1. yüz (Toplam 1 yüz)

23 yıldır dinmeyen acı HOCALI / Selcan TAŞÇI

İletiGönderilme zamanı: Pzt Şub 23, 2015 15:41
gönderen Balasagun
Resim

Türk oldukları için katledildiler
Azerbaycan İstanbul Başkonsolosu Büyükelçi Hasan Sultanoğlu Zeynalov anlatıyor:

Resim
Selcan Taşçı Yazıyor

Ermeni işgalcilerin, 1992 yılında, Rus tankları, toplar, zırhlı araçlar ve roketlerle girdikleri, ulaşım ve iletişim yolları kesilmiş, savunmasız haldeki Hocalı’da, resmi rakamlara göre 63’ü çocuk, 106’sı kadın ve 70’i yaşlı 613 kişiyi öldürdüğü, 1275 kişiyi rehin aldığı, 487 kişinin sakat kaldığı ve 68’i kadın, 28’i çocuk olmak üzere 150 kişinin hala kayıp kayıp olduğu vahşet ile 1914-15 yıllarında Anadolu’da yaşanan mezalim arasında bağ bulunduğunu ifade eden Sultanoğlu “Büyük Ermenistan hayalleri ile hareket eden Ermenilerin düşüncesi, tarzı ve yöntemi her iki halde aynı olmuştur; Türkü Türk olduğu için yaşadığı tarihi topraklardan zorla çıkarmak, gerekirse çocuk, kadın, yaşlı demeden hunharca katletmek” diyor...

Resim

Doğup büyüdükleri evlerinde, henüz kan/nefret değmemiş hatıralarının üzerinde katilleri oturuyorken; işgal altındayken Karabağ hâlâ, kuru kuruya anmak ruhlarının ızdırabını dindirmeye yeter mi bilmem ama Hocalı şehitlerinin unutulmasına izin vermeyeceğiz bu yıl da.
Bu yıl da hatırlatacağız kafa derisi yüzülen Telinan Enveroğlu Orucov’un dramını... Bu yılda yazacağız tecavüze uğradıktan sonra gözleri çıkarılan Fitnat Ehedkızı Hasanov’un çığlığını... Gözleri ve göğüsleri kesilen Dilara Oruçgızı Nuraliyeva’yı, elleri telle bağlanarak kafası kesilen Hafiz Yusufoğlu Nuriyev’i, cinsel uzuvları kesildikten sonra yakılmış İkbal Kuluoğlu Aslanov’u, üç yaşında diri diri yakılan Agyar Salmanoğlu İmam’ı bu yıl da sokacağız gözünüze...

Ama önce söz, ateşin düştüğü yerde; Azerbaycan’da...

Hocalı soykırımdır

Türkiye’nin “Ermeni açılımı” na kalkıştığı 2009 yılından, Kars’ta görev yaptığı dönemden bu yana tanıdığım ve Anı’da ellerinde “Büyük Ermenistan” haritalarıyla dolananlarla, gözünün Ağrı’da olduğunu gizlemeyen Ermenistan’a sınırımızı açmaya çalışanlarla, “özür” cülerle, soykırım iftiracılarıyla mücadelesine yakından şahit olduğum Azerbaycan İstanbul Başkonsolosu Büyükelçi Hasan Sultanoğlu Zeynalov anlatıyor “insanlığa karşı işlenmiş cinayet” dediği Hocalı’da -aslında- ne yaşandığını:

“25 Şubat’ı 26 Şubat’a bağlayan gece Azerbaycan Cumhuriyetinin Dağlık Karabağ bölgesindeki Hocalı kasabasında 83 çocuk, 106 kadın ve 70’den fazla yaşlı dahil olmak üzere toplam 613 sivil Ermenistan silahlı kuvvetleri tarafından katledilmiştir.

Hocalı’da Ermenistan tarafından yapılmış bu toplu katliam Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilmiş Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ndeki soykırım tanımına tam olarak uymaktadır. 10’dan çok ülke Hocalı’da baş vermiş hadiseleri soykırımı olarak tanımıştır. Çok sayıda tanığın, tanık ifadelerinin, fotoğraf ve video görüntülerinin olmasına rağmen Ermenistan Hocalı’a yaptığı soykırımı hâlâ itiraf etmemiş, bundan dolayı özür bile dilememiştir. Bu vahim olayları planlayarak hayata geçirenler ise hâlâ cezalarını almamış, aksine Ermenistan’da ve Ermenistan tarafından işgal edilmiş Azerbaycan topraklarında kurulmuş illegal rejimin yönetiminde yer almışlar.”

