1. yüz (Toplam 1 yüz)

Açılımın Şifreleri -2- / Arslan BULUT

İletiGönderilme zamanı: Çrş Ara 30, 2009 15:16
gönderen Oğuz Kağan
AÇILIMIN ŞİFRELERİ -2-

Erdoğan’ın Necmettin Erbakan’a sunduğu 1991 Kürt raporu: Bölücü, ayrılıkçı ve terörist demeyelim!

Tayyip Erdoğan, 1991 yılında Refah Partisi İl Başkanı olarak Genel Başkan Necmettin Erbakan’a sunduğu Kürt raporunda “Bu bir Kürt sorunudur, Bugün Doğu ve Güneydoğu olarak adlandırılan bölgeler, tarihin en eski devirlerinde ‘Kürdistan’ olarak adlandırılan coğrafyanın içinde yer alan bölgelerdir” diyordu.

Abdullah Öcalan da Hasan Cemal’e 1993’te “Ne zaman Kürt kimliği anayasaya taşınacak? Kürtler kendi kimlikleri ile ne zaman politika yapabilecek? Binlerce insan zindanlarda. Genel af çıkmayacak mı? Kürtler için siyasal, kültürel bir çerçeve ne zaman kurulacak? Bazı adımların mutlaka atılması lâzım” diye konuşuyordu.

Vatan gazetesi yazarı Ruşen Çakır, Tayyip Erdoğan’ın 1991 yılında Refah Partisi İl Başkanı olarak Genel Başkan Necmettin Erbakan’a sunduğu Kürt raporunu yayınladı.

Çakır şöyle diyordu:
“Erdoğan, danışmanlığını yapan Mehmet Metiner’e hazırlattığı 18 Aralık 1991 tarihli raporu fazla vakit geçirmeden Genel Başkanı Necmettin Erbakan’a elden teslim etti.”

Raporda ilk bölümde “Bu bir Kürt sorunudur, bugün Doğu ve Güneydoğu olarak adlandırılan bölgeler, tarihin en eski devirlerinde ’Kürdistan’ olarak adlandırılan coğrafyanın içinde yer alan bölgelerdir. Kürtler’in konuştuğu dil olan Kürtçe, Türkçe’yle ilgisi olmayan müstakil bir dildir. 1985’ten itibaren başlayan PKK saldırıları dolayısıyla bölge bir yanda devlet terörü, öbür yanda da PKK terörü arasında sıkışıp kalmaktadır. Devlet, kontrgerillasıyla, özel timiyle, harcadığı trilyonlarca lirasıyla, köy korucularıyla vs. bu sorunun üstesinden gelinemeyeceğini artık anlamış bulunmaktadır. Kemalist devletin geleneksel zora ve silaha başvurma yöntemi artık iflas etmiştir. Çoklarının zannettiği gibi Kürtler, Türkiye’den kopmak istememektedir. En azından Kürtlerin büyük çoğunluğu Türklerle birlikte eşit ve gönüllü bir birliktelik oluşturmak istiyor. Kürt halkının büyük bir çoğunluğu Kürt ulusal kimliğinin tanınmasını ve Kürt kültürünün geliştirilmesini istemektedir. PKK ile sürdürülen geleneksel zora dayalı yöntemin başarısızlığa mahkûm olduğunun anlaşılması, Kürt sorununa ’tam demokrasi’ ve ’kültürel çoğulculuk’ temelinde yaklaşmayı beraberinde getirmiştir. Cumhurbaşkanı Özal’ın ilk defa Kürt varlığını tanıdıklarını ilan etmesi ve sonraki günlerde ’Federasyon da dahil her konu tartışılmalıdır’ türünden demeçler vermesi, Körfez Krizi esnasında Celal Talabani ve Mesut Barzani’nin temsilcisiyle en üst düzeyde görüşmeler yapması, Kürt sorununun yeni bir bakış açısı temelinde konuşulmasına rahat bir imkân sağlamıştır” deniliyor ve şu öneriler sıralanıyordu:

Erdoğan’ın 1991’deki önerileri

“Yeni dönemde RP olarak gelişmelerin gerisinde kalmak istemiyorsak artık Kürt sözcüğünü rahatlıkla telaffuz edebilmeli, Türkiye’de Kürt halkının çektiği onca acıya ve sıkıntıya tercüman olabilmeliyiz.

