1. yüz (Toplam 1 yüz)

Su Kaynaklarımızın Ortadoğu Su Politikalarındaki Yeri... -1

İletiGönderilme zamanı: Pzt Eyl 07, 2009 22:17
gönderen Oğuz Kağan
Su Kaynaklarımızın Ortadoğu Su Politikalarındaki Yeri ve ABD’nin Rolü - 1

Hazırlayan: Kudret Ulusoy - Ülke Kaynaklarını İzleme ve Koruma Derneği (UKİK) Başkanı

Amerikan Ulusal Kalkınma Ajansında uzun yıllar görev yapan ekonomik tetikçilerden John Perkins; 1982 yılında bir kız çocuğunun dünyaya gelmesi üzerine suçluluk duygusuna kapılarak vicdanen rahatlamak ve kızına kaos içinde bir dünya bırakmamak için, kendisine yapılan tüm parasal teklif ve tehditlere rağmen, sömürgeciler tarafından nasıl kullanıldıklarını ve sömürüde uyguladıkları yol ve yöntemleri yazdığı bir kitapla itiraf etmek zorunda kalır. Esasen burada ABD'nin bağımsız ve egemen ülkelere yaptığı fiili ekonomik saldırının iç yüzü anlatılarak bizim gibi ülkelerin bundan ders çıkarılması istenir. John Perkins ABD’nin Irak'a dolayısıyla Ortadoğu’ya doğrudan müdahalesinin en önemli nedenlerini; Ortadoğu’nun jeopolitik konumu, petrol ve özellikle su kaynakları şeklinde sıralar. Zira John Perkins bu konuda; “Irak bizim için, ilk bakışta göründüğünden çok daha fazla önemliydi. Yaygın kanının aksine, Irak sadece petrol demek değildi. Aynı zamanda, su ve jeopolitik de demekti. Irak, hem Dicle, hem de Fırat nehirlerinin geçtiği iki ülkeden biri olduğu için gittikçe kritik hale gelen su rezervlerinin en önemli kaynaklarını kontrol etmektedir. 1980’lerde suyun gerek politik, gerekse ekonomik olarak önemi enerji ve mühendislik sektöründeki bizler için belirgin bir hal almaya başlamıştı. Özelleştirme yarışında bağımsız küçük enerji firmalarına göz diken büyük şirketlerin çoğu, şimdi Afrika, Latin Amerika ve Ortadoğu’daki su sistemlerini özelleştirme peşinde koşuyorlardı.” demektedir. Öte yandan Latin Amerika ülkelerinden Panama aynen bizim güney doğu bölgemiz gibi Kolombiya'nın bir parçası iken Atlantik ile Pasifik okyanusunun birbirine bağlanması için Fransız mühendis Ferdinand de Lesseps tarafından 1881 de hazırlanan proje mali olarak çöker. Ancak söz konusu proje ABD Başkanı Thedora Roossevelt'de esin kaynağı olur. Arkasından ABD; kanalın geçmesi planlanan kara parçasının Amerikan konsorsiyumuna devir edilmesi için Kolombiya'ya baskı yapmasına rağmen Kolombiya reddeder. Bunun üzerine Kolombiya'ya müdahale edilerek yerel milis komutanlar öldürülüp Panama bağımsız bir ülke olarak ilan edilir. Kukla bir hükümeti başa getirilir. Arakasından kanalın geçtiği toprak parçasını ABD bölgesi sayan anlaşma imzalanır. İşin garibi anlaşmayı imzalayanlar arasında hiç Panamalı yoktur. Anlaşma Fransız Mühendislik şirketi ile ABD temsilcisi arasında imzalanır. Kanal bölgesi artık ABD'nin kontrolünde ve onun toprağı sayılır. 1960'lı yıllara gelindiğinde Panama Devlet Başkanı Tocrijos kanal bölgesinin kendi sınırları içinde kaldığını belirterek kanal üzerindeki egemenlik haklarının geri verilmesi için mücadele eder. Sonunda bu hakka 1977'de Başkan Carter döneminde kavuşurlar. Buna karşılık Başkan Tocrijos bir uçak kazası (?) ile bedelini ağır bir şekilde hayatı ile öder. Daha sonra Panama ile Japonya tarafından 1986 yılında başlatılan ikinci bir kanal açma hazırlıkları da 1989'da sona ermek zorunda kalır. Böylece iki okyanusun kontrolü ve geçişleri kontrol altına alınır. Önümüzdeki yıllarda Fırat ile Dicle’nin kontrolü de aynen Panama-Kolombiya örneğinde olduğu gibi kukla bir Kürt Devleti ile kontrol altına alınacaktır.