Ermenilerin, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) çöküş sürecinde ülkeye yayılan ağır siyasi durum ve istikrarsızlığı kendi çıkarları doğrultusunda kullandıklarını hatırlatan Sultanoğlu, Karabağ’ın kaderindeki en önemli kırılmalardan birinin Gorbaçov’un Haydar Aliyev’i istifaya zorlaması sonrası yaşandığını savunuyor:

“Totaliter rejimin yürüttüğü politikalar neticesinde ülkede istikrar bozulmuş, ekonomi çökme eşiğine gelmiş, halk çeşitli zorluklarla karşı karşıya kaldı. İdari otoritesini kaybeden Sovyet yönetimi bu durumdan çıkmak için çözüm aradı ama bulamadı. Bu durumu kendi çıkarları açısından fırsat bilen Ermenistan ve diaspora Ermenileri Azerbaycan’ın tarihi topraklarının Azerbaycan’dan koparılarak Ermenistan’a verilmesi için faaliyete geçtiler.

Silahsızlandırma tezgahı

Haydar Aliyev’i istifaya zorlayan Mihail Gorbaçov’un atadığı

idareciler, Azerbaycan’ı silahsızlandırarak, Sovyet ordusunun desteklediği Ermeni işgalciler karşısında savunmasız bıraktı.

Resim

Aliyev’e istifa baskısı

Ermeniler Azerbaycan’ın nadide bölgelerinden olan Dağlık Karabağ bölgesini Ermenistan’a bağlayarak ” Büyük Ermenistan “ yaratma planının önemli bir halkasını hayata geçirmek istiyorlardı. Lakin Ermeniler ve Ermeni diasporasının satın aldığı SSCB lideri Mihail Gorbaçov çok iyi biliyordu ki, Politbüro üyesi olan ve Sovyetler Birliği’nin Bakanlar Kurulu başkanının birinci yardımcısı görevinde çalışan Azerbaycan’ın büyük oğlu Haydar Aliyev görev başında olduğu sürece onların planları yürüyemezdi. Hedeflerine ulaşamazlardı. Bu yüzden Haydar Aliyev’e çeşitli baskılar uygulamaya başladılar ve neticede -zorla- istifa ettirdiler. Bu istifadan sonra Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan’dan koparılarak Ermenistan’a verilmesi faaliyeti açık ve daha geniş şekil almaya başladı...”

Diaspora kışkırttı

Dağlık Karabağ’ın Ermenistan’la birleştirilmesine itiraz eden Azerbaycan Türkleri’nin “Ermenilere ve onları destekleyen Sovyet totaliter rejimine karşı sımsıkı birleşerek” vatanları için nasıl mücadele kararı aldıklarını anlatan Sultanoğlu, 200 binden fazla Azerbaycan Türkü’nün göç etmek zorunda kaldığı katliamların bizzat “Ermeni aydınlar(!)”ca kışkırtıldığını belirtiyor:

“Sovyet yönetimi ve onun başkanı Mihail Gorbaçov Azerbaycan halkının bu mücadelesini geçtiğimiz Ocak ayında 25. yıldönümünü andığımız Kanlı Ocak ve bu türden diğer olaylarla kırmaya çalışsa da bunu başaramadı. Aksine bu olaylar Azerbaycan’da özgürlük ve milli hareket dalgasını daha da güçlendirdi.

Sovyet yönetiminin ileri gelenlerini çeşitli yöntemlerle ele almaya çalışan, Politbüro’ya ve Gorbaçov’a yakınlığı ile bilinen Abel Aganbegyan’ın, Georgi Şahnazarov’un, Ermeni ” entelektüelleri “ Zori Balayan’ın, Silva Kaputikyan’ın, Sero Hanzadyan’ın ve Ermeni diaspora mensuplarının tetikledikleri Dağlık Karabağ sorunu çok geçmeden Ermenistan’ın ve Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ’da yaşayan ermeni nüfusunun Azerbaycan Türklerine karşı silahlı saldırılarına, çeteler halinde Azerbaycanlıların yaşadıkları köy ve mahallelere silahlı baskınlarına dönüştü.”

