1. yüz (Toplam 1 yüz)

Serdar ATEŞ :CAN ,KİM İÇİN KOŞUYOR ?

İletiGönderilme zamanı: Cum Kas 27, 2015 15:03
gönderen A. Serdar Ateş
Can Dündar Hırant Dink cinayetinin ardından 1 Şubat 2007’de ‘Erdoğan’ın Derin Devlet’le imtihanı’ başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Yazıda ;80 öncesi işlenen cinayetler sadece tek bir tarafa aitmiş gibi ;Gladio ile ilişkilendirilen olayları araştıran savcı Doğan Öz'ün sağ militanlara öldürüldüğünü; cinayetleri işleyenlerin birer birer salıverildiğini yazdıktan sonra...


“Derin işlerdir bunlar...
Ve bu koruma kalkanını delecek bir babayiğit çıkmamıştır.
"Derin devlet"i telaffuza yeltenen 2 başbakan çıktı:
Bülent Ecevit ve Turgut Özal...
İkisi de suikast girişimlerinde ölümden döndü. Bir daha da bu konuyu ağızlarına almadılar.
Şimdi Başbakan Erdoğan derin devletle imtihana giriyor.
Kendisine kolaylıklar diliyoruz.'' diye bitirdi.
(http://www.milliyet.com.tr/2007/02/01/yazar/dundar.html)

Yazıdan çıkan sonuç ; ABD eliyle iş başı yaptırılan bir siyasetçinin,ABD tarafından kurulan gladio örgütleriyle savaştığı yanıltsatmasıydı.1980 öncesi ölümlerin hepsinin ,tek merkeze yükletilmesi ve militanların eş yönlü olduğu saptırmasıydı.Oysa,unutulan ;Türkiye'nin 2 kutuplu dünya düzeninde ,cephe ülkesi yapılmış olmasıydı.

Dündar :ERGENEKON, 30 YIL ÖNCEKi ERGENEKON’LA AYNI
İkinci Öz - 29 Ocak 2008 / Milliyet


