1. yüz (Toplam 1 yüz)

Basını hiç sevmediler -4- / Macit SOYDAN

İletiGönderilme zamanı: Sal Şub 02, 2010 4:47
gönderen Oğuz Kağan
Basını hiç sevmediler -4-

Baskıcı icraatlara büyük tepki geldi

DP iktidarının baskılarından ilk olarak Ulus gazetesi nasibini aldı. Gazete, İnönü’nün yazdığı bir makaleyi yayınladığı için süresiz kapatıldı.

Gece yarısı parlamentoya sunulan ve alelacele kanunlaştırılan yeni Basın Yasası, DP Genel Başkanı Adnan Menderes’in “kendine özgü bir demokrasi iklimi” yaratma gayreti olarak yorumlandı.

1955 yılına gelindiğinde DP iktidarının yasakları sürmeye devam ediyordu. Baskılardan ilk olarak CHP yayın organı olarak kabul edilen Ulus gazetesi nasibini aldı. Gazete İsmet İnönü’nün yazdığı bir makaleyi yayınladığı için süresiz olarak kapatıldı. Aynı yıl içerisinde yayınladıkları haberlerden dolayı Hürriyet ve Tercüman gazeteleri de 15 gün yayın yapmama cezası aldı. Hergün gazetesi de iktidarın baskıcı tutumundan kurtulamadı. Ulus gazetesi 1 ay kapalı kaldıktan sonra yayına başladığı ilk gün, “Türk Ordusu Ancak Vatanının Hizmetindedir” başlıklı bir yazı yayınladı. Bu yazı nedeniyle Ulus gazetesi bir kez daha ceza aldı ve 32 gün yayınına ara verdi. Bu yasakların yanında Ankara’da yayın yapan gazetelere de baskılar sürdü. Medeniyet Gazetesi “Batı Trakya Türkleri ve Acıklı Durumları” isimli makale nedeniyle süresiz olarak kapatma cezası aldı. Dünya Gazetesi ise “DP Grubunda Huzursuzluk Arttı” başlıklı haberden dolayı 15 gün kapatma cezası aldı. Yasakların önüne geçilemiyordu.


Yayın yapmama yasağı

Demokrat Parti yayın yapmama yasağının yanında bir ciddi yasak hamlesi daha gerçekleştirdi. DP iktidarı 1956 yılında 6334 sayılı kanunda değişiklikler yaparak yürürlüğe geçirdi. Bu değişiklik Türk basınında yeni bir dönemin de başlangıcı oldu. Tasarıda, gazete sahiplerinin aynı zamanda gazetenin yazı işleri müdürlüğünü de sürdürmek zorunda oldukları belirtiliyordu. Mesul müdürlük ve muhabirlik vazifelerinde bulunabilmek için lise mezuniyeti şartı getirilirken, yazı işleri müdürlerinin yayınlanan yazı veya resimlerin sahiplerini hüviyetleri ile birlikte savcılığa 24 saat içinde bildirmeleri talep ediliyordu. Tekzip ve cevapların ertesi günkü nüshada yayınlanması mecburiyeti getiriliyor, ayrıca tekzibin aynı puntolarla neşredilmesi koşulu öne sürülüyordu. Gizli yapılan toplantılardaki görüşmelerin ve alınan kararların hiçbir surette yayınlanmaması gerekiyordu. Bazı hallerde, hükümete, yayın organını bir ay ile üç ay arasında kapatma yetkisi verildiği belirtiliyordu. Namus, şeref ve haysiyete dokunacak, resmi sıfatı olanları küçük düşürecek nitelikte yayınlarla devletin saygınlığına dokunacak, halkın devlete güvenini sarsacak yazılar yasak kapsamına alınıyordu. Gazeteci sanıkların, mahkûmiyetleri kesinleşmeden tutuklanmalarını engelleyen mevcut 39. madde hükmü de ortadan kaldırıldı. İmzasız yazıların sahibi sorulduğunda en geç 24 saat içinde savcılığa bildirilme yükümlülüğü getirildi.