Azerbaycan İstanbul Başkonsolosu Sultanoğlu, 1987-88 yıllarından Sovyetler Birliği’nin çöküşüne dek (Aralık 1991) geçen zaman zarfında Ermenistan’da ve Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesinde Ermeni çeteleri tarafından yüzlerce Azerbaycanlı’nın “sadece Türk oldukları için” katledildiğini ifade ediyor. Sultanoğlu’na göre bu zulüm ile 1915’te Anadolu’sundaki Ermeni mezalimi arasında hiçbir fark yok:

Resim

1915’ten farkı yok

“Tarihe baktığımızda, bu olaylarla 1914-15 yıllarında Osmanlıda Ermeniler tarafından çıkarılmış kanlı olaylar arasında ne kadar benzerliklerin olduğunu fark etmemek mümkün değildir. Ütopik ” Büyük Ermenistan “ kurma hayalleri ile hareket eden Ermenilerin düşüncesi, tarzı ve yöntemi her iki halde aynı olmuştur - Türkü Türk olduğu için yaşadığı tarihi topraklardan zorla çıkarmak, gerekirse çocuk, kadın, yaşlı demeden hunharca katletmek...”

Ermenistan’da yaşayan 200 bini aşkın Azerbaycan Türkü maruz kaldıkları ayrımcılık ve şiddet sebebiyle 1988-89 yıllarında evlerini terk etmeye mecbur edilerek mülteci olarak Azerbaycan’a göç ettiler. Yüzlerce soydaşımız Ermenistan’da katledilirken, bir çoğu da göç esnasında soğuktan ve çeşitli sebeplerden hayatını kaybetti. Dağlık Karabağ’da da aynı yöntemlere el atan Ermeniler, bu kadim Türk yurdundaki Azerbaycan Türklerini silahlı saldırılarla köy ve kasabalarını terke zorladı...

YARIN: BATILI ÜLKELERİN ROLÜ

Selcan TAŞÇI, 23 Şubat 2015

Re: 23 yıldır dinmeyen acı HOCALI / Selcan TAŞÇI

İletiGönderilme zamanı: Sal Şub 24, 2015 21:16
gönderen Balasagun
Resim

Azatlık için savaşırız

“Hocalı için adalet” sağlamak üzere yürütülen diplomatik mücadele sonuç vermezse, ‘askeri çözüm’ masada!
Resim

BM’nin, aradan 23 yıl geçmesine rağmen Hocalı soykırımı ve Karabağ’da devam eden işgal konusunda Ermenistan’a yaptırım öngören kararlarından hiçbirini uygulamadığını hatırlatan Sultanoğlu “Herkes bilsin ki barış görüşmeleri sonuç vermezse Azerbaycan kendi toprak bütünlüğünü askeri çözüm de dahil olmakla istenilen yolla sağlayacak, işgal altındaki topraklarını azad edecektir” diyor.

Azerbaycan İstanbul Başkonsolosu Büyükelçi Hasan Sultanoğlu Zeynalov ile Hocalı’yı, o küçücük kasabada silahsız, korunmasız halde kıstırılan Türklere uygulanan soykırımı konuşmaya devam ediyoruz.

Sultanoğlu’na göre Ermenilerin bu katliama cesaret edebilmelerinin temelinde “Sovyet desteği” var:

“Sovyetler Birliği’nin o dönemki yönetimi ve Moskova’dan Gorbaçov tarafından atanmış Azerbaycan yöneticilerinin yürüttükleri siyaset sonucu, ülkedeki idari kriz, siyasi istikrarsızlık, ekonomik çöküş, işsizlik, hiperenflasyon, yüz binlerce mültecinin olması, ordunun Moskova’dan verilen emirlere tabi tutulması ve Sovyet yönetiminin kararı ile Azerbaycan’daki Türklerin av tüfeklerinin bile zorla toplanması Azerbaycan’ın Ermenistan’a karşı koyabilmesinde zorluklar yarattı. Ermenistan ise Sovyet ordusunun silahlarıyla donatıldı. Azerbaycan üzerindeki askeri baskısı arttı. Tepeden tırnağa silahlanmış olmasından ruhlanmış olmalı ki, sistemli hücumlara başladı.”

