1. yüz (Toplam 1 yüz)

Yeni Türkiye Cumhuriyeti -Kuşatma ve Kutuplaşma-

İletiGönderilme zamanı: Cum Nis 25, 2008 0:37
gönderen Ram
Ülkemizde yaşanan kutuplaşmanın arka planında yatan gerçek nedir? Bu sorunun cevabını vermek için eski CIA ajanı ve Orta Doğu Masa Şefi Graham E. Fuller’in “Yükselen Bölgesel Aktör: Yeni Türkiye Cumhuriyeti”• adlı çalışmasında İslam ve Cumhuriyet konularında Türkiye’ye biçtiği rolü ve bu rolle birleşen, bütünleşen dini ve politik hareketlerin duruş ve tutumunu analiz etmek gerekir. Ancak bu yazı, Fuller’in kültürel mirastan kopuş ve buluşma olarak sunduğu ve “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” şeklinde adlandırdığı durumu sadece dini-politik açıdan analiz etmekle sınırlıdır.

Peki, kopuş ve buluşma üzerine kurulan analizin arkasında ne var?

Bu soruya verilen cevap kuşatmanın hangi çizgide sürdürüldüğünü anlamak açısından oldukça önemlidir. Fuller, Osmanlı’nın tarihi mirası ile cumhuriyet dönemini çelişkili iki vizyon olarak tanımlar, Türkiye’nin geleceğini iki çelişkili vizyonun buluşmasında görür. Çelişkili vizyonun bir tarafı olarak tanımlanan cumhuriyet “İslâm dünyasının Türklerle olan kadim bağlarının ve ortak kültürlerinin tümüyle reddini ve aşağılanmasını temsil etmektedir.” Yeni Türkiye Cumhuriyeti çelişkili iki vizyonu birleştiren Türkiye’dir. Fuller bunu şöyle ifade eder: “AKP’nin seçim başarısı Türkiye’nin köklerini yeniden keşfetmesinin ve geniş İslam dünyası ile ilgilenmeye başlamasının bir göstergesi olarak yorumlanmıştır.”

Kopuş “Türkiye, geniş Orta Doğu’nun anahtar bir parçasıdır” önermesi üzerinden inşa edilir. Fuller ve ruhdaşlarının sıkça kullandıkları “geniş Orta Doğu’nun anahtar bir parçası” sözünün iki asırlık geçmişi ve iki bağlamı vardır. XIX. yüzyıldaki bağlamı millet sistemine dayalı Osmanlı topraklarında batı emperyalizmine alan açmak anlamında kullanılır. Cumhuriyet döneminde ise Orta Doğu terimi Türk dış politikasının ilgi alanı dışında kalmış yakın komşuları ifade etmek için kullanılır. Oldukça masum dizge içerisinde sunulan ikinci bağlamın arkasında şu düşünce yatmaktadır: “Türkiye Avrupa’nın bir parçası olsa bile Orta Doğu’daki coğrafi konumu, Türkler bundan hoşlansa da hoşlanmasa da, ülkeyi Orta Doğu siyasetinin tam göbeğine kaçınılmaz şekilde çekmektedir. Oysa modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1923’ten beri ülkenin Osmanlı İmparatorluğu’nun eski Müslüman bölgelerinin çoğuyla olan ilişkisi sınırlı ve daraltılmış düzeyde kalmıştır. Ancak daha yeni yeni Türkiye’nin Orta Doğu ile ilgilenme durumunda ciddi bir değişim gözlemlenmeye başlamıştır.”

Buluşma olarak tanımladığı durumu Türkiye’nin politik, ekonomik ve toplumsal demokratikleşmesi olarak takdim ederek şöyle der: “Bu süreç, Özal’ın 1980’lerdeki ekonomik açılımlarını içermektedir. Söz konusu açılımlar dış yatırımları, İslami bankacılık faaliyetlerini, dış ticareti, özel girişimcilik fırsatlarını ve genelde ülke içindeki refahı arttırmıştır. Yeni ve büyüyen Anadolu iş adamları sınıfı; şehirlerdeki geleneksel alt sınıflar ve modern oldukları halde İslami gelenekte anlamlı bir kimlik bulan, yeni ve büyüyen İslami profesyoneller ve entelektüeller bu sınıfı oluşturur. Bu gruplar Türkiye’nin karakteri, kimliği ve gelecekteki dış politika yönelimi üzerinde giderek artan etkilere sahiptir. Geleneksel zihniyetli yeni Anadolu işadamları sınıfı, Atatürk’ü bir reformcu ve ülkeyi batı emperyalizminden kurtaran bir kişi olarak takdir etse de, Osmanlı geçmişi ile derin bir özdeşlemeyi sürdürmekte ve Kemalizm’in bünyesinde taşıdığı, ülkenin Osmanlı ve İslami mazisini küçümseyip kötüleme düşüncesinden rahatsızlık duymaktadır. Bu yeni sınıfın gerek Türkiye’nin İslamcı partileri için gerekse politik bir hareket olmayan Gülen hareketi için anahtar bir finansal destek kaynağı olduğu anlaşılmaktadır.”