Savcı Doğan Öz, terör saldırılarının yoğunlaştığı 1978'in ocak ayında eşi Sezen Öz'e demişti ki:
"Soruşturduğum bazı olayların izi, devlet içinde üst makamlara kadar tırmanıyor. Korkmaya başladım. Ama üzerine gidilmesi lazım."
Öz, yaptığı araştırma sonunda "artan şiddet olaylarının arkasında demokrasi umudunu yok edip faşist bir düzen kurmayı amaçlayan kontrgerilla bulunduğunu" bir raporla Başbakan'a bildirmişti.
Raporu yazdıktan iki ay sonra, üstüne gittiği çetenin silahlı saldırısıyla öldürüldü.
* * *
Aradan tam 30 yıl geçti.
2008'in ocak ayındayız.
Yine sabotajlar, suikastlar yoğunlaştı. Ve bir başka savcı, izini sürdüğü bu saldırıların izinin, devlet içinde üst makamlara tırmandığını fark etti.
Onun soyadı da Öz...
Geçen haziranda Ümraniye'de bir gecekonduda 27 adet el bombası bulununca, soruşturmaya Ümraniye Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz el koydu. Yapılan incelemede, ele geçirilen bombalarla, Danıştay saldırganı Alparslan Arslan tarafından Cumhuriyet gazetesine atılan bombaların aynı seriden olduğu ortaya çıktı.
9 Temmuz günü Abdullah Gül, birlikte yemek yediği bir grup gazeteciye "yazılmamak kaydıyla" "Ümraniye soruşturmasına dikkat edin. O iş çok büyüyecek" dedi.
Ertesi gün, Zekeriya Öz, İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'na atandı ve "Ergenekon" soruşturmasına başladı.
7 ay sonra da örgüt ortaya çıkarıldı.
* * *
Zekeriya Öz'ün soruşturmasından çıkan manzara, 30 yıl önce Doğan Öz'ün haber verdiği tehlikeden farksız:
Örgütün kurucuları arasında Özel Harp Dairesi'nde başkanlık yapmış eski askerler de var; JİTEM komutanları da, uyuşturucu kaçakçıları da, katillerin avukatları da...
Hrant Dink cinayetinden Trabzon'da bir rahibin öldürülmesine, Danıştay baskınından kanlı Malatya baskınına kadar pek çok kanlı eylemden sorumlu tutuluyorlar.
Doğan Öz, birkaç sayfalık raporunda "Kontrgerilla, şiddet olaylarını kışkırtarak devlet aygıtını kendi amacına uygun şekle dönüştürerek demokrasi düşmanı akımları iktidar yapmayı hedefliyor" diyordu.
Zekeriya Öz ise 7 bin sayfalık bir raporla "Ergenekon, toplumsal kaos yaratacak suikastlar yaparak darbeye zemin hazırlamak istiyordu" diyor.
* * *
İki Öz arasındaki 30 yıl, Türkiye'ye sayısız cana, tırmandırılan düşmanlıklara, kardeş kavgasına mal oldu.
Bugün Türkiye'nin önünde bu pisliği temizleme şansı var.
Kararlılıkla üstüne yürünürse 30 yıl gecikmeyle de olsa kanlı düğüm, ilmek ilmek çözülebilir; faili meçhul cinayetler, suikastlar, sabotajlar, saldırılar aydınlatılabilir.
Ama ufukta iki tehlike görünüyor:
Mahallede bir hırsız yakalanırsa karakolda bütün soygunları onun üstüne yıkarlar ya; burada da gelmiş geçmiş tüm kirli işleri tetikçilere yıkıp örgütün üst kademelerine çıkamama riski var.
İkinci tehlike ise çetenin üzerindeki "vatanseverlik" yaftasının caydırıcı olması; hükümeti "derine" dalmaktan alıkoyması...
Burada siyasi tarih öğretici olmalıdır.
Malum ya; Susurluk'a "fasa fiso" diyenler çeteyi götüremediler; kendileri gittiler.
İşin "öz"ü budur:
Yargılayamayan yargılanır.
NOT: Dünkü yazımda bir ifade hatası olmuş. Doğrusu şöyle olacaktır: "Erol Mütercimler bu ismi ilk kez 12 Mart'ın ihtilalci subayı, Tümgeneral Memduh Ünlütürk'ten duymuştu."
(http://www.milliyet.com.tr/2008/01/29/yazar/dundar.html)