İşkence belgelendi

Ve o gece...Ne konuşmak kolay ne yazmak; insanlığın cenaze töreniydi kaldırılan Hocalı’dan;

“1992 yılı 25 Şubat’ını 26 Şubat’a bağlayan gecede baş vermiş ve yüzlerce Azerbaycan Türkü’nün sadece etnik kimliğinden dolayı hunharca katledildiği Hocalı’daki soykırım, bu hücumlardan sadece birinin sonucunda meydana geldi. Dağlık Karabağ’ın hâkim konumdaki önemli tepelerinden birinde, stratejik mevkide olan Hocalı önemli bir askeri hedefti. Kasaba aylarca top ateşine tutulmuş, abluka altına alınmış ve etrafıyla bağlantısı kesilmişti. 26 Şubat’a geçen gece, Ermeniler, Rus 366. Sovyet Mekanize Alayı’nın da desteği ile Hocalı kasabasına girerek kadın, çocuk, erkek ayrımı yapmadan, işkenceye varan yöntemlerle, eşine az rastlanır bir katliam yaptı. Yüzlerce kişiyi rehin aldılar. Hocalı’da amansızca katledilen 613 kişinin cesetleri üzerinde yapılan incelemeler, onlara işkence yapıldığını, bir çoğunun yakılmış olduğunu, gözlerinin oyulduğunu ortaya koydu.”

Dünya suskun

Peki ya “dünya” ?

Dünya 20. yüzyılın son çeyreğinde tanık olduğu bu dehşeti nasıl karşıladı?

“Ciddi bir tepki göstermediler” diyor Sultanoğlu:

“Bu tutum Ermenistan’ı daha da cesaretlendirdi. Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesi ve etrafındaki 7 rayonu daha işgalin önünü açtı. Ermenistan’la Azerbaycan arasındaki savaş, 1994 yılına kadar devam etti. 1994 yılının Mayıs ayında, Haydar Aliyev iktidarında ateşkes sağlandı. Barış görüşmeleri, ABD, Fransa ve Rusya’nın eş başkanlığında kurulan AGİT Minsk Grubu gözetiminde 20 yılı aşkın süredir devam ediyor...”

Erivan’a baskı yok

Sultanoğlu, Azerbaycan’ın, topraklarında hâlâ “işgalci” durumdaki Ermenistan’la “barış” a razı olma gerekçelerini sıraladıktan sonra “ama” deyip ekliyor:

Verilen sözlerin hiçbiri tutulmadı:

“Azerbaycan’ın hedefi güçlü bir devlet ve güçlü ekonomi kurmak, kendimize güvenimizi artırmaktı. O zaman biz, uluslararası kamuoyunun adaleti yeniden tesis edeceğine, sağlayacağına inanıyorduk. Lakin yıllar geçtikçe gördük ki mesele, etrafında hareketlilik olsa da alınmış kararlar sadece kağıt üzerinde kalıyor.

1990’lı yılların başında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) ‘Ermenistan’ın işgal ettiği Azerbaycan topraklarını hemen terk etmesini talep eden 4 karar’ kabul etti. Bundan başka, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, İslam İşbirliği Teşkilatı ve diğer kurumların kararları da Azerbaycan’a destek niteliğinde çıktı. Lakin bütün bunlara rağmen topraklarımızdaki Ermenistan işgali devam etti. Bu da tecavüzkâr Ermenistan üzerinde uluslararası baskının olmadığını veya yetersiz olduğunu gösteriyor.”

BM çifte standardı

Karabağ’daki işgalin sonlanmamasının öncelikli nedeni Ermenistan’a dönük kayırmacılık politikası:

“BMGK’nın bazı kararlarının bir kaç saat veya gün içinde icra edilmeye başlandığı, uluslararası yaptırımların geniş uygulandığı günlerde yaşıyoruz. Oysa konseyin az önce bahsettiğim 4 kararının kabul edilmesinin üzerinden, 20 yıldan çok süre geçmesine rağmen işgalci Ermenistan’a karşı her hangi bir uluslararası yaptırım uygulanmadı. Peki neden bir devletin toprak bütünlüğünü temin etmek adına diğer devlete karşı hemen yaptırım uygulanıyor da, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü ihlal etmiş Ermenistan’a karşı aynı yaklaşım sergilenmiyor?”

