Demokratik savunma mekanizması | Erdal SARIZEYBEK
Gönderilme zamanı: Sal Ara 02, 2008 2:33
Cumhuriyet / Strateji
Türkiyeyi içerden ve dışardan saran bölücü akımlara karşı önlem
Demokratik savunma mekanizması
Bölücü hareketlere verilen iç ve dış destekler artık, normal, gündelik gelişmeler olarak algılanmaya başlandı. Avrupa ülkelerinde bölücü örgütün yandaşlarının topladıkları paralar bunun kanıtı
Erdal SARIZEYBEK
TUSAM İç Güvenlik ve Terör Danışmanı
esarizeybek@tusam.net
Türkiye, AETnin 1958 yılında kurulmasından kısa bir süre sonra 31 Temmuz 1959'da topluluğa tam üye olmak için başvurmuş ve 12 Eylül 1963 yılında imzalanan Ankara antlaşması ile de üyelik müzakerelerine başlamıştır. Yıl 2008dir ve hala bu müzakereler ucu açık bir şekilde sürmektedir. Bu sürecin ne zaman ve nasıl sonuçlanacağına ilişkin bir kehanette dahi bulunmak olası değil, çünkü uzadıkça uzayan görüşmeler ile ilerleme raporlarının içeriği, artık ABnin terörün ardındaki siyasi güç olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir. Anlaşılan odur ki, Türkiye terörle mücadele ve ABye üyelik süreci adına tuzağa çekilmek istenmektedir. Peki, bu durumda Türkiye tuzağa düşmekten kurtulabilir mi?
AB-DTP-ÖCALAN
Birlikte bakalım, Türkiyenin tuzağa nasıl çekildiğine; ilk olarak ABye uyum süreci adına sürdürülen görüşmeler ve bu süreç kapsamında yapılan yasal düzenlemeler önce Öcalan denilen bölücü başını ipten kurtarmıştır. 1999 yılında yapılan yargılaması sonucu idama mahkum edilen Öcalan, idam cezasının AB sayesinde kaldırılması sonucu hayata geri dönmüş ve sözde ağırlaştırılmış müebbet hapse çevrilen cezasının yeni koşullarıyla örgütü yattığı yerden idare eder, hatta kitap yazar ve basar olmuştur. İkinci olarak, Öcalanın kurduğu DEPin devamı olan DTPye en büyük siyasi destek AB ülkelerinden gelmiştir; bu terör destekli partinin ERNK adı altında örgütlenmiş cephe teşkilatı dernekler, bürolar, vakıflar, televizyon ve konfederasyon şeklinde faaliyet göstermekte olup aranan örgüt mensupları ise Avrupada cirit atmaktadır. Yine terör örgütünün 500 milyon AVROluk kara para trafiği AB ülkelerinde serbestçe dolaşmakta ve kaçaktan ve haraçtan gelen paralar buralarda aklanmaktadır. AB Parlamentosu kırmızı bültenle aranan terör zanlısı Gülabi Derenin siyasi eylemlerine açıkça destek vermekte, Yunanistan bir adım öteye giderek bu aranan zanlıya AB kimliği dahi vermekten çekinmez olmuştur. Bu siyasi cephe teşkilatının önlenemeyen faaliyetleri Türkiyenin içindeki etnik ayrımcılığı körüklemekte ve ABden çıkan her karar DTPnin Türkiyedeki siyasi manevra alanını genişletmektedir. OHALin ve DGMlerin kaldırılması, Polis Özel timlerinin çekilmesi, Kürtlere kültürel haklar başlığı altında Kürtçe özel kursların açılması ve devletin resmi televizyonunda Kürtçe programlar yapılmasına ilişkin alınan kararlar hep ABden gelen siyasi baskıları neticesinde ortaya çıkmış olup aslında bu DTPnin değil PKK terör örgütünün başlangıçtaki istekleridir. AB-DTP-Öcalan çizgisindeki bu hareketin bundan sonraki olası taleplerini öngörmek için bir kahin olmak gerekmiyor, çünkü bu olası talepler artık gün ışığına çıkmış durumdadır; Anayasada değişiklik yapılarak Kürtçenin ikinci resmi dil olarak kabulüyle etnik farklılıkların derinleştirilmesi, yine anayasal değişiklikle cumhuriyetin kurucu unsuru olan Türk kimliğinin kaldırılması ya da Kürt kimliğinin Anayasaya dahil edilmesiyle Türk kimliğinin değiştirilmesi, yerel yönetimlere özerklik düzeyinde yetkiler verilerek merkezi idare gücünün zayıflatılması, Geçici Köy Koruculuğu sisteminin kaldırılarak devletle vatandaş arasındaki bağların koparılması ve nihayetinde Öcalana ya da sözde yönetici kadroya af getirilip DTPnin başına geçirilmesiyle Atatürk cumhuriyetinin ulus-devlet yapısının çökertilmesidir. Bu ihanet senaryosuna Türkiyede kim dur diyecektir. İşte bu soruya cevap bulunması gereken zorlu bir dönemden geçmekteyiz.