Türkiye’de 75 yıldan beridir resmi ideolojinin Kürt meselesinde inkârcı, asimilasyoncu, baskıcı davrandığını açık seçik söylemeli ve resmi ideolojiyi yüksek sesle sorgulayabilmeliyiz.

Türkiye’de Kürt kimliğinin tanınması ve Kürt kültürünün geliştirilmesi için engelleyici tüm yasaların kaldırılması Kürtlerin yaşadığı bölgelerde Kürtçe’nin öğrenilmesi ve öğretilmesi için yasal imkânların hazırlanması gerektiğini, bütün bu hakların Türkiye’de yaşayan diğer halklara da -Laz, Çerkez, Gürcü, Arap vs.- tanınması gerektiğini, bu çerçevede Türkiye’nin kültürel bir çoğulculuğa sahip olması gerektiğini savunmalıyız..

Devlet terörünü de kınamalıyız

Türkiye’de dileyen herkesin kendi anadilinde eğitim-öğretim yapabilmesini, kitle iletişim araçlarından yararlanmasını savunmalıyız.

İnsan hakları konusunda herkesten çok duyarlı politikalar geliştirmeliyiz.

Türkiye’de resmi ideolojisi ırkçı, asimilasyoncu ve baskıcı olmayan, Türkiye’de yaşayan herkesin eşit siyasal, sosyal ve kültürel haklar temelinde gönüllü bir birlikteliğini esas alan yeni bir hukuk devleti anlayışını ön plana çıkartmalıyız. Ülke bütünlüğünü bu gönüllü kardeşlik temelinde savunmalıyız.

PKK terörünü kınadığımız kadar devlet terörünü de kınamalıyız. Devlet-PKK çatışmasında devletçi bir safta gözükmemek, devletin eleştiri üslubunu benimsememek için ’Bölücü’, ’Terörist’, ’Ayrılıkçı’ vs gibi kelimeleri kullanmamalıyız.

Her türlü ırkçılığa karşı çıktığımızı, Türk ırkçılığına da Kürt ırkçılığına da karşı çıktığımızı ilan etmeli ve bunu davranışlarımızla göstermeliyiz.

Güneydoğu’da RP’nin diğer partilerden şanslı bir yanı var. O da inanç partisi olmasıdır. Müslüman Kürt halkının problemleriyle yukarıda belirttiğimiz yaklaşımlar çerçevesinde ilgilenildiğinde RP büyük bir başarı kazanacaktır.

Güneydoğu’da MHP ile ittifak dolayısıyla RP’ye küsen veya küstürülen insanlarımızın geri kazanılmasını sağlamalıyız.”

Abdullah Öcalan ne istiyor?

Peki Abdullah Öcalan, 1993 yılında Hasan Cemal’e ne diyordu:
“Silahla mücadele belli bir dengeye ulaşabildiğinde siyasal çözüm yolları imkân dahiline girer. Ben Türkiye’de bir tarafın diğer tarafa tam ekseri üstünlük sağlayacağına inanmıyorum. Bu bizim için de geçerlidir.

PKK silahını bırakmaz

Bu son iki aylık süreç eminim ki Türkiye’de de artık bazı gelişmelerin dönülmez bir noktaya geldiğini gösterir.

Bunun anlamı silâh bırakma değildir. PKK, silâhını bu koşullar sürdükçe bırakmaz. Sımsıkı elinde tutar fakat politikaya da en az bunun kadar ağırlık verir. Değişikliği burada görmek gerekiyor. Dağdan inmek, silâh bırakmak intihar olur. Bunu hükümet de bizden istemez herhalde.