Boyun eğmeyiz

Azerbaycan’ın, topraklarının yüzde 20’sinin Ermenistan işgali altında olması ve bir milyonu aşkın Azerbaycanlı mültecinin göçüne rağmen 21 yıl içinde hızla gelişip güçlendiğini anlatan Sultanoğlu ‘azatlık için savaşmaktan çekinmeyiz’ diyor:

“Haydar Aliyev’in temelini attığı ve İlham Aliyev’in başarıyla devam ettirdiği Azerbaycan modeli, kendi meyvelerini vermektedir. Azerbaycan’ın, kendi topraklarını Ermenistan’ın işgalinden kurtarmaya gücü yeteceğine hiç bir şüphe yoktur. Azerbaycan’ın güçlü askeri potansiyeli, hazırlıklı ve verilen görevleri yerine getirebilecek güce malik ordusu var. Ermenistan da bunun bilincindedir. Topraklarını istenilen zaman askeri yolla alacak kudrete sahip olan Azerbaycan buna rağmen sorunun barış yolu ile çözülmesi için sürece sadıktır. Lakin herkes bilsin ki barış görüşmeleri sonuç vermezse, Azerbaycan kendi toprak bütünlüğünü askeri çözüm de dahil her yolla sağlayacak, işgal altındaki topraklarını azad edecektir.”


Türkiye’ye “2015” çağrı
Ermeni yalanlarına karşı Hocalı’yı birlikte anlatalım


Ermeni iftiralarının 100. Yılında, Azerbaycan Konsolosu’nun Türkiye’ye de bir çağrısı var:

“Bu yıl Ermenistan ve diasporası, dünyanın birçok ülkesinde çeşitli etkinlikler düzenleyerek dünya kamuoyunda yanlış algı yaratmak ve bunu daha da güçlendirmeye çalışıyor. Batı da buna destek oluyor. Lakin dünya kamuoyu; tanık, fotoğraf ve videolarla doğrulanmasına ve bu belgeler birçok ülkede yayınlanmasına rağmen, 23 yıl önce Ermenistan’ın Hocalı’da yaptığı vahşeti hâlâ görmezden geliyor. Ermenilerin yürüttükleri çirkin siyaset neticesinde, Ermeni yalanlarına uymayı, Hocalı hakikatlerine inanmaktan üstün tutuyor. Azerbaycan Cumhuriyeti, Ermenilerin Azerbaycan Türklerine karşı yaptıkları soykırım ve katliam olayları hakkında hakikatlerin dünya kamuoyuna iletilmesini, dünya devletlerinin parlamentoları ve uluslararası örgütler tarafından tanınmasını sağlamaya çalışıyor. Bu yönde bazı başarılar da kazandı. Düşünüyorum ki, sözde “Ermeni soykırımı” yalanlarının asılsız olduğunu göstermek adına Hocalı soykırımının tanınması kampanyasına Türkiye’nin de güçlü destek vermesi, dünya kamuoyunu aldatmaya çalışan Ermenilerin faaliyetini etkisiz hale getirebilmek için iyi bir fırsat olabilir. Ermenistan’ın ve Ermenilerin işgalcilik siyaseti yürüten, uluslararası hukuka saygısızlık eden, Hocalı ve daha nice kent ve köylerimizde soykırım vahşetlerine imza atan, ortak Türk tarihi, dini ve kültürel değerlerini imha eden bir devlet ve toplum olarak tanıtılması, sözde “Ermeni soykırımı” meselesinde dünya kamuoyuna doğru yolu gösterebilecek pusula olabilir. Bu yönde başarılı olmak için yeterince esas var, yeter ki her iki ülke hedefe doğru, birlikte ilerlesin.”

YARIN: TAŞ OLSA AĞLAR...

Selcan TAŞÇI, 24 Şubat 2015

Re: 23 yıldır dinmeyen acı HOCALI / Selcan TAŞÇI

İletiGönderilme zamanı: Prş Şub 26, 2015 17:32
gönderen Balasagun
Resim

Hocalı’nın ‘Zümrüdüanka’ları
Ağdam yolunda,2 yaşındaki oğluyla birlikte, Ermeni katillerin saldırısına uğradıklarında 3 aylık hamileydi Rahila... Vücuduna isabet eden kurşunlardan biri göğsünü delip geçti, kucağındaki oğlunun bedenine girdi; küçük çocuk oracıkta can verdi.

Karnındaki doğmamış bebeği ise, Rahila’nın 4 mermi saplanmış bedeninde hayata sımsıkı tutundu ve soykırım gecesinden 6 ay sonra, sağlıkla doğdu; mucizenin adı oldu...


Cayır cayır yanıyordu Hocalı. Ve Ermeni canilerin insan aklının sınırlarını zorlayan işkencelerinin hedefindeki Azerbaycan Türkleri için, o andan sonra küllerinden doğabilmenin tek yolu vardı:

Mucize!

Rahila Guliyeva ve 22 yaşındaki kızı Zarife, Hocalı’nın işte o mucizeye beden olan Zümrüdüanka’ları.

