1. yüz (Toplam 1 yüz)

DEVLET ve SERMAYE (VIII)

İletiGönderilme zamanı: Pzr Ara 24, 2017 4:25
gönderen Habip Hamza Erdem
DEVLET ve SERMAYE (VIII)
Devlet, semaye ve ulus
Madem ki ‘Devlet’ ve ‘Sermaye’ ilişkisini ele alıyoruz, istesek de istemesek de ‘Devlet-Ulus’ ve ‘Ulusal Sermaye’ konularına değinmek zorunda kalacağız.
O arada, genelgeçer bir kavrammış gibi ‘Ulusal Devlet’ denilmekte ve doğrusunun ‘Devlet-Ulus’ demek olduğunu bilinmeyebilmektedir.
Başlangıçta ‘sermaye’nin ‘Ulusal’lığa yöneldiği bilinmektedir. Hemen hemen hiç bir tarihçi, sermayenin doğar doğmaz ‘uluslararası’ olduğunu ileri sürmemiştir.
Ancak sermaye, daha ilk çağlardan başlayarak, ‘Kent Devlet’lerinde bile, dünyayı ‘feth’edip ona ‘egemen’ olmayı tasarlamamış değildir.
Öte yandan, başlangıçta hiçbir Devlet, ama hiçbir Devlet, ‘ulusal’ olmamıştır.
En ‘Ulusal’ı, Moğol İmparatoru Cengiz Han’ın, imparatorluğu oğulları arasında paylaştırırken, her birine bir ‘Ulus’ bırakmış olmasıdır, ki bugün Türkçe’de ‘ulus’ sözcüğü de oradan gelmektedir.
Cihanşümul kral ya da ‘padişahlar’ın ‘hazine’lerinin dolu olmasıyla, egemenlikleri altındaki ‘halklar’ın gönenç içinde olmaları arasında da herhangi bir ilişki sözkonusu değildir.
Günümüz kuşbeyinli yöneticilerin özendikleri üzere, ‘itibardan tassaruf’ yapmak yerine, ne pahasına olursa olsun saygınlıklarının ‘gösteriş’le artırma yolunu seçmişlerdir.
Diyelim ‘Devlet’in, yani kral ya da padişahların ‘artık-değer’e ‘zor’la elkoymaları, sahip oldukarı zenginliğin ‘gücü’nden değil, kendi ‘zorbalık’larından kaynaklanmaktadır.
Bu tür Devlet’ler o nedenle ‘Despotik’ olarak adlandırılmaktadır.
O arada, şu ya da bu biçimde, ‘zenginlik’ sahibi olan kimi yerel tüccar ve zanaatkârlar, ‘dünyayı feth’etme’ yerine kendi ‘Devlet’lerini ‘feth’etme yolunu seçmişlerdir.
Amerikan ve Fransız Devrimleri bu sürecin bir sonucudur.
Hollanda, Belçika, İngiltere, İspanya ve Portekiz’liler ise dünyayı feth’etme yolunu seçtikleri için, ‘uluslaşma süreç’leri ikinci planda kalmıştır.
Bu ‘kaba yaklaşım’, özde, tümdengelim yöntemimizin bir çıkarsamasıdır.
Bir başka çıkarım da, genelgeçer bir ‘uluslaşma süreci’nin olmadığı ve olamayacağıdır.
Genelgeçer bir ‘Devlet’ ve dolayısıyla ‘Devlet-Ulus’ kavramından sözedilemeyeceği gibi..
‘Ulusal Devlet’in ise ne tarihte bir karşılığı vardır ve ne de ‘sermayenin egemenliği’ kırılmadan gelecekte bir karşılığı olabilir.
En fazla, İskandinav ülkelerinde görülen ‘sosyal devlet’in, Weber’ci anlamda bir ‘ideal tip’ olarak sunulması olabilir.
Oysa, ‘imtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitle’ olunmadan, ne ‘Ulus’ ve ne de ‘Devlet-Ulus’ olunabilir.
Demek ki, asıl ‘ideal tip’ olsa olsa bu sonuncu ‘tip’ ulus ve devlet için geçerli olabilir, ki illa ‘Ulusal Devlet’ denilecekse, ancak ve sadece bu koşulla olabilir.
Ancak günümüz koşullarında, bunun olanak ve olasılığı sıfıra yakındır.
Günümüz koşullarında olamayacağının anlaşılabilmesi ise ancak ‘sermaye’nin anlaşılmasıyla mümkündür.
Tam da bu nedenle, ‘bu kadar sorun içinde’, bu tür bir yazı dizisine ne gerek var demek, içinde bulunduğumuz ‘somut koşullar’ı anlamamakta direnmek demektir.
Yine Türkiye’den bakıldığında, Osmanlı İmparatorluğunun neden yıkılmış olduğu da henüz anlaşılamamış bir ‘sorun’ olarak tartışılmaktadır.
Oysa, yıkılacağı ‘dönem’ geldiği için yıkılmıştır.
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu neden yıkılmış ise o nedenle yıkılmıştır.
Rus Çarlığı neden yıkılmışsa aynı nedenle yıkılmıştır.
Çünkü bu son üç ‘Devlet-imparatorluk’, yine en üst soyutlama düzeyinden bakıldığında, ‘sermaye’nin o dönemdeki gereksinmelerine yanıt veremeyecek durumda idiler.
Ne var ki, her üç imparatorluğun yerine, yine üç ayrı ‘Devlet-Ulus’ ve yeni ‘Devlet-Ulusçuklar’ doğdu.
Demek ki, ‘Ulus’ var ‘Uluscuk’ var.
Nasıl ki, ‘Devlet’ var ‘Devletçik’ varsa öyle..
İşte yirminci yüzyılın başında doğan ‘Devlet-uluslar’ da, ‘beşbenzemez’ gibi hiç biri diğerine, şu ya da bu biçimde benzememekteydi.
Ayrıntısına girmenin yeri burası değil.
Ancak, şu kadarı söylenlenmelidir ki, ‘Sermaye’ yeni bir ‘dönem’ine giriyor ve dillere pelesenk olan ‘emperyalizm çağı’ doğuyordu.
İlk çağdan buyana, imparatorluklarda, ‘Han’ların, kralların, şah ve padişahların ‘cihanşumul’ egemenliklerinin yerini ‘sessiz ve derinden’ gelen ‘sermaye’ alıyordu.
(Sürecek)
Habip Hamza Erdem