Brezilya-Türkiye’nin Atılımı ve İran / Graham E. Fuller
Gönderilme zamanı: Çrş Haz 16, 2010 22:23
Brezilya ve Türkiye’nin Uluslararası Güç İlişkilerindeki Değişime Yardımı
Graham E. Fuller, CIA Millî İstihbarat Konseyi
(National Intelligence Council) eski yardımcı başkanı ve çok
sayıda kitabın yazarı; bunlara „A World Without Islam“
(İslâmsız Bir Dünya) –Ağustos 2010- da dâhil.24 Mayıs 2010
Vaşington, BM’nin İran’a karşı yaptırım uygulamasını sağlamasındaki zorlukları gördüğünü sanıyorsa, bu aslında işin yarısı bile değil. Bundan daha önemli durum, Brezilya ve Türkiye’nin uluslararası güç dengelerini değiştirecek girişimlerde bulunmalarıdır.
Bu iki orta derece güç, Brezilya ve Türkiye, Vaşington’un İran’a karşı yürüteceği nükleer (çekirdeksel) izlem (strateji) yoluna meydan okudu; İran ile nükleer (çekirdeksel) kaynak konusunda anlaşılması için kendileri inisiyatif (öncecilik) kullandılar. Bu inisiyatif (öncecilik) yalnızca tamamen bağımsız değildi; ayrıca Amerika’nın hoş bir dille söylenmemiş uyarılarını da dikkate almadılar. Bunun dışında Vaşington bir sene önce aynı isteklerde bulunmuş ve konuşmalar başarısız sonuçlanmıştı. Bunun ana nedeni, Vaşington’un sert biçemi (üslûp) karşısında İran’ın yaptığı manevralar ve duydukları şüpheydi.
Bundan başka, Brezilya Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva ve Türkiye başbakanı (eşbaşkan) Recep Tayyip Erdoğan, Amerika'daki görüşmelerin olumsuz sonuçlanacağını düşünürken -ve isterken-, bu görüşmelerden başarıyla ayrıldılar.
Acaba İranlılar, zamana oynamak için, yalnızca yine bir oyun mu oynuyorlar veya orada daha derin birşeyler mi oldu?
Öncelikle önemli olan yalnızca anlaşmanın koşulları değil, önemli olan aracılar ve hava. Vaşington, –çoğu zaman dolaylı olarak– senelerce İran ile şiddetli ve saldırgan bir tavırla görüşmelerde bulundu. Ancak bu doğal bir şeydir; tek büyük güç diğerlerinin kendi izlemine uymasını talep ediyor.
Lula ve Erdoğan Tahran’a geldiklerinde, oyun tamamen başkaydı. Önemli olan içerik değil, daha çok görüşmeleri yürütenler, görüşmelerin yapıldığı yer ve oradaki havaydı. Tahran, kendisini bir büyük gücün baskısı altında hissetmiyordu. Karşısında, daha çok haklı nedenleri olan ve saygı çercevesinde yaklaşan iki ülke görüyordu. Bir açıdan bu görüşmelerin zaten başarılı sonuçlanacağı kesindi. İran’ın en çok istediği şey, Amerika’nın uluslararası egemenliğini kırmak ve özellikle Ortadoğu üstüne isteklerini -âdeta zorla kabûl ettirmesini- engellemek. İran nükleer (çekirdeksel) politikasında kazanmayı amaçlıyorken, onlar için, iki saygı duyulan ve başarılı ülkenin bu işe katılmasından daha iyi bir şey olamazdı. Eğer Tahran bu öneriyi kabul etmeseydi, bağımsız, seçenekli, karşı-Amerikan izlemeni engellemiş olabilirdi. Ama İran tüm dünyanın bu işe olumlu bakmasını sağladı.
