1. yüz (Toplam 1 yüz)

Partiler, Türkiye’deki Parti Kavramı ve çok partili sistem / Atahan ERBAŞ

İletiGönderilme zamanı: Pzr Eki 20, 2013 11:36
gönderen Atahan Erbaş
Günümüz yönetim gelenekleri arasında en yaygın olanlardan biri 'sözde' bir demokrasi temeline oturtulmuş 'çok partili sistem'dir. Hâl böyle olunca bizim de cok yakından tanıdıgımız veya tanıyamadığımız parti kavramını, cok partili sistemi ve uygulamadaki getirilerini irdelemeliyiz. İlk olarak şunu söylemeliyim ki, herkesçe kabul gören bir “parti” tanımı tarihten günümüze kadar oluşmamıştır. Siyasi parti dediğimiz oluşum en genel anlamıyla, “kabul edilmiş programları uygulama amacı güten, bireylerin kurduğu örgüttür”. Farklı bir anlam yüklemek istersek; parti dediğimiz örgütler, “ortak politik inançları olan ve toplumsal yaşamı, inançlarına uygun olarak yeniden örgütlemek için, benzer yöntemlerle mücadele eden insanların, gönüllü birlikteliği ya da temsil etmeye çalıştığı toplumun en ileri ve en bilinçli unsurlarının oluşturduğu, merkezi örgütlerdir”. Bu tanımlara başka bir eklenti ise 1816’da Benjamin Contant’tan gelmektedir. Contant partiyi, “aynı siyaset doktrine inanan insanlar topluluğu” olarak tanımlamıştır. Sonuç olarak siyasi parti dediğimiz kavram, aynı siyasi görüşü savunan insanların oluşturduğu kurumlaşmış örgüttür. Bu konuda Mustafa Kemal Atatürk’ün düşüncelerine de başvurmak gerekir. Mustafa Kemal’e göre partiler, “ekonomik yarar ve yaşamsal çıkarları sağlayan mücadele örgütleridir”. Ayrıca Atatürk’ün oluşturduğu parti tanımı, sınıfsal değil ulusal partilere örnek olacak bir anlayış içerir. Bu konuda Atatürk’e katılmamak elde değildir. Çünkü partiler iktidara geldiklerinde, ülkenin bireylerini(ulusu) temsil etmeli ve tüm bireylere ve sivil toplum örgütlerine aynı yakınlıkta bulunmalılardır. Eğer parti oluşumlarında sınıfsal yapıya göre partiler düzenlenirse, iktidara gelecek olan partinin temsil ettiği bireyler ve örgütlerin toplum içerisinde daha fazla ayrıcalığa sahip olması gündeme gelebilir. İşte bu yüzden Mustafa Kemal, eşitlikçi bir düzeni savunmuş ve parti oluşumlarında ulusçu bir yol izlenmesi gerektiğini savunmuştur.

“Parti” kavramına verilen tanımları aktardıktan sonra biraz da partilerin tarihteki oluşumlarına bakalım. Parti oluşumlarına benzer ve otoriteyi eline geçirmek isteyen örgütler tarihin neredeyse her döneminde mevcut olmuştur ancak günümüze kadar gelen parti kavramının temeli 19. Yüzyıl Avrupası’nda atılmıştır. 19. Yüzyıl’daki bu değişimin temelinde toplumların ekonomik ve gelişimi yatar. Aslında bu sistemin oluşumunda üretim ilişkileri; tek olmasa da; büyük bir rol oynamıştır ve bu oluşumun temel amacı; aslında görünür amacı; “halkın iradesinin” yönetime yansıtabilmekti ancak tarih ilerledikçe sistem, hak ve adalet kavramlarını çiğneyerek günümüze kadar geldi. Bu değişimin temel nedeni, sistemin temelinin, “köleci ve feodal” düzenin birikimi üzerinde gelişen Avrupa kapitalizmine dayalı olmasıdır.

Aslında bir anlamda sistem, toplumda belli bir sınıfın diğer insanlara bir baskı aracı olur.Bu konuda Metin Aydoğan şunları yazmakta: “Batı’nın iktidar gücü ve parayla bütünleşen ‘demokratik!’ ortamı, böyle bir değişimi önlemek için gereken araçları içinde barındırmakta ve gerçek iktidar sahiplerine geniş bir önlemler düzeni sunmaktadır”. Sonuç olarak ‘sözde’ demokrasi amacı güten bu sistem aslında ekonomik bir düzene ayak uydurmak zorunda ve dolayısıyla ‘halkın iradesini’ yönetime yansıtma amacını gerçekleştirememektedir.
Bu bağlamda günümüzde mevcut, Türkiye’deki partilere genel bir bakış açısından irdelersek; Türkiye partileri, batıdan farklı olarak, toplumsal düzenin doğal siyasi sonuçları olarak değil, Batı’ya benzeme isteğinin ürünleri olarak ortaya çıkmışlardır. Bu açıdan bakıldığında yapay bir sistem olarak doğmuşlardır. Göründüğü üzere taklitçi yani “öykünmecidirler”. Bu durumdan çıkaracağımız sonuç ise acı bir tablodur: siyasal açıdan gelişemeyen bir toplum ve halkın refah düzeyini artıramayan bir devlet yapısı. Başka bir konu ise Türkiye’de mevcut, parantez içinde demokratik(!), çok partili düzendir . Aslında bu düzen, dikkatli bakıldığında, çok partili düzenden çok tek partili düzene benzemektedir. Çünkü meclise giren tüm partiler, ülkenin gelişiminde rol oynayamayacak, dış istekleri yerine getirecekler ve bazı devletler üstü aktörlerin programlarından oluşan tek bir politikayı uygulayacaklardır. Bu politikaları uygulamak istemeyen bir parti zaten devlet yapılanmasında yer alamaz.

Ayrıca günümüzde ekonomiyi ve iletişim gücünü elinde bulunduran uluslararası sermaye, siyasal düzeni ele geçirmiş ve partiler üzerinde gözle görülür bir baskı kurmayı başarmıştır. Türkiye’de son 20-30 yılda iktidara gelen(hatta bu süreci artırabiliriz) partiler toplumun sorunlarını gidermek yerine daha da ağırlaştırmışlardır.
Sonuç olarak Türkiye’de “çok partili” düzen gelişmemiş ve bazı devletlerarası örgütler tarafından yönlendirilmiştir. Bu bağlamda toplumun sorunları artmış bu da sistemden duyulan toplumsal infiali artırmıştır. Bu sonuçla anlaşılmalıdır ki İsmet İnönü ile başlayan süreçte “çok partili” oluşum, halkı sıkıntılara itmiş ve hiçbir zaman “demokrasi” temeline oturmamıştır.