Fuller’e göre Yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni inşa eden söz konusu aktörlerin kendilerine yönelik eleştirileri ve baskıları düşürmek için geçmiş deneyimlerinden dersler çıkararak oldukça zor, ancak zekice bir siyasi tutum üretmişlerdir. Nitekim AKP resmen İslam ile kendisi arasında her hangi bir şekli bağ kurmaktan uzak durmakta ve laisizmi demokrasi ve özgürlüğün bir ön şartı olarak kabul etmektedir. Ancak bilinçli bir şekilde sekülerizmin her tür dini inanç ve felsefi kanaat karşısında devletin tarafsızlığı olarak tanımlanmasında ve bu ilke ile “bireyden çok devletin sınırlandırıldığı görüşünde” ısrar etmektedir. Dolayısıyla bu yorum Kemalizm’in devletin din üzerinde hâkimiyetini savunan bildik sekülerizm / laisizm tanımını reddetmektedir. Buna ek olarak AKP kendisini muhafazakâr demokrat bir parti olarak tanımlamakta ve kendisini tarif ederken İslami ve İslamcı gibi bir terim kullanmaktan kaçınmaktadır. Bu tutum, askeriyenin İslamcılar hakkındaki fazlasıyla negatif görüşleri dikkate alındığında elbette ki siyaseten zekice bir tutumdur. Geliştirilen siyasi tutumu tanımladıktan sonra şöyle der: Ben, AKP’yi sadece ılımlı değil, aynı zamanda ve daha önemli olarak da, dini değerlerin siyasi hayatla bütünleştirilmesinin ne anlama geldiğini keşfetmeye çalışan İslamcı bir parti olarak görüyorum.

Fuller, Diyanet İşleri Başkanlığını da söz konusu kervana katarak der ki: “Diyanet İşleri Başkanlığı bile AKP yönetiminde yaratıcı düşünce ve değişim içine girmiştir.” Neden? Çünkü akli derinlikle ünlenen başkan yardımcısı Mehmed Görmez “Başörtüsünü iffeti ve nezaheti korumanın evrensel ilkesi” olarak takdim eder. Bu mantığa göre başörtüsü takmayan bayanlar iffetini ve nezahetini kaybetmiştir. Siyasi iktidarın “zekice İslamcılığını” açıklamak için Fuller’in kullandığı tema da aynıdır. Gülen hareketinin yönlendirmesi ile Diyanet üzerinden Alevi operasyonu yapmak ise bu kervana katılmanın en akli göstergesi. Hele Alevi kaynakları adı altında Hacı Bektaşi Veli ile ilgili “dillendirilmesi bile utanç veren hikâye ise” kervana katılmanın post-modern ironisi. DİB’in çıkarttığı dünyevileşme sayısı ayrı bir konu. Ucu burada kökleri dış basında yer alan “Hıristiyan reform hareketlerinden alınan derslerin modern İslama uyarlanması” şeklinde dillendirilen İslam’ı yenileme projesi ve Körner’in "Bu projenin siyasi bir gündeminin" de bulunduğunu belirterek, "Bu hükümetle, bu modern teologlara daha fazla güveniliyor" şeklinde yaptığı açıklama muhafazakârlığa ayrı bir renk katmaktadır! Tabii ki bu kadar renk ve küresel düzeydeki dalgalanmalar hayra alamet değil! Fakat bu veriler Fuller’in “buluşma” olarak adlandırdığı durumu anlamamız açısından oldukça önemlidir.

Siyasi bir parti kurmaktan veya böyle bir hareket yönteminden kaçınan Gülen’in hareketinin apolitik nitelemesiyle tarif etmenin mümkün olmadığını savunan Fuller bu görüşünü şöyle temellendirir: “Gülen hareketi, her biri toplumu etkileyebilir nitelikte muazzam iletişim işletmelerine, eğitim ve finans kurumlarına ve büyük medya kuruluşlarına sahiptir. Hiç şüphesiz ki hareket, gayet açık bir şekilde bireyi dönüştürmek suretiyle toplumu dönüştürmeyi arzu etmektedir. Bu süreç sonunda manevi bir düzen inancını yansıtan ulusal ve toplumsal kurumların yaratılmasına ilişkin kolektif çağrılara kapı aralayabilecektir. Toplumu dönüştürmeye yönelik her girişimi politik bir proje olarak nitelendirirsek bir anlamda bunu da politik bir proje olarak adlandırmak mümkündür.”