ABD-HÜKÜMET-BARZANİ
Öte yandan, ABD ile geliştirilen ilişkiler Türkiyenin içine çekilmek istendiği tuzağın ikinci sarmalıdır ve bu sarmal, AB-DTP-Öcalan sarmalına karşı çıkanlar için ikinci bir seçenek yani kötünün kötüsü olan bir seçenek olarak kurgulanmıştır. Özeti şudur; ABD, 14 Mayıs 1948'de Filistin topraklarının işgali sonucu kurulan İsrail Devletiyle Ortadoğuya fiili adımını atmıştır. İsrail, M.Ö. 500lü yıllarda yıkılan Yahuda Krallığından binlerce yıl sonra Ortadoğuda kurulan ilk Yahudi Devletidir ve ABD çıkarlarının temsilcisi durumundadır. İsrailin işgal edilmiş topraklarda ne pahasına olursa olsun yaşaması ABDnin Körfez politikasının temelini oluşturmaktadır. İsrail, Büyük Orta Doğu projesinin temel taşıdır. Bu dış politik esaslar çerçevesinde 1991 Körfez savaşıyla silahlı gücünü Körfeze taşıyan ABD, 2003 Körfez savaşıyla belki bir daha çekilmemek üzere Irakı işgal etmiş ve İsrailin yaşam stratejisine uygun olarak Irakı etnik köken ve dini mezhep farklılıkları temelinde parçalamıştır. İşgalle birlikte ortaya çıkan Barzani müttefikliği mevzi kazanmış ve sözde Büyük Kürdistan Projesinin siyasi lideri konumuna getirilmiştir. Günümüzde Barzani, ABD tarafından Öcalana karşı iyi bir seçenek olarak Türkiyeye sunulmaktadır. Çünkü PKK örgütü terörist bir örgüttür ama Barzani değildir, üstelik Türkiyenin Doğu bölgelerinde yaşayan halkımızla Barzaninin aşiret ve dini mezhep bağları vardır, dolayısıyla Türkiyenin Öcalan yerine Barzaniyi muhatap kabul edip masaya oturmasında bir sakınca yoktur. Buradaki tuzak; Türkiye ile ABDnin 50li yıllardan süregelen müttefiklik ve NATO ilişkileri nedeniyle silahlı güç siyaseti uygulanamayacağı için, yerine Barzani önderliğinde siyasi güç kullanılarak Türkiyeyi parçalama stratejisinin uygulamaya konulmuş olmasında yatmaktadır. Sarmal tuzağın bu seçeneğinde amaç; Barzani liderliğinde Irakta oluşturulan Kürt devletinin tanınmasını sağlamak ve sonrasında Türkiye üzerindeki bölücü siyasetin liderliğini Öcalandan alıp Barzaniye devretmektir. Böylece Türkiye kendi iç sorunlarıyla boğuşup üniter devlet yapısını korumaya çalışırken ABD, silahlı güç kullanarak bölge ülkelerini parçalama stratejisini etkisiz ve tepkisiz Türkiye üzerinden sürdürecek ve muhtemelen ilk olarak da karşısına Suriye ve İranı alacaktır. Peki, bu ihanet senaryosuna Türkiyede kim dur diyecektir?
