1. yüz (Toplam 1 yüz)

Tarihimizdeki İşbirlikçiler / Arslan TEKİN

İletiGönderilme zamanı: Sal Nis 09, 2013 10:42
gönderen Oğuz Kağan
Tarihimizdeki İşbirlikçiler -1

Hey'et-i Nasiha'dan "Âkil Adamlar"a...

Yakın tarihte karşılaştığımız hainliklerin bugünle ne kadar örtüştüğünü gözler önüne sereceğiz. İlim adamlarımızın görüşlerini vereceğiz. “Âkil” dediklerinin tiynetlerini niyetlerini ortaya koyacağız. Halkımızın üzerine gidilirken, millî irade boğulurken kenara çekilmeyeceğiz! Hakikatleri gözler önüne sereceğiz...

Öcalan’ın Nasihatçıları

Bu yazı dizimizde Türk milletinin yakın tarihte karşılaştığı hainliklerin günümüzle ne kadar örtüştüğünü gözler önüne sereceğiz. İlim adamlarımızın görüşlerini vereceğiz. “Âkil” dediklerinin tiynetlerini, niyetlerini ortaya koyacağız.

BAŞLARKEN

İhanet tarihinin ne kadarı yazıldı bilmiyorum ama bu yazı dizimizle yakın zamanın ihanetleri daha hafızalarda iken geleceğe intikal ettirmek istiyoruz.

Tarihin çöplüğü ihanetlerle tıka basa doludur.

Türk; toleransının, insana güvenmenin kurbanı olmuştur. Her vakit arkadan vurulmuştur.

Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir.

Anadolu’da çoban ateşleri yakıldığında, “Payitaht” telaşa düşmüş ve Mondros Mütarekesi’nden sonra işgalciler gücendirilecek diye nasihat heyetleri kurulmuş ve başlarına da bizzat padişahların oğulları geçirilmiş, Kuvâ-yı Milliye güçlerine karşı isyanlar çıkartılmıştı.

“Cani”, “katil”, “bozguncu”, “yıkıcı”, “bölücü”, “sadist”, “mozişt” diye Amerika’ya yalvar yakar Kenya’da yakalattığımız Abdullah Öcalan İmralı’ya tıkılıp idam cezasına çarptırıldı; ancak sonra, Amerika’nın “Asmayacaksınız!” sözü hatırlanıp cezası müebbede çevrildi. Türkiye’yi yönetenler, Abdullah Öcalan gibi, aslında her adımını bilerek atan ve başında ne düşündüyse onu uygulayan bir adama, iradelerini teslim etmişlerdir!

“Türk”le, “Türkiye” ile, “bayrak”la, “Türk milliyetçiliği”yle, “Mustafa Kemal”le hesap görmek isteyenler, “son Stalin” Abdullah Öcalan’ın iki dudağı arasından çıkacak sözlere âdeta tapar olmuşlardır.

Biz, yakın tarihte karşılaştığımız hainliklerin bugünle ne kadar örtüştüğünü gözler önüne sereceğiz. İlim adamlarımızın görüşlerini vereceğiz. “Âkil” dediklerinin tiynetlerini, niyetlerini ortaya koyacağız.

Halkımızın üzerine gidilirken, millî irade boğulurken kenara çekilmeyeceğiz! Hakikatleri gözler önüne sereceğiz.

“Gerçekten Allah, hain ve nankör olan kimseyi sevmez.” (Hac suresi, 22/38)

Gayret bizden Tevfik Allah’tan...
Arslan Tekin

Bizi Yöneten Zihniyet

Türkiye’yi, “Sizi Türk olmaktan kurtardık!” diyen bir zihniyet yönetiyor.

Türkiye’yi, “Ben dinsizim!” diyen insanları baş tacı edip “âkil adam” diye Müslüman halka akıl vermeye gönderenler yönetiyor.

(İşbirlikçisi olduğunuz “inkârcılar” için Hak Taâlâ buyuruyor: “İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlar; artık onlar için aşağılatıcı bir azap vardır.” (Hac suresi, 22/57) (İşbirlikçiler, Allah katında itibarlarını düşünsünler!)

Türkiye’yi, “Bayrağın adı değişsin, devlet bayrağı olsun, Türkiye bayrağı olsun; BDP’li Selahattin Demirtaş öyle istiyor.” diyen “eçhel”i “âkil adam” seçenler yönetiyor.

Abdullah Öcalan “âkil adamlar” toplansın, “hakikat komisyonu” kurulsun dediği için her emrini yerine getirenler yönetiyor.

Ve Türkiye’yi, insanlarımızı. “‘geri zekâlı’, ’koyun’; ‘Allah’ deyince sözün önünü arkasını düşünmeden, arkamızdan gelirler; zehri istediğimiz gibi zerk ederiz!” diyen bir zihniyet yönetiyor.

***
İnsanlarımız uyanıyor: 300 millî aydın “sapık zihniyet”e ihtarını çekti... Kimin eli neye varırsa, kimin gücü neye yeterse geri durmamalıdır.

Vuruşa vuruşa çekilmeyeceğiz; vuruşa vuruşa yeneceğiz!

Halkı uyandıracağız; senin, benim verdiğim vergilerle dolaşacak Artin Kemal zihniyetlilere Anadolu’yu dar edeceğiz! Kanunlarda yazılı bütün demokratik hakları kullanacağız; protestoysa protesto, mitingse miting, pankartsa pankart, soruysa soru, bütün meşru yolları deneyeceğiz.

İHANETİ GÖRDÜM!

Tarihe gideceğiz... Konuyu fazla dağıtmadan Hey’et-i Nasiha nedir? Niçin kurulmuştur? Halktan neyi istemiştir? Millî Mücadele’ye neden karşı çıkmıştır?
Hepsini ayrıntılı anlatacağız. “İhaneti gördüm!” diyeceksiniz.

İlim adamlarımızın görüşlerini vereceğiz. Halkımızın nasıl psikolojik baskıya uğratıldığını, “PKK Demokratik Cumhuriyeti” için nasıl zemin hazırlandığını, tarihten örneklerle idrâk edeceksiniz ve irkileceksiniz.

Zamanımızın Hey’et-i Nasihası BDP/PKK-AK Parti ortak havuzundan devşirilmiştir: Kimi cehaletinden, kimi menfaat umduğundan, kimi holdingini kurtarmak, kimi örtülü ödenekten para almak, kimi dizilerde rol kapma, kimi üniversitede tutunabilme, kimi mülevves fikirlerini yayma zemini bulma, Kimi KCK davasından kurtulma “Âkil Adamlar”, ilk günün heyecanı geçince, halkın direnci karşısında biz ne yapıyoruz?” “Nasıl bu ihanetin içine girebiliriz diye kara kara düşünmeye başladılar...

Neye Alet Olduklarını Bilmiyorlar

“Âkil Adamlar”dan Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan “pişmanlık” belirtilerinin üstünü örtmek, karanlıkta ıslık çalmak için bir yazı kaleme almış ve neye “âlet” olduklarını ifşa etmiş. Gazetesi ifşasını “Bir âkil insan manifestosu” başlığıyla manşete taşımış. (Akşam, 6 Nisan 2013)

Prof. Dr. Deniz Ü. Arıboğan diyor ki: “Barış süreçlerinin mümkün olduğunca sessiz ve teknik çerçevede yürütülmesi gerektiğine inandığımdan akillik meselesi konusunda yazmak niyetinde değildim. Lakin her türlü iletişim kanalından gelen eleştirilerin, tehdit ve hakaretlerin ardından bir açıklama yapmak da farz oldu. Gönderilen kutlama mesajlarına ve eleştirilere teşekkür ediyorum. Endişe ve tedirginlikleri anlayışla karşılıyor ve benim açımdan bu akillik meselesi nasıl görünüyor kısaca ona değinmek istiyorum.”
Hanım profesör, neye “âlet” olduklarını kendisi açık açık yazıyor:

“Seçilen akillerin barış sürecinin yürütülmesiyle ilgili herhangi bir resmi bilgisi olmadığı gibi, bu görüşmelerin içerisinde yer alması da söz konusu değil. Süreç devletin resmi organları kanalıyla yürütülüyor. Bizlerden istenen sadece barış kültürünün yaygınlaştırılması için liderlik yapmamız ve toplumsal kutuplaşmanın ve gerginliğin ortadan kaldırılmasına katkı sunmamız.”

Siz bir ilim insanısınız... Bilmediğiniz bir şeyin peşinden nasıl gidersiniz! Hükûmetin A. Öcalan’ın ardından gittiğini görmüyorsanız/göremiyorsanız işgal ettiğiniz ilim kürsüsünü gerçekten, muhakeme yürütebilen analitik düşünceye sahip “âkil” birine bırakın ve köşenize çekilin.

Halka neyin barışını anlatacaksınız!... Sizin tehdit dedikleriniz, meseleleri bilenlerin öfkesidir ve sizin neden aldatıldığınızı size anlatmak istemişlerdir. Kaygılarını dile getirmişler, uyanın demişlerdir. Eğer içlerinde densizler varsa, onları ayıklayın ve tenkit edenlerin fikirlerine itibar edin... Nerede hata ettiğinizi göreceksiniz.

Arslan TEKİN, 8 Nisan 2013
arslantekin53@yahoo.com

Re: Tarihimizdeki İşbirlikçiler / Arslan TEKİN

İletiGönderilme zamanı: Sal Nis 09, 2013 10:53
gönderen Oğuz Kağan
Tarihimizdeki İşbirlikçiler -2

Hey'et-i Nasiha'dan "Âkil Adamlar"a...

Yakın tarihte karşılaştığımız hainliklerin bugünle ne kadar örtüştüğünü gözler önüne sereceğiz. İlim adamlarımızın görüşlerini vereceğiz. “Âkil” dediklerinin tiynetlerini niyetlerini ortaya koyacağız. Halkımızın üzerine gidilirken, millî irade boğulurken kenara çekilmeyeceğiz! Hakikatleri gözler önüne sereceğiz...

Bunun Adı Düpedüz PKK Dalkavukluğu!

Geçmişte işgal güçlerinin, güya tesanüt bağlamak, halkı işgalcilere ısındırmak için kurdurdukları Hey’et-i Nasiha nasıl bir vazife görmüşse, ‘Akil Adamlar’ da halkı PKK’ya ısındırmak için aynı vazifeyi göreceklerdir!

“Türk” adı silinmek, bayrak değiştirilmek isteniyor. Bunun bir “hükûmet politikası” olduğu açık. Öyle olmasaydı, Başbakan Recep T. Erdoğan, Türk milliyetçiliğini (Türkiye’de ırkçılık olmadığına, üst kimlik milliyetçiliği tabiî olduğunu göre, dolayısıyla kastedilen “Türk”tür!) ayak altına almazdı. Hilâl Kaplan adındaki Yeni Şafak gazetesi yazarına, “Sen şurada dur; Türk bayrağını değiştirmek istiyorsun; bunu kabul edemeyiz” denir, “Âkil Adamlar” listesinden göstermelik dahi olsa çıkarılırdı. Diğer isimlere de dizi yazımız içerisinde temas edeceğiz. Sadece iki örnek, bize “barış lütfedecekler(!)” diye, “PKK dalkavukluğu” yapmanın nereye vardığını göstermeye yetiyor.

Durumdan vazife çıkaranların nasıl aşırıya gittiğinin haberleri de gelmeye başladı. Benzerini 28 Şubat döneminde yaşadık... Örtülü darbe yapanların akıllarından geçmediği hâlde, bazı kuruluşlar, müesseselerinde çalışanlara, şu şu şirketlerin ürünlerini almayacaksınız, diye liste dağıtmışlardır. Bazı kuruluşlar, yine, 80’lik nineden dahi baş örtüsüz fotoğraf istemişlerdir.

Baştakiler “Türk”e karşı tavır koyarlarsa, onların da beklemedikleri uygulamalar karşımıza çıkar.

'Türk Bayrağı Açamazsın!'

Yeni haber şu:

Zonguldak’ta, Türk bayrağı açarak slogan atan bir grup genç, izinleri olmadığını söyleyerek kendilerini uyaran polislerle tartıştı.

Madenci Anıtı önünde toplanan 12 genç, yanlarındaki büyük Türk bayrağını açarak slogan atmaya başladı. Gelen polis ekibi, izinleri olmadığı gerekçesiyle gençleri uyardı. Türk bayrağı açmak için izin almayacaklarını söyleyen gençler, bayrağa sahip çıkmayı amaçladıklarını belirterek, çevredekilerin de bayrak etrafında toplanmasını istediler.

Bayrak açılmamasında ısrar eden polisin: “Her önüne gelen, bayrağı seviyorum diye bayrak açamaz, başımızda büyük insanlar var, onlar karar veriyor!” demesi ise dikkat çekti.

