1. yüz (Toplam 1 yüz)

DEVLET Mİ DEDİNİZ ? (VII)

İletiGönderilme zamanı: Pzt Haz 17, 2019 14:45
gönderen Habip Hamza Erdem
DEVLET Mİ DEDİNİZ ? (VII)
İncelemekte olduğumuz Max Weber’in ‘Devlet’ anlayışını, yani o herkesin bilerek veya bilmeyerek dillendirdiği ‘muşru şiddet tekeli’ni, onun tutup tam bin yıl öncesinde kullanılan ‘baskınlık’ (domination) kavramıyla açıklamaya çalıştığını söylemiştik.
Baskınlık (domination), gücün (puissance-Macht) somut ve ampirik görünümü olmaktadır.
Yöntembilim açısından Weber’in görgülcü (ampirik) bir yaklaşım izlediği ortadadır.
Öyle ki, gücü, bir bireyin toplumsal ilişkiler bağlamında zafer kazanma şansına bağlamaktadır.
O arada, döneminin Sovyet Devrimi’ni de ‘Devrim karizması’na bağlayıp, sosyalist Devleti de ‘Modern Devlet’ bağlamında değerlendirecektir.
Günümüzde olsa, ‘siyasal islam’ devletini de ‘Modern’lik bağlamında değerlendirip değerlerndirmeyeceğini kestirmek zordur diyelim.
Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) de eğer belli bir coğrafyada ‘baskınlık’ kurabilmişse, ‘meşru şiddet tekeli’ olarak görülebilecektir.
Benzer biçimde Türkiye’deki AKP Devleti de, Weber’e ve Weberci aydın, bilimadamı ( !), siyasetçi, siyasal parti başkanları, akademisyen, gazeteci ve halkın yarıya yakın bir kesimi tarafından ‘meşru’ görülmekte değil midir ?
Çünkü, tek sözcükle, ‘baskın’ gelebilmeyi becerebilmektedir.
Ancak Weber, bu baskınlığın salt ‘politika’ya değil, ayrıca ekonomi ve pedagoji gibi başka koşullara (circonstances) yani bir ölçüde ‘konjonktür’e de bağlı olduğunu söyleyecektir (Wirtschaft und Gesellschaft, t.I, ch. I, § XVI, p.28).
Ne var ki, baskın gelmek, salt kimi ekonomik ve sosyal ‘kazanım’lar için değil, ama doğrudan toplumun geneline ‘emir ve kumanda etmek için’ yapılabilirse ‘baskın’lık içinde değerlendirilmektedir.
Örneğin, bir işçi sendikasının ücret artışı ya da çalışma saatleri konusunda greve gitmesi, ne ‘baskınlık’ ve ne de ‘politika’ içinde değerlendirilmez.
Baskın gelmek, toplumu zapt-ü rapt altına almak demektir.
Weber emperyalizmi ise, özellikle karşı olduğu Marksizmin ‘ekonomist’ yaklaşımına düşmemek adına, başka tutkulara (pathos) bağlayacaktır.
Prestij ya da itibar.
Burada,‘itibardan tasarruf olmaz’ anlayışını anımsatmak gerekebilir.
Şöyle de söylenebilir ; gerek Devlet içinde (burada Devlet’i ülke anlamında anlamak gerekir, ki ileride ulus-millet anlamına gelebileceğini de göstermeye çalışacağız) ve gerekse devletlerarası (yanlış birbiçimde hep uluslararası demekteyiz) ilişkilerde, en az ekonomi kadar prestij veya itibar da önemli bir etkendir.
Ve yine belki de ekonomiden önce gelmektedir.
Türkiye’deki AKP Devleti’nin Suriye konusunda onca ekonomik zararlara karşın, bir tek bir kişinin anlaşılmaz ‘pathos’ ya da ‘patholojisi’ uğruna yıllarca doğru bir adım atamaması somut bir örnek olarak verilebilir.
Kuşkusuz, teknik bilgilerinden kuşku duymadığım kimi emekli askerler Suriye’de içine düşülen durumdan en az askerî zararla çıkılması için kafa yormaktadırlar.
Ancak, içlerinden hiçbiri niye Suriye’ye ‘dalınmış’ olabileceğini ne askerî ve ne de politik olarak açıklayabilirler.
Ekonomik olmadığını herkes kabul edecektir.
Diyelim petrol ve gaz zenginliklerine mi elkonulmak istenmektedir ?
Hayır.
Böyle olduğunu Avusturalya yerlileri bile Kabul etmezler.
Burada bir siyasal kişiliğin patholojik durumunun etkin olduğunu söyleyelim.
Çünü elimizde başka ‘açıklama aracı’ (argüman) ya da ‘kanıt’ bulunmamaktadır.
Nitekim, Weber Kilisenin de ‘meşru şiddet tekeli’ni elinde bulundurmak isteyebildiği dönemleri örnek vererek, buna ‘hiérocratique güç’ demektedir.
Yani Kilisenin ‘prestij’ uğruna, ilgili toplumları ‘zapt ü rapt’ altına alması.
Sizinki de ‘İslam’ uğruna, hem Türkiye’yi ve hem de komşularını ‘zapt ü rapt’ altına almak için, her şeyi ‘meşru’ göstermek çabasındadır.
Bilmem, o çok bilmiş aydın ve akademisyenlerimeze ‘Devlet’i anlatmayı becerebilmekte miyiz?
(Sürecek)