
Ve, bu süreç, aynı zamanda toplumların parçalanmasına yol açtı.
Devlet-Ulus’lar da böylece doğmuş oldu.
‘Benim çiftçim, benim sanayicim, benim tüccarım, benim işçim’ giderek ‘benim milletim’ oldu.
Böylece diyor Polanyi, toprak da emek de ‘mal’a dönüştü.
Sermaye doğuştan ‘mal’ idi, döndü ‘toprak’ ve ‘emeği’ de hem ‘mal’ yaptı ve hem de ‘kendi malı’ yaptı.
İşte size ‘Büyük Dönüşüm’.
Ancak ve ne var ki, bu öylesine ‘diyalektik’ bir süreçtir ki, bir yandan ‘kapitalizmi’ doğururken bir yandan da ‘kendi zıddını’ doğurdu.
Zıddına da ‘Sosyalizm’ diyelim.
Şimdi, konudan uzaklaşmadan, söyleneceği söyleyecek olursak; günümüzde en liberal devlet en korumacı devlettir diyeceğiz.
Bu öylesine bir ‘birlik’tir ki, ‘sosyal devlet’e geçişi frenlemektedir.
‘Komünizm istenirse onu da biz getireceğiz’ demek gibi bir şey.
Tam da bu nedenle, bugün ABD’nin koyduğu ‘norm’lar, global ölçekte ‘en geçerli’ hukuk kuralları olmaktadırlar.
Arkasında ‘silahlı gücü’ olması, ondan sonraki bir ‘etmen’dir.
Evet elinde keskin bir bıçağı vardır ama bıçağını kemiğe dayatmamayı becerebilmektedir.
Ancak ABD hiçbir zaman Avrupalılarinki gibi bir ‘Sosyal Devlet’ olamamıştır.
Ve Avrupa’nın ‘sosyal devlet’leri de ne zaman ki ‘piyasa sosyalizmi’ demişlerdir, o zaman ‘sosyalizmden’ kopmaya başlamışlardır.
Burada Lionel Jospin’i anımsatmak yeter.
Demek ki, ayağının altındaki ‘maddi zemin’ kayıyor olmasına karşın, ‘serbest piyasa’nın kendi kendisini sürdürmesi ‘süreç’i özünde ‘Hukukun globalleşmesi’ne dayanmakta, ünlü deyişle ‘toplumların gelişmesinin ayakbağını’ oluşturmaktadır.
Türkiye’de de, ‘daha fazla üretelim’, ‘daha fazla satalım’, ‘ihracatçımızı destekleyelim’; gönenci artırmanın başka yolu mu var, denilmektedir.
Ayakbağlarımızı sağlamlaştıralım demekle bir..
İhracatçımız rekabet etsin deyi, prim verelim, vergisini almayalım, ücretleri kısalımdan başka bir ‘öneri’ mi var?
Varımız yoğumuzu ‘piyasa’nın hizmetine sunalım.
Hepimiz ‘mal’ olalım demekle bir.
Kaldı ki, öylesine büyük bir borç batağına saplanılmış ki, yedi kuşak borç ödemek için bu sayılanları da yapmak ‘zorunda’ bırakılmışız.
İşte ‘emperyalizm emperyalizm’ denilen şey tam da budur.
Burada ‘Çin’e maçine açılalım’ demek, espriyi bozmaz.
Ha kel Hasan ha Hasan kel..
Ve yine, tam da bu nedenle, tüm ‘hukuk’unuzu buna uydurmak zorunda bırakılmışsınız demektir.
Bu koşullarda büyük harfle ‘Hukuk Devleti’ olma olanağınız elinizden alınmıştır.
Öyleyse hukuk devleti hukuk devleti diye paralanmanın bir anlamı yok.
Kaldı ki, ‘hukuk’u yapma sırası size geldiğinde bile, başka türlü davranamayacaksınız demektir.
