1. yüz (Toplam 1 yüz)

Kafkasya’daki Balkanlar

İletiGönderilme zamanı: Cum Ağu 22, 2008 3:38
gönderen tuba
Kafkasya’daki Balkanlar
Gürcistan’daki Çatışmalara Balkan Odaklı Bir Yaklaşım

1990’lı yıllarda Balkanlar’da yaşanan olaylar ve bu bölgeye yönelik izlenen politikalardan diplomasi çerçevesinde değişik dersler çıkarmak mümkündür. Günümüzün “büyük” sayılabilecek ülkeleri Balkanlar’daki gelişmelerden değişik tecrübeler edinmiş, kimi durumlarda da Balkanlar’ı bir deneme-öğrenme alanı olarak kullanmıştır. Balkanlar’daki gelişmelerden “küçük” ülkeler de çok şey öğrenebilmiştir. Örneğin, uluslararası hukukun “kutsal olmadığı”, Birleşmiş Milletlerin yaşanan bazı gelişmeler karşısında sadece bir izleyici olarak kalabileceği, bazı küçük devletlerin toprak bütünlüğüne birilerinin daima zarar verebileceği, etnik temizlik ve soykırımın dünya kameraları önünde gerçekleşebileceği, bazı ayrılıkçıların “iyi”, bazılarının da “kötü” olarak nitelenebileceği, Balkanlar’daki çarpıcı gelişmeler esnasında çoktan öğrenilmiştir. Diğer taraftan Balkanlar’daki tecrübeler, “büyük” ülkelerin istediklerini yapmakta geniş hareket serbestîlerinin olduğunu, “küçük” olanların ise başlarına örülen çorapla meşgul edildiği şeklinde yaygın bir kanaat oluşturmuştur.

Bu yazıda, Balkanlar’da yaşanan bazı olaylar çerçevesinde, üç perdede Kafkasya’daki son savaşın değerlendirilmesine ve gelecekteki muhtemel gelişmelere ışık tutulmasına çalışılacaktır.

Perde-1: Saakaşvili’nin Güney Osetya’daki “Fırtınası”
Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin dağılma sürecine girmesiyle birlikte, Hırvatistan’da yaşayan Sırplar 1991 yılında Belgrad’ın talimatlarıyla ayaklanarak, Hırvatistan topraklarının yaklaşık üçte birine karşılık gelen “Krayina Sırp Cumhuriyeti”ni ilan etti. Krayinalı Sırplar, Belgrad’dan aldıkları destekle, 1995’in yazına kadar Hırvat yönetimine karşı başarılı bir şekilde ayak diretti ve “devlet içinde devlet”lerini yaşattı. 4 Ağustos 1995 tarihinde ise Hırvat silahlı kuvvetleri Krayina bölgesine “Fırtına” isimli bir harekât düzenleyerek, Sırplar tarafından işgal altında tutulan Hırvatistan topraklarını kurtardı. Fırtına harekâtı sonucunda 1.600 Sırp’ın öldürüldüğü veya kayıplara karıştığı, yaklaşık 250 bininin ise Hırvatistan topraklarından sürüldüğü belirtiliyor. Sırbistan, Fırtına harekâtını büyük bir üzüntüyle “etnik temizlik” olarak anarken, Hırvatlar bunu 5 Ağustos tarihinde kurtuluş savaşının zaferi olarak kutluyor.

Fırtına harekâtının 13. yıldönümünden sadece iki gün sonra, yani 7 Ağustos 2008’de Gürcistan Cumhurbaşkanı Mikheil Saakaşvili Güney Osetya’ya saldırdı. Balkanlar’daki “Fırtına”nın bir benzerinin Kafkasya’da uygulamaya çalışıldığı ortadaydı. Sanki Saakaşvili, Hırvatistan’ın 13 yıl önce yaptığı şekilde, büyük bir operasyonla Gürcistan topraklarını “Güney Osetya sorunundan” arındırmaya çalıştı. Bu doğrultuda Saakaşvili’nin güçleri Güney Osetya’da, toplam nüfusu 50 bin civarında olan Osetlerden yüzde 3’ünü (yaklaşık 1.500 kişiyi) öldürdü, yaklaşık yüzde 76’sını da (38 binini) göçe zorladı. Gerçi ateşkesin imzalanmasıyla birlikte 20 Ağustos 2008 tarihi itibariyle yaklaşık 17 bin kişinin Güney Osetya’ya geri döndüğü belirtiliyor.

