1. yüz (Toplam 1 yüz)

Amerika'nın Barış Suçları -2-

İletiGönderilme zamanı: Cum Haz 19, 2009 12:49
gönderen Otopsi
Seçimleri Ahmedinecad’ın kazanmasının ardından İran’dan yansıyan kareler 2003’te Gürcistan ve 2004’te Ukrayna sokaklarında oluşturulan manzarayı hatırlatıyor


Barack Obama ABD Başkanlığını devraldıktan sonra ilk söyleşisi el Arabiye televizyonunda yayınlandı. Ağırlıklı olarak İslam dünyasına diyalog mesajları veren yeni ABD Başkanı, İran’a özellikle vurgu yaptı ve “Yumruğunu açarsa elimizi uzatırız” dedi.
İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad ise, ’davet’ olarak yorumlanan bu sözlere ’icabet’ etmeye niyetli görünmedi.
Obama’ya “İran, birilerine el açacak ülke değildir” mealinde sert bir cevap veren Ahmedinecad’a göre madem ki diyalog talep eden ABD’ydi, öyleyse bazı şartları yerine getirmesi gerekiyordu.

İran özür
çağrısı yaptı
O şartlardan ilki “ABD’nin İran’a karşı son 60 yılda işlediği ’suçlardan’ dolayı özür dilemesi” olacaktı.
Ahmedinecad 28 Ocak 2009 günü Kirmanşah’ta yaptığı konuşmada şunu söyledi:
“Yeni ABD yönetimin yapması gereken ilk iş kibirli yaklaşımını değiştirmek ve diğer ulusları üçüncü sınıf hatta dördüncü sınıf halk olarak görmeyi bırakmak olmalıdır. Değişimden bahsediyorsan dünyadaki Amerikan askeri varlığına son vermelisin.”
İran Cumhurbaşkanı’nın “özür” beklediği “Amerikan suçları” arasında İran petrollerini millileştiren eski Başbakan Muhammed Musaddık’ın CIA işbirliğinde gerçekleşen bir darbe ile devrilmesi operasyonu ve İran-Irak savaşına yapılan müdahale de vardı.

Obama darbeyi
itiraf etti
Obama 4 Haziran 2009’da Kahire’de İslam dünyasına seslenirken, “Soğuk savaş döneminde ABD, demokratik yolla iktidara gelmiş bir İran Hükümetinin devrilmesinde rol oynamıştı” diyerek, 1953’teki ’Musaddık darbesi’nde Amerikan parmağı olduğunu itiraf etti.
Kuşkusuz Ahmedinecad’ın beklediği, zaten bütün dünyanın bildiği bir gerçeğin itirafı değil; “özür” , hatta ABD’nin halen sürdürdüğü benzer müdahalelerden vazgeçtiğine dair ’teminat’tı. Çünkü ABD, Musaddık darbesindeki sorumluluğunu ilk kez üstlenmiyordu. ABD Dışişleri eski Bakanı Madeleine Albright da 2000 yılında benzer ifadeleri kullanmıştı. Dolayısıyla Obama’nın sözleri, zamanlaması da göz önüne alındığında, mevcut İran iktidarına yapılmış bir jestten çok, sandık başına gitmeye hazırlanan İranlı seçmeni yumuşatmak için tasarlanmış “propaganda”yı andırıyordu.
Amerika’ın ’güven kazanma’ çabalarıyla İran seçimleri arasında bağlantı kuramamış olanlar için geride bıraktığımız iki hafta benzersiz bir tecrübe fırsatı sundu.
Mir Hüseyin Musevi ile Mahmud Ahmedinecad çekişmesine sahne olan İran seçimlerinin ardından, ülkenin ’iç savaş’a sürüklenmesine çabalayan itici güçlerin tamamı ABD patentliydi.
12 Haziran günü sandıktan çıkan isim oyların yüzde 63’ünü alan Ahmedinecad’dı. Ancak yüzde 33’te kalan Musavi’nin yandaşları seçime ’hile’ karıştırıldığı gerekçesiyle sokaklara dökülmüştü.

