1. yüz (Toplam 1 yüz)

DEVLET ve SERMAYE (XXIV)

İletiGönderilme zamanı: Sal Mar 13, 2018 16:18
gönderen Habip Hamza Erdem
DEVLET ve SERMAYE (XXIV)
Düşünce, soyutlama ve tanıma
André Tosel’le birlikte, denilebilir ki, düşünce, tasarlama eylemi olarak kavramı yakalamakla (saisir) uğraşır. Yani ilgilendiği nesenenin (objet) özelliklerini (caractériqtique) belirlemeye olanak veren evrenseli kavramak işidir.
O nedenle duyularımızla algıladığımız ya da görünüşle (représentation) yetinmez.
Yıllardır bu ‘algı’ ile yetinmenin, düşünceyle, fikirle ve anlamakla ilgili olmadığını vurgulayıp durmaktayız.
Ve ne de görünüşle (représentation) ve hatta ne görüngü (phénomène) ve ne de olayla (fait) yetinilmemesi gerektiğini anlatmaya çabalamaktayız.
Ne ki, bir başına ‘düşünce’yle nesnenin özünün kavranamayacağı da açıktır.
Soyutlama ise yasayı, yani verili somutun özünü hedefler. O nedenle çözümleme (analiyse) yapmak, yani somutun karmaşık zenginliği içinde, onun sonradan sentezine yardımcı olacak göreli olarak en basit ögelerine değin ayrıştırmak durumundadır.
Tanıma ise, soyutlama yoluyla somuttan somuta yapılan bir devinimsel çevrimdir. Öyle bir çevrim ki, verili bir somuttan hareketle tanınan somut ya da düşünülmüş somuta ulaşmayı amaçlayan bir devinimi içrerir.
İşte bu çevrimin motörü olan ‘soyutlama anı’, apaçıklık olarak verili dünyadan uzaklaşarak evrensel olanı, kategorik olanı üretmek anı olup, görünürdeki özelliklerin ayıklanmasıyla elde edilebilmektedir.
Soyutlamayı tanıma aracı ve ortamı olarak görmek çok kolay gelse de, soyutlama yapmak pek kolay değildir.
Herşeyden önce, ayıklama yapma adına somut gerçekliği ortaya koyabilecek özellikler ayıklanacak olursa, tanıma sakatlanmış olmayacak mıdır ?
Bu durumda, elimizde, somut gerçekliğin yerini alacak olan bir ‘sahte somut’ ya da onun fantazmik bir idealleştirilmesiyle karşı karşıya kalınmış olunacaktır.
Peki ama bu felsefî tartışmanın Devlet ve Sermaye ile ne ilişkisi var denilecektir.
Eğer ekonomik dünya, aynı anlama gelmek üzere dünya ekonomisinin bir ‘somut gerçek’liği varsa, ki var olduğu söylenebilir, bu, sermaye gibi bir kavram (düşünce) ve onun gerçek soyutlaması (öz) yapılmadan tanınabilir (düşünülmüş somut) mi ?
Oysa, ortalıkta bir dizi, sermaye, ulusal sermaye, uluslararası sermaye gibi terimler uçuşmakta, bu ‘hikmeti kendinden menkul kavramlar’la ‘somut gerçeklik’ tanınmaya çalışılmaktadır.
İşte ‘soyutlamanın gücü’ burada ortaya çıkmaktadır.
Ya spekülatif soyutlamayla ‘sahte somut’a ulaşılacak veya gerçek ya da bilimsel soyutlamayla somutun ‘geçeklik’i tanınabilecektir.
Ve eğer, sermayenin sonuçta bir ‘soyut emek’ olduğu ortaya konulamazsa ne sermayenin, ne emeğin ve ne de neyin ‘ulusal’ neyin ‘uluslararası’ olduğu anlaşılamayacaktır.
‘Somut gerçek’ ortada denilebilir.
Ancak yukarıda bir ‘sahte somut’tan sözedilmişti değil mi ama?
Ya da ‘gözle görülebilen ve elle tutulabilen’.
Peki ama ‘bilim’ gözle görülen ve elle tutulanla mı ilgilenmektedir?
Yüzlerce yıldır bilinen ‘atom’un fotoğrafı daha dün çekilebilmiş değil midir?
Oysa, hergün, özellikle de televizyonlarda ‘vesikalık’ ya da ‘büyük fotoğraf’ çekenleri izlemekteyiz.
Şöyle bağlayalım o zaman: bu ‘fotoğrafçılar’ kendi fantazmlarını ‘somut gerçek’ olarak gören zavallılardır.
(Sürecek)
Habip Hamza Erdem