Fakat Saakaşvili, Hırvatistan’ın Fırtına harekâtını Batılı ülkelerin yeşil ışığı ve desteğiyle gerçekleştirdiğini dikkate almadı. Fırtına harekâtı esnasında NATO uçakları Sırp radarlarını bombalayarak, Hırvat silahlı kuvvetlerine doğrudan doğruya yardımcı bile oldu. Diğer taraftan, Batılı ülkeler yürüttükleri diplomasiyle, Sırbistan ile Bosna’daki Sırpların, Hırvatistan’daki soydaşlarının yardımına gelmemesini sağlamıştı.

Güney Osetya örneğinde ise Saakaşvili’nin baskın operasyonunu önceden garanti altına almadığı anlaşıldı. Güney Osetya operasyonu Saakaşvili’nin yanlış öngörüleri ile hırs ve gençliğinden mi kaynaklandığı, yoksa kendisinin böyle bir maceraya birileri tarafından bilerek mi ise sürüklendiği şimdilik belirsizdir. Bunun dışında, Fırtına harekâtıyla “Krayina Sırp Cumhuriyeti”ni imhaya kalkışan Hırvatistan, en kötü ihtimalle Sırbistan’ı karşısında bulabilecekti. Güney Osetya’ya saldırmak durumunda ise Gürcistan’ın karşısına Rusya Federasyonu gibi bir devin çıkacağı ortadaydı. Bu yüzden “Balkanlar’daki hesap, Kafkasya’da tutmadı”.

Perde-2: Rusya Federasyonu’nun Gürcistan’a “İnsani Müdahalesi”
Saakaşvili’nin Güney Osetya’ya açtığı savaşa Rusya Federasyonu sert bir şekilde karşılık verdi. Kosova örneğinde uluslararası hukuka sıkı bir şekilde sarılan ve bu çerçevede sadece Sırbistan’ın değil, bütün ülkelerin toprak bütünlüklerinin korunmasının önemli olduğunun altını çizen Moskova, Gürcistan’a girmekle hem uluslararası hukuku çiğnedi, hem de bu komşu ülkenin topraklarından kopmaya çalışan bir bölgeye silahlarıyla destek verdi. Rusya Federasyonu’nun Gürcistan müdahalesi sırasında kullandığı kavram ve meşrulaştırma söylemlerini, Batılı ülkelerin sözlüğünden ödünç aldığı ortadadır. Şöyle ki; 1999 yılında Sırbistan’a karşı gerçekleştirilen NATO müdahalesi “insani müdahale” adı altında yapılmıştır. Oysa söz konusu müdahalenin birincil amacının, Sırp lider Slobodan Miloşeviç’in yönetimine son vermek olduğu söylenebilir. Benzer şekilde, Moskova “insani müdahale” gerekçesiyle Gürcistan’a girmekle Osetleri korumaktan ziyade, kendi etki alanını korumayı hedeflemiş olmalıdır. Nasılsa, geçmişte insancıl amaçlı müdahalelere dünyanın değişik yerlerinde çok daha fazla ihtiyaç duyulmuş, ancak Rusya Federasyonu isteksiz davranmıştır.

Elbette, Gürcistan örneğinde Rusya Federasyonu’nun etki alanını korumak, Saakaşvili’nin yıkılmasından veya kontrol altına sokulmasından geçmektedir. 2003’ün sonlarından beri Saakaşvili’nin Rusya Federasyonu’nun kapısının hemen önünde “Amerikan bayrağını sağlayama başlamış olması”, Moskova’ya rahatsızlık vermektedir. Gürcistan’daki son savaşta yaptığı hatalar yüzünden, Saakaşvili’nin sandalyesi sallanmış olabilir. Ancak, Moskova penceresinden bakıldığında, Gürcistan’ı bir şekilde kontrol etmek, Saakaşvili yönetimde kalsa bile mümkün gözükmektedir. Nasıl?