ABNİN PKK-BARZANİ RAPORU
AB'nin ortak çalışma ve dış politikasına katkıda bulunması için kurulan Avrupa Güvenlik Çalışmaları Merkezi'nin (ISS) geçtiğimiz hafta açıklanan bir raporunda, PKK ile ilgili yapılan değerlendirmeler tarihin yinelendiğini bir kez daha gözler önüne sermektedir. Irak'taki Kürt yönetiminin görüşlerine yer verilen raporda; PKK'nın bölgede 'sempati kaybettiği', Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin (KBY) terör örgütünü 'rahatsız edici' gördüğü, ancak KBY'nin PKK ile savaşmayı göze alamayacağı şeklinde bir değerlendirme yapılmıştır. Yine bu rapora göre, bölgesel yönetimin PKK'nın üslerinin yerini bildiği ve örgütün stratejilerinden haberdar olduğu belirtilmiştir. Ayrıca KBYnin, bahar aylarından bu yana, PKK'ya verdiği destek kesilmiş olsa da, örgüte karşı bölgede "açık bir tolerans" gösterildiği ifade edilmiştir. ISSnin bu raporuna göre, örgütün para kaynaklarına Avrupa ve sınır ticaretinden (kaçakçılık) alınan paylar temel teşkil etmekte, lojistiği ise İrandan sağlanmaktadır. Rapor, görüşülen Kürtlerin PKK sorununun çözümü konusundaki önerilerini beş maddede toplamaktadır; ;
AB RAPORUNA KARŞI BAŞBAKAN MEKTUBU
Basına yansıyan 14 Kasım günlü ve ABye PKK için uyarı mektubu başlıklı habere göre; Başbakan Erdoğan, PKKnın siyasi ve finansal kaynaklarında önemli rol oynadığı düşünülen Avrupa Birliği ülkelerinin liderlerine, net uyarıların yer aldığı bir mektup göndermiştir. Erdoğan mektubunda Avrupalı liderlerden, kanlı terör örgütü için yapılması gerekenin, sadece terör örgütü olarak tanımak değil, ona karşı samimiyetle harekete geçmek olduğunu bildirmiştir. Avrupanın tutumunun Türkiye için önemli olduğunun vurgulandığı mektupta, PKKnın kıta Avrupasındaki yapılanmasının çökertilmesine yönelik en kısa sürede adım atılması istediği de belirtilmiştir. Yine aynı mektupta;terör örgütünün yönetim kadrosundan bazı isimlerin Avrupada rahatça dolaştığı ve Türkiyenin isteklerine rağmen iadeleri konusunda halen adım atılmadığının belirtildiği ifade edilmiştir. Kısacası bu mektuptan anlaşılan; terörle mücadele adına AB cephesinde bir değişikliğin bulunmadığıdır, çünkü altı yıl öncesi ile bugün arasında değişen bir şey yoktur. O halde gerçeğin gün ışığı gibi ortada olmasına karşın gerek AB raporu gerekse Başbakanlık Mektubu ne anlama gelmektedir ve bununla halkımıza ne gibi bir mesaj verilmek istenmektedir?
SARMAL TUZAK NETLEŞİYOR
AB raporu açıktır; PKK terör örgütü silah bırakmaya hazır, siz de buna karşılık siyasi görüşmelerin yolunu açın yani PKK terör örgütü ile masaya oturun yani Öcalan ya da Karayılan gibi sözde lider kadroyu muhatap alın, diyor bu rapor. AB raporu açıktır; teröristlere af getirin, teröristlere siyaset yapma hakkı tanıyın, ovaya insinler siyaset yapsınlar, diyor bu rapor. Anayasal düzenlemelere gidin ve Kürt kimliğine anayasal tanım getirin, Kürtçeyi ikinci dil yapın, eğitim ve öğretim sistemine alın, diyor bu rapor. AB raporu açıktır, diyor ki; Barzaniyi tanıyın yoksa biz AB olarak Irakın kuzeyinde temsilcilik açıp tanıyacağız. Başbakanın da ağzı yarım mektubu açıktır; bakın, ben ABye uyarı mektubu gönderdim, vazifemi yaptım, terörle hala mücadele ediyorum ama buna rağmen AB, terör örgütüne karşı siyasi çözüm de ısrar ediyor, Türkiye tam üye olacağı için ben de fazla ses çıkaramıyorum, diyor. Başbakan diyor ki; Türkiyenin üyelik hakkına helal gelmesin, diye ABye fazla yüklenemiyorum, işte görüyorsunuz, elimizden geleni yapıyoruz. Başbakanın mektubu çok açıktır, diyor ki; TSKye yetki verdik olmadı, terörle mücadele kararlılığımızı sürdürdük olmadı, AByi uyardık yine olmadı, ne yapalım başka çare yok, akan kanlar dursun da ne olursa olsun, en iyisi şu teröristlerle bir masaya oturalım, şu Barzaniyi tanıyalım, bakalım ne olacak, bir de bu şansımızı deneyelim. Eğer ki senaryo bu ise, DTP ile AKP aynı yolda yürüyecektir, nasıl mı, birlikte görelim