Demokrasi iklimi yaratma gayreti

Gece yarısı operasyonları DP iktidarlarının da başvurdukları bir yöntemdi. 1956 yılında bir gece yarısı parlamentoya sunulan ve muhalefetin tüm karşı çıkışlarına rağmen alelacele kanunlaştırılan yeni Basın Yasası, DP Genel Başkanı Adnan Menderes’in “kendisine özgü bir demokrasi iklimi” yaratma gayreti olarak yorumlandı. Kanunun anti-demokratik hükümleri, başta CHP ve Hürriyet Partisi tarafından kıyasıya eleştirildi. Yasa tasarısının hürriyet düzenini tam anlamıyla ortadan kaldırmayı hedeflediğini iddia eden muhalifler, “Bu kanun sadece basına tevcih edilmiş bir suikast değildir, aynı zamanda muhalefete de yöneltilmiştir” söyleminde birleşti.


Matbuatı yıldırmak

Prof. Dr. Fuad Köprülü ise aynı gün yazısında şunları dile getirmişti:

“İstanbul’da sırf matbuatı yıldırmak gayesiyle, örfi idareyi alet ederek kapattığı iki gazeteyi çıkartmamakta hala inat eden bir hükümete ve onun yazıcılarına matbuat hürriyetinden bahsetmek mantıksız olur. Türkiye’de bugünkü Dimitrof ve Tito rejimlerine, yahut yıllarca hayran kaldıkları eski Hitler ve Mussolini sistemlerine benzer bir idare kuramamak hasretiyle hala yanıp tutuşanlar için, memleketteki matbuat hürriyeti kafi değil, hatta çok fazla görülebilir. Fakat biz onlara değil hakiki demokrasinin ne demek olduğunu bilen ve Türkiye’de artık bunun gerçekleştirilmesi zaruretine inanan insanlara hitap ediyoruz.

1908 meşrutiyetinde, Osmanlı İmparatorluğu içindeki muhtelif unsurlar, dışarıdan gelen teşviklerle, imparatorluğu yıkmak için türlü türlü teşebbüslerde bulunuyorlardı. Saltanat ve şeyhülislamlık gibi ortaçağ müesseseleri henüz yıkılmamıştı. Bütün bunlara rağmen o zaman yapılan Matbuat Kanunu, bugünkünden çok daha demokratikti.” Kanunun ilk kurbanı ise Halk gazetesinden Ratip Tahir Burak adlı bir karikatürist ve karikatürünü yayınladığı gazete olmuştu. Gazete, yeni Basın Kanunu gerekçe gösterilerek toplatıldı. Gazetenin sahibi ve yazı işleri müdürü hakkında savcılık tarafından soruşturma başlatıldı.


Batıdan eleştiri geldi

Menderes Hükümeti’nin basına karşı sergilediği tutum, Batı’da bile eleştiri konusu olmuştu. Uluslar arası Basın Enstitüsü (IPI) yeni kanunların sıkıyönetimin kaldırıldığı gün yürürlüğe girdiğini hatırlatarak “Bunlar sıkıyönetimi aratmayacaktır. Halkı telaşa düşürecek haberlerin yayılması yasak edilmiştir. Bir parti içerisinde görüş ayrılıkları olduğunu yazmak yasaktır. Meclis toplantılarının yazılması sınırlandırılmıştır. Cezalar ağırlaştırılmış, sorumluluklar artırılmış, haberleşme olanakları daraltılmıştır. Yeni kanunlar basın özgürlüğü için çok ağır bir tehdit sayılır. Enstitü, Türk basınının çok büyük bir çoğunluğunun yeni tedbirleri protesto etmesini sevgiyle karşılar, basın özgürlüğünün ve demokratik kuruluşların korunması için savaşan Türk gazetecilerine saygılarını bildirir” mesajını gönderdi. ABD’deki Times Dergisi ise “Basını Tazyik Altında Tutmağa Ne Lüzum Var?” diye soruyordu. Türkiye’deki basın yasalarının eleştirildiği yorumda bir yabancı gazetecinin Adnan Menderes hakkında söylediği şu sözler, Türk basınında da geniş yer buluyordu: “Menderes uçurumun kenarında yürümekten zevk alan bir adamdır. Karşısına günün birinde uçurumlardan ondan fazla zevk alan biri çıkabilir.”