“Annem için...”

İki yıl önce, Taksim’de bir otelin lobisinde tanıştım onlarla. İstanbul’dan dünyaya “Bu soykırım değilse, soykırım ne” diye haykırmaya, Fransa Cumhurbaşkanı’na yazdığı “Soykırımı tanıyın” mektubundan sonra, böyle bir insanın var olmadığını iddia eden Ermenistan’a da “Ben varım, hayattayım, işte buradayım ve o mektubu ben yazdım. Annem nasıl benim için yaşadıysa, ben de onun için yaşayacağım. Soykırımı tanıtana kadar yaşayacağım, çalışacağım...” demeye gelmişti Zarife.

Resim
Oğlunu bırakmadı

25 Şubat 1992 gece yarısı, Hocalı’dan çıkıp, çoğu için “çıkışı” olmayan Ağdam yoluna girdiklerinde hamileydi Rahila Guliyeva. Zifiri karanlık... Soğuk dondurucu... Başka çıkış yoktu; yürümek zorundaydılar 20 kilometrelik çetin yolu.

2 yaşındaki oğlu Samir’i işaret ederek “Sen hamilesin, taşıyamazsın, onu bana ver” dedi, amcasının oğlu. Anne yüreği, “Onu benden iyi kimse koruyamaz” diyerek reddetti Rahila; daha da sıkı sarıldı oğluna.

Ormanda göz gözü görmüyordu; bir anda -nereden, nasıl geliyor anlamak mümkün değildi- kurşun yağmaya başladı vücutlarına. Rahila, vücudu kalkan olabilsin diye neredeyse içine sokacaktı Samir’i, öyle sardı, sarmaladı kolları.

Olmadı.

Bir aile, 22 şehit

Vücuduna isabet eden dört kurşundan biri göğsünü delip geçtikten sonra kendini siper ettiği Samir’in bedenine saplandı. Sadece oğlunu değil, Rahila o gece, o ormanda, ailesinin Hocalı’dan çıkabilen bütün fertlerini kaybetti; tam 22 kişi:

“Evdeydik. Her taraftan... Her taraftan gülleler yağıyordu. Her taraftan top, tüfek sesleri geliyordu. Her tarafı Ermeniler almıştı. Artık şehir yanıyordu. Biz bir çıkış yolu bulmak için meşelere, dağlara gittik... Orada olanlardan, kalanlardan bir daha hiç haberimiz olmadı. Ve orada ben hayat yoldaşımı, eşimi kaybettim! Oğlumu kaybettim! Kaynanamı, kaynatamı, baldızımı, baldızımın yoldaşını, onların 4 yaşındaki kızını, kaynımı, kaynımın 8 yaşındaki kızını kaybettim! Kaynımın hayat yoldaşı, eltim kolundan yaralandı. Bir baldızımın hayat yoldaşı öldü... 18 yaşındaki oğlu öldü... Bunların hepsi şehit oldu!.. 22 şehit verdik, 8’ini geri alıp defnedebildik. Hepsi bir gecenin içinde, gözümüzün önünde mahvoldu... ”

Karnındaki doğmamış bebeği merak ediyorsunuz değil mi?

Annesinin kurşun yağmuruna tutulmuş bedeninde hayata sıkı sıkı sarıldı, ölmemiş olması, sağlıklı doğması-doğabilmesi; hepsi mucizeydi ve bu mucizeyi gerçekleştirmeyi başardı, soykırım gecesinden 6 ay sonra hiç görmediği ağabeyinin son nefesini verdiği ana kucağındaydı Zarife!

“Benim atam nerede”

Resim
Hayatının geri kalanını, çok büyük acılarla, Allah’ın ona armağan ettiği kocaman bir umudun arasında arafta geçiren Rahila devam ediyor:
“Şöyle bir şey hayal etmeye çalışın, ben her gün düşünüyorum ki benim iki yaşında oğlum orada şehit oldu. O iki yaşındaki oğlum, her gün düşünüyorum ki ’bugün üç yaşında olacaktı’, ’bugün dört yaşında olacaktı’, ’bugün üniversiteyi bitirmiş olabilirdi’, ’bugün asker olabilirdi’... Hep bunları düşünüyorum, o vakit çetinliklerim oluyor. Maddi-manevi zorlanıyorum. Bu zorlukların üstesinden gelemediğim zamanlar oluyor. Çok ağır, çok... Zarife çocukken çok sordu, ’Anne benim atam nerede? Herkesin atası var, kardeşi var benimkiler nerede? Ben niye tekim?’Biraz büyüdükten sonra ona şehitlerimizin resimlerini gösterdim. ’Bundan sonra ’BENİM ATAM NEREDE’ diye hiç sorma senin baban da bu şehitlerden biri, o vatan uğrunda şehit oldu’dedim. Zarife’nin hayatı oyuncaklarla değil şehit resimleriyle geçti. Çoğu zaman işten eve geldiğimde onu Hocalı şehitlerinin resimlerine bakarken buluyordum. Çok zordu...”

