1. yüz (Toplam 1 yüz)

SARI YELEKLİLERDEN ÖĞRENİLECEK OLAN

İletiGönderilme zamanı: Cmt Ara 22, 2018 20:36
gönderen Habip Hamza Erdem
SARI YELEKLİLERDEN ÖĞRENİLECEK OLAN
Fransa’da Sarı Yelekliler hareketi üzerine daha çok yazılacak sanıyorum.
Nasıl yazılmasınki..
Yirmibirinci Yüzyılın başında, insanlığın, evet tüm insanlık tarihinin de denilebilir, bilinmedik ve beklenmedik bir ‘hareket’i olmuştur da ondan.
Şöyle başladı böyle yürüyor ya da öyle bitecek türü ‘sıradan’ yorumları geçiyorum.
Doğrudur, nerede ve nasıl sonlanacağını bugünden kestirmek zor.
Ancak, daha ilk günden, başsız ve öndersiz olması nedeniyle ‘başarısız’ olabileceğine ilişkin bir ‘önyargı’m vardı.
Çünkü son yüzyılda proletarya, ya da en geniş anlamıyla ‘emekçi kesim’ önderliği ‘politik parti’lere ve onların ‘önder’liğine bırakmıştı.
Ve bu durum neredeyse bir ‘belit’ (axiom) olarak belletilmişti.
Burada bir parantez açıp, Türkiye’de Atatürkçü Düşünce Dernekleri temelinde yeni bir ‘Parti’ kurulması önerime dönülebilir.
Orada, kurulacak olan ‘Parti’nin varolan ‘siyasal parti’lerden hiçbirine benzememesi gereği üzerinde durmuştum.
Benzeri olmasındı.
Ne var ki, ne ADD’ler ve ne de onların en yükseklerinde olanlara bunu anlatmanın olanağı yoktu.
Çünkü ‘parti’ denilince onların da, ister istemez, akıllarına varolan partiler geliyordu.
Şöyle iyisi var orada yoğunlaşılmalı falan denildi.
Parantezi kapıyorum, çünkü onlara daha fazlasını anlatmak, deveye hendek atlatmakla bir.
Gelelim Sarı Yelekliler’in çözümlemesine.
Ve yine, Sarı Yeleklileri değerlendiren bir yazımda, bu bir ‘kitle hareketi’dir ve ‘proleter öz’ bu hareketin içinde olmasına karşın ‘belirleyici’ değildir demiştim.
Nitekim Sarı Yelekliler’i kendi yanlarına çekme çabalayan sağcı, solcu ve merkezci partiler kendi aralarında yarışmaya başladılar.
Ya da bir ‘orta yol’ bulup, onların da ‘partileşmesi’ni önerenler oldu.
Gerçekten de Sarı Yelekliler’in ‘partileşme’sine yönelik çabalar yoğunlaştı ve hatta birkaç ay sonra yapılacak ‘Avrupa Parlamentosu’ seçimlerine katılmaları bile sözkonusu.
Bütün bu olanlar ve olacak olanlar, bu ‘hareket’in Fransa’ya ve giderek dünyanın geri kalanına ve o arada Türkiye’ye neler öğretebileceği üzerinde düşünmemıze engel değil.
Tersine öğreteceği çok şey var aslında.
Öncelikle kendi ‘önyargı’larımdan birinde bir değişiklik olmadı değil.
Klasiklere dönüp acaba kendi dönemlerinde ne demişlerdi diye baktığımda; Sakallı’nın “proleter hareket, halkın büyük çoğunluğunun kendiliğinden hareketidir” « Le mouvement spontané de l’immense majorité du peuple »(*) dediğini gördüm.
Yani ortalıkta ‘Parti-marti’ olmasına gerek yok diyordu.
Hem 1844’de ve hem de Avrupa Devrimi’nin tam ortasında, yani 1848’de.
Daha sonra ‘Parti’ olmazsa ‘Devrim’ olmaz da denilmiş olabilir ve doğrudur.
Ancak ve ne var ki, son yüzyılda, yani 1900’lerin başından bugüne, kimi istisnaları olsa da, prolertayanın ya da daha geniş anlamıyla ‘emekçi kesimler’in, ki bunların içinde bakkal, kasap ve manav gibi küçük işletme sahipleri ve giderek orta ölçekli işyeri sahipleri de olabilir, önderliği ‘bıraktığı’ siyasal partiler ve onların ‘önder’leri, temsil ettikleri kesimlere sözcüğün tam anlamıyla ‘ihanet’ etmişlerdir.
Avrupa’da seçimlere katılmama (abstentionisme) bu duruma ‘tepki’den başkası değildir.
Ve şimdi Sarı Yelelekliler seçimlere katılmamanın ülke sorunlarına kayıtsız kaldıkları anlamına gelmediğini ‘eylem’leriyle ortaya koymuş bulunmaktalar.
Öyle ki, yol kavşaklarında nöbet tutan herhangi bir işçi, sıradan bir köylünün, Türkiye’de benim diyen politikacıdan daha bir ‘bilinç’le olayları yorumladığını gözlemlemek mümkün.
Bu konuda daha çok yazılacaktır kuşkusuz.
Ancak bu yazıyı sonlandırırken, bir kez daha yinelemekte yarar var; Avrupa’da ve dünyanın geri kalanında ve o arada özellikle Turkiye’de ‘Siyasal Parti’ler işlevlerini bitirmemiş ama yitirmişlerdir.
Güzel Türkçemizle bunlardan ne köy olur ve ne de kasaba..
Tam bu nedenle, Türkiye’de zorlama ile değil ama ‘kendiliğinden’ bir ‘halk hareketi’ başlayacak olursa, o kendi içinde ‘önder’lerini de bulup çıkarabilecektir.
Ve bu ‘hareket’in ‘proleter öz’ü var mı yok mu diye bakmaya da gerek yoktur.
Yeter ki, “halkın büyük çoğunluğunun kendiliğinden hareketi” olsun.
Atalarımız ne demiş, akan su yatağını bulur.
Habip Hamza Erdem
(*) Manuscrits de 1844, p. 144, Manifeste…, p.34