1. yüz (Toplam 1 yüz)

BİR BELADAN KURTULMAK

İletiGönderilme zamanı: Prş Mar 08, 2018 8:01
gönderen Habip Hamza Erdem
BİR BELADAN KURTULMAK
Hemen hangi bela diye sorulabilir.
Pedofil belası mı ?
Cinsel sapıklık belası mı ?
Cumhuriyet düşmanlığı belası mı ?
Abdulhamit sevdası, ‘Yeni Osmanlıcılık’ belası mı ?
Ülkenin malvarlığı, halkın alınterinin har vurup harman savrulması belası mı?
Ortalıkta dolanan, aydın-sanatçı, gazeteci-yorumcu, akademisyen-araştırmacı, politikacı-molitikacı, asker-masker ‘belaları’ mı ?
Evet evet bu sonuncular da Türkiye’nin başına sarılmış bir beladır..
Efendim o kadarı da fazla demeyin.
Belanın büyüğü bu sonuncular olmasa, diğer belaları söküp atmak çok daha kolay olurdu.
Şimdilerde revaçta olan ‘Afrin’den başlayalım.
Afrin’de neyin ‘destan’ı yazılıyor diyorsanız, ‘aptallık’ destanı diyeceğim.
Onca ‘anakuzusu’ can veriyorken böyle denilmez diyenler de olacaktır.
Bal gibi denilir oysa.
Sen daha selam vermeyi bile beceremeyen bir ‘genelkurmay’ başkanı ve III.Abdülhamitin kuyruğuna takılmış bir ‘komuta kademesi’yle ancak bu kadar yapabilirsin de ondan.
Denilecek ki, ‘komuta’ zaten onlarda değil.
Birazı Fikri Lamba’nın, pardon Canikli Nuro’nun elinde; birazı Soysuz Süleyman’ın, birazı Kökükuruyası Fidan’ın ve çoğu Allahverdi’nin ‘emir ve komutası’nda olan, ve ‘hedef’leri Dr Recep ile Rex Tilırsın mı, Cefi Ceksın mı, Silvır Stevenson’un mu ne belli olmayan bir ‘cümbüş’e, ‘anakuzuları’nı salmışsın, ‘destan’ bekliyorsun.
Ee vallahi de billahi de boşuna beklersin.
‘Bozgun’a uğrayacağın kesin.
PKK-PYD değil, Esad’ın bozgununa uğrayacaksın.
Bunu görmek için illa ‘asker’ olmak gerekmez.
Azıcık ‘dünya’yı tanımak yeter.
Önce bir parantez açıp, ‘operasyon’a ‘tam destek’ veren çok akıllılara soralım.
Haydi ‘Afrin’e girdiniz diyelim, orada ne zamana kadar kalacaksınız?
Suriye’ye ‘barış’ geldiği zaman diyeceksiniz değil mi?
Peki Suriye’ye barış ne zaman gelecek?
‘Geldiği zaman’!
Gelip gelmeyeceğini bilmiyorsunuz demek ki.
O zaman ben söyleyeyim.
Suriye’ye barış, Esad’ın zaferinden sonra gelebilir ancak.
Siz bakmayın, o bol keseden, ‘Bölge ülkeleriyle işbirliği yapıldığı zaman gelebilir’ diyenlere.
Çünkü ‘bölge ülkeleri’ dediğiniz, İran-Irak-Suriye ve Türkiye’ ise eğer ve başınızda bu ‘bela’ olduğu sürece, daha çok beklersiniz çok.
Başınızda bu ‘bela’ olduğu sürece, bölgeye barış değil çok daha büyük ‘savaş’lar gelir.
Ve gelecek..
Bakın baştan alalım: ‘Suriye Davası’ başladığı günlerde Türkiye’den 300 000 Kürt vatandaşımız Suriye ve Irak’a geçti.
Her on kişilik bir aileden bir ‘milis’ çıksa eder 30 000 ‘Türkiye Düşmanı’.
Bir de buna ABD ve Atlantik Cephesi’nin mali ve silah yardımını ekleyin..
Alın size ‘düzenli’ bir ‘Ordu’..
Öncekiler bir yana, bu 30 000 kişilik ‘kararlı düşman’ı kim yarattı diye sorulacak olursa, Türkiye’nin ‘kendisi’dir diyemeyen her kimse o ‘aptal’ın en büyüğüdür.
Şimdi kalkmış ‘kökü kazınacak’ diyorlar.
Bu tutumda zerre kadar ‘akıl’ var mı?
Hani islam ‘akıl dini’ idi?
Demek ki bunlar ‘müslüman’ bile değillermiş, münkir-münafık, her ne ise onlardanmış..
Esad’la aramıza bir ‘güvenlik koridoru’ için çabalıyormuşuz.
Ve nerede bir ‘Nato Kafa’ asker varsa, ‘oraya operasyon yapılmalı’ diyor.
Diğer ‘kendiden menkul’ stratejist-mıtratejistleri saymıyorum.
Peki bu ‘koridor’dan sonra yine Esad, ya da Suriye olmayacak mı?
Afrin’den sonrası güllük gülistanlık mı peki?
Ve bu ‘Afrin’ biterse, değil Membiç ya da bilmem hangi köy, bir tek adım bile atamayacağınızı bilmiyorsanız, en hafif deyimle boş kafasınız boş.
Dönem Sultan Selim dönemi mi a aymaz sürüsü?
Tarihte ‘sefer dönemi’ biteli tam yüzyıl oldu, haberiniz de mi yok?
Toparlayacak olursam, demem o ki, bu ‘hasta kafa’, sadece Türkiye’nin değil, dünyanın da başına ‘bela’ olabilecek derecede tehlikelidir.
Türkiye’nin selameti önce bu ‘bela’dan kurtulmakla başlayabilir.
Ne yazık ki bunu gören ya da görüp de söyleyen adam sayısı parmakla sayılacak kadar az.
Bu ‘bela’dan kurtulmak, önce Türkiye sonra da dünyanın selametinin ilk koşuldur oysa.
Yukarıda sözünü ettiğim ‘aptal sürüsü’yse hâlâ ‘millî birlik ve beraberlik’ten dem vurmakta.
‘Millî Birlik’ dedikleri de III. Abdülhamit’in arkasında durmak sanki.
İsmail Kahraman ile ‘beraber’ olmak yani.
Hâlâ bayrak ve sancak sallayıp marş mırıldananlara olsun sözüm;
Kuzu-muzu değil, kasap bıçağını yalayan danalar gibisiniz..
Habip Hamza Erdem