Tanıştığımızda 20 yaşındaydı Zarife, bugün 22’sinde...

“Çocuk değilim, her şeyi görüyorum” diyor;

“Hocalı’da yapılanın bir soykırım olduğunu da görüyorum ve bunun tanınması için Türkiye’den destek bekliyorum...”

YARIN: Ölülerimi hayvanlar yedi

Selcan TAŞÇI, 25 Şubat 2015

Re: 23 yıldır dinmeyen acı HOCALI / Selcan TAŞÇI

İletiGönderilme zamanı: Prş Şub 26, 2015 17:44
gönderen Balasagun
Resim

Bunlar insan olamaz
Soykırım gecesinin sabahı, ceset tarlasına dönen Ağdam yoluna ilk ulaşanlardan Cingiz Mustayev gözyaşları içinde böyle haykırıyordu acısını...

Resmi rakamlar 613 dese de, cenazelerine ulaşılıp defnedilebilenler dışındaki Azerbaycan Türkleri’nin akıbeti hâlâ meçhul... Ermeni canilerin traktörler, buldozerlerle ezip toplu mezarlara attıkları soydaşlarımızın kemikleri topraktan fışkırmaya başladığı gün anlaşılacak canavarlığın gerçek boyutları...

Hocalı soykırımının faillerinden Ermeni cani Zori Balayan, 13 yaşındaki bir Türk çocuğunun derisini nasıl soyduklarını/soyabildiklerini şöyle anlatıyordu:

“...çocuğun bağırış çağırışları çok duyulmasın diye, Haçatur çocuğun annesinin kesilmiş memesini çocuğun ağzına soktu... Başından, sinesinden ve karnından derisini soydum. Saate baktım, Türk çocuğu yedi dakika sonra kan kaybından öldü... Ruhum halkımın yüzde birinin bile intikamını aldığım için sevinçten gururlanıyordu. Haçatur daha sonra ölmüş Türk çocuğunun cesedini parça parça doğradı ve bu Türkle aynı kökten olan köpeklere attı. Akşam aynı şeyi üç Türk çocuğuna daha yaptık...”

Bu Ermeni faşizmidir

İnsan olanın yüzleşmekten ürperdiği bu dehşet verici itirafın bir satırında bile mübalağa yoktu. İşgal sırasında Hocalı Valisi olan Elman Memedov, cesedini ancak 20 gün sonra bulduğu annesini; yüzünü, vücudunu hayvanlar yediği için ancak paltosundan tanıyabildiğini söylerken canavarlığın ne boyutlara vardığını da doğruluyordu:

“Benim annem 60 yaşındaydı. Ormanda öldürdüler. Ben anamın cesedini 20 günden sonra getirebildim. Yüzünü, başını, gözünü ormanda hayvanlara yedirmişler. Paltosundan tanıdım. Büyük annelerim vardı onları da öldürdüler. Benim kaynatam, hanımımın ailesi 9 kişiydi, hepsini öldürdüler. Biz sağ kalan Hocalılar Allah mucizesiyiz. O gece şehirdeki her üç kişiden biri öldü. Bu soykırım. Muharebede 100 bin adam da ölür. Bu yüz bin adam bir ay, beş, ay, dört ay içinde, bir yıl, üç yıl içinde ölür... Ama birkaç saat içinde bu kadar insanın ölmesi kitlesel katliamdır, jenosittir, soykırımdır. Bunları sadece Türk oldukları için öldürdüler. İnsan öldükten sonra artık nefesi yoktur. Ermeni, Türk’e o kadar düşmandı ki o ölmüş insanları gelip yeniden öldürüyordu. Ölmüş insana yakından mermi sıkıp başını parçalıyordu, taşla kafasını eziyordu, başının derisini soyuyordu, gözünü çıkarıyordu... Bu faşizmdir, Ermeni faşizmidir. Ermeniler böyle bir hedef koymuşlardı; bir nefer de olsa Türk kalmamalı burada! O körpe çocuğun ne günahı var? Hiçbir günahı yoktur o körpedir, çocuktur, fidandır... Ama Hocalı’da böyle 59 çocuk vahşilikle öldürüldü. Sizden uzak olsun, sizin gibi 106 kadın öldürüldü. Bunun bir tek adı var, bu etnik temizlemedir.”