Aynısı Çin ve Rusya için de geçerli. Lula-Erdogan başarısından sonra, Birleşik Devletler Dışisleri Bakanı Hillary Clinton hemen kendi başarısını açıkladı. Yani bu iki ülkenin -(Rusya ve Çin)- İran’a karşı yaptırımlarda daha etkin olacağı yanıtı, Brezilya ve Türkiye’nin görüşmelerdeki başarısına hayret edici, incitici bir yanıttı. Bu ülkeler, her şeye karşın, ABD’nin bölgesel ve küresel çıkarları için çok önemlidir. Brezilya ve Türkiye’ye karşı bu davranış, yalnızca İran izlemi için değil, ABD’nin küresel izlemi için de, çok büyük bir hataydı. Tüm dünya yine, Vaşington’un bu sıkıcı ve olumsuz oyununa tanık oldu.
Ancak gerçekten Clinton’un Rus ve Çin desteğini alabildiğine inanıyor muyuz? Tahran nasıl sertlik yerine saygıyla önerilen uzlaşmayı doğal olarak kabul ediyorsa, aynı biçimde Rusya ve Çin’in de, Brezilya ve Türkiye’nin bu girişimini olumlu karşılamak için önemli nedenleri var. Evet, anlaşmanın maddeleri önemli ama daha önemli olan, ABD’nin durmadan azalan küresel yaptırım gücü. Rusya ve Çin’in dış politika izlemi yalnızca bundan ibaret. Sonuçta bu ülkelerin hiçbiri -Brezilya ve Türkiye’nin İran ile anlaşmasının biraz daha uygun biçime getirilmesi gerekse bile- ABD’nin sert çizgisini, Brezilya-Türkiye’nin yürüttüğü izleme karşı kabul etmeyecektir. Rusya ve Çin ortaya çıkan çoklu küresel güçlerin iki şampiyonu olarak, Amerika’nın tek büyük güç durumunu öldürüyor.
Çin ve Rusya, elbette Amerikan üstünlüğünü ve baskısını bitirmeye çalısan, kalkınan ülkelerin iki temsilcisidir. Ancak daha önemlisi, onlar Vaşington’dan kopan küresel politikanın tam ortasına yerleşiyor. Amerika’nın isteklerine karşı duran bu iki ülke, yalnızca ucuz puan toplamaya çalışan üçüncü devlet ülkeleri değil. Bu iki önemli ülke güya ABD’nin derin dostlarıdır. Bu, bu durumu daha da alçaltıyor.
Bu gelişmeler zamanın derin işaretleri. Tek büyük güç olmadaki sorun hep ön yargılı bir ortamın oluşması, denetsizlik ve dengesizliktir. Amerikalılar eşitliğe ve denetime yalnızca kendi düşüncelerine uyduğu sürece inanıyorlar. Mesela Microsoft büyük ve mükemmel bir ortaklık olabilir ama kimse onun bir tekel haline gelmesini istemez. Aynısı dünya için de geçerlidir; küresel eşitlik ve denge önemli güvenlik kollarıdır. Vaşington eğer İran ile kırk yıldır olduğu gibi görüşmeleri yürütmekteki beceriksizliğini devam ettirirse –aynı Küba ile ancak elli yıl sonra konuşabildiği gibi– sorunu daha da kötüleştirir; güçlenmiş bir İran ve köktencilik baskısının Ortadoğu’da ayrımcılığı güçlendirmesi gibi... Tüm dünya, iki önemli ve sorumluluk bilinci olan, demokratik ve ölçülü devletin, ABD’nin onlarca yıldır yürüttüğü akılsızca politikasının denetlenmesini olumlu karşılamaz mı? Denetim ve denge işte budur ve bu aynı zamanda gücün kaymasındaki nedendir.
Ve kim bilir? “Rogue States” (Vaşington’un kendi çizgisine uymayan ülkelere verdiği ad) belki, eski yayılmacı tekniklerden, yani karışma ve ültimatomlardan kurtulmak için yeni atılımlara istekle katılan baş ülkeler olabilir. Aynı zamanda (oğur) ABD kendisi “Failed State” durumuna düşmeye doğru koşuyor; özellikle Sovyetler Birliği’nin düşmesinden beri yürüttüğü küresel yönetimi nedeniyle...