Polisin ısrarına rağmen bayrağı toplamayan gençler, “Şehitler ölmez, vatan bölünmez!”, “Her Türk asker doğar!”, “Bu bayrağı tutmayan eller utansın!”, “Zonguldak uyuma bayrağına sahip çık!” sloganları attı. Polisin müdahale etmediği gençler, yaklaşık yarım saat sonra bayrağı toplayarak dağıldı.

Haberin tamamını özellikle verdim. Haberde altını çizmek istediğim iki husus var:

Birincisi; Bayrak açılmasına izin verilmiyor.

İkincisi; “Polisin, büyüklerimiz bayrak açılmasına karar verirse açarsınız ancak!” demesi.

Sizce polis nasıl böyle bir karara varıyor?

Elbette polis de haber dinliyor, gazete okuyor. Hükûmet edenlerin ve hükûmete kayıtsız şartsız destek verenlerin (bunlara “yandaş” da diyorlar) “Türk” karşısındaki tavrını görüyor... “Türk”e cephe açıldığının farkında... Hükûmetin emrinde bir devlet görevlisi olarak polis, durumdan vazife çıkarmakla kendisini mesûl hissediyor ve bayrak açılmasına izin vermiyor!

Aydınlık Gün-Kara Gün!

Bu işin nereye vardığını “Kara Gün” de gördük. Hükûmet edenlerin ve “yandaşlar”ının iradelerini teslim ettikleri PKK’nın başı Abdullah Öcalan’ın başşehir ilân ettiği Diyarbakır’da “Ulusa Sesleniş”(!) metninin okunduğu 21 Mart 2013 günü onlar için “aydınlık gün”, millî birliği, kardeşliği isteyen, ırkçılığı, etnikçiliği reddeden aklıselim sahibi insanlarımız için “kara bir gün”dür.

Diyarbakırlı ünlü şair ve yazarımız Süleyman Nazif (1870-1927), Birinci Dünya Savaşı yenilgimizin ardından İtilâf Devletleri İstanbul’u işgal ettiklerinde, azınlıkların (Ermeni ve Rumların) sevinç gösterileri yaptıklarını görünce, o meşhur “Kara Bir Gün” makalesini yazmış, ardından da Malta’ya sürülmüştü. Çok sonra Süleyman Nazif’in mezarı açılmış, “siyasî açılımcı” Musa Anter (1920-1992), “Kürt nasıl Türkçülük eder!” diyerek ünlü yazarın cesedini tekmelemiş ve bunu övünç vesilesi yaparak anlatmıştır.

Ben de Süleyman Nazif’ten mülhem, hükûmet edenlerin iradelerini A. Öcalan’a teslimiyetinin tescil günü 21 Mart’ı “kara bir gün” olarak vasıflandırmıştım. O gün de, hiçbir Türk bayrağı alanda görünmedi; ama A. Öcalan’ın posterleri, PKK’nın bezleri taşındı. (İçişleri Bakanı, Muammer Güler, “İşlem yapacağız” dedi ama sözleri havada kaldı; gülünç duruma düştü.) A. Öcalan’ın “Ulusa Sesleniş”(!) metninin her satırı alkışlandı. Metni okuyan “Sosyalist” Sırrı Süreyya Önder, alkışı yetersiz görünce kalabalığı daha şiddetli alkışlamaları için ikaz etmiş ama, bir ara TBMM’de, kürsüye fırlayıp: “Ben Türk’üm, Türklüğüme laf ettirtmem!” diye gürleyip cinlik eden Sırrı Süreyya, “Neden Türk bayrağı yok!” diye sormamıştır. (Sırrı Süreyya Önder, o gün, “kara bir gün”ün “kara bir yüz”ü olarak tarihe geçmiştir!)

Abdullah Öcalan posterleri, PKK bezleri serbest; Türk bayrağı yasaklı... “Barış” dedikleri budur. PKK istediğini yaptırdıktan, istediği gibi at koşturduktan sonra neden artık silâh kullansın ki... Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç: “Bakın silâh sesleri duyuluyor mu? Barış gelmiştir” mealinde konuşuyor. Teslim bayrağını çeken sizsiniz, galip gelen PKK... Elbette “barış”(!) gelmiştir!

Sözlerimi abartılı görebilirsiniz. Mugalata ettiğimi söyleyebilirsiniz, ama bu “abartı” ya, bu “mugalata” ya götüren bir gerçek ortada yok mu?

Hey'et-i Nasiha'ya Giden Yol

“Hey’et-i Nasiha” ile, “Âkil Adamlar”ın teşkili arasında müthiş bir benzerlik var.

Osmanlı Devleti, İtilaf Devletleriyle, Limni adasının Mondros limanında demirli Agamemnon zırhlısında 30 Ekim 1918’de, imzalanan mütareke antlaşmasıyla yenilgiyi kabul etmişti. Yenilginin müsebbibi görülen İttihat ve Terakki Fırkası’nın önde gelenleri ülkeyi terk etmişti.

Osmanlı Devletinin topraklarını paylaşmak için daha savaş devam ederken anlaşmış olan İtilâf Devletleri bu planlarını uygulamaya koydular. Rumlar ve Ermeniler de pay kapmak için mütarekeden sonra faaliyetlerini artırdılar.

Doç. Dr. Mevlüt Çelebi, “Bir yandan İtilâf Devletlerinin diğer yandan azınlıkların yarattığı tehlikeleri göğüslemek zorunda kalan Osmanlı Hükümeti, geçmişi -özellikle İttihat ve Terakki’nin iktidarda olduğu dönemi- unutturmayı amaçlayan bir politika izlemeye başladı.” der:

“Bu politikanın iki yönü olmuştur: Birinci yönü, İtilâf Devletlerine ve özellikle İngiltere’ye ters düşmemeye özen gösteren pasif dış politika, ikinci yönü ise, Anadolu’da azınlıklarla Türkler arasındaki huzursuzluğu gidererek istikrar ve hemahenk bir devlet görüntüsünü yaratmayı amaçlayan iç politikadır.”

Zamanımızla “müthiş benzerlik” dediğim, bundan sonra başlıyor, iş Hey’et-i Nasihaların teşkiline varıyor, sonra çok şey değişiyor. Anlatacağız!

Arslan TEKİN, 8 Nisan 2013
arslantekin53@yahoo.com

Re: Tarihimizdeki İşbirlikçiler / Arslan TEKİN

İletiGönderilme zamanı: Çrş Nis 10, 2013 0:32
gönderen Oğuz Kağan
Tarihimizdeki İşbirlikçiler -3

Hey'et-i Nasiha'dan "Âkil Adamlar"a...

Yakın tarihte karşılaştığımız hainliklerin bugünle ne kadar örtüştüğünü gözler önüne sereceğiz. İlim adamlarımızın görüşlerini vereceğiz. “Âkil” dediklerinin tiynetlerini niyetlerini ortaya koyacağız. Halkımızın üzerine gidilirken, millî irade boğulurken kenara çekilmeyeceğiz! Hakikatleri gözler önüne sereceğiz...

Halkı Bayraktan Soğutmak İstiyorlar!

Bayrağı istemeyenler ‘âkil’ seçiliyor. Siz ‘tek bayrak, tek millet, tek devlet’ten bahsediyorsunuz. O ‘tekler’in adını ısrarla koymuyorsunuz ama millet yine ‘Türk’ anlıyor. Siz ‘âkiller’ heyetini, halkı ‘Türk’ten soğutmak için kurduğunuzu anlamayacaklarını mı sanıyorsunuz!

AKP Hükûmeti, muhalefet partilerinin “barış süreci”ne destek vermediklerinden sürekli şikâyetçi. “Barış süreci” dedikleri, Abdullah Öcalan’la, İmralı’da MİT Müsteşarı aracılığıyla bizzat Recep Tayyip Erdoğan’ın yürüttüğü pazarlık...

Bir “pazarlık” yürütülüyorsa, muhalefet partileri kabul etmedikleri bir pazarlığı neden desteklesinler?

Pazarlık alışveriştir. Recep T. Erdoğan ise, “Yalnız bir televizyona fit olduk: Ben ona 12 kanallı 36 ekran bir televizyon verdim, spor yapma saatlerini artırdım; o da militanlarına emir verip silâhsız sınır dışına çıkartacak!” diyerek gerçekleri saklıyor. Gerçekleri nasıl sakladığı seçtiği 63 “âkil adam”dan belli. Aşağıda, hangi zihniyettekileri seçtiğini, üstelik kendi partisini destekleyen Hasan Celal Güzel’in kaleminden vereceğiz.

Teröristle görüşme suçtur. Bunu Recep T. Erdoğan, Şemdinli’de PKK militanlarıyla 10 BDP/PKK milletvekilinin kucaklaşması üzerine bizzat kendisi söylemiş, savcılar fezleke gönderilerse TBMM’de gereğini yapacaklarını birçok defa ifade etmiştir. Şimdi ise zat-ı âlileri görüşüyorlar!

Kimileri, A. Öcalan’la görüşmeyi, iyi niyetli görüşme-kötü niyetli görüşme diye ayrıma tâbi tutarak, “Barış için görüşülürse suç teşkil etmez.” diyorlar.

CNNTürk’te, 6 Nisan 2013 günü, akşam, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun karşısına dizilip soru soran gazetecilerden Av. Taha Akyol, “Bir hukukçu olarak söylüyorum: Öcalan’la görüşme ‘barış’ için olunca suç değildir.” demiştir.

BDP/PKK milletvekilleri PKK militanlarıyla tam barış sağlamışlar, samimî kucaklaşmışlardı! Onlar da “seçimle” Meclis’e gelmişler ve “halkı” temsil ediyorlar. BDP/PKK milletvekilleri “Barış gelsin!” diyerek kucaklaşmış olamazlar mı?!

Konjonktür değişince, şartlar da değişir, bugün “Barış için!” denilen yarın suç olur, ki olacaktır!

ÂKİLLER: ELMALAR ARMUTLAR

AKP yönetimi muhalefet partilerini “suç”a dâhil edemeyince, güya halka giderek muhalefet partilerini kuşatmak istemiştir.

“Âkil Adamlar” deyip topladıkları, “elmalar armutlar”ı bir araya getirerek halkı aydınlatacaklar, halka huzur ve barış getirdiklerini söyleyecekler ve muhalefeti konuşamayacak duruma getirecekler!

Toplama âkiller, elmalar armutlar, tam bir birine benzemezler! Birinci bölümde ne olduklarını anlattım. Ama bir de AKP’yi destekleyen ve hanımı AKP milletvekili olan Hasan Celal Güzel’in yazdıklarına bir bakalım... Gerçekten, halkın ortak paydaları mı “Âkil Adamlar”?

“Evvela, bendenizi ‘âkil’ kabul etmeyip ‘Âkil İnsanlar Heyeti’ne dahil etmeyenlere en samimi teşekkürlerimi sunuyorum. Heyetteki bazı isimleri görünce ’âkil sayılmadığım için ’Allah’a hamd ettim ve isimler arasındaki birkaç ‘âkil’ ve ‘âkile’ dostum için üzüldüm. Daha önce de yazdığım gibi, açıklanan listedeki isimlerin çoğunluğu, kerameti kendinden menkul şeyhlere benziyorlar. Ne yazık ki bu âkil ve âkileler, özellikle medya tarafından tezgahlanan ve belirli hususiyetleri olan kişiler... Şöyle ki:

1. Çoğunluğu Kürtçü ve PKK destekçisi.
2. Eski Marksist, yeni liberaller önemli bir grup oluşturuyor.
3. İslâmî çevrelerden alınanların çoğu PKK ile uzlaşma taraftarı.
4. Meslek kuruluşlarının ve sendikaların temsilcileri var.
5. Konu hakkında hiçbir bilgisi ve ilgisi olmayan ‘vitrin süsü’ mahiyetinde sanatçı isimleri bulunuyor.”

ÂKİLLERİN ZİHNİYETLERİ

Bu insanların çokluğunun neleri savunduğunu da sıralamış Hasan Celal Güzel:

“Türkiye’yi 29 özerk bölgeye ayırmak,
Türk bayrağı yerine Türkiye ve devlet bayrağı demek,
Yerel yönetimler hangi dili konuşanlarca kazanılmışsa, o dili resmi dil yapmak,
Ülkeyi Türk-Kürt diye bölmek vs.” (Hasan Celal Güzel, “Âkil İnsanlar Heyeti”, Sabah, 4 Nisan 2013)

Hasan Celal Güzel, “Eski Marksist, yeni liberaller önemli bir grup oluşturuyor” diyor. Sadece, PKK’nın yayın organı gibi çıkan Taraf gazetesini yöneten dâhil, o gazetede yazan beş kişi “âkil” diye heyete alınmış. Bu eski Marksistler, inançlı insanlar mı? İçlerinde inançsız olduklarını açık açık söyleyenler var mı? Var... Türkiye’nin kaçta kaçı Müslüman ve kaçta kaçı inançsız? Orana vurduğunuzda “barış elçisi” diye halkın içine göndereceğiniz eski Marxistlerin aslında birer, “dinamit” olduklarını düşünmüyor musunuz? Onları neden tercih ettiniz? İsteseydiniz, her bölgede, meşrebinize uygun etkili kanaat önderleri bulabilirdiniz! Neden tercih etmediniz? Bunu ciddî ciddî düşünmek gerekir.