[img]http://haberiniz.com/images/stories/dunya_haritasi.jpg[/img]

Sınıraşan - Sınır Oluşturan Sular ve Sorunları

Sınıraşan sular (transboundary watercourses) “iki ya da daha fazla ülkenin topraklarını kat ederek akan sular olup, suyun çıktığı ülke ile aktığı ülke/ülkeler arasında kullanımının eşit olması söz konusu olmayan sulardır.” Uluslararası sular üzerinde hukuki düzenlemeler ancak 19. yüzyıl sonlarında yapılmaya başlanmıştır. Uluslararası sular konusunda günümüzde hala geçerli olan belgeler 1992 tarihli “Uluslararası Göller ve Sınıraşan Suyollarının Korunması ve Kullanılması Hakkında Sözleşme” ve 1997 tarihli “Uluslararası Suyollarının Ulaşımdışı Amaçlarla Kullanılması Hukukuna İlişkin Sözleşme”dir. Bu sözleşmelere rağmen ülkelerin bu sular üzerindeki egemenlik haklarını ve sınırlarını belirleyecek kesin kurallar konulamamış olup, sorunun çözümü söz konusu ülkelerin kendi aralarında yapacakları antlaşmalara bırakılmıştır. Taraflar arasında bir anlaşmazlık olması durumunda yazılı bir kural olmamakla birlikte, gerek uluslararası mahkemeler gerekse uluslararası hakemlik organları suların kullanımında hakça ve makul kullanım ilkesinin göz önünde tutulması gerektiği yönünde kararlar vermeye başlamıştır. Hakça kullanım; karşı tarafın çıkarlarına zarar verilmemesi anlamına gelmektedir. Bilindiği üzere yer yüzünde pek çok akarsu, bir ülkede doğduktan sonra başka bir ülkeye/ülkelere geçerken, "sınır-aşan su" niteliğini taşımakta, bazıları da yer yer iki ülke arasındaki sınır boyunca da akarak "sınır-oluşturan su" işlevini görmektedir. Yeryüzünde sınır-aşan ve/veya sınır oluşturan daha doğrusu dünyada, iki veya daha fazla ülkenin politik sınırlarını geçen 261 adet sınır aşan su havzası bulunmaktadır.

Bu havzalar yeryüzündeki karaların % 45.3'ünü, dünya nüfusunun yaklaşık % 40'ını ve dünyadaki tüm nehir akışının % 60'ını oluşturmaktadır. Bu tür havzalar kıta alanlarının yarıya yakın kısmını kaplamakta; bu sulardan yararlanma ilgili ülkeler arasında ciddi sorunlara yol açabilmektedir. Küresel düzeyde son on yılda sınır aşan su havzalarının sayısında bir artış gözlenmiştir. Bu artışın nedeni, Sovyetler Birliği ve Balkan ülkelerinin dağılması gibi siyasi değişikliklerden ve günümüzde daha ileri haritalama tekniklerinin kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Havzaların toplam sayısından daha da çarpıcı olan, egemenlik alanlarının bir bölümü bu sınır aşan nehir havzalarına düşen ülkelerin fazlalığıdır. Dünyada toplam 145 ülkenin sınır aşan nehir havzalarında toprağı bulunmaktadır. Sınır aşan su kaynaklarının neden olduğu ikilemleri ele almanın bir başka yolu da, her bir sınır aşan nehir havzasını kullanan ülke sayısının incelenmesi olabilir. 19 havzada, beş ya da daha fazla sayıda ülke bulunmaktadır: Örneğin Tuna havzası su kaynakları on yedi ülke tarafından kullanılmaktadır. Beş havzada (Kongo, Nijer, Nil, Ren, ve Zambezi) dokuz ile onbir ülkenin toprağı vardır. Kalan on üç havzada ise; beş ile sekiz ülkenin toprağı bulunmaktadır. (Amazon, Ganj-Brahmaputra-Meghna, Çad Gölü, Tarim, Aral Gölü, Şeria, Kura-Aras, Mekong, Fırat-Dicle, Volga, La Plata, Neman, ve Vistula) Sınır aşan su havzalarında yer alan ülkeler arasındaki ekonomik kalkınma, altyapı kapasitesi veya politik yönelim konularındaki farklılıklar su kaynaklarının geliştirilmesi ve yönetimi konularının daha da karmaşık hale gelmesine neden olmaktadır. Sınır aşan su havzalarındaki su yönetimi ve kullanımına ilişkin yapılan anlaşma ve kurumsallaşma girişimleri etkisiz ve yetersiz olabildiği gibi kimi zaman yeni gerginlik kaynakları haline de dönüşebilmektedir. Sınır aşan su kaynakları kullanımında yaşanan gerginliklere rağmen, önalıcı (preventive) diplomasi ve "faydaların paylaşımı" yaklaşımı ile ülkelere bu su kaynaklarının kullanımı ve tahsisi konusunda çok olumlu adımlar atmışlar ve paylaşımdan ortak kazançların çıkarılmasını sağlayan bölgesel kalkınma yaklaşımları geliştirmişlerdir.