Özgün Metin:
Kaynak:
[mod="ÖNEMLİ"]Çeviriler, GüncelMeydan.com'un kaynak gösterilmesi koşuluyla, başka sitelerde yayınlanabilir.[/mod]
Graham E. Fuller, CIA Millî İstihbarat Konseyi
(National Intelligence Council) eski yardımcı başkanı ve çok
sayıda kitabın yazarı; bunlara „A World Without Islam“
(İslâmsız Bir Dünya) –Ağustos 2010- da dâhil.24 Mayıs 2010
Vaşington, BM’nin İran’a karşı yaptırım uygulamasını sağlamasındaki zorlukları gördüğünü sanıyorsa, bu aslında işin yarısı bile değil. Bundan daha önemli durum, Brezilya ve Türkiye’nin uluslararası güç dengelerini değiştirecek girişimlerde bulunmalarıdır.
Bu iki orta derece güç, Brezilya ve Türkiye, Vaşington’un İran’a karşı yürüteceği nükleer (çekirdeksel) izlem (strateji) yoluna meydan okudu; İran ile nükleer (çekirdeksel) kaynak konusunda anlaşılması için kendileri inisiyatif (öncecilik) kullandılar. Bu inisiyatif (öncecilik) yalnızca tamamen bağımsız değildi; ayrıca Amerika’nın hoş bir dille söylenmemiş uyarılarını da dikkate almadılar. Bunun dışında Vaşington bir sene önce aynı isteklerde bulunmuş ve konuşmalar başarısız sonuçlanmıştı. Bunun ana nedeni, Vaşington’un sert biçemi (üslûp) karşısında İran’ın yaptığı manevralar ve duydukları şüpheydi.
Bundan başka, Brezilya Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva ve Türkiye başbakanı (eşbaşkan) Recep Tayyip Erdoğan, Amerika'daki görüşmelerin olumsuz sonuçlanacağını düşünürken -ve isterken-, bu görüşmelerden başarıyla ayrıldılar.
Acaba İranlılar, zamana oynamak için, yalnızca yine bir oyun mu oynuyorlar veya orada daha derin birşeyler mi oldu?
Öncelikle önemli olan yalnızca anlaşmanın koşulları değil, önemli olan aracılar ve hava. Vaşington, –çoğu zaman dolaylı olarak– senelerce İran ile şiddetli ve saldırgan bir tavırla görüşmelerde bulundu. Ancak bu doğal bir şeydir; tek büyük güç diğerlerinin kendi izlemine uymasını talep ediyor.
Lula ve Erdoğan Tahran’a geldiklerinde, oyun tamamen başkaydı. Önemli olan içerik değil, daha çok görüşmeleri yürütenler, görüşmelerin yapıldığı yer ve oradaki havaydı. Tahran, kendisini bir büyük gücün baskısı altında hissetmiyordu. Karşısında, daha çok haklı nedenleri olan ve saygı çercevesinde yaklaşan iki ülke görüyordu. Bir açıdan bu görüşmelerin zaten başarılı sonuçlanacağı kesindi. İran’ın en çok istediği şey, Amerika’nın uluslararası egemenliğini kırmak ve özellikle Ortadoğu üstüne isteklerini -âdeta zorla kabûl ettirmesini- engellemek. İran nükleer (çekirdeksel) politikasında kazanmayı amaçlıyorken, onlar için, iki saygı duyulan ve başarılı ülkenin bu işe katılmasından daha iyi bir şey olamazdı. Eğer Tahran bu öneriyi kabul etmeseydi, bağımsız, seçenekli, karşı-Amerikan izlemeni engellemiş olabilirdi. Ama İran tüm dünyanın bu işe olumlu bakmasını sağladı.
Aynısı Çin ve Rusya için de geçerli. Lula-Erdogan başarısından sonra, Birleşik Devletler Dışisleri Bakanı Hillary Clinton hemen kendi başarısını açıkladı. Yani bu iki ülkenin -(Rusya ve Çin)- İran’a karşı yaptırımlarda daha etkin olacağı yanıtı, Brezilya ve Türkiye’nin görüşmelerdeki başarısına hayret edici, incitici bir yanıttı. Bu ülkeler, her şeye karşın, ABD’nin bölgesel ve küresel çıkarları için çok önemlidir. Brezilya ve Türkiye’ye karşı bu davranış, yalnızca İran izlemi için değil, ABD’nin küresel izlemi için de, çok büyük bir hataydı. Tüm dünya yine, Vaşington’un bu sıkıcı ve olumsuz oyununa tanık oldu.