AKP, DTP İLE ANLAŞACAK
Tüm bu gelişmeler AKPnin DTP ile gizli de olsa anlaşacağını işaret etmektedir. Nasıl bir anlaşma; terör örgütünün sözde lider kadrosuna yarı özgürlük yarı siyaset hakkı tanıyan bir af, Kürt kimliğinin Anayasada yer alması için yasal düzenlemeler, yerel yönetime merkezi idareyi yok edici yetkiler, koruculuk teşkilatının süreç içerisinde kaldırılması gibi bir gizli mutabakatla anlaşma olacaktır. Peki, böyle bir anlaşma sağlanırsa ne olur; Doğuda çaresiz kalan halkımızın oyları büyük bir çoğunlukla AKPye, göstermelik bir azınlıkta DTPye gidecektir. Başka; DTP ile AKP arasında karşılıklı rekabet var gibi söylemler artacak ama aşağılarda gizli görüşmeler sürdürülecektir. Başka; AKP görünen terör olaylarına son verme iddiası ile yola çıkacak ve akan kanları durdurdum diyerek, ülke genelinde yapılacak seçimlerde tek başına iktidar olabilecek oyu alacaktır. Başka; PKK ara sıra eylem yapacak, Barzani ise göstermelik teröristleri Türkiyeye teslim edecek, teröre karşı olduğunu söyleyecek ve bu sözde iyilikleri karşılıksız kalmayacak, Türkiye Barzaniyi tanıyacak ve olası Kürt devletini tanımanın da yolunu böylece açacaktır. Başka; AB açıklama üstüne açıklama yapacak, Türkiyenin iyi yolda süratle yürüdüğünü, hiç kimsenin artık Türkiyenin tam üyelik sürecini durduramayacağını söyleyecek ve bu gelişmeler karşısında asıl tehlikeyi gören ulusal direncin temsilcileri susacak, konuşmaya kalkarsa eğer işbirlikçi medya onların Türkiye karşıtı olduğunu, hatta vatana ihanet ettiklerini anlatarak kamuoyunun tepkisini ülkesini sevenlere yöneltecektir. Başka; bizler gibi ülkesi ve milletinin iyiliğinden başka bir şey düşünmeyip olası tehditleri yazan ve çizenler, seslerini duyurdukları ölçüde bu ihanet senaryosuna Türkiyede kim dur diyecektir, diye sormaya devam edecektir. Gerçekten de senaryo böyle işlerse bu ihanete kim dur diyecek?
KİM DUR DİYECEK?
Türkiyedeki siyaset, demokratik sistemin öz savunma mekanizmasını kilitlemiştir. Türkiyede demokrasinin değil AKPnin AB ve ABD yörüngesinde işleyen siyasetinin kuralları işlemektedir. Doğuda yaşayan halkımız demokratik sistemin dışına itilerek AKP ve DTPnin eline bırakılmıştır, halk güvenlikten ve özgür iradesinden yoksun hale getirilmiştir. Türkiyede iktidar partisi tarafından açık ve de seçik etnik köken ve dini mezhep farklılıkları üzerinden siyaset yapılmaktadır ve muhalefet partileri bu siyaset karşısında etkisiz hale getirilmiştir. Bu ayrıştırıcı siyaset İsrailin parçalama stratejisiyle bire bir örtüşmektedir. Türkiyenin AB üyelik süreci artık amacı dışına çekilmiş ve AB, bu ayrıştırıcı siyasetin destekçisi haline gelmiştir. Türkiyenin ABD ile ilişkileri müttefik sınırlarını aşmış, ulusal çıkarların çatıştığı iki hasım ülke ilişkileri şekline, kaçınılmaz olarak, dönüşmektedir. Bundan böyle Türkiye ulusal güvenliğine asıl tehdit olarak PKK terör örgütünü değil Barzaniyi görmelidir. Bu senaryo Türkiyeyi dönüşü olmayan bir yola sürükleyecek olan bir senaryodur ve buna karşı, Türkiyeyi korumakla yükümlü dinamik güçlerin de kendi ulusal senaryolarını çizme zamanının geldiği artık düşünülmelidir. Kimdir bu dinamik güçler; muhalefetteki siyasi partiler ve sivil toplum örgütleri. Başka; Türk Adalet Sistemi ve Türk Silahlı Kuvvetleri. Türkiyenin böylesi bir karanlık yola girmesini engelleyecek bir demokratik savunma mekanizması gerçekten yok mudur?