CIA ajanı Fuller’in Yeni Türkiye’ye biçtiği rol ile Ilımlı İslamcı ve liberal çevrelerin hedefleri arasında önemli benzerlikler vardır. Fuller’in Türkiye Cumhuriyeti ve İslam üzerine geliştirdiği görüş “Kuruluş döneminde reddettiği İslami köklerine Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin dönmesi” gerektiği tezine dayanır. Bu buluşmayı gerçekleştirecek aktörler ise Ilımlı İslam’ı temsil eden siyasi iktidar ve iktidarı destekleyen bazı dini grup ve onların sözcüleridir. Fuller için İslam niçin bu kadar önemlidir? Gerçekte İslam’ın yeniden yaşanır olması sorunu Fuller için hayati bir öneme mi sahiptir? Yoksa Fuller’in İslam’a biçtiği rol amaçlarını gerçekleştirmek için oldukça kullanışlı bir araç mıdır?

Cumhuriyetin İslam’dan koptuğu fikrini şu öncüllere dayandırır: “Türk devleti, İslâm Dünyasında en militan bir şekilde anti-İslâmcı olanıdır. …devletin üstünlüğü kavramı popüler düzeyde Türkiye’de ancak son zamanlarda sorgulanır hale gelmiştir. Anayasa’da Türk Devleti ölümsüzdür, anlayışı yer almaktadır. İslâmcılar bu temaya yüklenmektedirler. Bunun başlıca nedeni, mevcut devletin kendilerinin siyasi sisteme katılmalarının önündeki anahtar engeli oluşturmasıdır. İslâmcılar, iktidarda olmadıkları sürece egemen devlete karşı milleti savunacaklardır.” / “Türkiye’de ordu ve güvenlik güçleri, aşağıdan yukarıya doğru uzun dönemde katı seküler düzene karşı, ezilebilecek İslâmcı bir siyasal parti ve hatta şiddet yanlısı grubun dışa açık yaklaşımına kıyasla, daha sinsi bir tehdit oluşturduğu korkusuyla apolitik Ilımlı İslam hareketinin dini yandaş kazanma ve tebliğ faaliyetlerini bile kökünden kazımak çabası içindedir.”

Fuller’in temel tezleri şunlardır:
  • (I) Cumhuriyetin kuruluşu anti-islamcıdır. Dolayısıyla Cumhuriyet bir kopuştur.
  • (II) Millete karşı devleti kutsar.
  • (III) Bu Kutsal devlet tezine karşı, karşı devrim Ilımlı İslamcılardan gelmektedir.
  • (IV) Bu karşı devrimin önündeki tek güç ordudur.

I. ve II. tez tarihsel ve felsefi açıdan oldukça tartışmalıdır. Fakat asıl önemli olan Fuller’in bu tezlerinin Türkiye’de sözcülüğünü kimlerin yaptığıdır. Yani teşeronlar kimdir? Türkiye’de bu tezlerin sözcülerinden birkaç güzelleme:
  • (I) “Türk devleti, İslâm’ı kendi maksatları için kullanmaya çalışmakla birlikte, yine de hiçbir zaman dinin serbestçe ifadesine ve dini ibadetlerin açıktan yerine getirilmesine izin vermemiştir.”
  • (II) “Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasından bu yana Türk Devleti İslamcılar için ruhtan kopuşun sembolü olmuştur”.
  • (III) “Laiklik; devleti sınırlar, bireyi sınırlamaz. Özgürlüklerin genişlemesi için –bundan kast edilen dini ve etnik cemaatlerin yayılma, kurumsallaşma faaliyeti-yeniden tanımlanmalıdır.”

Peki, bu yeniden dönüşü gerçekleştirecek siyasi ve dini aktörler kimdir?

Bu soruya verilen cevap oldukça ilginç. Aynen şöyle der: “Modern Türk Devleti’nin sıkı İslam karşıtı yapısına rağmen Türkiye, günümüz İslam’ı için oldukça önemli iki dinamik İslami hareket üretmiştir: Gayet politik AKP ve büyük ölçüde apolitik cemaatçi Gülen hareketi… AKP, Türkiye’de bu güne kadar gelmiş İslamcı partiler serisinin açık ara en ılımlı, en profesyonel ve en başarılısı olmuştur… AKP sadece ılımlı değil, aynı zamanda ve daha önemli olarak da, dini değerlerin siyasi hayatla bütünleştirilmesinin ne anlama geldiğini keşfetmeye çalışan İslamcı bir partidir. Gülen hareketi ise ülkedeki en yaratıcı entelektüel ve dönüştürücü güçtür…”