Gerçekler gömüldü

Memedov’un anlattıkları, katliamdan sonra Hocalı şehitlerine ilk ulaşanlardan olan Azerbaycanlı kameraman Cingiz Mustayev’in gözyaşları içindeki çığlığını getiriyor aklıma:

“Bunlar adam değiller...”

Soykırımdan kurtulabilen “Allah’ın mucizeleri” yle konuşurken en çok “Biz diyorduk ki Büyük Türk dünyası var bize sahip çıkarlar. Fakat olmadı, biz düşmanla bir başına kaldık” cümlesi yakıyor insanın içini. Senden cansuyu beklemişler ama verememişsin, bütün dünyayla birlikte sadece izlemişsin; öyle bir suçluluk duygusu, utanç çöküyor ki insanın üzerine, daha da bakamıyorsun yüzlerine...

Hocalı’yı yazıp çizerken çoğumuzun düştüğü bir hata var aslında; “klişe” haline gelen o istatistiği verip, “613 kişi öldü” deyip kapatıyoruz defteri.

Değil...

Bu “613” rakamı, katliamdan kaçıp kurtulabilenlerin sonradan ulaşabildikleri/bulabildikleri veya pazarlıkla cenazelerini alıp defnedebildikleri şehitlerimizin sayısı.

Hocalı’dan geriye 613 mezar kaldı; peki ya Ermenilerin yaktıkları, traktörler, buldozerlerle ezerek toplu mezara attıkları?

Adalet bekliyorlar

Biz ne istiyoruz Hocalı için? Adalet! Adalet nasıl sağlanır?

Adil bir yargılama ile!

Buyrun o zaman mahkemeye:

Sanık var:

Mesela; Ermenistan Savunma Bakanı Seyran Mushegoviç Ohanyan, mesela, “Hocalı’dan önce, Azerbaycanlılar bizim şaka yaptığımızı sanıyordu, Ermenilerin sivil topluma karşı el kaldırmayacaklarını sanıyorlardı. Biz bunu kırmayı başardık...” diye itirafı da bulunan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan...

Tanık var:

Mesela; Newsweek’in, Times’ın, İzvestiya’nın “soykırımı” gören muhabirleri.

Delil var:

Fotoğraflar, video kayıtları.

İtiraf var:

“Kardeşimin Yolu”, “Ruhumuzun Canlanması”, “Haçın Hatırı İçin”; katillerin cilt cilt kitapları.

Ee karar da var:

İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün, Hocalı’da yaşananların “Dağlık Karabağ’ın işgalinden bu yana gerçekleşen en kapsamlı sivil katliamı” olduğunu ve ölümlerde “Ermeni güçlerinin doğrudan sorumluluğunu” belgeleyen raporu...

Avrupa Karma Parlamenterler Meclisi’nin, Ermenistan’ı Azerbaycan’da “işgalci” olarak tanımlayan bir kararı...

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 822, 853, 874, 884 sayılı, “Azerbaycan topraklarının Ermeniler tarafından işgal edildiğini” bildiren dört kararı...

BM İnsan Hakları Örgütü’nün “Hocalı’da sivillerin ölümünden Ermenileri sorumlu tuttuklarını” bildiren açıklaması...

Adaletin tecellisi için tek eksik kaldı:

Cezanın infazı!

Ermenistan’a soykırım suçunun gerektirdiği yaptırımın uygulanmasını sağlamak, önce hâlâ her gözlerini yumduklarında Hocalı’daki evlerini gören, dönüp de taşını toprağını öpmeyi hayal eden, sonra da “Sadece Ermenilerin yaşadığı Büyük Ermenistan” ütopyası uğruna 1905’ten bu yana devam eden “Türklerden arındırma” operasyonlarının kapsamında göç eden 1 milyon, öldürülen 20 binden fazla, sakat kalan 50 bin, rehin 5 bin Azerbaycan Türkü ve 8 bin şehide “kardeşlik görevimiz” olmalı!
Resim

BİTTİ

Selcan TAŞÇI, 26 Şubat 2015