Erdal SARIZEYBEK, 1 Aralık 2008 - esarizeybek@tusam.net
Cumhuriyet / Strateji
Türkiyeyi içerden ve dışardan saran bölücü akımlara karşı önlem
Demokratik savunma mekanizması
Bölücü hareketlere verilen iç ve dış destekler artık, normal, gündelik gelişmeler olarak algılanmaya başlandı. Avrupa ülkelerinde bölücü örgütün yandaşlarının topladıkları paralar bunun kanıtı
Erdal SARIZEYBEK
TUSAM İç Güvenlik ve Terör Danışmanı
esarizeybek@tusam.net
Türkiye, AETnin 1958 yılında kurulmasından kısa bir süre sonra 31 Temmuz 1959'da topluluğa tam üye olmak için başvurmuş ve 12 Eylül 1963 yılında imzalanan Ankara antlaşması ile de üyelik müzakerelerine başlamıştır. Yıl 2008dir ve hala bu müzakereler ucu açık bir şekilde sürmektedir. Bu sürecin ne zaman ve nasıl sonuçlanacağına ilişkin bir kehanette dahi bulunmak olası değil, çünkü uzadıkça uzayan görüşmeler ile ilerleme raporlarının içeriği, artık ABnin terörün ardındaki siyasi güç olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir. Anlaşılan odur ki, Türkiye terörle mücadele ve ABye üyelik süreci adına tuzağa çekilmek istenmektedir. Peki, bu durumda Türkiye tuzağa düşmekten kurtulabilir mi?
AB-DTP-ÖCALAN
Birlikte bakalım, Türkiyenin tuzağa nasıl çekildiğine; ilk olarak ABye uyum süreci adına sürdürülen görüşmeler ve bu süreç kapsamında yapılan yasal düzenlemeler önce Öcalan denilen bölücü başını ipten kurtarmıştır. 1999 yılında yapılan yargılaması sonucu idama mahkum edilen Öcalan, idam cezasının AB sayesinde kaldırılması sonucu hayata geri dönmüş ve sözde ağırlaştırılmış müebbet hapse çevrilen cezasının yeni koşullarıyla örgütü yattığı yerden idare eder, hatta kitap yazar ve basar olmuştur. İkinci olarak, Öcalanın kurduğu DEPin devamı olan DTPye en büyük siyasi destek AB ülkelerinden gelmiştir; bu terör destekli partinin ERNK adı altında örgütlenmiş cephe teşkilatı dernekler, bürolar, vakıflar, televizyon ve konfederasyon şeklinde faaliyet göstermekte olup aranan örgüt mensupları ise Avrupada cirit atmaktadır. Yine terör örgütünün 500 milyon AVROluk kara para trafiği AB ülkelerinde serbestçe dolaşmakta ve kaçaktan ve haraçtan gelen paralar buralarda aklanmaktadır. AB Parlamentosu kırmızı bültenle aranan terör zanlısı Gülabi Derenin siyasi eylemlerine açıkça destek vermekte, Yunanistan bir adım öteye giderek bu aranan zanlıya AB kimliği dahi vermekten çekinmez olmuştur. Bu siyasi cephe teşkilatının önlenemeyen faaliyetleri Türkiyenin içindeki etnik ayrımcılığı körüklemekte ve ABden çıkan her karar DTPnin Türkiyedeki siyasi manevra alanını genişletmektedir. OHALin ve DGMlerin kaldırılması, Polis Özel timlerinin çekilmesi, Kürtlere kültürel haklar başlığı altında Kürtçe özel kursların açılması ve devletin resmi televizyonunda Kürtçe programlar yapılmasına ilişkin alınan kararlar hep ABden gelen siyasi baskıları neticesinde ortaya çıkmış olup aslında bu DTPnin değil PKK terör örgütünün başlangıçtaki istekleridir. AB-DTP-Öcalan çizgisindeki bu hareketin bundan sonraki olası taleplerini öngörmek için bir kahin olmak gerekmiyor, çünkü bu olası talepler artık gün ışığına çıkmış durumdadır; Anayasada değişiklik yapılarak Kürtçenin ikinci resmi dil olarak kabulüyle etnik farklılıkların derinleştirilmesi, yine anayasal değişiklikle cumhuriyetin kurucu unsuru olan Türk kimliğinin kaldırılması ya da Kürt kimliğinin Anayasaya dahil edilmesiyle Türk kimliğinin değiştirilmesi, yerel yönetimlere özerklik düzeyinde yetkiler verilerek merkezi idare gücünün zayıflatılması, Geçici Köy Koruculuğu sisteminin kaldırılarak devletle vatandaş arasındaki bağların koparılması ve nihayetinde Öcalana ya da sözde yönetici kadroya af getirilip DTPnin başına geçirilmesiyle Atatürk cumhuriyetinin ulus-devlet yapısının çökertilmesidir. Bu ihanet senaryosuna Türkiyede kim dur diyecektir. İşte bu soruya cevap bulunması gereken zorlu bir dönemden geçmekteyiz.
