1. yüz (Toplam 1 yüz)

SOSYAL DEMOKRASİ (Nedir, Ne Değildir ?) IV

İletiGönderilme zamanı: Pzt Eyl 18, 2017 0:08
gönderen Habip Hamza Erdem
SOSYAL DEMOKRASİ
(Nedir, Ne Değildir ?) IV
‘Sosyal Demokrasi’nin ‘Demokratik Sosyalizm’ anlamına geldiğini söyledik.
Bu bize özgü bir tanımlama olmayıp, bugün özellikle Avrupa’da bu konuyla ilgili bolca yazı ve kitap bulunmaktadır. Aksini iddia etmeye kalkışmak, o nedenle boş bir çaba olmanın ötesine geçmeyecektir.
Kaldı ki, her ne kadar, ilk sosyalist düşünürler, kapitalizmin ‘ilga’sını tasarlıyorlar idilerse de, özellikle Marx’ın, sosyalizmin ancak ‘kapitalizmin ileri aşaması’nda kurulabileceğine ilişkin tonla yazısı vardır.
Demek ki, sosyalizm, kapitalizmin ‘yeniden düzenlenmesi’ ve ‘yola getirilerek’ dönüştürülmesi biçiminde yorumlanabilecektir.
Değil mi ki, eğer kapitalizm, ‘kendi keyfine’ bırakılacak olursa, tam da bizim tanımladığımız anlamda ‘sosyal’, artık ‘adaletsizlik’ mi dersiniz, ‘çürüme’ mi, yoksa ‘sorunlar’ mı her ne ise o’na yolaçmaktadır.
Peki ama, kapitalizmin bu ‘yola getirilmesi’, sözleşmeye bağlanacak bir tartışma sonucu (négociation contractuelle) mu olacak yoksa yasların zoruyla mı (autorité des lois)?
Eğer birinci yol seçilecek olursa, tartışmanın taraflarının en azından kendi çıkarlarını savunabilecek ‘bilinç’te, ‘örgütlülük’te, kısaca ‘güç’te olması gerekmektedir.
Yasaların zoru yolu seçilse bile, bu kez, yasaları yapacak olanların, tüm yurttaşların oy kullandığı ve Jean Jaurès’in deyimiyle en büyük güven sözleşmesi (grand acte de confiance) olan bir ‘genel seçim’le seçilmeleri gerekmektedir.
Fransa’da ilk kez, 1848 Devrimi sonucu, 23 Nisan 1848’de yapılan genel seçim (suffrage universel)lerde ise, işçi ve köylülerin çoğunlukta olduğu bir ‘genel seçim’den azınlıkta olan ‘burjuva’ların ‘tercih’lerinin altedilebileceği düşünülmüştü.
Burada, dikkat edilmesi gereken nokta, bir ‘genel seçim’, ya da kimilerinin ayırdında olmadan kullandıkları ‘demokrasi’nin, ‘kavramsal düzeyde’ ne denli derin oldukları; ancak ve ne var ki, günümüzde onların ‘karikatür’lerine bakılarak bu ‘derinliği’ kavramaktan uzak olduklarıdır.
Yine aynı nedenle, aradan yetmiş yıl geçtikten sonra, Çarlık Rusya’sında bir ‘genel seçim’in maddeten olanaksızğı sonucu ‘Proletarya Diktatörlüğü’nü savunmanın da en ussal ‘yol’ olabileceği kabul edilmelidir.
Eğer toplumun çoğunluğunun çıkarı, ‘üretim araçları ve değişim’in ‘sosyalizasyonu’nda yatıyor ise, bunun ‘demokrasi’ içinde yapılmasının en kolay ve ussal yol olacağı açıktır.
19. yüzyılın ikinci yarısı bu ‘sosyalizasyon’ tartışmalarıyla geçmiş, yirminci yüzyılın başında ise, artık kapitalizm ‘nitelik’ değiştirerek ‘en yüksek aşaması’na ulaşmış olduğunu görüyoruz: emperyalizm.
Lenin’in “Emperyalizm: kapitalizmin en yüksek aşaması” başlıklı çalışmasının alt başlığının ‘kabaca bir bakış’ (a popular outline/ Essai de vulgarisation) olduğu unutulmadan, ki kimilerince olduğundan fazla gösterilmeye çalışmaktadır, emperyalizm döneminde gerek ‘demokrasi’ ve gerekse ‘sosyalizasyon’ kavramları, artık bir başka boyutta ele alınabilecektir.
Birinci Dünya Savaşı öncesi ve ertesinde, ‘Yurtseverlik’ ve ‘Ulusalcılık’ akımlarıyla birlikte, bu son iki kavramın ‘sosyalizm’ ve ‘demokrasi’ kavramlarına baskın geldikleri söylenebilir.
Birinci Dünya Savaşı’nı izleyen ilk on yılın sonunda kapitalizmin girdiği ‘Büyük Bunalım’ (1929) ise 18 ve 19ncu boyunca gelişen tüm kavramları ‘yeniden tanımlamak’ zorunda bıraktı denilebilir.
İşte bu nedenle, 18 veya 19ncu yüzyılda yaşamış bir düşünürün herhangi bir cümle ya da paragrafına dayanarak, güncel somutu yorumlamaya kalkışmak kadar bir ‘saf’lık olamaz diyelim.
Şu koşulla ki, sözkonusu kavramın ‘felsefî derinliği’ne girilmemiş olsun.
Zaten bugün dillerden düşmeyen ‘Sosyal Devlet’, İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere’de dillendirilen ve Nazi Almanya’sının ‘Savaş Devleti’ (Warfare State)’e karşılık olarak düşünülen ‘Gönenç Devleti’ (Welfare State) anlamında kullanılmaktadır.
Oysa, bizde daha çok ‘Devlet Baba’ denilebilecek (Etat Providence), Fransa’da Emile Olivier’nin 1864 yılında kullandığı ve Almanya’da Bismark döneminin ‘Kürsü Sosyalist’leri denilen ekonomistlerce savunulan (Wohlfahrtsstaat)’tır.
İngilizlerin Gönenç Devleti ise, John Maynard Keynes (1883-1946)’in İkinci Dünya Savaşı öncesinden başlayarak geliştirdiği (1936) ekonomi politikalarına dayanan ve ‘Petrol Krizi’nin patladığı 1974’lere kadar gelen bir ‘Sosyal Devlet’ olmuştur.
(Sürecek)
Habip Hamza Erdem