Ancak gerçekten Clinton’un Rus ve Çin desteğini alabildiğine inanıyor muyuz? Tahran nasıl sertlik yerine saygıyla önerilen uzlaşmayı doğal olarak kabul ediyorsa, aynı biçimde Rusya ve Çin’in de, Brezilya ve Türkiye’nin bu girişimini olumlu karşılamak için önemli nedenleri var. Evet, anlaşmanın maddeleri önemli ama daha önemli olan, ABD’nin durmadan azalan küresel yaptırım gücü. Rusya ve Çin’in dış politika izlemi yalnızca bundan ibaret. Sonuçta bu ülkelerin hiçbiri -Brezilya ve Türkiye’nin İran ile anlaşmasının biraz daha uygun biçime getirilmesi gerekse bile- ABD’nin sert çizgisini, Brezilya-Türkiye’nin yürüttüğü izleme karşı kabul etmeyecektir. Rusya ve Çin ortaya çıkan çoklu küresel güçlerin iki şampiyonu olarak, Amerika’nın tek büyük güç durumunu öldürüyor.
Çin ve Rusya, elbette Amerikan üstünlüğünü ve baskısını bitirmeye çalısan, kalkınan ülkelerin iki temsilcisidir. Ancak daha önemlisi, onlar Vaşington’dan kopan küresel politikanın tam ortasına yerleşiyor. Amerika’nın isteklerine karşı duran bu iki ülke, yalnızca ucuz puan toplamaya çalışan üçüncü devlet ülkeleri değil. Bu iki önemli ülke güya ABD’nin derin dostlarıdır. Bu, bu durumu daha da alçaltıyor.
Bu gelişmeler zamanın derin işaretleri. Tek büyük güç olmadaki sorun hep ön yargılı bir ortamın oluşması, denetsizlik ve dengesizliktir. Amerikalılar eşitliğe ve denetime yalnızca kendi düşüncelerine uyduğu sürece inanıyorlar. Mesela Microsoft büyük ve mükemmel bir ortaklık olabilir ama kimse onun bir tekel haline gelmesini istemez. Aynısı dünya için de geçerlidir; küresel eşitlik ve denge önemli güvenlik kollarıdır. Vaşington eğer İran ile kırk yıldır olduğu gibi görüşmeleri yürütmekteki beceriksizliğini devam ettirirse –aynı Küba ile ancak elli yıl sonra konuşabildiği gibi– sorunu daha da kötüleştirir; güçlenmiş bir İran ve köktencilik baskısının Ortadoğu’da ayrımcılığı güçlendirmesi gibi... Tüm dünya, iki önemli ve sorumluluk bilinci olan, demokratik ve ölçülü devletin, ABD’nin onlarca yıldır yürüttüğü akılsızca politikasının denetlenmesini olumlu karşılamaz mı? Denetim ve denge işte budur ve bu aynı zamanda gücün kaymasındaki nedendir.
Ve kim bilir? “Rogue States” (Vaşington’un kendi çizgisine uymayan ülkelere verdiği ad) belki, eski yayılmacı tekniklerden, yani karışma ve ültimatomlardan kurtulmak için yeni atılımlara istekle katılan baş ülkeler olabilir. Aynı zamanda (oğur) ABD kendisi “Failed State” durumuna düşmeye doğru koşuyor; özellikle Sovyetler Birliği’nin düşmesinden beri yürüttüğü küresel yönetimi nedeniyle...
Özgün Metin:
Kaynak:
- İm (Kod): Tümünü seç
http://www.tmsfeatures.com/columns/political/international/global-viewpoint/Global-Viewpoint-Network.html?articleURL=http://rss.tmsfeatures.com/websvc-bin/rss_story_read.cgi?resid=201005241053TMS_____GLOBLVEW_ts--r-a_20100524
[mod="ÖNEMLİ"]Çeviriler, GüncelMeydan.com'un kaynak gösterilmesi koşuluyla, başka sitelerde yayınlanabilir.[/mod]