Ergenekon savcısının odasında 2.5 saat
Bu yazıyı yazmak için 6 ay bekledim. “Soruşturmanın selameti” açısından...
Yargıya saygımdan...
Geçen süreçte, “çetenin kanıtı bombalar” imha edildi.
Kimlerin ne zaman gözaltına alınacağı hükümet yanlısı gazetelerde önceden açıklandı.
Açıklanmamış iddianamenin belgeleri kitap halinde yayımlandı.
Ve iddialar, iddianameden önce gazetelerde çarşaf çarşaf yer aldı.
İkinci Öz
Ocak sonu bu köşede “İkinci Öz” başlıklı bir yazı yazmıştım.
“Ergenekon sorgulaması”nın başına Zekeriya Öz getirilince soyadlarının aynı olmasından yola çıkarak, 30 yıl önce benzer bir davayla Doğan Öz’ün uğraştığını hatırlatmıştım.
”Şiddet eylemlerini kışkırtan bir örgütün devlet aygıtını kendi amacına uygun bir şekilde dönüştürmeye çalıştığını” söyleyen bu aydın savcı, Kontgerilla’yı keşfettikten 2 ay sonra öldürülmüştü.
30 yıl kaybeden Türkiye’nin önünde yeni bir şans vardı şimdi...
Soruşturma karargâhında
Yazı yayımlandıktan 1 ay kadar sonra savcılığa davet edildim.
26 Şubat günü, Beşiktaş’taki cumhuriyet savcılığına ifade vermeye gittim.
Üst kattaki odada iki masa vardı; masalardan birinde oturan nazik bir savcı, beni davet eden savcının o gün gelemediğini belirtti; “İfadenizi Zekeriya Bey alacak” dedi.
“Ergenekon Davası”nın ünlü savcısı Zekeriya Öz’le böylece tanıştım.
Önce ortamı tarif edeyim:
İnsan, “Cumhuriyet tarihinin en büyük davalarından biri” için kalabalık bir savcılar heyetinin koca bir salonda binlerce dosya arasında arı kovanı gibi çalıştığını hayal ediyor.
Değil.
Karşılıklı iki masanın ancak sığabileceği, çok küçük bir oda...
Böylesi bir soruşturma için üzeri fazlaca “temiz” masalar...
İstanbul’un en güzel manzaralarından birine baktığı halde örtülü duran pencereler...
Arada vurulan kapıda geçerken uğrayanlar ve sürekli cevap verilmek zorunda kalınan telefonlar...
İki kez hatırlatılmasına rağmen geciken çay servisi...
‘Hedef?’
Tanıştığımızda Savcı Öz, oturduğu koltukta dosya okuyordu. Dosyanın içinde “İkinci Öz” yazım olduğunu fark ettim.
Memnuniyetsiz bir yüz ifadesiyle doğrudan lafa girdi:
“Beni hedef göstermişsiniz” dedi.
“Tersine” dedim; “...geçmişteki deneyimler ışığında ve bu davanın selameti açısından iyi korunmanız gerektiğini düşünüyorum. Bunun Türkiye için bir umut olabileceğini yazdım.”
Yazının niyeti konusunda aynı görüşte değildi.
Dışişleri Bakanı’nın “Bu davaya dikkat” demecinden sonra Ergenekon savcılığına atandığı yolundaki (daha sonra düzelttiğim) satırlarımı da iddiasına kanıt olarak gösteriyordu.
Ama ilginçtir; oraya bu konu için davet edilmediğimi söyledi.
Asıl davet gerekçesi, bugün soruşturduğu çetenin adını taşıyan bir kitaba 10 yıl önce imza atmış olmamdı. Celal Kazdağlı ile birlikte yaptığımız “Ergenekon” araştırmasıyla (İmge, 1997) ilgili bilgi almak istiyordu.
“Ne biliyorsak, hepsini kitapta yazdığımızı” söyledim. Orada yazılı olanları kısaca özetledim.
Tespih ve bulgular
Laf açıldıkça, bir savcı ile bir avukatın da tanıklık ettiği bizim “ifade”, “derin” bir sohbete dönüştü.
Ben az konuştum; 2.5 saat süren bu sohbetin yaklaşık 2 saatinde Savcı Öz, Ergenekon soruşturmasının ayrıntılarını anlattı.
O gün için 125 klasörü bulmuş bu davanın en hummalı safhasında bana 2.5 saatini ayırabilmesine şaşarak ve gözümü 2.5 saat boyunca sürekli çektiği tespihinden ayıramayarak anlattıklarını dinledim.
Veli Küçük’ün gözaltına alınmasından Emniyet’in tavrına,
“AKP içine yerleştirilen casus”tan yabancı istihbarat örgütlerinin ajanı olarak fişlenen gazetecilere,
bayrak mitinglerinin ardındaki isimlerden Danıştay saldırısının tahkikatına,
Sabancı cinayetinden Dink suikastına, örgütün TV kanalı açma ve kimyasal silah üretme projesinden, mafya içindeki bağlantılarına, üs haline getirilmiş kiliseden, “iddianame açıklanınca kopacak kıyamet”e kadar uzandı sohbet...
Savcı Öz’ün anlattıkları sayesinde 6 ay sonra ancak bugün ortaya çıkacak bazı mahrem bilgilere, o gün sahip olma şansına kavuştum.
Bir gazeteci için ne büyük fırsat...
Ama orada gazeteci mi, zanlı mı olduğumun henüz ayırdına varamamıştım.
‘Pardon, sizin kitap değildi’
Nitekim sohbetin bir yerinde “tanık”lıktan “zanlı”lığa doğru evrildiğimi hissettim. Savcı Öz, tutuklulardan birinin “O kitabı Can Dündar’a, Veli Küçük yazdırtmış” dediğini söyledi.
Hayret dolu bir gülümsemeyle “Neden yazdırtmış bana?” diye sorabildim.
“Örgütü olduğundan küçük göstermek için...” dedi.
Vay canına!
“Amaç buysa nasıl oluyor da bu kitapta dönemin Başbakan’ın ‘kirli işler’ için kurduğu bir özel bürodan, örgütün ordu ve Emniyet içindeki bağlantılarından, İçişleri Bakanı’na uzanan kollarından, Cumhurbaşkanı’nı teslim alan derin ilişkiler ağından söz edilebiliyor?” diye sordum.
“Biz de o iddiayı ciddiye almadık zaten” dedi, ama suçlama devam etti:
“Burada tutuklu bulunanlardan birkaçıyla da kitap için röportaj yapmışsınız.”
“Kimmiş onlar?” dedim.
Hatırlayamadı.
Kitapta röportaj yaptığımız isimleri saydım, “Yok, onlar değil” dedi.
Sonra “Belki Hulki Cevizoğlu’nun kitabıydı” diye düzeltti. Yanlış hatırlanan bir kitaptan dolayı suçlanmaktan kıl payı kurtuldum böylece...
Herhalde yorgun olduğundandı.
Günlerdir dosya okumaktan bitap düşmüştü.
Koca soruşturmayı 3 savcı götürüyorlardı.
Başka bir hayatı kalmamıştı. Bu arada annesinin kalp rahatsızlığına çok üzülmüştü.
Ayrılırken kolaylıklar diledim.
Bitmedi
Beni uğurlarken:
“Bir de alt katta bir savcı arkadaşımız sizi görmek istiyor” dedi.
Alt kata indim.
Bir başka savcı bir başka dosya açtı.
Dosyada yine “İkinci Öz” yazısı vardı.
“Savcı Zekeriya Öz’ü hedef göstermekle suçlanıyorsunuz” dedi.
“Az önce kendisiyle görüştük” dedim.
“Biliyorum. O başka...” dedi.
Yeniden ifade verdim. Amacımın hedef göstermek olmadığını söyledim.
Bir ay sonra soruşturmadan aklandığımı öğrendim.
Savcılıktan çıkarkenki fikrim, girerkenki tahminimden bir hayli farklıydı.
'
(http://www.milliyet.com.tr/Yazar.aspx…)