Defaatle yazdığım gibi, H. C. Güzel de belirtiyor, Türk bayrağının değiştirilip Türkiye veya devlet bayrağı denmesini isteyen hanımı halkın karşısına nasıl çıkartacaksınız? Kadın bayrağı istemiyor, siz “tek bayrak, tek millet, tek devlet”ten bahsediyorsunuz. Gerçi o “tekler”in adını koymuyorsunuz ama millet yine “Türk” anlıyor. Sizin, heyetleri, halkı “Türk”ten soğutmak için kurduğunuz, hiç bir te’vile meydan vermeyecek şekilde belirgin!..

Damat Ferid Öcalan ve AKP

Akil Adamlar’ın teşkilinin, tıpkı Millî Mücadele başlangıcında, işgalcilere destek için kurulan Hey’et-i Nasihalara benzediğini çok kişi yazdı. Bu heyetin nasıl kurulduğunu anlatmaya devam ediyoruz:

Şehirlerin yönetimi ve vilâyetlerde yapılacak ıslahatın uygulanmasıyla ilgili olarak 31 Mart 1919’da Sadaret’te bir toplantı yapılır. Aynı günlerde Sadrazam Damat Ferid Paşa, şehzadeler başkanlığında vilâyetlere, mülkiye, ilmiye ve askeriyeden seçilecek kişilerden oluşacak birer heyet-i fevkalâde gönderilmesi fikrini kabul eder. Sadrazama göre heyetler, “hukuk-u mukaddese-i devlet ve milletin sıyânetine çalışılacağı” hakkında halka, padişah adına teminat vereceklerdir. (Galip Kemali Söylemezoğlu, Başımıza Gelenler, 1939’dan Doç. Dr. Mevlüt Çelebi, Heyet-i Nasîha: Anadolu ve Rumeli Nasihat Heyetleri, 1992)

***
Görüyorsunuz... İstanbul işgal edilmiş, hükûmet halkı yatıştırmak için nasihat heyetleri çıkartıyor. Şimdi yapılan ne? Âkil adamları, PKK dalkavukluğu için halkı ikna etmeye göndermek değil mi? Ne farkı var?!

Sicili bozuk Damat Ferid Paşa, 5 Nisan 1919’da İngilizlerin İstanbul’daki temsilcisi Webb’i ziyaret ediyor, Anadolu ve sair yerlerdeki huzursuzluğa son vermek üzere, kuvvetli bir merkezî hükümet komitesi kurulacağını, sonra da söz konusu heyetlerden iki tane gönderileceğini ve bunların hükümet adına tam yürütme yetkilerine sahip bulunacaklarını açıklıyor.

Damat Ferid açıkça söylüyor: “Emriniz yerine getiriliyor, efendim!”

Abdullah Öcalan ne demişti: “Âkil adamlar toplansın, bizi Anadolu’ya anlatsın!” AKP yönetimi dediklerini yapmadı mı?

Damat Ferid ayrıca, nasihat heyetlerine İngiliz subaylarının da katılmasını istiyor Webb’den! Webb ise “buna imkân olmadığını” belirterek başka bir teklif getiriyor:

“Bununla birlikte, İngiliz denetim subaylarının komisyonlara yerel şartlar ve şikâyetler konusunda bilgi vererek yardımcı olmalarının buyrulmasını rica edeceğim.” (Sina Aksin, İstanbul Hükümetleri ve Millî Mücadele, 1983’ten, Doç. Dr. Çelebi, a.g.e.)

Şimdi aynı şeyi PKK’lılar yapmıyorlar mı?!

Bu gelişmeler İstanbul basınında nasıl yer alıyor? Onu yarına bırakalım.

Arslan TEKİN, 9 Nisan 2013
arslantekin53@yahoo.com

Re: Tarihimizdeki İşbirlikçiler / Arslan TEKİN

İletiGönderilme zamanı: Prş Nis 11, 2013 7:47
gönderen Oğuz Kağan
Tarihimizdeki İşbirlikçiler -4

Hey'et-i Nasiha'dan "Âkil Adamlar"a...

Yakın tarihte karşılaştığımız hainliklerin bugünle ne kadar örtüştüğünü gözler önüne sereceğiz. İlim adamlarımızın görüşlerini vereceğiz. “Âkil” dediklerinin tiynetlerini niyetlerini ortaya koyacağız. Halkımızın üzerine gidilirken, millî irade boğulurken kenara çekilmeyeceğiz! Hakikatleri gözler önüne sereceğiz...

'Türk'süz Türkiye' İçin ABD ve Avrupa'dan İcazet Alındı

Wilson Prensipleri hayata geçiriliyor. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, ‘Türk’yerine ‘Türkiye’ diyor.

Avrupa Konseyi’nden Andreas Gross, Erdoğan’ın ‘Türk’süzleştirme ameliyesini hararetle desteklediğini söylüyor.

Wilson Prensipleri nedir, biliyor musunuz? Wilson kim, önce onu soracak olanlar vardır. Geleceğim. Bağlantı için şu bilgileri aktarmalıyım:
Yakın zamanda iki defa Türkiye’yi ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanı “ahbabımız” (Belki de bundan sonra “AKP yöneticilerinin kankası” demeliyiz; neden öyle demeliyiz? Aşağıda görülecek.) John Kerry, Dışişleri Bakanı olarak ikinci gelişinde “Türk” ü sildi, sadece “Türkiye” demeye başladı. AKP yöneticilerinin “Türk” ü silme gayretlerinin nereye vardığının veya kimlerle “işbirliği” edildiğinin en bariz örneğiyle karşı karşıyayız. “Suçüstü yakalandılar”da diyebiliriz.

Çiçeği burnunda ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’e bir teşekkür borcumuz var. Hayır hayır... AKP yönetimiyle uyumlu olduğu için (Onları “kurguladığı için” mi desem?!) değil; PKK açılımının nereye vardığını bize gösterdiği için! İnşallah halkımızın uyanmasına vesile olur; işbirlikçilik fark edilir!

TÜRK’Ü SİLDİLER

Kerry, geçen haftaki son ziyaretinde, “Türk”ü neden sildiğini de açık açık söyledi ve “İmralı sürecini destekliyorum” dedi. Bu aynı zamanda PKK’ya mesajdır: “İşleri zorlaştırmayın, nasıl olsa siz kazandınız ve daha kazanacaksınız; PKK/KCK programınızdaki Stalinist maddelerinizin hepsi hayata geçirilecektir; biz sonuna kadar arkanızdayız. ‘Türk’ü silmekten başladık.” demek istemiştir. Şu kesin: İmralı ve Kandil adımlarını bilerek ve emin atıyor; mesajı alacaktır.

Hürriyet gazetesinin birinci sayfada sürmanşeti (Web sitesinde gördüm.) “ABD Türk’ü sildi” idi.

Şimdi Yeniçağ ile birlikte verilen kitabımızın adı ne: “Türk Adını Silme Planı-Şark Meselesi’nin Son Aşaması” ... Biz çok önceden bu tespiti yaptık. Kitabı gazete bayilerinden bulabilirsiniz. Lütfen o kitaptan edinin. “Âkil Adam” dedikleri, PKK/BDP-AKP’nin dâîleri (propagandistleri) ilinize, ilçenize, yörenize geldiğinde önlerine birer tane koyun. Asla nedamet duymayacaklardır ama gerçeklerin bir bir yazıldığını da bilmelidirler.

Sanmıyorum ama, inşallah o kitabı Cumhurbaşkanı da, Başbakan da okur. (MİT Müsteşarı Hakan Fidan okumasa da olur! “Sırdaş” Başbakan okuduktan sonra onun ihtiyacı yoktur!)

Şimdiye kadar çok insan yazdı; yapmayın, etmeyin, “Türk” le uğraşmayın, sonra girdaba sürüklenirsiniz... Nuh dediler peygamber demediler. Kendileri bilir, diyeceğim ama zararı bu millet çekiyor. Kahir ekseriyetin fikrini yazıyoruz; yazdıklarımızı dikkate almak zorundalar.

Hürriyet’ten Zeynep Gürcanlı’nın özel haberini “belge” olarak, buraya alıyorum:
“Türkiye’de İmralı süreci devam ederken, ABD’den de çok önemli bir ‘açılım’ geldi. Dışişleri Bakanı John Kerry, daha önce hem kendisi, hem de selefi Hillary Clinton tarafından kullanılan ‘Türk halkı’ (Turkish nation/Turkish people) ifadesini ‘Türkiye vatandaşları’ifadesi ile değiştirdi.

Kerry, ‘Türkiye halkı’ifadesini İstanbul’da dün Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile görüştükten sonra düzenlenen ortak basın toplantısında, üstelik tam da devam etmekte olan İmralı süreci konusundan bahsederken kullandı.

Kerry, basın toplantısında Davutoğlu ile ‘terörün tüm çeşitleriyle mücadele’konusunu görüştüklerini belirterek, ‘Türk hükümetinin şiddeti barışçı yollarla sona erdirme çalışmasını alkışlıyoruz, hayranlık duyuyoruz’ifadesini kullandı.

ABD Dışişleri Bakanı’nın, kendisinin ve seleflerinin aksine, yaptığı jargon değişikliği de bu girişten sonra geldi.

Kerry, ‘Herkesin bildiği gibi, barış süreci kolay değildir. Her zaman cesaret ve kararlılık, yıllardır akan kanı ve güvensizliği aşmak için konuşma isteği gerektirir. Bugünkü durum da bundan farklı değil. Atılacak zor adımlar var. Ancak Sayın Dışişleri Bakanı (Davutoğlu) ve ben, kalıcı barışın Türkiye vatandaşlarının yaşamlarını geliştireceğine güveniyoruz’ dedi.” (“ABD Türk’ü sildi”, Hürriyet, 8 Nisan 2013)

Wilson Prensipleri ile bağlantıyı soracaksınız... Bir ayrıntı daha var:

Şimdi biraz geriye gidelim. 3 Nisan 2013 günü gazetemizde Arslan Bulut “Türklük konusunda kim yalan söylüyor?” başlığıyla bir yazı yayınladı.

“2011 yılının Nisan ayında Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Sosyalist Grup Başkanı Andreas Gross, NTV ana haber bülteninde Can Dündar’ın sorularını cevaplandırdı ve Tayyip Erdoğan’ın, kendisine verdiği bilgileri ifşa etti. Gross, şöyle dedi:

PKK NE DERSE O!

“Öğle yemeğinde yapılan yorumların en önemlisi, en ilginciydi. Tayyip Erdoğan, Anayasa’nın ilk maddelerinin yalnızca bir geçiş sürecinde var olabileceğini söyledi. Ve kendisi de Türkiye’nin artık birinci madde ya da üçüncü madde gibi Türklüğe vurgu yapan maddelere ihtiyaç olmadığını, olmayacağını söyledi. İleride... Bence bu çok ilgi çekici bir yorumdu. Dolayısıyla bizim Türkiye’yi çok dikkatli bir şekilde desteklememiz gerekiyor.

Arslan Bulut, sonra şöyle diyor:
“Tayyip Erdoğan, Avrupa’ya neden ‘Biz Türklüğe vurgu yapan maddeleri kaldıracağız’diye teminat verdi? / Çünkü AKP’nin meşruiyeti yoktur. AB ve ABD destekli kurulmuştur. / Çünkü yaptıkları, eski tabirle ‘Anayasayı tağyir, tebdil ve ilga’dır. / İşte özel yetkili savcıların veya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının asıl soruşturması gereken dış destekli darbe girişimi budur! / [Turgut] Özal’ın ‘Anadolu Federasyonu kuralım’ düşüncesi ile PKK’nın ‘demokratik özerklik’önerisi de aynı projenin farklı isimlerle seslendirilmesidir. / Andreas Gross, ‘Bu projeden dolayı bizim Türkiye’yi çok dikkatli bir şekilde desteklememiz gerekiyor’ derken, Haçlıların ‘Türksüz bir Anadolu’isteklerini seslendirmiş oluyordu.”

Türk’süz Türkiye (“Türkiye” dediğime bakmayın; o ismi de mecburen değiştirecekler! “Türk” silinirse “Türkiye” kalır mı?!) hem ABD, hem AB tarafından hararetle destekleniyor.

Wilson Prensipleri Cemiyeti’ni, Hey’et-i Nasiha’yı, İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ni ve başka “İhanet odakları”nın “âkiller”le ortak noktalarını yarın ve devamında anlatacağız.

