1. yüz (Toplam 1 yüz)

Basını hiç sevmediler -1- / Macit SOYDAN

İletiGönderilme zamanı: Pzt Şub 01, 2010 1:42
gönderen Oğuz Kağan
Basını hiç sevmediler -1-

Gazete geldi beraberinde yasaklar başladı

Demokrat Parti, muhalefet yapanlar başta olmak üzere, muhalif anlayışı kamuoyuna duyurmak isteyen yayın kuruluşlarını bir tehdit olarak algıladı ve öyle göstermek istedi.

Başvekil Adnan Menderes, 1955’te “Bakınız matbuat hürriyeti Türkiye’de nereye geldi. Hürriyet, başına bir mürekkep kovasını geçirir gibi geçirip palyaço gibi ortaya çıkacaklar için bir felaket teşkil eder” demişti.

Basın demokrasilerde dördüncü kuvvet mi yoksa sermayenin ve siyasal iktidar ilişkilerinin şekillendirdiği bir kar-zarar üzerine kurulu ideolojik yapısı olan kurum mu? Bugün içinden geçtiğimiz süreçte en çok tartışılan konu bu? Bu haberleri kim servis ediyor? Kim hangi kurumlara karşı basın üzerinden psikolojik harekat yapıyor? Bu sorular yoruma açık. Ancak, bir o kadar da Türk Basın tarihinin yasaklar zemininde tartışılması gereken konular. Bir de günümüzün teknolojik yayıncılığının sormak zorunda kaldığı bir soru var: Kamu yayıncılığı devlete bağlı bir kurum tarafından yapılan mıdır, yoksa bir ilke midir? Eğer tartışmalarımızın içerisine bu soruları da katabilirsek o zaman siyasal iktidarların basın üzerinde uyguladıkları yasak baskısı daha da anlam kazanacaktır.


Osmanlıdan günümüze

Basın üzerinde uygulanan yasak baskısı aslında Osmanlı Devleti’ne kadar gidiyor. İstanbul’da çıkan ilk gazetenin ardından basın üzerindeki ilk yasaklar da bir anlamda uygulanmaya başladı. Kısaca Türk Basınında yasaklar gazeteler kadar eski. Devlet rejimleri, iktidarın kaynakları değişse de, siyasal iktidarlar bir biri ardına gelip gitse de basın üzerinde yasaklar tarihimizin bir parçası. Bunun yanında bir çok örtülü müdahalenin de olduğunu biliyoruz. Günümüze kadar uzanan süreç içerisinde sadece yasaklarla baskı uygulanmıyor basın üzerinde. Aynı zamanda kamuoyu oluşturmak amacıyla, akçeli ilişkileri canlı tutarak iktidarlar kendi yayın organlarını oluşturuyor. Muhalif basın, yandaş basın (günümüz tabiriyle) ikiliği oluşturularak, basın bir anlamda propaganda malzemesi ve aracı haline getiriliyor. Haber dediğimiz olguyu istesek de, istemesek de bir noktadan sonra ideolojik ürün olarak görmeye başladığımızda toplum habercinin tarafsız tutumunu bir kenara bırakıp, ideolojik tercihler doğrultusunda haberleri kaynak gösterip, kendi doğrularını oluşturmaya başlıyor. Aslında bu kısa açıklamamızın nedeni konunun karmaşık olduğunu okuyucularla paylaşmaktır. Gazetecileri, gazetecilerin ürünlerini ve gazeteleri eleştirirken bu olguları göz önünde tutmak gerekecektir.


İdeolojik kavram

Eğer tartışmalarda bu olguları göz önünden uzak tutarsak, tarafsızlık ilkesi kendiliğinden zedeleneceğinden, toplumsal doğruluk anlayışı aslında kendisi başlı başına ideolojik bir kavram olan söylemin bir parçası olacağından basın konusunu ele alırken kriter ortaya koymak gerekiyor. TC anayasasında yazılı olan kriterler içerisinde konuyu ele aldığımızda en azından Türk basın kavramı yasaklar karşısında daha da özel bir anlam kazanacaktır. İtilaf Devletlerinin İstanbul’u işgal etmesinin ardından, Vatansever Subayların Anadolu’ya geçerek direniş sürecini başlatıp, Kurtuluş Savaşı’nın ardından, TC’nin kuruluşuyla bitecek olan dönemin önünü açmalarıyla birlikte aslında Türk Basını’nda da ilk ayrım yaşandı. Bu ilk ayrımın ilk bakışta yasaklar ile bir bağlantısı olmadığı düşünülse de bağımsız basına giden yolda, ayrıca giriş bölümüne koyduğumuz Türk basını kriteri açısından önem taşımaktadır.