Ergenekon davalarının toplumdan yeterli destek almayıp ;tutuklanan isimlerin çoğunluğunun Ulusal ve vatansever isimlerden oluştuğu ortaya çıkınca ; tanık olarak çağrıldığı mahkemede :''Bu ergenekon,o ergenekon değil '' dedi:

PARADOKSAL ŞEKİLDE BURADA YARGILANIYORLAR”
Dündar, yaptığı röportajlarda, “ Türkiye 'de devlet içindeki illegal yapının ülkücüleri faili meçhul cinayetlerde tetikçi olarak kullandığını” gördüğünü ifade ederek, “Benim gördüğüm Ergenekon, ne yazık ki bugünkü yargılama ile ilgisi olmayan yapıydı” dedi.
Susurluk'ta ortaya çıkan bu yapının anlaşılması için röportajlar yaptıklarını dile getiren Dündar, “Faili meçhul cinayetlerde hep aynı isimleri gördük. Ülkücü tetikçiler kullanıldı. Gazeteci arkadaşım Mustafa Balbay, bu konuda yazılar yazdı, Tuncay Özkan, Doğu Perinçek, Susurluk'ta ortaya çıkan yapılara yazdıkları kitaplarda dikkati çektiler. Biraz paradoksal bir şekilde burada o yapıdan yargılanıyorlar” diye konuştu.
(http://www.radikal.com.tr/…/can-dundar-bahsettigim-ergenek…/)

Can Dündar :İşte Ergenekon bu!