ABD-HÜKÜMET-BARZANİ
Öte yandan, ABD ile geliştirilen ilişkiler Türkiyenin içine çekilmek istendiği tuzağın ikinci sarmalıdır ve bu sarmal, AB-DTP-Öcalan sarmalına karşı çıkanlar için ikinci bir seçenek yani kötünün kötüsü olan bir seçenek olarak kurgulanmıştır. Özeti şudur; ABD, 14 Mayıs 1948'de Filistin topraklarının işgali sonucu kurulan İsrail Devletiyle Ortadoğuya fiili adımını atmıştır. İsrail, M.Ö. 500lü yıllarda yıkılan Yahuda Krallığından binlerce yıl sonra Ortadoğuda kurulan ilk Yahudi Devletidir ve ABD çıkarlarının temsilcisi durumundadır. İsrailin işgal edilmiş topraklarda ne pahasına olursa olsun yaşaması ABDnin Körfez politikasının temelini oluşturmaktadır. İsrail, Büyük Orta Doğu projesinin temel taşıdır. Bu dış politik esaslar çerçevesinde 1991 Körfez savaşıyla silahlı gücünü Körfeze taşıyan ABD, 2003 Körfez savaşıyla belki bir daha çekilmemek üzere Irakı işgal etmiş ve İsrailin yaşam stratejisine uygun olarak Irakı etnik köken ve dini mezhep farklılıkları temelinde parçalamıştır. İşgalle birlikte ortaya çıkan Barzani müttefikliği mevzi kazanmış ve sözde Büyük Kürdistan Projesinin siyasi lideri konumuna getirilmiştir. Günümüzde Barzani, ABD tarafından Öcalana karşı iyi bir seçenek olarak Türkiyeye sunulmaktadır. Çünkü PKK örgütü terörist bir örgüttür ama Barzani değildir, üstelik Türkiyenin Doğu bölgelerinde yaşayan halkımızla Barzaninin aşiret ve dini mezhep bağları vardır, dolayısıyla Türkiyenin Öcalan yerine Barzaniyi muhatap kabul edip masaya oturmasında bir sakınca yoktur. Buradaki tuzak; Türkiye ile ABDnin 50li yıllardan süregelen müttefiklik ve NATO ilişkileri nedeniyle silahlı güç siyaseti uygulanamayacağı için, yerine Barzani önderliğinde siyasi güç kullanılarak Türkiyeyi parçalama stratejisinin uygulamaya konulmuş olmasında yatmaktadır. Sarmal tuzağın bu seçeneğinde amaç; Barzani liderliğinde Irakta oluşturulan Kürt devletinin tanınmasını sağlamak ve sonrasında Türkiye üzerindeki bölücü siyasetin liderliğini Öcalandan alıp Barzaniye devretmektir. Böylece Türkiye kendi iç sorunlarıyla boğuşup üniter devlet yapısını korumaya çalışırken ABD, silahlı güç kullanarak bölge ülkelerini parçalama stratejisini etkisiz ve tepkisiz Türkiye üzerinden sürdürecek ve muhtemelen ilk olarak da karşısına Suriye ve İranı alacaktır. Peki, bu ihanet senaryosuna Türkiyede kim dur diyecektir?
ABNİN PKK-BARZANİ RAPORU
AB'nin ortak çalışma ve dış politikasına katkıda bulunması için kurulan Avrupa Güvenlik Çalışmaları Merkezi'nin (ISS) geçtiğimiz hafta açıklanan bir raporunda, PKK ile ilgili yapılan değerlendirmeler tarihin yinelendiğini bir kez daha gözler önüne sermektedir. Irak'taki Kürt yönetiminin görüşlerine yer verilen raporda; PKK'nın bölgede 'sempati kaybettiği', Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin (KBY) terör örgütünü 'rahatsız edici' gördüğü, ancak KBY'nin PKK ile savaşmayı göze alamayacağı şeklinde bir değerlendirme yapılmıştır. Yine bu rapora göre, bölgesel yönetimin PKK'nın üslerinin yerini bildiği ve örgütün stratejilerinden haberdar olduğu belirtilmiştir. Ayrıca KBYnin, bahar aylarından bu yana, PKK'ya verdiği destek kesilmiş olsa da, örgüte karşı bölgede "açık bir tolerans" gösterildiği ifade edilmiştir. ISSnin bu raporuna göre, örgütün para kaynaklarına Avrupa ve sınır ticaretinden (kaçakçılık) alınan paylar temel teşkil etmekte, lojistiği ise İrandan sağlanmaktadır. Rapor, görüşülen Kürtlerin PKK sorununun çözümü konusundaki önerilerini beş maddede toplamaktadır; ;
- ■ Sorun, askerî çözümlerle değil ancak müzakere yoluyla çözülebilir,
■ PKK, bölünme hedefini terk ederek ideolojisinde radikal bir değişim yaptı,
■ Örgüt, barış istiyor ve silah bırakmaya hazır,
■ Bunun için, Türkiye kapsamlı bir af çıkarmalı ve Kürt kimliğini tanımalı,
■ Eğer PKK bunu reddederse, Kürt kamuoyundaki kredibilitesini kaybeder,
■ ve KBY, PKK'dan kurtulması için Türkiye'ye yardım etmeyi düşünebilir.