Bu koşullarda ’dağdan in teslim ol!’ lafına kargalar güler. Bu ülke kendi Başbakanının asmış. ’Ben bir koyunum, gel beni boğazla’ diyemeyiz. ’Dağdan in, teslim ol, biz senin için iyi düşünüyoruz!’ İnsem, beni lime lime etmez misiniz? Önce güvence ver. Önce demokrasi yap? O zaman silahlar köklü susar. Kürtler tarihlerinde çok kandırıldılar.

Bize politika alanı açın. Siz bana inandırıcı güvenceler verin, ben yalın ayak sınırdan çıkar gelirim. Ama olmazsa ben silâhlı mücadelenin Allahını yaparım.

Ateşkese nasıl devam edeceğimizi bilmiyoruz. Ne zaman Kürt kimliği anayasaya taşınacak? Kürtler kendi kimlikleri ile ne zaman politika yapabilecek? Binlerce insan hâlâ zindanlarda.. Bir genel af çıkmayacak mı? Kürtler için siyasal, kültürel bir çerçeve ne zaman kurulacak? Bazı adımların mutlaka atılması lâzım.. Ordu da durumunu gözden geçirmeli.

Apo: Ne vereceksen ver

Hükümetin bir politikası yok. Kör şiddete saplanmış durumdalar. ’Demokrasi paketimiz var, terör durmadığı için bu pakete işlerlik kazandıramıyoruz’ deniyor. Biz bunun ciddi olup olmadığını göstermek için ”Al uygula bakalım paketi diyoruz. Şimdi terör yok. O paketin içinde Kürt kimliği meseleleri var. Ne vereceksen ver. Demokrasiyi ne kadar geliştirirsen geliştir! Haydi sana son derece uygun bir fırsat, hatta tek taraflı tarihi bir fırsat!

Kısacası PKK teröristtir kozunu elinden alıyoruz hükümetin.

Bugünkü politikanın başarıya gideceğinı inanmıyorsa, siyasal alternatife işlerlik kazandırmayı istiyorsa özel savaşı tırmandırmaz, durdurur, sınırlandırır. Bundan sonraki aşamada adımları geliştirir. Genel bir aftır bu. Anayasal ve yasal güvencelerdir. Bölgeye ilişkin ekonomik tedbirler, kültürel tedbirlerdir.

PKK -Ankara diyaloğu

PKK ile Ankara arasında neden diyalog kurulmasın. Belki şimdi kamuoyu buna hazır değildir. Söyleyeyim; Ben kamuoyunu hem Kürdistan hem Türkiye kamuoyunu hazırlayabilirim, zor değildir. Görüşmeleri başkaları yürütürse rahatlarım, Şahsen ihtiraslı da değilim. Çok engel olarak görülüyorsam, devre dışı bırakılmaya da varım. Ben devre dışı bırakılsam, ben kendimi bıraksam, bizce işler daha rahat bir muhataba kavuşup yürüyebilir mi?

Özal’ın bazı yaklaşımları daha özlü.. Bazı gerçekleri görüyor. Ama galiba gücü yetmiyor. İkinci Cumhuriyet tartışmaları anlamlı.. Hain bir görüş, çok fantastik bir entel görüş de değil, gerçekler buna zorluyor.

Silah politika içindir. Ama biraz politika yapmak şansı olduğuna göre niye illâ her şey yalnız ve yalnız silâhla mümkün diyelim. Niye politik seçeneği daha fazla devreye sokmayalım. İşte değişiklik burada, Daha fazla politika yapılacaktır. Daha fazla yasal sınırlar zorlanacaktır. Daha fazla ittifaklar, uzlaşmalar geliştirilecektir. Diplomasi geliştirilecektir. Diyaloglar geliştirilecektir.

“Tarihi fırsat” diyen de Öcalan idi!

Erdoğan’ın 1991 raporu ile Abdullah Öcalan’ın 1993 açıklamalarını kıyasladığımız zaman taleplerin hemen hemen aynı olduğu görülmektedir.