İngiliz "İngiliz" Olacak Ama Türk "Türk" Olmayacak

İngilizlerin “Demir Lady” dedikleri başbakanlarından Margaret Thatcher, 87 yaşında hayatını yitirdi. İngiltere yas tutuyor. Thatcher’in “savaşçı” bir başbakan olduğunu hatırlatayım. Falkland Adaları, binlerce kilometre uzakta İngiltere’nin bir sömürgesi... Ama Arjantin’in yakınında... Arjantin uzun zamandır adaları istiyordu. Thatcher, “Orada benim vatandaşlarım yaşıyor.” diyerek Nisan 1982’de, savaşmış ve kazanmıştır. Biz içimizdeki düşmanı temizleyeceğimize, hem yaltaklandık, hem “terörist”e saha açtık, hem taleplerini baş tacı ettik!

Eski DPT Müsteşarı ve 20. dönem milletvekili İlhan Kesici ile geçen gün telefonlaştım. İlhan Bey biliyorsunuz, tarihe geçecek “300’ler” harekâtının öncülerindendir. 300’e yakın millî aydının “Türk”ü hatırlatan ve AKP yönetiminin pervasızlığını -şimdilik- frenleyen üç maddelik ihtarından bahsediyorum.

İlhan Kesici Bey, İngilizlerin BBC kanalında dinlediği şimdiki İngiltere Başbakanı Cameron’un başsağlığı mesajı haberini bana geçti. Haber, İngilizcesi ve Türkçesiyle şöyle:
“Britain has lost a great Leader, a great Prime Minister, and a great Briton.” (İngiltere bir büyük lideri, bir büyük başbakanı ve bir büyük İngilizi kaybetmiştir...)

İngiliz başbakan, eski başbakanları için ne diyor: “Büyük İngiliz”.

İngiliz “İngiliz” olacak, Türk “Türk” olmayacak! ABD ve Avrupa bunu istiyor, AKP yönetimi uyguluyor!

Arslan TEKİN, 10 Nisan 2013
arslantekin53@yahoo.com

Re: Tarihimizdeki İşbirlikçiler / Arslan TEKİN

İletiGönderilme zamanı: Prş Nis 11, 2013 20:23
gönderen Oğuz Kağan
Tarihimizdeki İşbirlikçiler -5

Hey'et-i Nasiha'dan "Âkil Adamlar"a...

Yakın tarihte karşılaştığımız hainliklerin bugünle ne kadar örtüştüğünü gözler önüne sereceğiz. İlim adamlarımızın görüşlerini vereceğiz. “Âkil” dediklerinin tiynetlerini niyetlerini ortaya koyacağız. Halkımızın üzerine gidilirken, millî irade boğulurken kenara çekilmeyeceğiz! Hakikatleri gözler önüne sereceğiz...

Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. İhsan Şerif Kaymaz:

Acı Olan 'İhanet'in İktidar Eliyle Örgütlenmesidir!..

‘Türk’ün tarihteki uzun yürüyüşü, sıra dışı gelişmeler yaşansa bile çoğunlukla bir yükselişin, bir yücelişin öyküsüdür. Bize düşen görev, bu gerçekten beslenen ‘ulusal tarih bilinciyle’ hareket etmek, kesinlikle umutsuzluğa kapılmadan ülkemizin üzerinde dolaşan kara bulutları el birliğiyle dağıtmaktır.’

“Akil Adamlar” sessiz sedasız Anadolu’ya çıkmaya başladılar. İlk ekip Malatya’ya gitmişti. Kim organize ediyor? AKP mi? Kimlere hitap edecekler? Halka açık alanlarda konuşacaklar mı?

Bu ekiptekiler tarihi ne kadar biliyorlar ve yaptıkları işin kime “hizmet” olduğunun farkındalar mı? Eğer farkındalarsa “yıkım” ortaklığını şuurlu yapıyorlar, farkında değillerse benim milletimin fertlerinin gafletleri hepimizin yarasıdır.

Gazi Üniversitesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. İhsan Şerif Kaymaz Bey, yakın tarihimizi yakından bilen bir ilim adamı. Kendisine ihanetin tarihini sorduk ve şu cevabı aldık:

Türk tarihinin her döneminde çok büyük kahramanlıklar yaşanmış olmakla birlikte, ne yazık ki “ihanet” sözcüğünün anlamını zorlayan yüz kızartıcı davranışlara da tanık olunmuştur. Kale komutanının savunmakla görevli olduğu kaleyi para karşılığı düşmana satması, donanma komutanının başında bulunduğu donanmayı kaçırıp düşmana teslim etmesi, bir kısım halkın ülke topraklarını işgal eden düşman güçleriyle birlikte hareket etmesi ya da barış zamanında bir kısım insanımızın kendi ülkeleri aleyhine yabancılarla işbirliği yapması gibi olaylara bizim tarihimizde dönem dönem rastlanmıştır. Bunlar, “ihanet” kapsamına giren davranışlar olarak nitelense de, en azından münferit olaylardır. Daha acısı ve sindirilmesi zor olanı, “ihanet” kapsamında değerlendirilebilecek davranışların bizzat resmi hükümet eliyle örgütlenmesi, devlet kurumlarının bu tür davranışlara alet edilmesi ve ülke ’aydın “larının bu tür eylemlerin içinde fiilen yer ve rol almalarıdır.

MİLLÎ MÜCADELE’NİN ÖNÜNÜ KESMEK İSTEDİLER

• Kurtuluş Savaşı sırasında Padişah VI. Mehmet Vahdettin ile Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın da içinde bulunduğu “devlet ricali”nin, amacı Türk topraklarını parçalayıp sömürgeleştirmek olan İngilizlerle “İngiliz Muhipleri Cemiyeti” çatısı altında ve bir rahibin öncülüğünde işbirliği yapmaları,
• ABD mandasını tek kurtuluş seçeneği olarak gören dönemin “ilerici” ve “aydın” olarak isim yapmış insanlarının “Wilson Prensipleri Cemiyeti” bünyesinde benzeri bir işbirliğini Amerikalılarla yapmaları,
• Anadolu’yu düşman işgalinden kurtarmak için ölüm-kalım savaşı veren milliyetçi liderlerin, oluşturulan “Divan-ı Harp” mahkemesinde idama mahkûm edilmeleri,
• Şeyhülislâm tarafından hazırlanıp düşman uçaklarıyla Anadolu’nun her köşesine atılan bildirilerle Anadolu halkının ulusal kurtuluş savaşı veren Mustafa Kemal ve arkadaşlarına karşı kışkırtılması ve ayaklandırılması,
• Anadolu halkını Milli Mücadele’den soğutmak ve hareketi daha fazla güçlenmeden çökertmek için İstanbul hükümetince nasihat heyetleri oluşturulması.

'BARIŞ SÜRECİ' ADIYLA SAHNELENEN OYUN

Bunlar, yakın tarihimizin övünç duyamayacağımız örnekleridir. Geçmişi binlerce yıllık bir derinliğe sahip olan ulusumuzun tarihinde bu denli uç örneklerin yaşanmış olması belki yaşamın doğal akışı içinde olağan karşılanabilir. Fakat olağan olmayan, yaşananlardan ders çıkartma olgunluğunu gösterememiş olduğumuzu kanıtlar şekilde, yukarıdaki örneklerin üzerinden henüz yüz yıl bile geçmeden benzeri davranışların yinelendiğine tanık olmamızdır.

Bundan yıllar sonra, bugün “barış süreci” adıyla sahnelenen oyun çerçevesinde kurulan ilişki ve sergilenen eylemleri değerlendirecek bir tarihçi, bizim Kurtuluş Savaşı yıllarında yaşanan, yukarıda özetlediğimiz örnekler karşısında duyduğumuz hayret, dehşet ve şaşkınlığın bir benzerini duyacaktır. İçinde yaşadığımız dönem Türk tarihinin övünç verici bir kesiti değildir. Bu oyunun, onu sahneye koyanların istediği şekilde sonuçlanmaması için her birimiz gerekeni yapmalıyız. Fakat daha da önemlisi, her yüz yılda bir benzeri olayları yaşamamak için ne yapmamız gerektiğini sorgulamalı ve bunun önlemlerini almalıyız.

Hiç kuşkusuz Türk tarihi burada bitmeyecektir. Binlerce yıllık derinliği olan bu tarihin çok daha uzun bir geleceği vardır. Üstelik Türk’ün tarihteki uzun yürüyüşü, arada bu türden sıra dışı / istenmeyen gelişmeler yaşansa bile çoğunlukla bir yükselişin, bir yücelişin öyküsüdür. Bize düşen görev, bu gerçekten beslenen “ulusal tarih bilinciyle “ hareket etmek, kesinlikle umutsuzluğa kapılmadan ülkemizin üzerinde dolaşan kara bulutları el birliğiyle dağıtmaktır.

EROTİK FİLMLERİNİ Mİ ANLATACAKLAR?

TBMM’de -bundan böyle ne derece “Türkiye” Büyük Millet Meclisi diyeceğiz tartışmalıdır- Abdullah Öcalan’ın adını “Hakikatleri Araştırma Komisyonu” koyduğu, Ak Parti’nin, güya A. Öcalan’ın yolunda gitmediğini göstermek için “Araştırma Komisyonu” dediği, komisyonun kurulmasına dair kanun PKK/BDP-Ak Parti’nin işbirliğiyle geçti.

“PKK açılımı”nın yürütücülerinden Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay: “Araştırma Komisyonu’nun aracılığıyla çözüm sürecinin farklı aşamalarında Meclis’i bilgilendirme imkânımız olacak” diyor. Kötü emellerine Meclis’i âlet etmek budur!

CHP ve MHP milletvekilleri, “PKK ile sizi baş başa bırakıyoruz” diyerek oylama sırasında salonu terk etmişler. Doğrusu budur.

“Âkil adamlar” diye seks filmleri çevirenleri, milleti bayıltan arabeskçileri, bayrak değişsin diyenleri, dinsiz-imansızları, milleti bölmeye ant içmiş -hazırladıkları raporlarda açık açık görülür- TESEV’cileri (Hem de, Doğu ve Güneydoğu gruplarının başkanları olarak) “Yeni Hey’et-i Nasiha”ya dâhil eden Prof. Dr. Beşir Atalay’dır, yardımcısı da Başbakan’ın başdanışmanı Doç. Dr. Yalçın Akdoğan’dır... Hususiyetle bu iki isim tarihe kömür karasıyla yazılacaktır! (Baş sorumlu Başbakan Recep T. Erdoğan’ı tarihe yazacak bir nesneyi bulamadım!)

Tarihteki ihanetlere geçmeden önce şu merakımı sizinle paylaşmak istiyorum: Lale Mansur adlı bir oyuncu var. O da “âkiller” içinde... Hangi kıstasa göre tercih edildi? En çok bilinen yönü erotik filmlerde oynaması... Bir: Magazin sayfalarında ve görüntülerinde sık karşımıza çıkar. İki: Daha yakın zamanda “Dinsizim” dedi. (Siz ki “millet” derken aslında “İslâm milleti” gibi, muhayyel de olsa “İslâm”ı katarak “millet”ten bahsediyorsunuz, Bu hanım gibi ve neredeyse güruhun üçte biri, aynı yolda... “Müslümanlar”ın karşısına nasıl çıkartacaksınız?!). Üç: Yine yakın zamanda kadın: “Ben de aldattım” dedi. Gazetecilerin sorusu üzerine bu cevabı vermişti. Soru sorulurken kocası da yanındaydı.

Birileri gittikleri yerde, “Bırak süreci müreci... Bize o erotik sahneleri nasıl çektin anlat... Din senin için nedir? Aldatmak duygusu nasıl bir şey; marazî bir haz mı?” deseler ne cevap verecek?

Arslan TEKİN, 11 Nisan 2013
arslantekin53@yahoo.com

Re: Tarihimizdeki İşbirlikçiler / Arslan TEKİN

İletiGönderilme zamanı: Cum Nis 12, 2013 23:47
gönderen Oğuz Kağan
Tarihimizdeki İşbirlikçiler -6

Hey'et-i Nasiha'dan "Âkil Adamlar"a...

Yakın tarihte karşılaştığımız hainliklerin bugünle ne kadar örtüştüğünü gözler önüne sereceğiz. İlim adamlarımızın görüşlerini vereceğiz. “Âkil” dediklerinin tiynetlerini niyetlerini ortaya koyacağız. Halkımızın üzerine gidilirken, millî irade boğulurken kenara çekilmeyeceğiz! Hakikatleri gözler önüne sereceğiz...

Hey'et-i Nasiha'nın Bugünkü Ruh İkizleri

Hey’et-i Nasiha’nın işleyişi, gazetelerin bahsedişi, neler yapacaklarına dair görüşler, A. Öcalan’ın talebi üzerine teşkil edilen “Âkiller” grubuyla neredeyse aynı. Damat Ferit’in nasihat heyeti halkı yatıştırmak, İngilizleri sempatik göstermek istiyordu. Şimdi ise PKK’ya yol açılıyor

İşgalcileri haklı göstermek için Damat Ferit Paşa’nın kurduğu Hey’et-i Nasiha’dan bahsetmiş ve gazetelerde nasıl yer aldığını aktaracağımı belirtmiştim.