AB RAPORUNA KARŞI BAŞBAKAN MEKTUBU
Basına yansıyan 14 Kasım günlü ve ABye PKK için uyarı mektubu başlıklı habere göre; Başbakan Erdoğan, PKKnın siyasi ve finansal kaynaklarında önemli rol oynadığı düşünülen Avrupa Birliği ülkelerinin liderlerine, net uyarıların yer aldığı bir mektup göndermiştir. Erdoğan mektubunda Avrupalı liderlerden, kanlı terör örgütü için yapılması gerekenin, sadece terör örgütü olarak tanımak değil, ona karşı samimiyetle harekete geçmek olduğunu bildirmiştir. Avrupanın tutumunun Türkiye için önemli olduğunun vurgulandığı mektupta, PKKnın kıta Avrupasındaki yapılanmasının çökertilmesine yönelik en kısa sürede adım atılması istediği de belirtilmiştir. Yine aynı mektupta;terör örgütünün yönetim kadrosundan bazı isimlerin Avrupada rahatça dolaştığı ve Türkiyenin isteklerine rağmen iadeleri konusunda halen adım atılmadığının belirtildiği ifade edilmiştir. Kısacası bu mektuptan anlaşılan; terörle mücadele adına AB cephesinde bir değişikliğin bulunmadığıdır, çünkü altı yıl öncesi ile bugün arasında değişen bir şey yoktur. O halde gerçeğin gün ışığı gibi ortada olmasına karşın gerek AB raporu gerekse Başbakanlık Mektubu ne anlama gelmektedir ve bununla halkımıza ne gibi bir mesaj verilmek istenmektedir?
SARMAL TUZAK NETLEŞİYOR
AB raporu açıktır; PKK terör örgütü silah bırakmaya hazır, siz de buna karşılık siyasi görüşmelerin yolunu açın yani PKK terör örgütü ile masaya oturun yani Öcalan ya da Karayılan gibi sözde lider kadroyu muhatap alın, diyor bu rapor. AB raporu açıktır; teröristlere af getirin, teröristlere siyaset yapma hakkı tanıyın, ovaya insinler siyaset yapsınlar, diyor bu rapor. Anayasal düzenlemelere gidin ve Kürt kimliğine anayasal tanım getirin, Kürtçeyi ikinci dil yapın, eğitim ve öğretim sistemine alın, diyor bu rapor. AB raporu açıktır, diyor ki; Barzaniyi tanıyın yoksa biz AB olarak Irakın kuzeyinde temsilcilik açıp tanıyacağız. Başbakanın da ağzı yarım mektubu açıktır; bakın, ben ABye uyarı mektubu gönderdim, vazifemi yaptım, terörle hala mücadele ediyorum ama buna rağmen AB, terör örgütüne karşı siyasi çözüm de ısrar ediyor, Türkiye tam üye olacağı için ben de fazla ses çıkaramıyorum, diyor. Başbakan diyor ki; Türkiyenin üyelik hakkına helal gelmesin, diye ABye fazla yüklenemiyorum, işte görüyorsunuz, elimizden geleni yapıyoruz. Başbakanın mektubu çok açıktır, diyor ki; TSKye yetki verdik olmadı, terörle mücadele kararlılığımızı sürdürdük olmadı, AByi uyardık yine olmadı, ne yapalım başka çare yok, akan kanlar dursun da ne olursa olsun, en iyisi şu teröristlerle bir masaya oturalım, şu Barzaniyi tanıyalım, bakalım ne olacak, bir de bu şansımızı deneyelim. Eğer ki senaryo bu ise, DTP ile AKP aynı yolda yürüyecektir, nasıl mı, birlikte görelim
AKP, DTP İLE ANLAŞACAK
