1. yüz (Toplam 1 yüz)

Basını hiç sevmediler -14- / Macit SOYDAN

İletiGönderilme zamanı: Cum Şub 12, 2010 2:42
gönderen Oğuz Kağan
Basını hiç sevmediler -14-

ANAP iktidar oldu ama günah keçisi değişmedi

12 Eylül darbesinin ardından iktidara gelen Özal döneminde de basın açısından bir şey değişmedi. Davalar yine havada uçuşmaya devam etti.

12 Eylül darbesinin ardından Türkiye’de yepyeni bir dönem başladı. Milli Güvenlik Konseyi’nin gölgesinde geçen yılların ardından Türkiye’nin kaldığı yerden devam etmesi gerekiyordu. İç ve dış konjonktür de bunun gereğinin yapılmasını söylemeye başlamıştı. Bu şartlarda basının yaklaşık üç yıllık bir karanlık dönemi oldu. Yıldırım baskılarla duyurulan darbenin ardından basın da bir anlamda darbe yedi. Artık Türkiye’de göreceli olarak da olsa özgürlüklerin önü yeniden açılmalıydı.


‘Ama’ ile başlayan kısıtlamalar

1982 Ama (!) Yasası’nın (1982 anayasası ilk haliyle anayasa hukukçuları tarafından yıllarca ‘ama yasa’ olarak yorumlandı. Bireysel özgürlüklere yer verilen her maddenin sonunda ama ile başlayan bir kısıtlayıcı cümlenin bulunması bu isim ile anayasanın anılmasına neden oluyordu) ardından Türkiye seçimlere gitti. Ancak basın açısından değişen bir şey yine de olmadı. Davalar havada uçuşmaya devam etti. Fikir suçu yıllarca tartışılacak bir kangrene dönüşüyordu. Türkiye’de seçimler yapıldı ama... Gerisi tam anlamıyla soru işaretleriyle dolu bir süreçti. Her ne kadar ANAP ilk iktidara geldiği yıllardan bu yana Türkiye dünya ile bütünleşiyor dense de dünya ile bütünleşmenin faturasını eleştirilerin odak noktasındaki gazeteciler alacaktı. İktidar değişmiş, günah keçisi değişmemişti. Günahların odağında yine Basın yayın organları ve basın mensupları vardı. Yeni dönemin başlangıcıyla birlikte oyuncuların isimleri değişmiş, aktörler ve yöntemler aynı kalmıştı. Toplumun üstünden herkesin ifade ettiği gibi silindir gibi geçen 12 Eylül cuntasının kalıntıları, yılları heba edecek miraslarını Türk toplumuna ve yayın hayatına bırakıyordu.


Baskılar ANAP döneminde de sürdü

6 Kasım 1983 tarihinde yapılan milletvekili seçimlerinde ANAP 211 milletvekili çıkardı ve tek başına iktidar oldu. Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Turgut Özal’ı hükümeti kurmakla görevlendirdi. Umut olarak görülen ve halkın büyük bir bölümünün teveccüh gösterdiği Anavatan Partisi de ne yazık ki 12 Eylül cuntasının yasakları, baskıcı uygulamaları ve işkencelerini aynen sürdürdü. Basın tarihi açısından ise Turgut Özal dönemini tanımlamak için “kapkara”nın en uygun başlık olduğu görüldü. Anımsanacağı üzere Türk Ceza Yasası’nın düşünce suçunu düzenleyen meşhur maddelerinin numarası 141 ve 142’ydi. Bu maddeler, 1936’da faşist Mussolini İtalya’sının ceza yasasından aynen alınmış ve yarım yüz yılı aşkın bir süre, Türkiye’de düşünenlerin tepesinde “Demokles’in Kılıcı” misali sallanmıştı. “Kılıç” salt sallanmıyor, çoğu zaman kelle de alıyordu. Nice yazar - çizer bu maddelerden dolayı zindanlara tıkılmış, olmadık eziyetlere maruz bırakılmıştı. Bu süre boyunca binlerce yazar, aydın, sanatçı, bilim insanı ve gazeteci bu yasa maddelerinden dolayı göz altına alındı, işkence gördü, tutuklanıp uzun yıllarını duvarlar ardında geçirdi.


Olumlu bir adım gibi görünüyordu

Turgut Özal ve ANAP iktidarı TCK’yı bu meşhur maddelerden arındırdı. Bu görünüşte olumlu bir adım gibi duruyordu. Ancak gerçek hiç de öyle değildi. İlk iki maddenin tanımladığı suçlar, bu kez yeni ve daha ağır cezalar öngören bir yasanın düzenlemesine konu edilmişti. Bu, “Terörle Mücadele Yasası’ydı. Artık bu yasayla düşünce ifadesi terör eylemi muamelesi görüyordu.


