1. yüz (Toplam 1 yüz)

Darbeleri okuma kılavuzu -7- / Selcan TAŞÇI

İletiGönderilme zamanı: Prş Mar 04, 2010 0:09
gönderen Oğuz Kağan
Darbeleri okuma kılavuzu -7-

Erbakan da okyanus ötesini işaret etti

Postmodern darbe olarak anılan 28 Şubat’ın yıldönümünde konuşan Necmettin Erbakan, Refah Partisi’nin iktidardan uzaklaşması, kapatılması, bölünmesi ve AKP’nin ortaya çıkmasıyla sonuçlanan sürecin Amerikalılar tarafından organize edildiğini öne sürdü. Erbakan, 28 Şubat’la ilgili olarak, Amerikan Dışişleri Bakanlığı’ndan Türkiye Büyükelçiliği’ne gönderilen bir mektup bulunduğunu ve bunu kasasında sakladığını söyledi.

Benzer bir iddiayı, geçtiğimiz hafta içinde de, 28 Şubat öncesinin İçişleri Bakanı, TBMM Başkanvekili Meral Akşener gündeme getirmişti.

Biz de bugün, Cumhuriyet tarihindeki ilk askeri müdahaleyi; 27 Mayıs’ı, bütün darbelerin kesişim noktası olan ABD’den izleyen bir gazeteciyle, Orhan Karaveli’yle konuştuk.

Yeni İstanbul, Milliyet, Son Saat, Vatan ve Cumhuriyet gazeteleri ile çeşitli dergilerde de yazan ve yöneticilik görevlerinde bulunan Karaveli, 27 Mayıs 1960 darbesi arifesinde Amerika’daydı. Cumhuriyet tarihinde askeri darbe ile iktidardan uzaklaştırılan ilk, idam edilen tek Başbakan olan Adnan Menderes’in son dış gezisinde yanındaki tek ’aktif gazeteci’ de oydu. ABD’ye Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Maliye Bakanı Hasan Polatkan (tesadüf sonra üçü de idam edilecekti), Basın Yayın Genel Müdürü Altemur Kılıç, Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun, Washington Büyükelçisi Suat Hayri Ürgüplü ve dönemin üç büyük gazetesinin sahipleri Haldun Simavi (Hürriyet), Ercüment Karacan (Milliyet) ve Nadir Nadi (Cumhuriyet) ile giden Menderes, “Aramızda bir de, bol bol veryansın edecek Vatan’cı bulunsun” diyerek, Karaveli’ye gezi boyunca kendisine eşlik etmesini teklif etti. Orhan Karaveli ve mensubu olduğu Vatan Gazetesi, Menderes’e karşı sert bir muhalefet yürütüyordu.

O sırada Küba Devrimi’ni yerinde incelemek için ABD’de bulunan Karaveli, hesapta olmayan bu teklifi, -yaşananları tarihe geçirecek tanıklığını yapmak üzere- kabul etti ve “kader çizgisini değiştirdi” dediği gezide Menderes’e eşlik etti.


Amerika Menderes’i o gezide sildi...

Eisenhower’ın yanından koltuğunun altında ABD Başkanı’nın portresiyle ayrılan Menderes, Dışişleri Bakanı Christian Herter’in kapısının önünde 45 dakika bekletildiğinde, Washinton Büyükelçisi Suat Hayri Ürgüplü tarihi gerçeği fısıldamıştı: ABD Menderes’i sildi kardeşim!

Menderes’in ABD’den eli boş döndüğünü biliyoruz. Gezi boyunca onunla birlikte olmuş bir gazeteci olarak, sonradan yaşanacak gelişmelerin ipucu sayılabilecek ayrıntılar takılmış mıydı gözünüze?

- Bu tip konuklarına kapılara çıkan Eisenhower, Adnan Menderes’i giriş katındaki bir çalışma odasında karşılamakla yetinmişti. 20 dakikalık görüşmeden sonra, fotoğraf çekmek üzere odaya girdiğimizde, Menderes, kolunda parlak kağıda sarılmış bir Eisenhower portresi ile gülümsemeye çalışıyordu. Esas konuya girilmediği, girilmişse bile sonuç alınmadığı ve ziyaretin nezaket ziyareti düzeyinde kaldığı anlaşılıyordu. ABD, yüzüne açık açık söylemese de, istediği ekonomik yardımı vermeyeceğini hissettirmiş, Menderes’i silmişti.


Üzerine çarpı koydular

- Bu tespiti sadece Eisenhower görüşmesine dayanarak mı yapıyorsunuz?

- Hayır. Aynı gün Dışişleri Bakanı Christian Herter’in makamına, iade-i ziyarete gidildi. Bir gün önce Menderes’in verdiği yemeğe şeref konuğu olarak katılmıştı. Menderes’i özel kalem odasında 45 dakika beklettiler. Bu durumdan çok sıkıldı. Sürekli olarak ipek mendiliyle terini siliyordu. Halk ona karşıdır, bir daha seçilir, seçilmez, ayrı dava. Ben kendisine şiddetle muhalefet etmeme rağmen, koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanının bu şekilde aşağılanmasına tahammül edemedim ve Washington Büyükelçisi Suat Hayri Ürgüplü’ye neler olduğunu sordum. “Bak” dedi, “Bir şey söyleyeceğim ama bunu çok uzun yıllar sonra açıklayabilirsin. ABD Menderes’i sildi kardeşim.” Menderes’in 45 dakika beklediği bu görüşme de 15 dakika sürdü. Menderes örneğindeki gibi, bugüne kadar ’beni şu devlet destekliyor’ diye düşünenlerin hepsi yanılmıştır.