Türk basını ikiye ayrıldı

Kurtuluş Savaşı’yla Türk basını İstanbul ve Ankara diye ikiye ayrıldı. Türk Basın tarihinin önemli ayrımlarından biri olarak kabul edilen bu ayrım, tarihsel süreç içerisinde bir anlamda TC’nin iktidarlarının politikalarına da yansıdı. Basın kuruluşları kimi zaman yandaş oldu, kimi zaman muhalif. Kimi zaman hedef oldu, kimi zaman akçeleri cebine indiren şirketler. Hatta öyle dönem geldi ki vatan üzerine oynanan oyunların merkezinde birden kendilerini buldular. Gazeteciler de vatansever, vatan haini oldu. Bugün içinden geçtiğimiz sürecin temelinde bu yatıyor önermesi de ifade ettiğimiz açıdan anlam kazanmaktadır. Bizim durumuz ise biraz farklı. Teknolojik gelişmeler ve özellikle görsel basın ve internet basının varlığı artık bazı ara kurumları gerekli kılsa da ne yasak olgusunu ortadan kaldırabildi, ne de sert eleştirileri. Hatta öyle bir durum ortaya çıktı ki artık iktidarlar hatta siyasal partiler ve baskı grupları teknolojiyi kullanarak hem yasakları delmeye çalışıyor, hem de sansürle karşılaşıyor. Ancak değişmeyen yine yandaşlık ve karşıtlık kavramları. Tabii ki yasaklar...


Yıl 1950... DP İktidar... Demokrasilerde de sansür olur

Türkiye’de basın-siyaset-yasak şeytan üçgeniyle kamuoyu o dönemde yeterli derecede tartışamasa da DP döneminde tanıştı. Bu dönemde elbette bu konuyu sadece basın düzlemine sıkıştırmak doğru olmayacaktır. Bunun yanında DP döneminin demokrasi algılayışındaki eksik doğruların bir sonucu olarak basın üzerindeki yasaklar anlam kazanacaktır.


Tahammül edemedi

DP iktidarı bir anlamda iktidara gelene kadar muhalif söylemlerinin meşruiyetini basın aracılığıyla kamuoyunun gündemine taşırken, iktidara geldikten sonra, kendi eksikliklerinin aynı yoldan söylenmesine alışamadı. Alışamamak şöyle dursun, sert tepki gösterdi. Siyasi anlayış milleti şaşırttı. İktidara gelene kadar muhalif anlayışı basında görmekten hoşlanan DP, kendisine yöneltilen muhalefete pek de hoşgörülü yaklaşmamıştı.


Basının gücü

Öncelikli olarak basının gücünün ne anlama geldiğini yaşayarak öğrendi. DP’nin iktidara gelmesi basının muhalif anlayışa yer vermesinin yanında toplumda tek parti döneminin hatalarından da meşruiyet zemini bulmuştu. Bu nedenle siyasi hatalar ile basın kuruluşlarının yayınları arasındaki farkı DP’nin biraz eksik okuduğu sonucuna varmak pek abartılı olmayacaktır. DP’nin iktidarı sadece basın kuruluşlarının muhaliflere yer vermesinden değil, tek parti iktidarının hatalarından kaynaklanıyordu. Dördüncü kuvvet sadece bunları duyurmuştu. Ancak aynı kuvvet bu sefer önce muhalefet sonra yürütmenin başına gelen siyasi yapıya da yanı yaklaşımı göstermeye başlayınca acemi jokey pozisyonuna düşen DP hatayı basının üzerinden çözmeye çalıştı.


Oysa DP özgürlükçüydü...

Bu sefer de basın iktidar ilişkileri kontrolden çıkarak, yasakların önünü açtı. Demokrasi tarihimizde “Dörtlü Takrir” diye bilinen sürecin sonunda DP kuruldu. Muhalefetteyken özellikle “Basın Kanunu”nun anti demokratik hükümlerini eleştiren DP kurmayları, iktidara geldikten sonraki ilk birkaç yılda da bu tutumlarını sürdüreceklerdi. Kuruculardan biri olan Celal Bayar, “Bugünkü basın kanunu hür basını sağlamaktan uzaktır” diyor, Adnan Menderes ise yayın hürriyetinin, yurttaşın şahsi ve siyasi hak ve hürriyetlerinin teminatı olduğunu belirterek “Basın hürriyeti olmadığı yerlerde vatandaşın diğer hak ve hürriyetleri de tehlikeye düşeceği gibi, topluluk hayatı, gizliliğin, kapalılığın kiri ve pası altında çürümeye mahkumdur” söylemleriyle Türk basınına hoş görünüyordu. 1947 yılına kadar süren sıkıyönetim dönemlerinde Hükümetin basın üzerindeki kısıtlamaları, 1931 tarihli Matbuat Kanunu’na dayanıyordu. CHP’nin yoğun ve baskıcı döneminde parlamentoda örgütlenen muhalefet, özellikle “basın özgürlüğü” nün en büyük savunucusu oldu. 1947 yılında seçimler yapılacaktı. “Basına özgürlük” söylemleri, DP arkasındaki kamuoyu desteğini artırıyordu.