[img]http://haberiniz.com/images/stories/firat-dicle_havzasi.jpg[/img]
FIRAT-DİCLE HAVZASI


Hidrografiye Karşı Kronoloji Memba ve Mansap Ülkeleri Su Hakkı Çatışmaları

Yukarı ve aşağı çığır ülkeleri arasındaki anlaşmazlıklarda, senaryo hemen her zaman Fırat-Dicle Havzası'ndakiyle aynıdır. Aşağı çığır (mansap) kullanıcıları genellikle daha önce su geliştirme projelerini başlatırlar ve suyun uzun yıllar aynı şekilde kendileri tarafından kullanımından doğan "kadim haklarının" üstünlüğünü savunurlar. Öte yandan yeni kullanıcılar (yukarı çığır veya memba ülkesi) özellikle suyun kıt olduğu durumlarda mansap ülkesinin su kullanımlarını şu ya da bu biçimde (olumsuz) etkileyecek ve potansiyel çatışma nedeni oluşturacak su kaynakları geliştirme projelerinin gerekliliğini ve meşruiyetini kanıtlamak konusunda zor duruma düşerler.

Müzakerelerin odağı; Yukarı çığır ülkesinin "egemenlik", Aşağı çığır ülkelerinin "kadim hak", gibi birbiriyle çatışan iddialarından “adil kullanım” kavramına doğru kaydırılırsa kayda değer bir dönüm noktasına ulaşılabilir. Adil yararlanma ilkesinin uygulanması her zaman zor olacaktır; ancak bu ilke uluslararası ve ulusal ekonomik işleyişleri tek bir nihai anlaşma halinde toparlama, ve böylece de yalnızca dar bir bakışla su açığına odaklanmak yerine yerel nüfusların yaşam kalitesini artırma niteliğine sahiptir. Nitekim, Fırat-Dicle nehirleri havzası üzerinde yapılacak bir işbirliğinin çerçevesinin çizilmesinde sınır aşan suların etkin ve adil yönetimi yaklaşımı anahtar rol oynayacaktır. Adil ve makul kullanım ilkesini yetersiz ve uygulanamaz olarak niteleyen eleştiriler, bu kuralın asıl gücünün esnekliğinden kaynaklandığını yadsırlar. Kendi doğası gereği, bu ilke çatışan çıkarları, değişen ekonomik, çevresel, sosyal ve diğer koşullara adapte olacak biçimde uzlaştırılmasını sağlamaktadır. Bu ilkeyi uygulamaya geçirmek için geliştirilecek yöntem içinde başlıca faktörler ve kontrol unsurları barındırmalı; ülkelerin hak, yükümlülük ve ihtiyaç tanımlamaları için gerekli olan bilgileri derleyip değerlendirmelerini sağlayabilmelidir. Makul ve adil yararlanma ilkesi, ileri görüşlü ve doğası gereği evrimsel nitelikte olduğu gibi, uygun prosedür kurallarıyla (bilgi alışverişi, önceden haber verme, danışma, müzakere, izleme, yaptırım ve uyuşmazlıkların çözümü mekanizmaları vb.) tamamlandığı takdirde suyun kullanımının meşruiyetini sağlayacak biçimde etkin biçimde uygulanabilecek kapsamlı bir kuraldır. Tüm çıkar sahiplerine yeterli hareket alanı bırakan ve tüm ilgili paydaşların ihtiyaçlarının göz önünde bulundurmasını sağlayan, adil yararlanma kuralı, su üzerindeki çatışan egemenlik iddialarını önlemekte değerli bir enstrüman olarak işlev görür. "Su hakları" gibi çözülmesi güç tartışmalara neden olan yaklaşımlara tercih edilen ve "ihtiyaçlar" esasına odaklanmış adil kullanım ilkesinin uygulanması aynı zamanda tüm su kullanıcısı paydaşların katıldığı, disiplinler arası diyalogların başlamasını da cesaretlendirmiştir. Akarsuyun bir bölümünün, kentsel veya sınai ihtiyaçların karşılanması, özellikle de sulama amacıyla çevrilmesi, aşağı-kıyıdaş kesimler açısından suyun niceliğinde önemli eksilmelere yol açacağından, kıyıdaş ülkeler arasındaki sorunlar büyük boyutlar kazanmaktadır.


Haberiniz.com