Tüm bu gelişmeler AKPnin DTP ile gizli de olsa anlaşacağını işaret etmektedir. Nasıl bir anlaşma; terör örgütünün sözde lider kadrosuna yarı özgürlük yarı siyaset hakkı tanıyan bir af, Kürt kimliğinin Anayasada yer alması için yasal düzenlemeler, yerel yönetime merkezi idareyi yok edici yetkiler, koruculuk teşkilatının süreç içerisinde kaldırılması gibi bir gizli mutabakatla anlaşma olacaktır. Peki, böyle bir anlaşma sağlanırsa ne olur; Doğuda çaresiz kalan halkımızın oyları büyük bir çoğunlukla AKPye, göstermelik bir azınlıkta DTPye gidecektir. Başka; DTP ile AKP arasında karşılıklı rekabet var gibi söylemler artacak ama aşağılarda gizli görüşmeler sürdürülecektir. Başka; AKP görünen terör olaylarına son verme iddiası ile yola çıkacak ve akan kanları durdurdum diyerek, ülke genelinde yapılacak seçimlerde tek başına iktidar olabilecek oyu alacaktır. Başka; PKK ara sıra eylem yapacak, Barzani ise göstermelik teröristleri Türkiyeye teslim edecek, teröre karşı olduğunu söyleyecek ve bu sözde iyilikleri karşılıksız kalmayacak, Türkiye Barzaniyi tanıyacak ve olası Kürt devletini tanımanın da yolunu böylece açacaktır. Başka; AB açıklama üstüne açıklama yapacak, Türkiyenin iyi yolda süratle yürüdüğünü, hiç kimsenin artık Türkiyenin tam üyelik sürecini durduramayacağını söyleyecek ve bu gelişmeler karşısında asıl tehlikeyi gören ulusal direncin temsilcileri susacak, konuşmaya kalkarsa eğer işbirlikçi medya onların Türkiye karşıtı olduğunu, hatta vatana ihanet ettiklerini anlatarak kamuoyunun tepkisini ülkesini sevenlere yöneltecektir. Başka; bizler gibi ülkesi ve milletinin iyiliğinden başka bir şey düşünmeyip olası tehditleri yazan ve çizenler, seslerini duyurdukları ölçüde bu ihanet senaryosuna Türkiyede kim dur diyecektir, diye sormaya devam edecektir. Gerçekten de senaryo böyle işlerse bu ihanete kim dur diyecek?
KİM DUR DİYECEK?
Türkiyedeki siyaset, demokratik sistemin öz savunma mekanizmasını kilitlemiştir. Türkiyede demokrasinin değil AKPnin AB ve ABD yörüngesinde işleyen siyasetinin kuralları işlemektedir. Doğuda yaşayan halkımız demokratik sistemin dışına itilerek AKP ve DTPnin eline bırakılmıştır, halk güvenlikten ve özgür iradesinden yoksun hale getirilmiştir. Türkiyede iktidar partisi tarafından açık ve de seçik etnik köken ve dini mezhep farklılıkları üzerinden siyaset yapılmaktadır ve muhalefet partileri bu siyaset karşısında etkisiz hale getirilmiştir. Bu ayrıştırıcı siyaset İsrailin parçalama stratejisiyle bire bir örtüşmektedir. Türkiyenin AB üyelik süreci artık amacı dışına çekilmiş ve AB, bu ayrıştırıcı siyasetin destekçisi haline gelmiştir. Türkiyenin ABD ile ilişkileri müttefik sınırlarını aşmış, ulusal çıkarların çatıştığı iki hasım ülke ilişkileri şekline, kaçınılmaz olarak, dönüşmektedir. Bundan böyle Türkiye ulusal güvenliğine asıl tehdit olarak PKK terör örgütünü değil Barzaniyi görmelidir. Bu senaryo Türkiyeyi dönüşü olmayan bir yola sürükleyecek olan bir senaryodur ve buna karşı, Türkiyeyi korumakla yükümlü dinamik güçlerin de kendi ulusal senaryolarını çizme zamanının geldiği artık düşünülmelidir. Kimdir bu dinamik güçler; muhalefetteki siyasi partiler ve sivil toplum örgütleri. Başka; Türk Adalet Sistemi ve Türk Silahlı Kuvvetleri. Türkiyenin böylesi bir karanlık yola girmesini engelleyecek bir demokratik savunma mekanizması gerçekten yok mudur?
Erdal SARIZEYBEK, 1 Aralık 2008 - esarizeybek@tusam.net
Cumhuriyet / Strateji