Ağır bir infaz rejimi

Terörle Mücadele Yasası’nın 8. maddesi şöyleydi: ” Hangi yöntem, maksat ve düşünceyle olursa olsun, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı hedef alan yazılı ve sözlü propaganda ile toplantı, gösteri ve yürüyüş yapılamaz “ Bu yasayla aynı suça eskisinden çok daha ağır bir ceza ve infaz rejimi getirilmiş oluyordu. Böylece terörle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir düşüncenin yazılması, konuşulması, bu doğrultuda demokratik etkinlikte bulunulması, Terörle Mücadele Yasası’nın 8. maddesi kapsamında değerlendirilmekteydi.


Özgürlükler daha da kısıtlandı

1992 - 1993 yıllarında şu gazeteciler hakkında ceza davası açıldı:

Aziz Nesin, Altan Öymen Eren Güvener, Togay Bayatlı, Rıdvan Yelekçi, Hasan Kılıç, Fahrettin Kerim Avcı, Yusuf Cacım, Orhan Duru, Gülgün Feyman, Kaan Yakuphanoğulları, Kadir Mısıroğlu, Yalçın Küçük, İsmail Beşikçi, Kurthan Fişek, Soner Yalçın, M. Güner Yazgan, Servet Engin, Sadettin Teksoy, Can Yücel.

Baskılar sürmekte iken Çağdaş Gazeteciler Derneği Genel Başkanı Mustafa Ekmekçi’nin basında sansürün kaldırılışının 85. yıl dönümü dolayısıyla yaptığı açıklama gündeme bomba gibi düştü:


Sansürde ince yöntemler

Sansürün kaldırılışının 85. yıl dönümünde Türkiye’de özgürlükleri kısıtlayan başta Anayasa olmak üzere tüm yasaların yine yürürlükte olduğunun vurgulandığı açıklamada, buna karşın, bizce insanlık ve demokrasi düşmanı karanlık güçler tarafından tırmandırılan terör bahane edilerek zaten kısıtlı olan özgürlükler, genişletilmesi gerekirken tam tersine daha da daraltılmak istenmektedir. Sansürün niteliği 85 yıl içinde değişmiştir. Sansür artık daha ince yöntemlerle gerçekleştirilmektedir. Kağıt zamları, yazı işleri müdürlerine yönelik hapis ve tazminat davaları, dağıtımın engellenmesi, gazetecileri hedef alan saldırı, sindirme ve öldürme olayları, işte bu yeni sansür anlayışının somut örneklerini oluşturmaktadır. Tüm bu antidemokratik engellemeler ve baskılar tamamen ortadan kalkmadıkça basından sansürün kaldırıldığını söylemek kandırmacadan başka bir şey değildir“ denildi.


Terör gerekçe gösterildi

Terör gerekçe gösterilerek özgürlüklerin baskı altında tutulamayacağı, kısıtlanamayacağı ve durdurulamayacağının vurgulandığı açıklama şöyle devam etti: ”Şuna kesinlikle inanıyoruz ki, terör de, toplumsal sorunlar da baskıcı, antidemokratik politikalarla değil ancak ve ancak özgürlüklerin hiçbir gerekçeyle kısıtlanmadığı çağdaş devlet anlayışının ülke yönetiminde egemen kılınmasıyla çözümlenebilir. Halkımızın da, gazetecilerin de çoğulcu demokratik bir rejimin vazgeçilmez unsuru olan özgürlüklere dolayısıyla sahip olmaya hakkı vardır.


Antidemokratik hükümler

Türkiye, terör bahanesiyle, düşünce ve basın özgürlüğünün askıya alınabildiği, yazarların, gazetecilerin mahkeme kapılarında süründürüldüğü, demir parmaklıklar arkasında tutulduğu bir ülke haline getirilmek istenmektedir. Terör, demokratikleşme özlemlerinin, özgürlüklerin önüne bir umacı gibi çıkarılarak, anti demokratik bir yönetim biçiminin egemen kılınmasına yönelik sinsi politika adım adım gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Bu politikanın bir parçası olarak insan hakları ihlalleri, kitap toplatılması, gazete ve dergilere polis tarafından el konulması, görevlerini yapan gazetecilerin coplanması, işkence görmesi, cezaevlerinde çile doldurması, öldürülmesi pervasızca sergilenmektedir. Çağdaşlaşma ve demokratikleşme önündeki engellerin kaldırılmasının zorunlu olduğunun ifade edildiği açıklama şu sözlerle bitiyordu: “Bu çağ dışı barajlar yıkılmadığı sürece Türkiye’nin uygar bir ülke olması olanaksızdır.”