Doç. Dr. Mevlüt Çelebi, tarihi bugüne taşıyan ve önemli bir çalışmaya imza atmış ve daha 1992’de, bugünü görmemizi sağlayacak bir kitap çıkarmıştır. Doç. Dr. Çelebi’nin ilmî çalışmasını, meselenin siyasî yüzünün Türk halkına nelere mal olduğunu göstermesi bakımından bugünle kıyaslamak şarttır. Onun için başlığımız “Hey’et-i Nasiha’dan Âkil Adamlar’a İşbirlikçiler” dir.

Hey’et-i Nasiha’nın işleyişi, gazetelerin bahsedişi, neler yapacaklarına dair görüşler, inanılmaz derecede bugünkü iktidarın A. Öcalan’ın talebi üzerine teşkil ettiği “Âkiller” grubuyla neredeyse bire bir örtüşüyor.

Damat Ferit’in nasihat heyeti halkı yatıştırmak, İngilizleri sempatik göstermek istiyordu. Böyle düşünmeseler dahi netice budur. Şimdiki PKK sempatizanları, aynı İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin halkı yumuşatıcı tavrı gibi tavır sergiledikleri apaçık ortada. Üstelik, yine Öcalan’ın talebi üzerine “Âkiller” arasında yer almışlardır.

HEY’ET-İ NASİHA NE YAPACAKTI?

Nasihatçılar, Nisan 1919’da, Anadolu’ya gönderileceklerdi. İstanbul matbuatında haberler çıkmaya başlamıştı.

Doç. Dr. Mevlüt Çelebi (Mevlüt Hoca, ayrıca sorularımı da cevaplandırmıştır, sonra vereceğim.) Nasihat Heyetleri’yle ilgili haberlerin nasıl yer aldığını şöyle verir:
“11 Nisan 1919 tarihli İKDAM gazetesi; ’Meclis-i Vükelâ’nın Anadolu’ya iki heyet göndermeye karar verdiğini, bu heyetlerin Anadolu’nun muhtelif yerlerini gezerek halka, unsurlar arasında uzlaşma ve vatandaşlık hissi telkin edeceğini, bu heyetlerden birisine Şehzade Abdülhalim Efendi’nin, diğerine de, Şehzade Abdürrahim Efendi’nin başkanlık yapacaklarını’yazmıştı. Yine bu gelişmeleri değerlendiren SABAH gazetesi 14 Nisan tarihli başyazısını heyete ayırarak şunları yazmıştı: ’Damat Ferid hükümeti, bir yandan yabancı ülkelere karşı durumumuzu düzeltmeye çalışırken, diğer yandan içişlerimizi normal durumuna geri çevirmek ve İttihatçıların yanlışlıklarını ortadan kaldırmak için uğraşıyor. Damat Ferid kabinesi... ahaliyi irşad ve tenvir, hükümet-i hâzırın bilâ-tefrik cins ve mezhep bütün unsurlara karşı beslediği hissiyat-ı hayırhaneyi ve zât-ı hazret-i padişahının selâm-ı hümayunlarını ahaliye tebliğ için uğraşıyor... Hey’et-i Nasiha, Anadolu’yu adım adım dolaşarak halkın, haklı ve yasal isteklerini dinleyerek herkesi irşad ve tenvir ederek, muhtelif unsurlar arasındaki eski sevgi ve muhabbeti ihyaya çalışacaktır.” (Doç. Dr. Mevlüt Çelebi, Hey’et-i Nasîha: Anadolu ve Rumeli Nasihat Heyetleri, 1992)

O zamanın haberlerini okudunuz... Bugünümüzle bu kadar mı benzer?!

DAMAT FERİT NELER YAPMIŞTI?!

Damat Ferit “yabancı ülkelere karşı durumumuzu düzelt[mek için]” diyor. ABD ve Batı’nın iktidar’dan, “Türk” ün silinmesini istemesini ve te’vil dahi edemeyecekleri uygulamalarını görmedik mi?!

Devam edelim:
Damat Ferit, hey’etten, “Halka, unsurlar arasında uzlaşma ve vatandaşlık hissi telkin [etmesini]” istiyor.

Çünkü, dış destekli azınlıklar şımarmış ve mecburen bu şımarıklığa karşı Türk unsur tedirgin olmuş ve ister istemez “tedbir” düşünmüş, tartışmalar, çatışmalar başlamıştı.

İçlerinde “Türk” ve “Türk bayrağı” düşmanlarının ağırlık taşıdığı, diğerlerinin sırf menfaat için katıldığı “Âkil Adamlar” niye teşkil edildi? Halka PKK’lıların nasıl “iyi insanlar” olduklarını anlatmak için değil mi? Aksini iddia eden, “barış” diyen tuzağa düşer; PKK’ya ve işbirlikçilerine hizmet eder!

Yukarıdaki alıntıda şu cümleler çok önemli:
“Damat Ferid kabinesi... ahaliyi irşad ve tenvir, hükümet-i hâzırın bilâ-tefrik cins ve mezhep bütün unsurlara karşı beslediği hissiyat-ı hayrhahaneyi ve zât-ı hazret-i padişahının selâm-ı hümayunlarını ahaliye tebliğ için uğraşıyor.”

Yani; Nasihat Hey’eti, halka yol gösterecek ve aydınlatacak, mevcut hükûmetin (Damat Ferit Kabinesinin), hangi etnisite, millet ve mezhepten olursa olsun ayırım gözetmeden hayır isteyen hislerini ve padişahın selâmını halka ulaştıracak.

Bu dizimizin başında ne demiştim: Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir... Sözler güzel ama, dış destekli şımaranlar kimler? Ve bu bütün “hayırlar” kimin adına?

Şimdiki “Âkiller” AKP-PKK selâmını halka tebliğ etmiyorlar mı?

Kaçakçıların bile yolu açıldı... Uludere’de, basın-yayın organlarına intikal ettiği için haberimiz oldu, kaçakçıları askerler gördükleri hâlde, yakalayabildiler mi? Geri çekilip kurulan düzenekle güzel güzel kaçakçılık etmelerine izin vermediler mi? Kimin emriyle Elbette “iktidar edenler”in emriyle... Şimdi kaçakçılık, en kârlı sektördür. Artık katırları da bırakmışlar, kamyonlarla taşıyorlardır! Tabiî aralarında PKK militanları istedikleri gibi girip çıkıyorlar, aileleriyle hasret gideriyorlar, gerektiğinde kalıyorlar, mevzi tutuyorlar! Belki göstermelik de olsa sınır dışına çıkarlarsa, döndüklerinde nasıl savaşacaklarının hazırlığını görüyorlardır.

Damat Ferit Kabinesinde Dahiliye Nazırı olan Mehmet Ali Bey, Monitör gazetesine verdiği demeçte de şunları söylüyor: “Bu heyetlerin gönderilmesinin bir amacı vardır. Türkiye’deki anasır-ı muhtelife arasında var olması gereken ahenk ve barışı temin etmek. Padişah, görüşümüzü tamamıyla tasvip etmektedir. Bu heyetlerin gönderilmesine, padişah ile sadrazam arasındaki görüş alış verişinden sonra karar verilmiştir. Padişah, ahengin sağlanmasını ve savaştan etkilenen imparatorluk içindeki değişik milletlerin ittihat içinde olmalarını istiyor.”

Gazeteci, “Başarı ümit ediyor musunuz?” diye soruyor, Dahiliye Nazırı, “Şüphesiz, heyette Ermeni ve Rumların da bulunması muvaffakiyet için bir zandır.” cevabını veriyor.

O zamanki şartlarda Azınlıklarla problem yaşanıyor, şimdi ise PKK var. Hey’et-i Nasiha içinde, PKK’yı “kurtuluş ordusu” gören zevat belli bir ağırlıktadır.

Zamanında, Nasihat Heyetleri’ni Vahdettin, sarayında ağırlamış ve onlara bir konuşma yapmıştı. Tıpkı R. T. Erdoğan’ın yeni Hey’et-i Nasiha’ya yaptığı gibi!

Arslan TEKİN, 13 Nisan 2013
arslantekin53@yahoo.com

Re: Tarihimizdeki İşbirlikçiler / Arslan TEKİN

İletiGönderilme zamanı: Pzr Nis 14, 2013 9:29
gönderen Oğuz Kağan
Tarihimizdeki İşbirlikçiler -7

Hey'et-i Nasiha'dan "Âkil Adamlar"a...

Yakın tarihte karşılaştığımız hainliklerin bugünle ne kadar örtüştüğünü gözler önüne sereceğiz. İlim adamlarımızın görüşlerini vereceğiz. “Âkil” dediklerinin tiynetlerini niyetlerini ortaya koyacağız. Halkımızın üzerine gidilirken, millî irade boğulurken kenara çekilmeyeceğiz! Hakikatleri gözler önüne sereceğiz...

Yabancılar Hep "Maşa" KullandI

Hey’et-i Nasiha içindeki iki koldan Anadolu’ya çıkarılan insanlar, şimdiki “âkil adamlar”dan çok daha “masum”lar ve bir umutla Anadolu’ya gitmişler, belki, insanları birbirine girmekten alıkoyarız, diye düşünmüşlerdir.

Devlet tökezleyince akbabalar çoğalıyor. İngiliz Muhipleri Cemiyeti, Birinci Dünya Savaşı’nın akabinde kuruldu. Dikkat çeken bir husus, halkı PKK’ya ısındırmak için 7 bölgemize gönderilmeye başlayan 9’ar kişilik “akiller”in, o zamanki karşılığı Hey’et-i Nasiha (Nasihat Heyeti) Nisan ayının başlarında kuruluyor, hemen ardından 20 Mayıs 1919’da İngiliz Muhipleri Cemiyeti, Molla Sait başkanlığında kuruluş dilekçesini veriyor. Birçok kaynak halkı yedi düvelin ve özellikle İngilizlerin ülkeyi işgallerine ısındırmak için kurulan nasihat heyetlerini teklif edenin de Molla Sait olduğunu belirtir. Molla Sait veya değil; İngilizlerin 1. Dünya Savaşı’nda yenik düşen Osmanlı Devleti’ni üleşmek ve üleştirmek için çok manevra yaptığı tarihen sabittir. Dönemin Osmanlı hükûmeti (Damat Ferit Paşa) ve padişahı (Vahdettin=Vahideddin) İngilizlerin tensip, telkin ve emirleriyle hareket ettiği bütün karineleri birleştirdiğimizde ortaya çıkmaktadır.

Yabancılara Uşaklık Nasıl Edilir?

Yunan ne zaman İzmir’e çıktı? 19 Mayıs 1919’da! Bir gün sonra İngilizlere sevgi besleyenler dernek kurmuş oluyor. Sait Molla kendisini hükûmetin bir ferdi gibi görerek 23 Mayıs 1919 tarihinde bütün belediye başkanlıklarına bir telgraf gönderiyor. Özetle şöyle diyor Molla Sait telgrafında:
“İstanbul’da İngiliz Muhipleri Cemiyeti teessüs etmiştir. Vilâyâtta [vilâyetlerde] dahi bu yegâne selâmet ve necabet [soyluluk] yoluna sâlik olduklarını [girdiklerini] ve İngiliz muhabbet ve taraftarlığı hususundaki hissiyât-ı fevkalade-i umûmiyelerini ve İngiliz müzaheretini [desteğini] talep ettiklerini bilâ-istisna tekmil mümessillere ve hükümete ve gazetelere derhal telgrafla iş’ar edilmesi [bildirilmesi]...”

Belediye başkanları saşkın... Payitaht’a telgraf çekiyorlar: Bu da neyin nesi?

Demek oluyor ki, İngiliz Muhipleri Cemiyeti tamamen Damat Ferit’in dolayısıyla Vahdettin’in tasarruf ve himayesinde...

Zamanımızda, Türk insanı aleyhindeki bütün faaliyetleri, içerideki maşaları vasıtasıyla yabancılar (ABD, Batı ülkeleri) yürütmüyorlar mı?

Neden PKK ve diğer Marxist örgütler Türkiye’de faaller ve hususiyetle PKK, hükûmetle, müzakerenin ötesinde “istişare”ye giriyor?

İşte “Âkiller” ... İçlerinde kaç “düzgün” adam var? Kaç “maşa” diyemeyeceğimiz adam yer alıyor?