Yine ‘yabancı’ yatırımcıya güvence, ülkede önce mal güvenliği, ardından can güvenliği’ falan..
Ki hiçbirinin büyük harfle ‘Hukuk’la ilgisi yok.
Dr Recep’in Sonu
Peki bu koşullarda, Dr Recep uluslararası bir mahkemeye düşse..
Ki düşme olasılığı pek fazladır.
Kendi ‘vali’si, ‘kaymakam’ı, ‘genelkurmay başkanı’, ‘sanayicisi’, ‘imamı’, müezzini’, ‘muhtar’ından dolayı değil; ödeyemeyeceği borçlarından dolayı hiç değil ama Suriye’de, Irak’ta, Katar’da, Somali’de, Myanmar’da, Kenya’da ve daha bilmem nerede ‘Türkiye Cumhuriyeti’ adını kullanarak, kişisel ve ailesel ‘hukuk dışılık’lara karıştığı için düşecektir.
Ve yargılanacak olan ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ değil, “Dr Recep ve mahdumları Ltd Şti” olacaktır.
Ol nedenle, Türkiye halkının bu ‘dava’yla hiçbir ilgisi olmayacaktır.
Üç-beş Boynukalın ve üç-beş ‘mafya bozuntusu’ dışında kimsenin kılını kıpırdatmasına gerek yoktur.
Bahçeli ya da benzeri ‘sözde milliyetçi’lerin haykırmalarına da bakılmamalıdır.
Kemal Bey sayın Kılıçdaroğlu’nun da sessiz kalmasında yarar vardır.
ABD ve Avrupa, ‘globalleşen hukuk’ çerçevesinde bir ‘yargı’ya varabilirler.
Asıl ondan sonra, Türkiye büyük harfle ‘Hukuk’ arayışına yönelebilir.
‘Borcum borç’ diyecektir; ama ben kendi içime döneceğim.
İnsanımı ‘mal’ olmaktan çıkarmaya çalışacağım.
Her ne kadar çoğu ‘imam ve müezzin’ ise de, hiç değilse çocuklarını kurtarmayı deneyeceğim demelidir.
Kızlı erkekli tarlalara koşacağız!
CHP’lilerin sandığı gibi ‘ileri teknoloji’, ‘uzay-muzay’, ‘nükleer-mükleer’e değil; ‘İMAR ve İSKAN’a, ‘SU İŞLERİ’ne, ‘DAVAR ve SIĞIR’a döneceğim demelidir.
Bir GAP tüm Orta-Doğu’yu doyuracak diye tasarlanmıştı.
GAP’ı gaptırmam demelidir.
Atamız bize ‘Köylü milletin efendisidir’ demişti.
Türkiye’yi Edirne’den Van’a, Muğla’dan Ardaha’na ‘köy yapacağım’ demelidir.
Çünkü Türk köylüsü Türkiye’ye ait olduğunu bilir.
Türk Hukuku, Türkiye insanını Türkiye’ye ait yapma ‘Hukuk’u olacaktır.
Değil mi ki, Avrupa’da bugün Avrupalıları ‘Avrupalı yapma Hukuku’ arayışı var.
Çünkü Avrupalı, ‘Hukuk’un birlik için hem ‘araç’ ve hem de ‘çimento’ olduğunu biliyor.
Türkiye’de ise, ‘hukuk hukuk’ denilse de, ‘ne için’ ve ‘nasıl’ bir hukuk olduğunu bilen yok.
Her kavram gibi, ‘Hukuk’un da içi boşaltılmış.
İçini ‘Türk Köylüsü’ ile doldurmak gerekiyor.
Ondan sonrası kolay..
Çünkü ‘o topraktan öğrenip kitapsız bilendir’.
Habip Hamza Erdem
(*) Olivier Lacoste, « Le droit, héraut de l’Union puis auxiliaire du marché », L’Economie politique, N° 74, pp :70-81