Olayları başlatan
açıklama
Musevi’nin sonuçların açıklanmasının hemen ardından yaptığı “Yaşanan pekçok açık ihlali şiddetle protesto ediyorum ve uyarıyorum; bu tehlikeli maskaralığa boyun eğmeyeceğim. Bu tehlikeli sürecin sırlarını ifşa etmek ve ülkenin geleceğine yönelik yıkıcı sonuçlarını açıklamak benim için dini ve ulusal bir vecibe. Halk hileyle iktidarı ele geçirenlere saygı göstermez. Bu halkın oylarına ihanettir” beyanı şiddetlenen olayların işaret fişeği oldu.
Bir İngiliz darbesi ile iktidara gelen eski Şah’ın, ABD’de yaşayan oğlu Rıza Pehlevi ’dış dünya’dan seçim sonuçlarının tanınmaması ve Musavi’nin iktidara getirilmesi yönündeki ’demokratik(!)’ taleplerine sahip çıkılmasını istiyordu.
Fransa’dan Almanya’ya, ABD’den İngiltere’ye kadar bir çok ülkenin ünlü gazeteleri iç savaş ihtimalinden, seçimlerin tanınmayabileceğinden, İran’a yönelik ambargoların artacağından dem vuruyordu.
Ahmedinecad’ın ’kışkırtıcılık’la suçladığı dış basın, bütün renki devrimlerde bu görevini hakkıyla yerine getirmişti.
İran’ı da kapsayan, ’yeni dünyanın kilidi’ niteliğindeki coğrafyada, demokratik seçimlerin “hile” bahanesiyle yok sayılması, ’isyan tiyatrosu’nun sergilendiği ülkelere ’kukla’ devlet başkanlarının atanmaya çalışılması öngörülemeyecek bir yöntem değildi.

Amerika’ya karşı
tarihi tecrübe
1977-1981 yılları arasında ABD Başkanı Jimmy Carter’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı olan Zbigniew Brezinski’nin ortaya attığı Yeşil Kuşak teorisi Sovyetler Birliği’ni çevreleyen İslam ülkelerini kapsıyordu. ABD komünizmi bir tehdit aracına dönüştürerek, ekonomik ve askeri müdahalelerle bölge ülkelerini etkisi altına aldı.
İşte İran’ı Gürcistan, Sırbistan, Ukrayna, Moldova gibi Soros kurbanı ülkelerden ayıran temel farklardan biri, bugün ’yeşil bir devrim’ ile ele geçirilmeye çalışılan iktidarın, o ’yeşil kuşağın’ içinden gelmiş ve Amerikan darbeleri konusunda epey tecrübe edinmiş olmasıdır.
2003 yılında yapılan Gürcistan seçimlerini ülkenin 11 yıllık devlet başkanı “gümüş tilki” lakaplı Eduard Şevardnadze’nin hile ile kazandığı iddia edilmiş, ithal sivil toplum örgütleri ve dışarıdan fonlanan medya Cumhurbaşkanı’nın istifasını sağlayana kadar örgütlü protestolara önderlik etmişti.
Sovyetler Birliği’nin eski dışişleri bakanı da olan Şevardnadze, Rus siyasetinde edindiği tecrübeyi iktidarda olduğu yıllara yansıtmış ve ABD dayatmalarını reddetmişti.