İnanmayacaksınız ama Hey’et-i Nasiha içindeki iki koldan Anadolu’ya çıkarılan insanlar, şimdiki “âkil adamlar” dan çok daha “masum” lar ve bir umutla Anadolu’ya gitmişler, belki, insanları birbirine girmekten alıkoyarız, diye düşünmüşlerdir. İçlerindeki nasihatçı Rum ve Ermenilerin art niyetli olabileceklerini bile aklıma getirmiyorum! Ama teşekkül ettiriliş ve faaliyetin sebepleri düşünüldüğünde potansiyel olarak “hain” görebiliyoruz. Bu o da onların elinde olan bir şey değil; Damat Ferit’in ve Vahdettin’in, İngiliz’e boyun eğmesinde sebep aramak gerekir.

Damat Ferit'in Uşaklığı

Zamanımızın “Âkiller” inin hemen hepsi adımlarını bilerek atmışlardır.

Damat Ferit Paşa’nın nasıl “İngiliz muhibbi” olmasını geçin, nasıl uşak olduğunu şu gelişmelerden görün:
Damat Ferit Paşa, 4 Mart 1919’da sadrazamlığa getiriliyor. 9 Mart’ta İngiliz Yüksek Komiser Yardımcısı Amiral Webb’i ziyaret ediyor ve şu açıklamayı yapıyor: “Padişah ve ben, Allah’tan sonra ümidimizi İngilizlere bağladık.”

13 Mart 1919’da İzmir’de Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kongresi toplanıyor. Üç gün süren kongrede “Herhangi bir saldırıya silahla karşı konulması” kararı alınıyor.

Damat Ferit Paşa, 30 Mart 1919’da, İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorphe’yi ziyaret ediyor ve: “Padişahımızın takip ettiği gaye, Osmanlı hükümetini İngiliz devletine mutlak teslimiyetle bağlamaktır.” diyor.

Damat Ferit kurtuluşu tamamen İngiliz’de görüyor!

Damat Ferit'in Hey'et-i Nasihası Hiçbir Fayda Sağlayamadı

Hey’et-i Nasiha üzerine ilmî çalışmaya imza atan Ege Üniversitesi’nden Doç. Dr. Mevlüt Çelebi sorularımızı cevaplandırdı.

• Hey’et-i Nasiha ne getirdi ve ne götürdü?

Hey’et-i Nasiha’nın, hedeflenen amacı gerçekleştiremediği gibi yakın dönem tarihimizde olumlu bir iz bıraktığını söylemek de mümkün değildir. Böyle bir heyetin kurulmasındaki temel amaç, Osmanlı Devleti’nde yaşayan çeşitli unsurlar arasında uyum ve birlikte yaşamayı sağlayabilmekti. Damat Ferit Paşa hükûmeti yaşanan bütün olumsuzluklardan İttihatçıları sorumlu tuttu. Türk, Rum, Ermeni üyelerden oluşan bir heyeti Anadolu ve Rumeli’ye göndermekle hükûmet, yeni bir dönemin başladığı ve bütün unsurların eşit ve kardeş olduğu mesajını vermek istedi. Böylece, Damat Ferit, muhtemel işgallerin önüne geçebileceğini sandı. Ancak, Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra devleti oluşturan her unsurun kendince bir amacı ve ona ulaşmak için izlediği bir strateji vardı. Hedef, kendi menfaatlerini mümkün olduğunca temin edecek bir barış antlaşmasının imzalanmasını sağlamaktı. Bu hedefe ulaşmak için özellikle Rumlar ve Ermeniler, Türklerle birlikte hareket etmeyi değil, tam aksine farklı bir unsur oldukları ve mağdur edildikleri propagandasını yaptılar. Sonuç olarak baktığımızda; Damat Ferit ve diğer Osmanlı Hükümetleri, ne unsurlar arasında birliği temin edebildiler ne de Paris Barış Konferansı’nda Türklerin haklarını güvence altına alacak bir antlaşma imzalanmasını sağlayabildiler. İtilaf Devletleri’ne teslimiyeti, İngiltere başta olmak üzere, Fransa, Amerika Birleşik Devletleri ve İtalya gibi galip devletleri kızdırmamayı temel politika olarak tercih eden Damat Ferit, ne pahasına olursa olsun, silahsız bir çözümü gerçekleştirmek istedi.

• Millî Mücadele’yi uzun ve kısa vadede sekteye uğrattı mı?

Milli Mücadele fikrinin, Mondros Mütarekesi’nin getirdiği tehlikeyi gören sivil ve asker Türk aydınlarının teşkilatlanmasıyla oluşmaya başladığını söylemek mümkündür. Nasihat Heyetinin diğer önemli bir yönü de, iktidardaki Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nın etkinliğini ve padişahın otoritesini güçlendirme girişimidir. Aynı zamanda; İttihatçılığın cezalandırılması, hem İngiltere’nin desteğini sağlamak, hem de taşrada az da olsa devam eden, halk üzerindeki İttihatçılık fikrinin etkisini yok etmek amacına yöneliktir. Böylece, Osmanlı padişah ve hânedanının, Meşrutiyetin ilânıyla kırılan nüfuzu artırılacak, Birinci Dünya Savaşı’nın sorumluluğunu taşıyan eski hükûmet (İttihat ve Terakkî Hükûmeti) halk nazarında kötülenecekti. Bu şekilde, çoğunluğunu eski İttihatçıların kurduğu ve Türk Milletini Mondros Mütarekesi aleyhine teşkilâtlayan Müdafaa-i Hukuk hareketinin halk tarafından desteklenmesi de önlenmiş olacaktı.

Uzun yıllar süren savaşların bütün yükünü çekmiş olan halk, aynı zamanda Halife olan Osmanlı padişahının selâmını getiren heyetin telkinlerinden etkilenmiştir. Halkın menfaatlerini en iyi Sultan’ın savunduğu, dolayısıyla diğer arayışlara destek verilirse daha büyük felaketlerle karşılaşılacağı“ propagandasını yapan Nasihat Heyeti, Anadolu halkının, bir süre kararsızlık geçirmesine yol açmıştır. Bir yanda sultan ve hükûmeti, diğer yanda resmî otorite tarafından ”âsi“ ilân edilen Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları... Bağımsızlığını, namusunu, haysiyetini ve geleceğini İstanbul’un mu Anadolu’nun mu koruyacağı konusunda tercihte bulunan halk, Milli Mücadele hareketine destek vermekle, aslında sadece o günün dünyasına değil, geleceğe de mesaj vermiştir.

Bu noktada dikkate alınacak bir husus da, Nasihat Heyeti’nde görev almış kişilerin Millî Mücadele hareketine karşı nasıl bir tavır aldıklarıdır. Nasihat Heyeti üyelerinden Kuvâ-yı İnzibâtiye’nin Kumandanı Süleyman Şefik Paşa ve Bursa Müftüsü Ömer Fevzi Efendi’nin, zaferden sonra, İstiklâl Savaşı’na karşı eylemlerinden dolayı yurt dışına çıkarılan 150 kişilik liste içerisinde yer almaları, heyetin yapısı hakkında fikir verebilir.

• İşgalciler ne gibi çıkar elde ettiler?

Nasihat Heyetleri, İngilizlerin de onayı alındıktan sonra kuruldu. Bu heyetin Anadolu ve Rumeli’de nasihatlerde bulunduğu dönemde İngilizler, Antep, Maraş ve Urfa’yı; Fransızlar, Adana, Mersin ve Osmaniye’yi; İtalyanlar da, Antalya ve Konya’ya işgal etmişlerdi. Heyetin kuruluş amaçlarından biri olan işgallerin önlenmesi çabası, İzmir’in işgaliyle fiyaskoyla sonuçlanınca, Konya’da bulunan heyet, apar topar İstanbul’a döndü. Dolayısıyla, ne işgallerin önüne geçilebildi ne de Rum ve Ermenilerin Osmanlı Devleti’ne bağlılığı sağlanabildi. Özellikle İzmir’in işgali, hanedana mensup bir şehzadenin başkanlığındaki bu heyetlerin, halkta yarattığı umudun yerini büyük bir hayal kırıklığının almasına yol açtı.

Arslan TEKİN, 13 Nisan 2013
arslantekin53@yahoo.com

Re: Tarihimizdeki İşbirlikçiler / Arslan TEKİN

İletiGönderilme zamanı: Pzr Nis 14, 2013 23:04
gönderen Oğuz Kağan
Tarihimizdeki İşbirlikçiler -8

Hey'et-i Nasiha'dan "Âkil Adamlar"a...

Yakın tarihte karşılaştığımız hainliklerin bugünle ne kadar örtüştüğünü gözler önüne sereceğiz. İlim adamlarımızın görüşlerini vereceğiz. “Âkil” dediklerinin tiynetlerini niyetlerini ortaya koyacağız. Halkımızın üzerine gidilirken, millî irade boğulurken kenara çekilmeyeceğiz! Hakikatleri gözler önüne sereceğiz...

İşgalcilerle İşbirliği Zihniyeti Şimdi De PKK'ya Arka Çıkıyor

Geçmişte Kuvâ-yı Milliye’ye karşı çıkanların takipçileri, bugün PKK ile istişare ediyor... Türk insanının birliğini bozmak için “Kara Liste” oluşturdular, “Akil Adamlar” diye Anadolu’ya yolladılar.

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı Devleti’nde “zararlı” ve “faydalı” dernekler kurulmuştur. Bugüne o kadar benziyor ki... Bu dernekler içinde o zamana göre Neo-İslâmcılar ve Türkiye’den ayrılmak isteyenler kol koladır, tıpkı bugün olduğu gibi...

Recep T. Erdoğan’ın talimatıyla teşkil edilen “Âkil Adamlar” dedikleri “Kara Liste”yi incelediniz mi? Bu sütunlara bütün listeyi alamayacağım. Zaten zamanımızın teknolojisi, bu “Kara Liste”yi tarihe taşıyor. İstenildiği zaman hemen girer görürsünüz. Ama herkes hususiyetlerini bilmeyebilir. Onun için, bu sütunları “Âkiller” dedikleri “Kara Liste”deki bazı isimlerle işgal ediyorsam, sebebi o “mülevvesler”in hususiyetlerini de bilmeniz içindir.

Bölücü-Yıkıcı Dernekler

Dün dediğim gibi, Osmanlı parçalanırken akbabalar, küme küme pike etmeye başladılar. Bunlardan Teâlî-i İslâm Cemiyeti üzerinde durursak, diğerlerini de anlamış oluruz!

İlk kurulduğunda adı Cemiyet-i Müderrisîn idi. Sonra Teâlî-i İslâm Cemiyeti adını aldı. Teâlî “yücelme” demektir. Yani İslâmın yücelmesi. İlim ve İslâmiyeti sevdirmeyi, öğrenmeye teşvik etmeyi gaye edinmişti. Niyet hâlis ama!.. Arkası fecî!..

Cemiyetin tüzüğünde “politik” olunmayacağı yazılı. Ancak...

Anadolu Harekâtı başlayınca, Kuvâ-yı Milliye aleyhine 26 Eylül 1919’da çok ağır bir beyanname yayınlamışlardır. Keşke yerim olsaydı da beyannamenin tamamını versem ve bugünle ne kadar benzeştiğini satır satır göstersem! “Analar ağlamasın!” deyip milleti PKK’nın kucağına atanlar, geçmişte bizi nasıl işgalcilerin kucağını atmak istediklerini bu beyannameyi okuyarak öğreneceklerdir. Ama adamların beyinleri keçeleşmiş, bir şey anlatamazsınız; örnek de almazlar. Beyannamenin bütün satırları, kin ve işgalcilere bağlılık... Hitap ettikleri kitle Kuvâ-yı Milliyeciler:

“Düşünmüyorsunuz ki Yunanlılara fazla zayiat verdirmek bile bundan sonra bizim için hayırlı ve menfaatli bir şey olmaz; hudânegerde sizin yalanlarınızı şahit tutarak işgal ettiği memleketimizde; ‘bu kadar kan döktüm ve şöyle fedakârlık ettim, böyle emek çektim’ diyerek hakk-ı feth davasına kalkar! Hem sizler ey yalancı ve denî şakîler! Kendi milletimize karşı ecnebî milletlerden hiçbirinin yapmadığı şekavet ve şenaatleri irtikâb edip dururken milleti, eşrafı memleketi, ulemâyı asıp keserek mallarını yağma ederken kendinize ne hakla, ne yüzle, ne utanmazlıkla Kuvâ-yı Milliye nâmını veriyorsunuz? Milleti öldürerek, mahvederek hukuk-ı milleti müdâfaa edeceksiniz öyle mi? Utanmaz hâinler, Artık yetişir, yakamızı bırakın: Cenâb-ı Hakk’ın gazap ve lâneti sizin üzerine olsun! Şimdi sulh imzalandı Kuvâ-yı Milliye belâsının tevlit ettiği mecburiyetle galip devletlere karşı yeniden taahhüt altına girdik. Devletler şimdi bize: “Eğer Anadolu’da Kuvâ-yı Milliye isyanını devam ettirir ve bastıramazsanız İstanbul’u da elinizden alacağız” diyorlar. Kuvâ-yı Milliye eşkıyası ise İstanbul’u da elimizden çıkarmak ve memlekete son hizmet şeklinde son ihanetlerini de yapmak için çalışıyorlar.”

