1. yüz (Toplam 1 yüz)

''Bey Armudu''nun İsyanı / Üçüncü Şahıs

İletiGönderilme zamanı: Prş Eki 10, 2013 22:44
gönderen selamordaki
Geceden kalma soğukluğu delip geçen Güneş'in etkisiyle gözlerini açtı Bey Armudu, Kıbrıs'ın yine nemli bir sabahına...

Topraktan payına düşeni alıp güneşlenmeye durmuştu ki bir sarsıntı hissetti. Yere düşüp yuvarlansa mı, bekleyip ne olacağını mı görse diye düşünmesine bile müsade etmeyen bir el, büyük bir çeviklikle sarımsı kabuğuna uzandı.
Kırılmasından korkulan bir elması taşır gibi nezaketli bu eli hissedince, bir yolculuğun başladığının farkına varmıştı. ''Olma''nın verdiği hazla, tazeliğini korumak ve tekdüzeleşmiş bir hayata biraz olsun tat katmak için, haftalardır topladığı gücü sonuna kadar kullanacaktı.

Onu dalından koparan nezaketli el, çam kokulu bir kasada kendisine ayrılmış yere de aynı hassasiyetle yerleştirdi. Güzelleştireceği çayı, içinde şifa olacağı şurubu düşünüyordu ki; önce üzerlerine serilen bir örtü, sonra yerleştirildikleri bir bölme nedeniye gün aşırı görmeye alıştığı Güneş'i göremez olmuştu. Telaşa kapılmasının yersizliğinin farkındaydı; fakat kendilerine sorulmayan bu harekete akıl sır erdiremiyordu. Biraz önce hassasiyetine teşekkür ettiği o elin sahibine içten içe nefret duymaya başlamıştı.

Tutunduğu dala konan serçelerden duyduğuna göre, bir-iki köy ötede güzel insanların yaşadığı kasabalar vardı. Serçe, bir keresinde kendisine yem verdiklerine bile yemin ediyordu! İklimine aşık olduğu vatanının bu güzel insanlarına ve onların hayatlarına tat katacağını düşünerek öncesindeki nefreti epeyce bastırdı.

Fakat karanlık bir türlü aydınlığa kavuşmuyordu... Serçe, kasabaların yakınlığından bahsederken acaba abartıya mı kaçıyordu?

Derken, sarsıntı kesildi. Uzunluğunu kestiremediği bir süreden sonra Güneş'i göreceği için sabırsızlanıyordu. Bir gıcırtı duyuldu, içinde bulunduğu kasa hareket etti. Üzerlerindeki örtünün yavaşça çekildiğini hissediyordu ama kasanın öbür ucundaki arkadaşlarından üzüntü haykırışları duyuluyordu. Neler oluyordu?

Gerçeği anlaması uzun sürmedi. Kül rengi bulutların Güneş'i çepeçevre sardığını görünce o da telaşlandı. Dertlenen arkadaşlarından bazıları, çoktan sertliğini yitirip yolculuğun yorgunluğuna teslim olmuştu.
Esir edilmiş Güneş'in derdine o da tam düşüyordu ki, gökyüzü ağlamaya başladı.
Gözyaşı yüklü bulutlar da gürleyerek birbirine sarılmaya başlamıştı.

Toprak ıslak ve kumluydu. Havada kendisini rahatsız eden bir şeyler vardı. Yarım yamalak bir gündüzün aydınlığı, zifiri bir karanlığın boğuculuğundan farklı değildi.

Dışarıdaki gökyüzünden daha aydınlık bir binaya sürüklendiler. Tartıldılar, ölçüldüler, biçildiler... Toprağa pek benzemeyen zeminlerde ordan oraya yuvarlandılar. Samimiyetlerine perde çekmiş insanların plastik eldiven geçirilmiş ellerinde ordan oraya götürüldüler.
Her birinin ne olacağı çoktan belliydi. Kendisi de bu serüvende siyah bir çayı lezzetlendirenler arasına katılmıştı.

Kesildi, işlendi ve öncesinden daha da samimiyetsiz bir sürecin sonunda karton bir poşete hapsedildi. Bir daha Güneş'i göremeyeceğine, gücünün son zerresinin de biteceği zaman gelene kadar bulunduğu yerde kalacağına öyle inanmıştı ki, bu lanet iklimden kendi vatanının topraklarına yollanacağını duyduğunda, dalın ucunda yeni çıkmaya başladığı andaki kadar sevindi.

Kendi coğrafyasından koparılan Bey Armudu, yarım yamalak gündüzlerin yaşandığı türlü coğrafyalara sürülmüş ve adını telaffuz edemeyen, dillerini anlamadığı insanlar, ona ''bey armotta'' demeye başlamıştı. Zaman geçtikçe kendisine ''bergamotta'' ve hatta ''bergamot'' diyen bile çıktı.
Yeniden kendi gibi çağrılacağı, insanların kuşları beslediği, su isteyen yolcuya ziyafet verilen topraklarına kavuşacağı o gün için sabırsızlanıyordu.

Aynı sıkıcı sarsıntılardan sonra tanıdık tınıyla ötüşen kuşların olduğu, nemli ama sıcak bir havanın paketi okşadığı topraklara geldiğini anladı. Birkaç güne kalmadan tanıdığı nezakette bir el kendine uzanmıştı ki...
''Bey Armutlu Çay'' olduğunu sanırken ''Bergamotlu Çay'' olmanın verdiği acıyla yıkıldı.

Kendi gibi ayrıldığı vatanının insanları, ona sürüldüğü topraklardaki insanlar gibi sesleniyordu. Hiç kimse ama hiç kimse, onun Bey Armudu olduğunu fark etmiyor, uzun yoldan gelmiş bu yolcuya hâlini sormuyordu. Hasretinden yanıp tutuştuğu bu insanlar da ona isminin yumruklanmış hâliyle seslenmeye başlamıştı.

Toprağıyla ayrı düşen bu durumu yaşadıkça çıldırıyor, benliğine hakaret eden kendi insanlarının damağında lezzet olmaktan tiksiniyordu.