Menderes umut olmuştu

İktidardaki CHP, 1946 tarihine çekilen genel seçimlerde kendisine karşı başlatılan basın muhalefetine karşı, 1931’den kalma kanunun, “Gazete ve dergilerin kapatılması” ile ilgili hükümlerini değiştirdi. Bundan böyle yayın organlarını kapatma yetkisi hükümete değil, bağımsız mahkemelere ait olacaktı. Yine 1946 yılında bir başka yasa çıkarılarak, basın suçları affedildi, Basın Birliği kaldırıldı. DP’nin muhalefeti, CHP’yi “daha demokratik” olmaya zorluyor gibiydi. Bu yasalar Meclis’te görüşülürken Adnan Menderes’in gazete ve dergi kapatılmasının basın hürriyeti için çok ağır bir baskı olduğunu söylemesi, Türk basını için “umut” olmuştu. Seçim tarihi yaklaştığında, Türk basınında da “saf” lar tutuldu. İktidara geldiğinde, özgürlükçü bir ortam sağlama sözü veren Adnan Menderes’i gazeteler “Geleceğin lideri” olarak tanıtıyordu. Muhalefetteyken “demokrasi” sözcüğünü dilinden düşürmeyen DP’liler, iktidara geldikten sonra basına yönelik baskılarını kademe kademe artırmaya ve muhalefetteyken kendilerini destekleyen gazetecilerle “şahsi” kavgalara tutuşmaya başladılar.


İlk yıllar çok güzeldi

Demokrat Partililer, iktidarlarının ilk yıllarında özgürlük söylemlerine bağlı kaldılar. Partinin I. Hükümet programında bile basın ile ilgili yasal düzenlemelere geniş yer verildi. Matbuat ve ceza kanunları içindeki anti demokratik hükümleri demokrasi ruhuna uygun düzenlemelerle kamuoyu önüne getireceklerini taahhüt ediyorlardı. Basından Sorumlu Devlet Bakanı Mükerrem Sarol’un gayretiyle, hükümetin kurulmasından iki ay sonra yeni bir Basın Kanunu çıkarıldı. 5680 sayılı Basın Kanunu ile hükümete tanınan geniş yetkiler ortadan kaldırıldı. Gazete çıkarmak için izin almak mecburiyeti olmayacak, bildirimde bulunmak kafi sayılacaktı. Basın suçları Toplu Basın Mahkemeleri’nde yargılanacaktı. Gazete sahiplerinin, yayımlanan haber ve yorumlardan dolayı cezai sorumluluğu ortadan kaldırıldı ancak yazı işleri müdürleri ve yazarların sorumluluğu devam etti. 1952 yılına kadar Türkiye’nin o dönem en fazla okunan yayın organları olan Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, Akşam, Yeni Sabah, Yeni İstanbul gibi gazeteler, basınla arasını iyi tutan DP’yi destekledi.


Gazetelerin çizgisi

Bunların arasında, muhalif Vatan Gazetesi ve Başyazarı Ahmet Emin Yalman da vardı. Zafer Gazetesi Demokrat Parti’nin yayın organıydı. Ulus gibi birkaç gazete muhalefetteki CHP’yi destekliyordu. Bu nedenle her iki gazetenin çizgisi de sapmadı. DP, Basın Kanunu’nun ardından 1952 yılında da “Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkındaki Kanun”u yürürlüğe soktu. Yasayla gazetecilere yıllık ücretli izin kıdem gibi haklar tanınıyor, sözleşme şartı getiriliyor ve sendika kurma hakkı veriliyordu. Bu dönem Gazeteci Yalman’ın deyimiyle “Basının Altın Devri” idi. Tüm basın çalışanlarını rahatlatan bu iki yasaya ek olarak, Demokrat Parti, “yandaş” olarak kabul ettiği yayın kuruluşlarına bazı “ek” ayrıcalıklar tanıyacaktı. DP’nin tüm iktidar döneminde devam eden bu ayrıcalıklar kapsamında, ceza davalarında yandaş basını gözetmek, kredi imkanları, belediyelerden imar kolaylıkları, resmi ilan imtiyazı yer alacaktı. Resmi ilanlar, bu ayrıcalıklar içinde ayrı bir öneme haizdi. Çünkü ilanlar, Hükümet tarafından basın üzerinde hem destek hem de baskı aracı olarak kullanılıyordu. Zaten 1951 tarihli bir yasal düzenlemeyle, resmi ilan dağıtımı Bakanlık yetkisine bırakılacaktı.

YARIN: DP’NİN GÖLGEDE KALAN YÜZÜ


Macit SOYDAN - YENİÇAĞ, 30 Ocak 2010