Hatırlatmak gerekirse, Rusya Federasyonu Başbakanı Vladimir Putin, Saakaşvili’nin yanlışları yüzünden Güney Osetya’nın Gürcistan sınırları içinde eskisi gibi kalmasının artık imkânsızlaştığı yönünde mesajlar vermiştir. Bu yaklaşım tarzını da, Putin’in Batı diplomasisinden ödünç aldığı söylenebilir. Çünkü Batılılar, eski Sırp lider Slobodan Miloşeviç’in geçmişteki hataları yüzünden, Kosova’nın Sırbistan sınırları içinde kalamayacağını son birkaç yıldır tekrar etmişlerdir. Ancak, Moskova’nın Güney Osetya ve Abhazya’yı bağımsız devlete dönüştürmesi mantıklı gözükmemektedir. Çünkü, Güney Osetya ve Abhazyası olmayan bir Gürcistan, tam anlamıyla Batı’nın kalesine dönüşebilecektir. İşte böyle bir ortamda Rusya Federasyonu, ABD ve diğer NATO askerlerini arka bahçesinde bulabilecektir.

Moskova açısından Tiflis’in attığı adımları dengelemenin yolunun, Gürcistan’ı bir çeşit Bosna-Hersek’e dönüştürmekten geçtiği söylenebilir. Hatırlatmak gerekirse, artık var olmayan Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin diğer federal birimlerinin tecrübe ettiği gibi, Bosna-Hersek’in de kendi kaderini belirleme hakkı vardı. Uluslararası hukukun da desteklediği bu haktan yola çıkarak, Bosna 1992’nin başlarında bağımsızlığını ilan etti. Ancak, bağımsızlık ilanı ülkeyi savaşa sürükledi ve bu süreçte Bosnalı Sırplar, “devlet içinde devlet” olan ve etnik temizlik ve soykırım politikalarıyla kurulan Sırp Cumhuriyeti’ni ilan etti. Sırp Cumhuriyeti uluslararası hukuka tamamen aykırı olmasına rağmen, uluslararası topluluğun sayesinde 1995’in sonlarında imzalanan Dayton Barış Anlaşması ile yasallık kazandı. Üstelik, Dayton Barış Anlaşması’nın bir eki niteliğinde olan Bosna-Hersek anayasası sayesinde, adeta Bosna-Hersek’in normal bir devlet olarak çalışmaması sağlandı, ülke birbiriyle uzlaşamayan ve adeta veto hakkına sahip entitelere bölündü. Bosna-Hersek’in böyle bir devlet yapısına sürüklenmesinde Batılılarla birlikte, Rus diplomatların da katkısı olmuştur. Bir ülkenin entitelere bölüştürülmesinin yakın tarihteki ilk örneği Bosna-Hersek’tir. Bosna-Hersek’te yaratılan bu emsal ise Gürcistan’a Moskova açısından iyi bir model teşkil edebilir. Elbette ki Güney Osetya ve Abhazya Sırp Cumhuriyeti’nden çok farklıdır ve tarihsel olarak hep var olmuştur. Ancak, Moskova Güney Osetya ve Abhazya’yı Tiflis’e karşı bir çeşit veto hakkına sahip bölgelere dönüştürebilirse, Gürcistan’ın dış politikasına “prangalar takmış olacaktır”.

Rusya Federasyonu’nun Gürcistan’daki eylemleri bu çerçevede değerlendirildiğinde, önce askeri bir müdahaleyle Moskova’nın fiili bir durum yarattığı göz ardı edilmemelidir. 1990’larda Balkanlar’da savaşan taraflardan biri önce fiili bir durum oluşturuyor, ardından Batılı diplomatlar adeta yaratılan fiili durumu meşrulaşırcasına barış müzakereleri için devreye giriyordu. Örneğin, 1992-1995 yılları arasında yaşanan Bosna savaşı kapsamında Batılı diplomatların sunduğu değişik barış planları, etnik temizlik politikalarıyla şekillenen iç sınırları sürekli onaylıyordu. Bunun farkında olan Sırplar ise, hep daha fazla toprak peşinde
koşuyordu.