Öyle anlaşılıyor ki ülkemizde yaşanılan kutuplaşma, farklı araçlarla, özellikle kutsal değerler üzerinden Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuşatma faaliyetinin sonucudur. Kuşatma faaliyetinin bir tarafını dış güçlerin yayılma politikalarına uydurulan, yani küresel gücün evcilleştirdiği, kendi ekonomik ve politik çıkarlarına bağladığı Ilımlı İslam anlayışı, diğer tarafını da başından beri cumhuriyetin kuruluş felsefesine karşı olan iç ve dış cephenin Türkiye Cumhuriyeti’ni kuşatma planı oluşturmaktadır. Asıl mesele budur. Bu noktada üzücü olan küresel güçlerin dinleri kontrol altına alma planının sonucu olarak geliştirdiği bu stratejiye kutsal dinimiz İslam’ın alet edilmesidir.

Fuller bize göstermektedir ki, hem Ilımlı İslam’ın politik temsilcisi (biz değil Fuller böyle söylüyor) hem de Gülen hareketi “Yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni” gerçekleştirme hareketidir. Daha açıkçası Türkiye Cumhuriyetini yeniden dönüştürmenin ve biçimlendirmenin siyasal araçlarıdır. Kimi aklıevvellerin anladığı gibi istenilen, Türkiye’de kapitalist yaşam biçimini kısıtlamanın değil, tam aksine kapitalizmin yatağında üreyen ve beslenen muhafazakârlığa yaslanarak hiçbir ahlaki değere aldırmadan dini politik amaçlar için kullanmaktır. Ben size garanti veriyorum Türkiye İran ya da Malezya olmayacak. En lüks metaları tüketebilirsiniz, en lüks arabaları kullanabilirsiniz, ama ABD’nin size biçtiği elbisenin dışında hiçbir şey giyemezsiniz, bu bazen kafanıza geçirilen bir çuval bile olsa Elhamdülillah demek zorundasınız.

Bilmemiz gerekir ki dün Cumhuriyetin çatıştığı İslam; emperyalizme alet edilmiş, kapitalist sistemin sabitelerine ve egemen gücün stratejik amaçlarına uydurulmuş, kerametleri kendinden menkul şeyhlerin bireyin özgürlüğünü ve aklını esir almış sözde bir “İslam”dı. Hz. Peygamber’in bize sunduğu İslam değildi. Cumhuriyetin çatıştığı İslam dün de bu İslam’dı, bu gün de bu İslam’dır. Bu gerçeği anlamak için öncelikle sosyo-politik değişim süreçlerini, ardından da dün egemen güçlere karşı mücadele veren milli mücadele hareketini maskaralıkla tanımlayan, bu gün egemen gücün işgal politikalarını ve katliamlarını kutsallık ve özgürlük adı altında kutsayan çevrelerin duruşunu iyi değerlendirmek gerekir.
Resim

İletiGönderilme zamanı: Cum Nis 25, 2008 3:55
gönderen tuba
Peki, bu yeniden dönüşü gerçekleştirecek siyasi ve dini aktörler kimdir?

Bu soruya verilen cevap oldukça ilginç. Aynen şöyle der: “Modern Türk Devleti’nin sıkı İslam karşıtı yapısına rağmen Türkiye, günümüz İslam’ı için oldukça önemli iki dinamik İslami hareket üretmiştir: Gayet politik AKP ve büyük ölçüde apolitik cemaatçi Gülen hareketi… AKP, Türkiye’de bu güne kadar gelmiş İslamcı partiler serisinin açık ara en ılımlı, en profesyonel ve en başarılısı olmuştur… AKP sadece ılımlı değil, aynı zamanda ve daha önemli olarak da, dini değerlerin siyasi hayatla bütünleştirilmesinin ne anlama geldiğini keşfetmeye çalışan İslamcı bir partidir. Gülen hareketi ise ülkedeki en yaratıcı entelektüel ve dönüştürücü güçtür…”



Türkiye'nin değil bizzat sizin eseriniz!!!!!!!!

Fuller, Graham (1991) Islamic Fundamentalism in the Northern Tier Countries: An Integrative View. http://rand.org/pubs/reports/R3966/
Fuller, Graham (1993) Siyasal İslamın Geleceği. Timaş Yayınları.
Fehmi Koru (1990) Türkiye'de İslamcı Akımlar/Amerikan Gizli Belgelerinde. Beyan Yayınları.
Benard, Cheryl (2003) Sivil Demokratik İslam: Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler.
http://rand.org/pubs/monograph_reports/MR1716/

Ram, siz mutlaka okumuşşunuzdur ama ben yine de daha önceden okumayanlar için koydum kaynakları.....