1. yüz (Toplam 1 yüz)

OKUMA’NIN O’SU

İletiGönderilme zamanı: Pzt Oca 14, 2019 22:53
gönderen Habip Hamza Erdem
OKUMA’NIN O’SU
‘Düşünce’ sözcüğünün Türkçe’mizde rastgele kullanıldığını söylemiştik.
‘Bakış’, ‘görüş’, ‘kanı’ vb..
Fransız düşünür Louis Althusser, özde bir ‘üretim’ olan ‘bilme’yi bilebilmek için, öncelikle ‘bakış’ımız üzerinde etkin olan ‘yanılsama’ların nedenini (La raison de la bévue qui porte sur une vue) bilmek gerekir diyor.
Ogün bugündür, ki neredeyse yarım yüzyıl oldu, Althusser’le birlikte bir ‘okuma’ edebiyatımız oldu.
Televizyon sunucusu, bilgisi kendinden menkul bilgemize soruyor; şu politikacının bu lakırdısını ‘siz nasıl okuyorsunuz’?
O da, ‘bana göre şöyle okunmalı’ ya da ‘ben böyle okuyorum’ dedikten sonra, herkesin ‘kendisine göre’ bir ‘okuma’sı olabileceğini eklemeyi de ihmal etmiyor.
Kaldı ki, ‘oku’ (ikrâ) diye başlayan Kur’an’ın bile, ‘nasıl’ okunması gerektiği üzerine ayrıntısı yoktur.
Demek ki, sorun ‘nasıl okunacağı’nın yolunun bilinmesinden geçmektedir.
Buna da, genel olarak ‘yöntem’ diyoruz.
Althusser’e dönülecek olursa, o da Marx’ın ünlü çalışması ‘Kapital’in nasıl okunması üzerine yıllarını vermiştir: Kapitali Okumak.
Özde, Althusser, Kapital’in ‘nasıl’ okunması gerektiğinden çok, Marx’ın İngiliz klasik ekonomistlerini ‘nasıl’ okuduğunu ortaya koymaya çalışmıştır.
Ki, ancak o arada, genel olarak ‘dünyayı okuma’nın ipuçlarını da vermiş olmaktadır.
İşte bu ‘okuma’, yukarıda bilerek anıştırdığımız üzere bir ‘edebî’ ya da ‘düz’ (littéral) bir okuma olmaktan öte, ‘teşhissel’ (symptomale) ya da ‘irdeleyici’ bir okuma olacaktır.
Bu da ancak, okuma/yazmayı öğrenmek ve giderek onun ‘eğitim’ini almakla mümkün.
Pek yakında, matematik eğitimi almış yetkin bir politikacı/yazardan “dört yaşındaki bir çocuğa bile yüksek matematik dersi verilebileceği”ni ve dünya çapında ünlü filozofların da buna karşı çıkmadıkları okudum.
Demek ki, yeter ki bu ‘eğitim’i verebilecek kişiler ve uygun ortam olsun.
Ve yine, demek ki, bize ‘nasıl’ okumamız gerektiği ve giderek ‘nasıl’ düşünebileceğimizin ‘yol ve yöntem’ini bilmek kalıyor.
O nedenle onun ‘düşünce’si, bunun ‘düşünce’sinden önce ‘düşünme’nin m’sinden başlamak gerekiyor.
Ekonomi politiğin kurucuları olarak bilinen klasik İngiliz ekonomistlerini Marx’ın ‘nasıl’ okuduğundan sözediyorduk.
Bugün, malların değerinin piyasada arz ve talep tarafından belirlendiğini, Nobel’li ekonomistlerden dağdaki çobana değin herkesin ‘biliyor’(!) olması, bu klasik İngiliz ekonomistlerinin kurduğu ileri sürülen ‘ekonomi bilimi’ sayesindedir.
Bu ekonomistler, malların değerinin ‘emek-değer’ ya da kısaca ‘emek’ olduğunu söylemişlerdi.
‘Emek’in ‘değer’ini belirlemek için, diyelim sekiz saatlik emek, emekçinin harcadığı emeği yerine koymak için gerekli dinlenme saati, uyku, yemek/ yiyecekle birlikte, yeni emekçiler üretme çabası da bu ‘değer’ içinde düşünülmektedir.
Klasikler buna, ücret yani ‘emeğin fiyatı’ diyorlardı.
“Emek değer, diyordu Ricardo, yani ücret, emekçinin bakımını ve ailesinin varlığını sürdürmesi için gerekli geçim araçlarının değerini içermektedir”
Marx bu tümcede yer alan ‘emek’ yerine, sadace ve yalnızca ‘emek-gücü’ terimini koyarak, tüm klasik ekonomi politiği altüst etmiştir.
Yani Ricardo’nun tümcesinde, sanki ‘emekçinin hakkı’nın ücret olarak verildiği ve bu ücretin hem emekçinin ve hem de ailesinin geçiminin sağlanabildiği ileri sürülmektedir.
Oysa Marx, verilen ücretin sadece ve yalnızca, emekçinin o çalışma gününde harcadığı enerjinin (emek-gücü) karşılığı olduğu; oysa o enerjinin yerine konulması için gerekli dinlenme, yeme/içme ve ailesinin geçiminin karşılığı olabilmesi için gerekli olan kısmın, üretilen malın değerine içkin olmasına karşın, emekçiye verilmediğini ortaya koymuş bulunmaktadır.
Görünürde ‘ücret’, emekçinin hakkı olarak verilmektedir; oysa Marx’a göre, gerçekte emekçinin hakkı verilen ücrette değil, üretilen malların değerinin içndedir ve çıplak gözle görülemeyen bu değer ‘artı-değer’ olarak içedilmektedir.
Böylece, Marx’ın Ricardo’yu okumasında, düz okumayla görülemeyecek ‘yanılsama’ların olabileceği kabul edilerek, teşhissel ya da irdeleyici bir ‘okuma’nın gerekirliği ortaya çıkmış olmaktadır.
Bu ‘okuma’nın Marx ya da herhangi bir kişiye göre değişmeyip, onun da kimi ilke ve koşullarının olduğunu da gelecek yazılarda açıklamaya çalışalım.
Habip Hamza Erdem