Moskova’nın Gürcistan’da fiili bir durum yarattıktan sonra, yeni şartları, imzalanan anlaşmalar yoluyla Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararıyla meşrulaştırma çabasına girdiği anlaşılıyor. Dahası, nasıl Batılılar Kosovalı politikacıların Güvenlik Konseyi toplantılarına katılımını sağladıysa, Moskova da Güney Osetya ve Abhazya temsilcilerinin ilgili Güvenlik Konseyi toplantılarına katılımını istiyor. Bunun ötesinde Rusya Federasyonu, NATO’nun Kosova örneğinde Sırbistan’a kabul ettirdiği “tampon bölge” uygulamasının benzerlerinin Güney Osetya ve Abhazya etrafında oluşturulmasını ve bu bölgelerin Rus askerleri tarafından denetlenmesini istiyor. Yine, nasıl NATO Kosova hava sahası üzerinden Sırp uçaklarının uçuşlarını yasakladıysa, Moskova da Gürcü uçakların Güney Osetya ve Abhazya hava sahalarından uçuşlarının yasaklanmasını talep ediyor. Şimdilik Moskova’nın Güney Osetya ve Abhazya ile ilgili görünen planları bunlardır. Muhtemelen Moskova’nın asıl hedefi bu iki sorunlu bölgeyi Gürcistan’ın içindeki ayrı entitelere veya Tiflis’in “federal ortaklarına” dönüştürmektir. Bazı Batılı ülkeler “küçük bir Gürcistan” yüzünden Rusya Federasyonu ile geliştirdikleri ilişkileri yokuşa sürüklemeyi göze alamayacaklarına göre, Tiflis’in fazla seçeneği kalmamaktadır: Uzun vadede ya Moskova’nın dayatacağı yeni realiteye razı olacak, ya da Güney Osetya ve Abhazya’yı “kesip atmakla” kurtulmaya çalışacak. Üçüncü olasılıkta Rusya Federasyonu’yla savaş yer almaktadır. Böyle bir olasılıkta en azından kazanmayan tarafın Gürcistan olacağı kesindir.

Perde-3: Kosova’dan Güney Osetya’ya Moskova’nın Davranışını Anlamak
Kosova bağımsızlığının açıklanmasıyla birlikte dünya medyasında yer bulan söylemlerden biri, “pandoranın kutusunun” açıldığı, bundan sonra Kosova’nın bağımsızlığının dünyanın diğer sorunlu bölgelerine de emsal teşkil edeceği yönündeydi. Kosova’nın bağımsızlığının diğer bölgelerdeki ayrılıkçı unsurlara emsal teşkil edeceği iddiasını ortaya atan aslında Belgrad’ın kendisidir. Sırbistan bu şekilde, sorunlu bölgelere sahip olan ülkeleri korkutmayı ve Kosova’nın bağımsızlığını desteklemekten uzak durmalarını sağlamayı hedeflemişti. İşin ilginç tarafı, Belgrad’ın geliştirdiği bu stratejiye Rusya Federasyonu Devlet Başkanı sıfatıyla Vladimir Putin Ocak 2006’dan beri açıkça sahiplenmeye başladı. Putin’in Belgrad’ın sözcülüğünü bu ölçüde yapmaya başlaması Sırbistan’ı dahi şaşırtmıştı.