- Yaptığı konuşmalara bakınca, Menderes gezi boyunca ABD’nin müttefiki olduğunu tekrarlamış. ABD, kendisine bu kadar bağlı olan bir politikacıyı neden silmek istesin?

- Büyük devletler, kendilerine yardımcı olan devlet adamlarını desteklerler. Ama destekleri süresiz değildir. Çıkarlarının sağlanamayacağını hissettikleri anda, o adamların üstlerine bir çarpı işareti koyarlar.


AKP’nin de başına gelebilir

- İyi ama Menderes o gezide ABD’ye sırtını dönmüş değil ki. Neden buna rağmen, Menderes’ten çıkar sağlayamayacaklarını düşünmeye başladılar?

-Menderes hâlâ tamamen ABD’nin dümen suyundaydı. Ama, o sonuçta, Türk halkının seçtiği Menderes’ti. O, ABD’deyken Türkiye kaynıyordu. İnsanlar sokaklardaydı. Türkiye’de Menderes’e olan halk desteği aşağıya doğru grafik çiziyordu. ABD bunu fark etti. 1950 seçimlerinde 69, 1954’de 31 milletvekili çıkaran CHP 1957’de 178 vekile ulaşmıştı. ABD bugün de AKP iktidarının halk desteğinin eridiğini hissederse Menderes’e karşı izlediği politikanın aynını tekrarlayabilir. O gün Eisenhower’ın, bugün Obama’nın olması hiçbir şeyi değiştirmez. ABD’nin menfaati neyi gerektiyorsa, o politikayı izler. Nitekim Menderes, bunun üzerine Türkiye’ye gelir gelmez 1 Temmuz’da Rusya’ya gideceğini söyledi. Soğuk Savaş’ta tereddütsüz ABD’nin yanında yer alan Menderes söylüyordu bunu. Bu sözleri, ciddi politika değişimiyle ilgili olduğu veya olacağının işaretiydi. Sonra ne oldu? 1 Temmuz 1960’ta Rusya’ya değil, 27 Mayıs 1960 sabahı Yassıada’ya gitti. 27 Mayıs’ta ABD’nin parmağı var mıydı, yok muydu ayrı mesele. Ama Menderes’i sildiği gerçekti. Bunda Menderes’in “gidici” olduğunu görmesi kadar, CENTO toplantısından bir süre önce ABD’ye gelen Nikita Kruşçev’in ’silahsızlanma’ önermesinin de etkisi vardı. Bir tür “barış taarruzu”na geçen Kruşçev, bilerek veya bilmeyerek Menderes’in elinden önemli bir propaganda silahını kapmıştı.


‘Hadi başka kapıya’

- ABD’nin öncelikli beklentisi neydi o günlerde?

-Sovyetler Küba’ya füze yerleştirmek istemişti. Buna karşı ABD de, Türkiye’ye füze yerleştirmek istemişti. CENTO toplantısında, Jüpiter füzelerinin Türkiye’ye yerleştirilmesi ödününü rahatlıkla koparmıştı. Bu anlamda da artık Menderes’e ihtiyacı kalmamıştı. Tedirginlik duymadan “Hadi başka kapıya” diyebilirdi.

- O dönemi ABD’de yaşadığınıza göre, Washington’un nabzını da tutmuş olmalısınız. 27 Mayıs, oradan bakıldığında “geliyorum” diyor muydu? Bu yönde analizler, mesajlar, işaretler var mıydı?

- Bir çok analiz vardı tabii. ABD’nin Menderes’i eskisi gibi tutmadığı konuşuluyordu. 12 Eylül’den sonra ABD hariciyesi ne dedi “Bizim çocuklar yaptı”. 12 Eylül’ün hava kumandanı ABD’ye gitti - geldi biliyoruz. Ama kapalı kapılar arkasında neler konuşulduğunu bilemiyoruz. ABD, çok önemli danışmanları olan bir ülke. Dünyanın jandarmalığını yapıyor. Bu konuda hep başarılı değil tabii. Mesela Afganistan fiyaskoydu, Irak da fiyasko... Vietnam da fiyaskoydu. Ama politikalarını ’dünya jandarmalığı’ misyonuna göre tasarlıyor. ABD, Menderes döneminde Türkiye’de olup bitenleri görüyordu; sanırım şimdi de görüyordur.

Menderes trajedisi geleceklerini bir büyük ülkenin dümen suyunda arayan devlet adamlarının trajedisidir.