Zamanımızla ne kadar benziyor! Eşkıyayı tepeleyin, diyenlere “Siz kan akıtmak istiyorsunuz!” diye saldırıyorlar ve “eşkıya” ile, Lütfü Öztürk Bey’in hatırlattığı gibi, müzakereye bile değil, istişareye oturuyorlar!

Yukarıdaki satırları yazanlar da “işgalci Yunan” için zayiat verdirmeyin, diyebiliyor! Siz de “PKK’lılara zarar vermeyin!” demiyor musunuz!

Bu beyannamenin şedit savunucusu, Damat Ferit’in 4 Mart 1919’da kurduğu ilk kabinesinde “Şeyhülislâm” sıfatıyla yer alan Mustafa Sabri Efendi (1869-1954) idi. Türkiye’yi yok edecek Sevr Antlaşması’nın imzalanması yönünde Vahdettin karşısında görüş bildirmişti. Bu yüzden karısının bile itâb ve ithamlarına maruz kalan Mustafa Sabri Efendi, yolundan asla dönmedi.

Bu Sabri Efendi, hiç şüpheniz olmasın, AKP yönetimi nezdinde “haksızlığa uğramış” bir muteber kişidir!

Bu bildiriden sonra ismi değişmiş, Teâlî-i İslâm Cemiyeti adını almıştır.

Sulh ve Selamet-i Osmaniye Fırkası: Padişahın fikirlerini ve Damat Ferit Hükûmetinin poli\-tikalarını des\-teklemiştir. Ülkenin kurtuluşunu padişah ve halifenin emirlerine sıkı sıkıya uymakta görmüştür.

İngiliz Muhipleri Derneği, ABD mandası olmamızı isteyen Wilson Prensipleri Cemiyeti, Hürriyet ve İtilaf Partisi, Kürt Teâlî Cemiyeti... Son cemiyet üzerinde durmak gerekir ama uzatmayacağım. Bunların yanı sıra daha birçok etnik kuruluşlar vardır.

Gayrimüslimler de akbabalar gibi Osmanlı üzerine “pike” etmişlerdi!

Bunlar arasında Mavri Mira, Yunan Kızılhaçı ve Göçmenler Cemiyeti, Trakya Rum Komitesi, Etnik’i Eterya, Pontus Rum Derneği, Kordos (Rum Göçmenler Cemiyeti), Taşnak Sütyun Partisi - Hınçak Derneği yer alır.

Bugünden Farkı Yok

Bütün kuruluşların zamanımızdaki bazı kuruluşlarla arasında nasıl bir fark var? Meselâ PKK ve bağlı bir sürü kuruluşu, İHD, Mazlumder, TESEV, içimizdeki yabancıların strateji kuruluşları... Meselâ; İHD ve “Neo-İslâmcı” Mazlumder’in faaliyetlerini inceleyin, nasıl bir neticeye varacaksınız? Konuyu daha açsam beni hemen mahkemeye veriyorlar. Mazlumder’in, İHD’nin başkanları da bahsettiğim “Âkiller” (Kara Liste) içindeler. Bu iki derneğin başkanı PKK ile rehineleri almak için protokol imzalamışlardır. Mazlumder’in beni şikâyetinin savcılıktan döndüğünü burada belirteyim. Ayrıntılarını sonra yazacağımı söylemiştim. Yine bunlar içinde “Hepimiz Ermeni’yiz” grubunun faal üyeleri var... Bu üyelerin içinden en az üçü beni mahkemeye verdi, onlar da savcılıktan döndüler! Benim yazdıklarım ortada, onların yazdıkları da... Onlar “Türkler Ermenileri kesmiştir!” iddiasıyla ortaya çıktılar, PKK’ya destek verdiler, onun için “âkil” yapıldılar. Hasan Celâl Güzel Bey’in dediği gibi, bize teklif gelseydi, “Allah’ın ben bu halka ihanet mi ettim, bende ne kusur buldular!” diye kahrolurdum.

Millî Mücadelenin ve Kuva-yı Milliye'nin Akıllı Adamı Mehmet Akif Gibi Aydınlardı

Konuyla ilgili bir değerlendirme yapan Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nurullah Çetin, nasihat heyetlerinin asıl amacının, isyancı Rum çeteleri ikna etmek ve eşkıyalıklarına son vermek değil, Türkleri ikna etmek olduğuna dikkat çekiyor. “Bir devlete isyan etmiş hangi terör örgütü, o devletin nasihatını dinlemiştir şimdiye kadar?” diye soran Prof. Dr. Çetin, “Tarih, böyle bir şey kaydetmedi. Tarihin kaydettiği şey, isyan eden eşkıyanın tenkil edilmesidir” diyor.

Nasihat heyetlerinin bütün gayretinin, Türklerin millî direnişte bulunmamalarını sağlamaya çalışmak olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Çetin, değerlendirmesini şöyle sürdürüyor:
Onlara göre Türkler uyanmamalı, her durumu, her olumsuzluğu, her haksızlığı olduğu gibi kabul edip hazmetmeli ve sesini çıkarmamalı idi. Barış ancak böyle gelirdi.

Nasihat heyetlerinin yaptığı propaganda çalışmalarından biri, İttihat ve Terakki Partisi’ni Türk ırkçısı, zalim, barbar, dinsiz, Bolşevik; ama Türk düşmanı unsurların hâkim olduğu ve Batılı işgalci güçleri destekleyen, onlarla işbirliği yapan Hürriyet ve İtilaf Partisi’ni iyi, başarılı ve milletin hayrına göstermekti.

Ülkenin her tarafını dolaşan bu nasihat heyetleri, gittikleri her yerde vatan, millet, bayrak, devlet, din sevdalısı Kuva-yı Milliyecileri kötülediler, onları din ve padişah düşmanı, maceracı, ilan ettiler. Milletimize, millet fedailerini çıldırmış, dağa çıkmış eşkıyalar olarak göstermeye çalıştılar. Tek yolun ve çarenin, işgalci İngilizlerle ve Amerika’nın akrabalarıyla uzlaşmak, onların emri altına girmek olduğunu anlattılar.

Türk milletine kurulmuş bu tezgahın 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkıp başlattığı Anadolu kıyam harekâtı ile bozulduğunun altını çizen Prof. Dr. Çetin, yaşanan tarihi süreci şöyle özetliyor:

“Türk’ün çelikten iradesi, millî vicdanın sembolü olan Mustafa Kemal, bozkurt asaletiyle Anadolu ufuklarında görünmüş, mazlum ve mağdur Türk’ün, ebediyen yok edilmek istenen Türk’ün önüne düşerek, diri bir umuda tercüman olmuştur. Türk milletine bu nasihat heyetlerinin ‘yurt içinde halkı zehirlemek’ için dolaştığını, onlara itibar etmemelerini, onların sözlerine kulak asmamalarını anlattı. Bu nasihat heyetlerinin gerçek kimliğini gösterdi.

Bu noktada Mehmet Akif ve benzeri Türk aydınlarının oynadığı önemli role de dikkat çeken Prof. Dr. Çetin, değerlendirmesini şöyle tamamlıyor:

Mustafa Kemal Paşa, işgalcilerin propaganda memuru olan nasihat heyetlerine karşı Mehmet Akif gibi hakiki Müslüman, saf milliyetçi, sahih Türk aydınlarını Anadolu’ya göndererek psikolojik tahribata karşı psikolojik tamirle cevap verdi. Emperyalizme direnen Atatürk’ün, Millî Mücadelenin, tam istiklâlci Kuva-yı Milliye’nin akıllı adamı, Mehmet Akif’ti. Nitekim Millî Mücadele başlayınca Mustafa Kemal, Mehmet Akif’i Ankara’ya davet etti. Akif de tereddütsüz kabul edip Millî Mücadeleye katıldı. Eşref Edib’e de: “Bizim tarafımızdan halkı tenvire (aydınlatmaya) ihtiyaç varmış. Meşihattakilerle temas et Harekât-ı Milliye aleyhinde bir halt etmesinler?” dedi. Yani, “Haçlı işgalcilerle işbirliği yapan bir kısım İslamcı ve alim geçinen, İslam Teâli Cemiyeti, İngiliz Muhipleri Cemiyeti gibi ihanet derneklerine giren adamlara söyle, Anadolu’daki Kuva-yı Milliye aleyhine çalışmasınlar” diyerek safını belli etti.
Millî Mücadelemiz bir yönüyle emperyalist Haçlı ordularının vatanımızı işgalini hayırlı bir iş olarak anlatan, bu anlamda psikolojik harekât yapan, milletimizin algılarını yönlendirmek için görevlendirilen ve işgalcilerin yerli işbirlikçisi olan Damat Ferit’in nasihat heyetleriyle, Millî Mücadeleyi Haçlılara ve eşkıyaya karşı bir cihad olarak anlatan Mehmet Akif gibi aksakallar arasında geçti. Millî Mücadele zaferi bir anlamda, Türk’ün vicdanı olan aksakalların, emperyalizmin sözcüsü olan nasihat heyetlerine karşı zaferidir.”

Âkil Adamlar Mı Âkil İnsanlar Mı?

“Âkil Adamlar” diyoruz. İçlerinde kadınlar da olduğu için “adam” denmemesi gerekir gibi zırvaları yazıp duruyorlar. Kimileri “âkil insanlar” diyor. Yanlış. İçlerinde kadınlar da olsa “Âkil Adamlar”dır. Dinen de bunun izahı vardır, dil tahlili açısından da... “Adam” kelimesini biliyorsunuz; “Âdem”den gelir. Kadının yaratılışı da “Âdem” dendir.

Gerçi müfessirler “yaratılış” meselesinde farklı yorumlar getirirler, o hususları ilim adamları tartışa dursunlar, genel kanaat çerçevesinde meseleyi ele alalım:
“Ey İnsanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabb’inize hürmetsizlikten sakının.” (Nisâ, 4/1)

“Kadın” yeni keşfedilmiş gibi, “adam” demeyelim, “kadın” diyelim diye şımarıklık edilmesi, Türkçeyi karıştırmaktır. Kimse ne erkeği, ne kadını inkâr edebilir, ne görmemezlikten gelebilir ne de “kadın”a hürmetsizlik eder. Onun için kavramları yerli yerince kullanmalıyız. Yaratılıştaki kaynak da ayrı ayrı değil; bir, yani Âdem!

Türkçede kadın ve erkek “bir” bilindiği için, dişilik-erlik ekleri yoktur. Ancak adlandırmayla kadın ve erkeği ayırt ederiz. Hatta “oğul” kelimesi aslında kız ve erkeği birlikte ifade ederdi. Şimdi “oğul” deyince yalnız erkekleri anlıyoruz.

Türkçede kadını ve erkeği ayırmaya kakarsanız, kelimelerin altında ezilirsiniz ve netice alamazsınız. Bazı alışılmış kelimeler vardır müdür-müdire, kâtip-kâtibe gibi... Ama bunlar münferittir ve unutulmaya yüz tutmuştur. Zaten Arapçadan geçen kelimelerde görülür.

Uzatmadan “âkil” meselesini bir daha izah edelim: Arapça ‘akale (akıl etti, düşündü, anladı) fiilinden gelir. Baştaki ses ayın’dır, ikinci ses de kaf’tır. Onun için ekele (yedi) fiilinden ayrılır. Zaten ekele’de elif ve kef sesleri ‘akale’yi farklılaştırıyor. Bazıları, âkil’in çokluğunu “ukalâ” diye açıklıyor ama ukalâ, ‘akîl’in çokluğudur. ‘Âkıl dilbilgisi kurallarına göre ism-i fâil olarak doğru olsa bile Araplar ‘akîl’i kullanırlar. Bilir bilmez ukalalık edenler izahata girişmeye başlarlar: Yok âkil dersek “akıllı” dememiş oluruz, “âkil”le (yiyinle) karıştırırız falan... “Âkil” (yiyen) (çokluğu: Ukkâl) kelimesi kullanılıyor mu? Eski metin çok okudum, yiyen manasına “âkil” kullanışı aklıma gelmiyor ama “âkıl” (âkil=akıllı) çok karşıma çıkmıştır. Onun için “âkil” diyeceğiz. Yine “âkil insanlar” diyerek feminist zıpırlığı etmeyeceğiz, “âkil adamlar” demeye devam edeceğiz!

Arslan TEKİN, 14 Nisan 2013
arslantekin53@yahoo.com

Re: Tarihimizdeki İşbirlikçiler / Arslan TEKİN

İletiGönderilme zamanı: Pzt Nis 15, 2013 20:08
gönderen Oğuz Kağan
Tarihimizdeki İşbirlikçiler -9

Hey'et-i Nasiha'dan "Âkil Adamlar"a...