Moskova, Sırpları sevdiğinden veya Arnavutları sevmediğinden değil, kendi stratejik çıkarlarını düşündüğü için Kosova’nın bağımsızlığına karşı çıkıyor. Aslında, Moskova Kosova konusunda Sırplara sahip çıkarken, kendi sorunlarını çözmeye çalışıyordu. Rus politikacılar arasındaki yaygın bir inanca göre, Soğuk Savaş sonrası dönemde Batılı ülkeler, kendi istekleri doğrultusunda çalışan bir uluslararası sistemi inşa etmeye başlamıştır. Bu yüzden Putin, “Kosova konusunda Batı’nın dayatmalarına karşıyız” açıklamalarında bulunmuş ve değişik vesilelerle sorunların çözümünde “evrensel ilkelerin” belirlenmesi gerektiğini söylemiştir. Ancak bütün sorunların kendine özgü nitelikleri bulunduğu ve evrensel ilkelerle hareket etmenin mümkün olamayacağını Putin’in kendisi de biliyor olsa gerek. Putin’in “evrensel ilkeler” sözlerinin arkasında, uluslararası sistemde sadece Batılı ülkelerin değil, Rusya Federasyonu’nun da düşüncelerine yer verilmesi arzusunun yattığı söylenebilir. Gerçekten de, Putin’in ve ardılı Dimitriy Medvedev’in temel dış politika hedeflerinden birinin, uluslararası sistemde bir güç olarak Rusya Federasyonu’nun konumunu iyileştirmek olduğu söylenebilir. Bunun için de Putin uluslararası hukuka dayalı ve Birleşmiş Milletlerin koordinasyonu altında olan çok taraflı işbirliğini önemsediğinin işaretlerini veriyordu.

Güney Osetya çerçevesinde yaşanalar ise, Moskova’nın uluslararası hukukta birbiriyle çelişen “toprak bütünlüğünün korunması” ve “kendi kaderini belirleme hakkı” ilkelerini çıkarlarına uygun bir şekilde kullanmakta olduğunu gösterdi. Bir başka ifadeyle, Kosova konusunda Sırbistan’a “toprak bütünlüğünün korunması” ilkesiyle yardımcı olan Rusya Federasyonu, Gürcistan’a “kendi kaderini belirleme hakkı” ilkesiyle saldırmaktadır.

Yine Kosova konusunda yaşanan gelişmelerle, Rusya Federasyonu bir kez daha uluslararası sistemde “negatif güç” olduğunu göstermişti. Bir başka ifadeyle, Rusya Federasyonu Belgrad’ın istemeyeceği bir kararın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde kabul edilmesini engellemiş, ancak diğer ülkelerin Sırbistan’ın istekleri doğrultusunda karar almalarını sağlayamamıştır. Güney Osetya örneğinde ise, Soğuk Savaş dönemini andırırcasına Moskova’nın Gürcistan’a karşı aşırı bir askeri güç kullandığı ortadadır. Bununla, son yıllarda genel olarak enerjiyi dış politikasında bir silah olarak kullanan Rusya Federasyonu, çok hassas olduğu konularda gerekirse tanklarını da kullanmaya hazır olduğunu göstermiştir. Gelecekte Rusya Federasyonu muhtemelen Gürcistan dışında Ukrayna ve Polonya gibi ülkelerle de uğraşacak. Örneğin, Moskova bu günlerde, Vaşington ile füze kalkanı anlaşmasını imzalayan Polonya’ya “böyle bir eyleminiz cezasız kalmayacaktır” tarzı ciddi tehditlerde bulunuyor. Yine de Moskova’nın bu yönde sertleşen eylem ve söylemleri, Rusya Federasyonu’nun “negatif güç” olduğu gerçeğini değiştirmez. Nasıl Batılılar Gürcistan yüzünden Rusya Federasyonu ile ilişkilerini bozmak istemiyorsa, Moskova da küçük bazı dış politika kazanımları yüzünden Batılı ülkeler ile ilişkilerini bir çıkmaza sürükleyemez. Aksi takdirde, Rusya Federasyonu’nun kayıpları, kazançlarından çok daha büyük olabilecektir.

TABLO: Kosova’dan Güney Osetya’ya: Batılı Ülkelerle Rusya Federasyonu’nun Değişen Rolleri
KOSOVA.............GÜNEY OSETYAResim


Erhan Türbedar - ASAM Balkan Uzmanı


Kaynak

İletiGönderilme zamanı: Pzt Eyl 01, 2008 16:13
gönderen lynex
guzel yazı terikler...