Tezatlar, tezatlar

Basının tümü Demokrat Parti iktidarının karşısında değildi. Örneğin Zafer Gazetesi, “iktidarın sesi” olarak biliniyordu. Zafer Gazetesi’nin bu ününü sonuna kadar hak ettiği ise ortadaydı. Gazete, 1956 yılında çıkarılan ve basın özgürlüklerini neredeyse tamamen ortadan kaldıran yeni kanunu, “Tezatlar Tezatlar” adlı başyazısında şu sözlerle savunuyordu: “Basın hürriyetinin suiistimalleri içinde sarmaşıklar gibi boy atmış ve rejimin bünyesine sarılmış olan bazı gazetelerimiz, bu yeni devrenin icaplarını henüz idrak edememiş olmaktan gelen bir durgunluk ve şaşkınlık içerisindedirler. Kendi kendilerine neleri yazamayacaklarının muhasebesini yapmakta olduklarını açıklıyorlar. Bu muhasebenin çok uzun sürmesine ihtiyaç yoktur. Çünkü nezahet ve nezaketi muhafaza etmek ve yalan havadis vermemek şartıyla yapmayacakları, yazamayacakları hiçbir mevzuu yoktur.”


Tasarıyla matbuat manen prangaya vuruldu

Hürriyet Partisi, Hükümetin alelacele Meclis’e getirdiği yeni Basın Kanunu tasarısının matbuat aleyhine ağır hükümler içerdiğini savunarak “Tabir caizse hürriyetin yaşamak için muhtaç olduğu hava diye tarif edilen matbuat manen prangaya vurulmuştur” açıklamasını yaptı. Basına ağır sınırlamalar koyan yasa tasarısının, basını Hükümetin ekonomi siyaseti ile iflas noktasına gelen Türk basınını buhrana sürükleyeceğini ileri süren Hürriyet Partililer, DP Hükümeti’ni “Seçim ortamını kendi menfaatleri doğrultusunda oluşturabilmek için” yasalara müdahale etmekle suçluyordu. Partinin Kocaeli Milletvekili olan Turan Güneş, Basın Kanunu’nun aslında bir süredir devam eden bir yolun aşaması olduğunu ve iktidarın bir polis devleti olma yolunda ilerlediğini söyleyerek “Şiddet kanunu” olarak tanımladığı yasa ile ilgili olarak parlamento kürsüsünden şöyle sesleniyordu: “1954 seçimlerinden itibaren DP liderlerinin peşinden gidenlerin yapmakta bulundukları şey, memleketi hürriyetlerinden mahrum etmektir. Basın hürriyetinin kısılması ile demokratik mekanizmanın tamamen bozulmasını temin etmektedirler. Aslında bu kabil kanunlarla iktidarda kalacağını zannedenler tarih kültürleri sıfır olanlardır. DP liderleri bir hakikati görmemektedirler. Bir diktatörün ebediyen iktidarda kalması görülmemiştir. Bu kanun hürriyet nizamını ortadan kaldırmaya matuftur.”


Alternatif bir model

Demokrat Parti tek sesli bir kamuoyu yaratmayı hedeflemese de icraatların sonucu tek sesli bir toplum isteği açıkça ortaya çıktı. DP, CHP’ye karşı muhalif bir söylemle ortaya çıkarak, kısa zamanda kendisine destek bulsa da kendine karşı muhalif seslere pek sıcak bakmıyordu. DP iktidarının basına yönelik baskıcı icraatlarından söz ederken, aynı zamanda sosyal kurumlara da aynı baskıyı gündeme getirdiğini, dahası da cumhuriyet kurumlarına da aynı yaklaşımı sergilediğini söylemek yerinde olacaktır. Bu DP’nin politik yerinin tam olarak belirlenemeyişinden kaynaklanan bir sonuç olarak kabul edilebilir. DP her ne kadar CHP’nin tam karşısında olan söylemleri hayata geçirmek istese de, bu tüm anlamıyla karşıt söylemlerin uygulanması oldu. Kısa sürede de geri tepti. Alternatif bir model uygulamak, üretmek yerine CHP’den kaynaklanan muhalif söylemiyle ayakta kalmakla, iktidarda durmak istedi. Türkiye’nin çok partili hayata geçiş sürecinde yaşadığı ve maalesef bugün popüler parlamenter demokrasinin yakalandığı kronik söylem hastalığının temeli de bu dönemde atılmış oldu. Buna muhalifler de ayak uydurunca, Türk toplumunda demokrasi sadece muhalefet yapmak ve iktidar olmak olarak algılandı” diyordu.

YARIN: GAZETELERE TEKZİP YAĞMURU BAŞLADI


Macit SOYDAN - YENİÇAĞ, 1 Şubat 2010