‘Kral çıplak’ dediğimde çok öfkelendi

- Bir yazınızda Menderes’in ABD’deki temasları sırasında yaşanan diplomatik skandallar ve küçük düşürmeye dönük davranışlardan sonra Başbakan ve yanındakiler için “bozguna uğrayan Türk takımı” ifadesini kullanmışsınız. Peki bu takımın soyunma odasında neler konuşuldu. “mağlubiyet” havası var mıydı? Bunları konuşma, değerlendirme fırsatınız oldu mu Menderes veya yanındakilerle.

- Yolculuk sırasında, hiçbir gazeteciye nasip olmamış, şiddetli bir tartışmam oldu Menderes’le. ABD’de yaşayan, 29 yaşında bir gazeteci olarak rahattım açıkçası. Belki Türkiye’de aynı cesareti gösteremeyebilirdim, belki de gösterirdim kestirmek zor. Ama gazetecilerin büyük baskı altına alındığı, Tahkikat Komisyonları’nın kurulduğu Türkiye’den uzakta olmanın cesaretiyle, işlerin kötü gitmeye başladığını ve sonunda kendisinin kaybedebileceğini söyledim. Sanırım ilk kez biri Menderes’e “kral çıplak” diyordu. Sonra gönlümü aldı ama o an çok kızdı. Küfre yakın sözcükler kullandı. Özellikle muhalifleri için. “Çişini tutamayan İsmet Paşa’ya hükümeti bırakamam” dedi. Kendisinin bir nimet, Allah’ın lütfu olduğuna, onu kimsenin yerinden oynatamayacağına inanmış görünüyordu. Yanındakilerin sürekli göklere çıkardığı, sürekli övülen, gerçeklerin gizlendiği bir yalnız adamdı Menderes...

- Darbenin geldiğini mi hissetmiştiniz?

- Açıkçası hayır. Bir şey olacağını herkes biliyordu ama ne olacağını kestiremiyorduk. Vatan’da, ki o zaman Oktay Akbal vardı, Fazıl Hüsnü Dağlarca vardı, Sadun Tanju vardı... Askeri darbe olacağını kestirememiştik. Çünkü hiç darbeyle karşılaşmamıştık. 27 Mayıs ilkti. Genelkurmay Başkanı’nı emrindeki rastgele bir adam gibi kullandığı için Menderes de tahmin etmemişti.


Tam bağımsız olmayı deneyen siyasetçiler tasfiye edildi

Orhan Karaveli’nin Başbakan Menderes ve Dışişleri Bakanı Zorlu ‘Beyaz Ev’ girerken çektiği resim.

- 27 Mayıs’a ABD’nin müdahil olduğunu varsayarsak (Menderes’in yerine ikame edilen diye bahsetmek gerekir) darbe sonrası iktidarları, Menderes’in veremeyeceğini verebildiler mi ABD’ye. Beklentileri karşılayabildiler mi?

- O apayrı bir konu tabi. ABD’yi memnun etti mi, etmedi mi konusuna girmek, o siyasetçileri Amerika’ya tabi gibi göstermek olur. Ben o kanatta değilim. Bu insanların ABD için çalıştıklarını söylemek yanlış olur. Johnson mektubuna İnönü sert tavır gösterdi, Ecevit döneminde biz afyonumzu ekebildik, bir Kıbrıs harekatını yapabildik mesela. Tabi oldular demek, bu siyasetçilere haksızlık olur...

- Ama söylediğiniz olaylar zaten ’bir sonraki darbelere davetiye çıkaran olaylar değil miydi? O iktidarlar da devrilmedi mi? ABD’ye rağmen politika izlemeye kalkışanların, darbelerle gönderilmesi gibi bir kısır döngü yok mu Türkiye’de?

- Tabii orada haklısınız. Maalesef o kısır döngü oluyor. Bu da Atatürk dönemindeki şahsiyetli politikanın erezyona uğramasından kaynaklanıyor. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, Sovyetler isteklerini empoze etmeye çalışarak Türkiye’yi ABD’ye, NATO’ya doğru itti. NATO’ya girince ABD’nin şemsiyesi altına girmiş oluyorsunuz. Bütün ülkeler için bu böyle. Tam bağımsızlık diye bir şey yok. Menfaatleriniz diğerlerinin menfaatlerinin başladığı yerle sınırlı. Hem ’tam bağımsız olalım’ diyorsunuz, hem de bir kamplaşmada, biriyle omuz omuza olmak ihtiyacı hissediyorsunuz, “küçük devletler”in böyle bir ikilemi var.

YARIN: 27 MAYIS NEYİ DEĞİŞTİRDİ?


Selcan TAŞÇI, YENİÇAĞ, 1 Mart 2010

Re: Darbeleri okuma kılavuzu -7- / Selcan TAŞÇI

İletiGönderilme zamanı: Prş Mar 04, 2010 1:43
gönderen Urunguj
Bu yazıda çok ilginç ve iç karartıcı bilgiler var. Maalesef günümüz gençliğinin okuma merakı gözönüne alındığında, tarih tekerrürden ibarettir'in en azından bu ülkede doğru olduğunu düşünüyorum artık! (Milli Eğitimden sorumlular kına yaksın)

Bu yazı dizisi ve diğerleri için link:

yazi-dizileri.html