Yakın tarihte karşılaştığımız hainliklerin bugünle ne kadar örtüştüğünü gözler önüne sereceğiz. İlim adamlarımızın görüşlerini vereceğiz. “Âkil” dediklerinin tiynetlerini niyetlerini ortaya koyacağız. Halkımızın üzerine gidilirken, millî irade boğulurken kenara çekilmeyeceğiz! Hakikatleri gözler önüne sereceğiz...

Öcalan'ın Yol Haritası Harfiyen Uygulanıyor

En büyük günahınız aynı zamanda hem “İslâmcı” geçinip hem de dinsiz-imansızla işbirliği yapmanız ve onları yanlarınızda sürükleyip halka ‘zehir’ zerk etmek için kullanmanızdır.

Milleti ayrıştırıyorsunuz, PKK’yı ’temiz’e çıkarıyorsunuz.

Ne kadar çok işbirlikçi varmış. 9 gündür ihanetin tarihini araştırıyor, bugünümüzle kıyaslıyoruz. Dün İngilizlerin maşası olmuş “İslâmcılar” ve Artin Kemaller, bugün yine onların izdüşümleri... Kale içten fethedilir, demişler... Aynen öyle... İçimizde o kadar çok ajan yetiştirmişler ki, 30 yıldır, Damat Ferit’in Hey’et-i Nasihası ve diğer bütün yan kuruluşlar, dizimizde okudunuz, ihanette yarışa girdiler. Bir iki “eski ülkücü” bile devşirdiler ki, sureti haktan görünsünler.

Allah Aşkına!.. “Âkil” dedikleri “Kara Liste” nin adamları bir dönüp aynaya baksalar gerçeği itiraf edecekler:

“Ne yapıyorsun arkadaş! Hükûmet İmralı’da istişare ediyor, neyi konuştuklarını, neyi anlaştıklarını bilmiyoruz, şimdi yedi bölgeye dağılıp halka barış geliyor, diye anlatmaya çıkıyoruz. Biz zehir tâcirleri miyiz? Yaptığımız zehir tâcirliğinden başka nedir ki... İki gün sonra ne barış gelecek ne bir şey... Konjonktür hiçbir surette PKK’nın silâh bırakmasına müsait değildir. Daha dün PKK’nın başındakilerden Duran Kalkan açıklamadı mı? Silâh bırakmak da nereden çıktı! Bırakmıyoruz, demedi mi. Biz neyi anlatıyoruz? Halkı başkaları, PKK adına uyuşturmak bu insanları uçuruma atmak değil mi?”

Allah Affedicidir!

Hakk Taâlâ inanan insanlar için işledikleri günahları tövbe ederlerse affedeceğini buyurmuştur:

“Ey iman edenler! Hepiniz Allah’a tevbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz.” (Nur suresi, 24/31)

“De ki: “Ey nefsleri üzerine israf yüklemiş (haddi aşmış) kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki Allah, günahların hepsini mağfiret eder (sevaba çevirir). O, muhakkak ki O; Gafûr’dur (mağfiret eden), Rahîm’dir (rahmet nuru gönderen).” (Zumer suresi, 39/53)

En büyük günahınız aynı zamanda hem “İslâmcı” geçinip hem de dinsiz-imansızla işbirliği yapmanız ve onları yanlarınızda sürükleyip halka “zehir” zerk etmek için kullanmanızdır. Milleti ayrıştırıyorsunuz, PKK’yı “temiz”e çıkarıyorsunuz. Âyet-i kerîmeleri elbette siz de biliyorsunuz. Hatırlatıyorum sadece. Tövbe edin ve af dileyin!

Ateistlerle işbirliğinin Kur’ân-ı Kerîm’deki yerini size ben öğretecek değilim!

Uluslararası İşbirlikçilik

“Uluslararası Kriz Grubu” 30 Kasım 2012’de “Türkiye’nin Kürt Çıkmazı: Diyarbakır’ın Yeri” başlıklı bir rapor yayınlıyor ve AKP Hükûmeti’ne tavsiyelerini iletiyor! İletmeseler de olurdu; nasıl olsa AKP yönetimi de farklı düşünmüyor. A. Öcalan Ağustos 2009’da, “Yol Haritası”nı AKP yönetiminin önüne koymuştu. Nitekim, bu heyet de raporlarına Öcalan’ın yol haritasını eklemişti!

“Uluslararası Kriz Grubu”nda, Jimmy Carter, Güney Afrikalı liderler Nelson Mandela ve Desmond Tutu, eski Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, Soros, bazı eski ABD büyükelçileri yer alıyor. Bizden ne istemişlerdi:

“1. Türk hükümeti, mahkemelerde anadilin kullanılmasına izin veren yasal reformları kabul etmeli ve uygulamalı, mahkeme öncesi tutukluluk süresini kısaltmalı ve Kürtler ile diğer şüphelilerin gözaltına insanî biçimde alınmasını sağlamalı. Bölgedeki polisin Diyarbakır halkıyla olan ilişkilerini düzeltmeye devam etmesini ve izinsiz gösterilere ve protestolara müdahale ederken dahi aşırı güç kullanmaya son vermesini teşvik etmeli.

2. Toplum ve Kürt hareketi liderleri, mitingler ve gösterilere ilişkin kurallara riayet etmeli; PKK’nın her türlü şiddet eylemini reddetmeli; yakın zamanda kurulan “Diyalog ve Temas Grubu” gibi sivil toplum çabalarını sürdürmeli.

3. Türk hükümeti, 2012-2013 öğretim yılında seçmeli Kürtçe derslerinin yürütülmesini şeffaf biçimde tamamlamalı; yeterli talebin olduğu yerlerde tamamen ana dillerde verilecek eğitim için bir takvim belirlemeli; geçiş döneminde öğretmenleri ve müfredatı hazırlamaya devam etmeli; bölgedeki yerlere eski Kürtçe isimlerini iade etmek veya Kürtçe isimler verebilmek için seçimle iş başına gelmiş yerel idarî görevlilerin ilgili yasa ve düzenlemeleri değiştirmelerine izin vermeli; ve kamu hizmetlerinde Kürtçenin kullanılmasına dair yasakları azaltmalı.

4. Toplum ve Kürt hareketi liderleri, bu alanlarda hükümetin olumlu adımlarını takdir etmeli ve seçmeli Kürtçe dersleri boykot etmeye son vermeliler.

5. Türk hükümeti, gerek ülke çapında gerekse Diyarbakır’da belediyelerin yönetimi ve yerinden yönetime ilişkin bir tartışma ortamına öncülük etmeli.

6. Yerel yönetimdeki liderler, ili ziyarete gelen merkezî yönetim temsilcileriyle görüşmeli ve işbirliği yapmalı ve Kürtlerin demokratik taleplerini yasal ortamda yerine getirmeye dair taahhütlerini açıkça ifade etmeliler.

7. Türk hükümeti, başta eğitim, uluslararası bir havaalanı, tren yolu bağlantıları ve sanayi bölgeleri olmak üzere Türkiye’nin benzer illerindeki hizmetlere eş değerde olacak şekilde Diyarbakır’ın kamu kaynaklarından eşit şekilde yararlanmasını sağlamalı; ve bu şehre ve Güneydoğudaki diğer tarihi şehirlere yönelik iç turizmi etkin biçimde teşvik etmeli.

8. Toplum liderleri, işadamlarının toplantıları, okul gezileri ve iş amaçlı konferanslar aracılığıyla Kürtçe konuşulan güneydoğu bölgesi hakkındaki ön yargılarını aşmaya yardımcı olmak için Türkiye’deki ana akım kamuoyuna ulaşmaya çalışmalı.

Bu adamların A. Öcalan serbest kalmasını isteyecekleri de tabiîdir.

AKP Yönetimi Yeni Bir Dinin Sâlikleri Mi

Adamların had bilmezliğine bakın! “Türk hükûmeti” ve karşısında Diyarbakır merkezli bir “PKK hükûmeti” var. Bu grubun “Kürtler” dediklerine bakmayın... Kastettikleri “PKK Özerk Cumhuriyeti” (!)dir.

Araya “dostluklar”, “ziyaretler” sıkıştırmışlar. Sanki ayrı bir ülkeyle, bambaşka dil konuşan insanlarla temas edilecek!

Şimdi yapılan, bu “zehirler”le halkı uyuşturmaktır. Taleplerin tamamı, insanlarımızı farklı bir kimliğe büründürmektir ve o kimliğin oluşması aslâ mümkün değildir; tarihte olmayan bir şeyin şimdi olması mümkün mü?! İnsanlar hakikaten etle tırnak hâline gelmişken, kardeşlik bozulur, birlik bozulur; dirlik kalmaz. Batı da bizden her zaman bunu ister. Ne demiştik; Şark Meselesi’nin son aşaması “içeriden” uygulamaya konuluyor. Ne adına? AKP, “İslâmcılık” adına, dışarıdakiler Şark Meselesi’ni bitirme adına, içerideki maşaları sol liberaller yüreklerinin derinliklerinde yaşattıkları Marxistlik ve bölücülük adına!

A. Yağmur Tunalı [Abdullah Postallı], 12 Eylül öncesi yüzleşmesi “Kavga Günleri”nde, Necmettin Erbakan’ı kastederek, “Hoca’nın yeni bir din kurma yolundaki keskin tavrı”ndan bahseder (s. 238).

“Neo-İslâmcılık” demem boşuna değil; hem yabancılığa, hem “İslâm” dışı bir “İslâm”a vurgudur. Y. Tunalı da, ben de aynı kaynaklardan besleniyoruz ve aynı sonuca varıyoruz. Hoca’nın talebeleri olan AKP yönetiminin karşımıza çıkardığı yeni bir “din” dir! Bu “din”de “Türk”e asla yer yoktur!

İskender Pala’nın, Orhun Âbideleri’ni ziyaretini -lâteşbih- Türklüğün haccı gibi anlatışını ( “Kültigin’in huzurunda”, Zaman, 10 Temmuz 2012) Recep T. Erdoğan inşallah okumuştur. Son gezisi Moğolistan’a idi ve Orhun Âbideleri’ni de gezdi... İçi titredi mi? “Türk”ü ayak altına alışı aklına gelip nedamet duydu mu?

Recep Tayip Bey, hususiyetle Divanu Lügati’t-Türk’ün ön sözünü okumalıdır. Okumadıysa bir Başbakan için eksikliktir.

***
İşbirlikçiler, insanlarımızın damarına basıyorlar. Bir gün “dev” ayağa kalkarsa ne yapacaklar!

-BİTTİ-

Tarih ve Hukuku Bilmeyenler Konuşuyor

Ünü tarihçi Prof. Dr. Mehmet Saray Hocamız sorularımızı cevaplandırırken, “Son yıllarda Türk milletine ve Türkiye’ye yönelik iç ve dış mihrakların yürüttükleri yıkıcı faaliyetlerin artması bu ülkeye 40 yılı aşkın bir süre hizmet etmiş bir akademisyen olarak, pek çok meslektaşım gibi, beni de son derece üzmektedir.” diyor.

Hocamız, tarihi bilmenin üzerinde duruyor:

“Ülkemizde yetişen insanların büyük çoğunluğu ve yöneticilerimiz tarih bilmedikleri için, nasıl kritik bir coğrafyada yaşadığımızı ya bilmemekteler ya da bilmez görünmekteler. Politik ve maddî hırslarını kontrol edemeyen bu insanların, maalesef yeterli eğitim veremediğimiz insanlarımızı yanlış düşüncelere ve tutumlara sürüklediğini görüyoruz. Görsel ve yazılı basında tarihimizi, bir hukuk ve insan hakları sistemi olan demokrasimizin güzelliklerini ve halletmemiz gereken mevcut problemleri objektif ve doğru olarak nasıl düzelteceğimize izin verilmemektedir. Görsel basında bu konularda yapılan konuşmalar ve gazetelerde yazılan yazılar, yeterli bilgi ve kariyere sahip olanlar tarafından yapılmadığı için halka gerçekler anlatılmamaktadır. Tarih ilmi ile hukuk ilminin çalışma tarzı büyük ölçüde birbirine benzer. Her iki bilim dalında çalışanlar objektif bir şekilde gerçekleri ortaya koymakla mükelleftirler. Bu ülkenin yetiştirdiği kıymetli tarihçiler konuşturulmadığı ve fikirlerine başvurulmadığı gibi, iyi yetişmiş hukukçularımız da susturulmaya çalışılmaktadır. Bu iki zümre konuşturulmadığı için de yakın tarihimizi ve hukukun herkes için var olduğu, daha doğrusu var olması gerektiği halkımıza anlatılamıyor.”

Prof. Dr. Mehmet Saray, Âkil İnsanları tarif etmiş oluyor bu sözleriyle... Bilenler konuşmuyor, âdeta zehir tacirleri konuşuyor!

Arslan TEKİN, 15 Nisan 2013
arslantekin53@yahoo.com