Yumuşak düşüş:
Kadife devrim
’Amerikan Barışı’na karşı çıkan hemen her siyasi lider gibi Şevardnadze iktidarında da elektirikler kesilmeye, açlık, yoksulluk ve asayişsizlik başgöstermeye başladı.
Tam da o günlerde sahneye Manhattan’dan transfer edilerek Adalet Bakanı yapılan zeki, çalışkan, akıllı, genç yetenek Mikhail Saakashvili çıkarıldı.
Şevardnadze’nin kazandığı 2 Kasım 2003 seçimlerinden sonra ’hile’ gerekçesiyle halk Tiflis sokaklarına döküldü.
Amerikan Büyükelçisi R. Miles sonuçların ’sahtekárlık’la belirlendiğini ileri sürdü.
Kadife; diğer adıyla Gül Devrimi’nden Gürcistan’a kalan 4 Ocak 2004’te yenilenen seçimlerde devlet başkanı olan ve ABD’nin piyonluğunu bile eline yüzüne bulaştıran Saakashvili oldu.
Saakashvili’nin iktidar koltuğuna oturmasından sonra sivil darbelerin mimarı sayılan George Soros, bir Rus radyosuna yaptığı açıklamada, Gürcistan’da Amerikan yanlısı bir iktidar tesisi için aktif rol oynadığını kabul etti.

Ukrayna’nın
turuncu günleri
Ukrayna’da 2004 yılında yüzde 49 oy alan Viktor Yanukoviç’in kazandığı Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki süreç de Gürcistan’dakine paralel gelişti. Seçimi kaybeden Viktor Yuşçenko, Musavi’ninkini andıran bir isyan çağrısı yaptı. Gerekçe yine “hile” ydi. Yuşçenko’nun zehirlendiği iddiaları sokağa dökülen gençleri daha da tetiklemişti. Kiev Bağımsızlık Meydanı ve Ukrayna Parlamentosu önünde yapılan turuncu gösteriler seçimlerin geçersiz sayılmasının ardından duruldu. Yuşçenko demokratik yollarla kazanamadığı seçimin sonucunu yok sayarak, 23 Ocak 2005’te turuncu devrimle iş başına gelen Cumhurbaşkanı olarak yemin etti ve ’sağlıklı biçimde’ görevine başladı.


AHMEDİNECAD NEDEN İSTENMEYEN ADAM?
İran’da 24 Haziran 2005’te yapılan seçimlerle göreve gelen Cumhurbaşkanı Ahmedinecad, geçen dört yıl içinde izlediği ve gelecek dört yıl için vaad ettiği politikalarla Amerikan emperyalizminin ‘devrilmeye aday liderler’ listesinde tartışmasız ilk sırada yer alıyor.
Kürselleşmenin ‘uluslararası tabu’ya dönüştürdüğü ABD ve payandası niteliğindeki örgütlenmelerle ilgili açıklamaları tepki toplayan Ahmedinecad’ın kullandığı üslup çoğu zaman alaycı oldu.
Batı dünyasından gelen insan hakları eleştirilerine ‘onlar kendi işlerine baksınlar’ diyerek karşılık veren Ahmedinecad bir gazetecinin “Tutukluların durumu ne olacak?” soruna da, “ABD’deki tutuklular mı?” diyerek misilleme ile yanıtlamıştı.
Ortadoğu’nun NATO olmadan güvenliğini sağlayacak AB ve ABD desteği olmadan kalkınmasını sürdürebilecek güce sahip olduğunu vurgulayan Ahmedinecad hemen her konuda dış dünyaya “ihtiyacımız yok” mesajı verdi.
Amerikan efsanesini yok sayan Ahmedinecad döneminin sonunda Obama’yı “heyecanlandıran” işbirliği yanlısı Musevi’nin sandıktan mağlup çıkması, demokrasiyi sadece sözle savunan batı dünyası için aşılamayacak bir engel değildi.
Beyaz Saray sözcüsü Robert Gibbs, sonuçlarından duydukları endişeyi dile getirmek için vakit kaybetmedi. Obama da televizyonda izlediği görüntüler karşısında sessiz kalamayacağını belirterek “İran’lı seçmenin sesine kulak verilmeli” çağrısı yaptı.
Ahmedinecad ise dışarıdan yükselen seslere kulağını tıkayıp, çeşitli ülkelerin büyükelçilerini uyarmakla kalmadı, yeni dönemdeki ilk resmi ziyaretini “Seçimler İran’ın iç işidir” diyen Rusya’ya yaparak dünyaya kendi tavrını göstermiş oldu.

Selcan Taşçı
http://www.yenicaggazetesi.com.tr/haber ... ?hit=18441