Bu benzerlik daha sonraki yıllarda “Türkiye kimliği”, “Demokratik Cumhuriyet” kavramları üzerinden de sürdürülecektir. Zaten Tayyip Erdoğan hükümetlerinin açılım politikaları da hem raporun uygulanması hem de Öcalan’ın taleplerinin karşılanması anlamına gelmektedir.

Abdullah Öcalan, terörist olarak nitelendirilmekten rahatsızdır. Tayyip Erdoğan raporunda da “Terörist demeyelim” ifadesi kullanılmaktadır.

Ve yine görüldüğü gibi “Kürt meselesinin demokratik çözümü”nü, ilk defa “tarihi fırsat” olarak niteleyen de bizzat Abdullah Öcalan’dır.

Açılım uygulamaları aktif olarak başlatıldığında Amerikan Büyükelçisi James Jeffrey, partileri ziyaret etmiş ve DTP’nin ABD’de temsilcilik açma kararı açıklanmıştı. Abdullan Öcalan ise taleplerini 15 Ağustos’ta savcılık kanalıyla devlete iletmişti.

Öcalan bu arada Fırat Haber Ajansı’ndan Tayyip Erdoğan’a hitap etti:
“Bu işlerde risk alacaksın. Bu iş öyle risk alınmadan ben şurayı kaybederim, şurayı kazanırım kaygısı taşıyarak yapılamaz. Bu büyük bir sorundur. Risk alınarak, çözüme yönelik kararlı tavır ve davranış içerisinde olunarak sorun çözülebilir. Cesur olunmalı, yoksa bu Ergenekoncu zihniyet hepsini bitirir. Ya darbecilerden, Ergenekoncular’dan yana tavır alacaksınız ya da demokratikleşmeden yana tavır alacaksınız.”

Ulusal Kanal’ın haberine göre Öcalan’ın taleplerini American Kurdish Internatıonal Network adlı düşünce kuruluşu şöyle açıklamıştı:

- Operasyonların durdurulması.
- Koruculuk ve özel harekât birimlerinin dağıtılması.
- Dağdan inen kadrolara siyasi haklar verilmesi.
- Kendisi için olmasa bile PKK için genel bir affın çıkarılması.
- Kendisinin hapishane koşullarının iyileştirilmesi.
- Irkçılık temelinde işlenen suçların cezalandırılması.
- Bölgede yaşanan faili meçhuller ve diğer kontr-terör faaliyetlerinin yargılanması.
- Belediyelerin yetkilerinin arttırılması.
- Belediyelerin, bölgedeki yeraltı ve yerüstü kaynaklardan yararlanmasının sağlanması.
- Bölgede yaşayanların dini ve etnik haklarının genişletilmesi.
- Özel dil eğitimi yapan kuruluşlarının denetiminin hafifletilmesi.
- 12 Eylül Anayasası’nın değiştirilmesi.
- Kürt halkının iradesinin tanınması.
- PKK’nın üst düzey yöneticilerinin Kuzey Avrupa ülkelerine gönderilmesi.
- Bütün bu hakların verilmesinden sonra denetlemenin uluslararası kurumlar tarafından denetlenmesi ve yapılacak düzenlemenin uluslararası hukuktan doğan haklar dikkate alınarak uygulanması.

Öcalan, bu taleplerle Türkiye’nin, 15 Ağustos 2000 tarihinde New York’ta Volkan Vural eliyle imzaladığı, daha sonra AKP döneminde onaylanan Birleşmiş Milletler İkiz Sözleşmeleri’nden güç alıyordu:

Türkiye, imzaladığı İkiz Sözleşmelerle “Etnik azınlık grubu mensuplarının kültürlerinden faydalanma, dinine inanma ve bunu öğretme ve dilini kullanma hakkı gibi hak ve özgürlükler ile halkların kendi kaderlerini tayin etme hakkı ile kendi doğal zenginlik ve kaynaklarından özgürce yararlanma hakkı”nı kabul etmişti.

Daha pek çok bilgi ve belge var.

YARIN: Bu rapor, Türk basınında ilk defa yayınlanıyor...


Arslan BULUT / YENİÇAĞ, 29 Aralık 2009