Gazetelere dava üstüne dava açıldı

Anavatan Partisi döneminde gazetelere açılan davalar da dikkat çekti. 1988 - 1989 arası gazetelere tam 263 dava açıldı. Aleyhine ceza ve tazminat davaları açılan gazeteler şunlardı:

Tan: 56 hukuk, 15 tazminat davası
Günaydın: 45 hukuk, 9 tazminat davası,
Güneş: 27 hukuk, 20 tazminat davası,
Hürriyet: 18 hukuk, 18 tazminat davası,
Milliyet: 7 hukuk, 13 tazminat davası,
Cumhuriyet: 8 hukuk, 9 tazminat davası,
Ulus: 10 hukuk, 1 tazminat davası,
Milli Gazete: 2 hukuk, 4 tazminat davası,
Türkiye: 1 hukuk davası


Gazetecilere 31 yıl hapis

Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın 1991’de yayınladığı raporda basına yapılan baskılarla ilgili geniş bilgi bulunmaktaydı; Bu rapordaki bilgiler şöyleydi:

“1991’de 29 kitap toplatıldı. 121 gazete ya da dergiye el konuldu, sansür uygulandı, bazılarının yayını durduruldu, bazıları toplatıldı.

17 kitap ile 63 gazete ve dergi hakkındaki toplatmaya ya da el koyma kararları TCK’nın 141, 142 ve 163. maddeleri yürürlükten kaldırıldıktan sonra verildi.” Diğer yandan gazeteci ve yazarlara yıl içinde toplam 31 yıl bir ay hapis cezası verildi. 20 gazeteci ya da yazar tutuklandı. Tutuklananlar arasında ilk sırayı sosyolog İsmail Beşikçi aldı. İsmail Beşikçi, yıl içinde üç kez tutuklandı ve 121 gününü hapishanelerde geçirdi. Yazdığı 4 kitap toplatıldı. 1993 yılında, 2000’e Doğru, TRT, Hürriyet, Bugün Gazetesi, Türkiye Gazetesi (2 ayrı dava), Zaman Gazetesi (2 ayrı dava), Süper Tan Gazetesi, Yeni Günaydın, Gün Gazetesi, Sabah, Meydan, Tercüman, Milliyet (10 ayrı dava), Interstar (20 ayrı dava) gibi dergi, gazete ve televizyon kanalına tazminat davası açıldı.

YARIN: İPLER NASIL KOPTU?


Macit SOYDAN, YENİÇAĞ, 12 Şubat 2010

Re: Basını hiç sevmediler -14- / Macit SOYDAN

İletiGönderilme zamanı: Cum Şub 12, 2010 3:37
gönderen Osman_Pasa
O zaman ki basini bilmem ama bugun icin Basbakan az bile yapiyor . Aydin Dogan icin gram uzulmedim , ettigini buldu . Hele Turgay Ciner insanda iki gram gurur olur elinden Sabah Gurubunu aldilar , yeni gurup kurdu , bir ihaleye her seyi sineye cekti ... Zaten yandas basina diyecek laf yok ...

Sozcu , Yenicag Cumhuriyet disinda baska ozgur milli , gazete yok . Ama olarda bir Nihat Genci ya da Yalcin Kucuk hocayi kadrolaina dahil etmeyi akil edemiyorar ?

O yuzden toplam tirajlari 200.000 civarinda kaliyor..

Re: Basını hiç sevmediler -14- / Macit SOYDAN

İletiGönderilme zamanı: Cum Şub 12, 2010 3:42
gönderen Türk-Kan
Osman_Pasa yazdı:O zaman ki basini bilmem ama bugun icin Basbakan az bile yapiyor .

Şu ana kadar yayınlanan 14 bölümlük yazı dizisi de o günleri ve bugünü anlamamız için esasen...

Re: Basını hiç sevmediler -14- / Macit SOYDAN

İletiGönderilme zamanı: Cum Şub 12, 2010 3:55
gönderen Osman_Pasa
Paylasan arkadasin emegine tesekkurler ... Insallah Hasan Cemal , Cengiz Candar , Barlas , Ilicak ve benzerlerininde tarafsiz yargiya hesap verdigini gorucez ...