Önceki gün biz Ergenekon duruşmasında, 12 Eylül öncesi kanlı eylemlerde kullanılan bu isimlerin, derin devlet tarafından nasıl kurtarıldığını anlattığımız kitabı konuşurken, dışarıda 12 Eylül öncesi kanlı eylemlerde kullanılan bazı isimlerin daha, devlet tarafından kurtarıldığını bilmiyorduk.
Hükümet, MHP ile anlaşarak, son anda yeni yargı paketine eklediği bir “özel düzenleme”yle “son kalanlar”ı da kurtardı.
7 TİP’li katliamının hükümlüleri Ünal Osmanağaoğlu ile Bünyamin Adalı tahliye oldu. Osmanağaoğlu böylece Kemal Türkler‘in öldürülmesi davasından da zamanaşımıyla kurtuldu.
CHP Nevşehir İl Başkanı Zeki Tekiner’i öldürmekten hüküm giyen Mehmet Kehya ile “solcu emniyet müdürü” Cevat Yurdakul’u öldürmekten mahkum olan Muhsin Kehya da tahliye bekleyenler arasında...
* * *
İşte asıl Ergenekon budur.
Devlet sözünde durmuştur.
(http://www.milliyet.com.tr/…/gundemyazardetay/12.07.2012/15…)

Can Dündar'ın Ergenekon'u ; Amerikan Gladio'su değil ; 80 öncesi iç savaşa dahil olan MHP kadrolarının, mafyaya ve yasadışı işlere bulaşmış türevleridir.
Can Dündar'ın 2009'da Fettullah Gülen belgeselini1,5 milyon dolarlık bütçeyle çektiği ; AKEPE-F tipi atışmalarından sonra; belgeselin yayının ötelendiği ,önemli bir ayrıntıdır. Yeni ABD gladıosu- F tipi örgütü liderine, belgesel çekmek ;hangi tam bağımsız veya gladıo karşıtı gazetecinin eylemi olabilir ?

Resim


Buna karşın ,sömürgecilerin Işid ve irticai örgüt ilişkilerini ;salt taşeron hükümetler üzerinde bırakarak ;tüm dünyada serviste halinde olan CIA-ISIS-(IŞİD-DEAŞ-DAWLAT) ilişkilerini bile görmezden gelerek ;PYD ve PKK taşeron illegal örgütlenmelerini ;ABD siyasal kabulleri ile ; halk örgütlenmesi olarak ,meşrulaştırarak,kitleselleşmelerine destek vermesi ,tarafsız gazeteci sıfatını yok etmiştir.

Can Dündar'ın tutuklanması ;Küresel efendilerin ;IŞİD pisliğini Türkiye üzerine atıp , terörün esas kaynağını kapatırken ,Soros'un Kürtçü-TSK karşıtı - antiKemalist kalemini kahraman yapmasından ibarettir. Unutulmaması gereken gerçeklik :Mİt tırlarını esas ortaya çıkaran, TSK Jandarması''nda görevli İstihbarat personelidir !
Can Dündar'ın ülkedeki işlevi :TSK ile PKK'yı eşitlerken ; HDP'ye sol adına legallik kazandırarak,yükseltmek ve kitleselleştirmektir.
Gerçeğin görünmeyen orduları vardır.Batırıldığı her derinlikten,kendini er geç gün yüzüne çıkartır!


Serdar Ateş
27.11.2015